• aptalların altını olarak da bilinen mineral. şu ışık altında kaldırım taşlarında, asfaltta vs. gördüğümüz pırıl pırıl tanecikler pirittir. geçmiş zamanlarda altın ve gümüşle karıştırıldığından bu isim verilmiş, ayrıca işlenmesi esnasında zehirli bir çeşit gaz yaydığı için çevreye kesinlikle kapalı alanlarda işlenmemesi tavsiye ediliyor, kişinin ölümüne varabilecek kadar zararlı sonuçlara yol açabiliyormuş bu gazın solunması.
  • kömürlere yapışık olan... altın sarısı bişi vardır.. görmüşünüzdür... o pirittir işte... değersizdir... küçükken altin sanırdım onu... sonradan öğrendim...
  • altına çok benzeyen, altından ayırmak için porselen tabağın sırsız kısmına sürtmek gereken maden. eğer porselenin sırsız kısmında siyah çizgi bırakıyorsa pirittir. aksi halde altındır.
  • diger adiyla "fool's gold" olarak bilinen, icinde altinimsi bir renk ve isiltilari olan bir mineraldir. altindan cok daha serttir.
  • fes2. içine bakır(cu) girdiğinde kalkopirit olur ki bir numaralı bakır kaynağıdır o. zaten pirit ile kalkopirit genelde birlikte bulunurlar, şöyle; piritin her olduğu yerde kalkopirit olmaz ama kalkopiritin her olduğu yerde pirit olur.

    e bakır her yerde yok, normal.

    altından ayırt etmek için, pirit i bir bıçak vs. ile kazımayı deneyin, kristal kopmalarını demiyorum, çizik atmaya çalışın, atamayacaksınız. ama altını hemen çizersiniz. zaten pirit küp küp kristallenir, altın ise şekilsiz görünür.

    aptal altını diye de bilinir.

    (bkz: altına hücum)
  • formülü fes2 ve yoğunluğu 5 olan, pirinç sarısı renkli mineral, pirit.
  • ahmak altını da denilebilen, doğuştan kübik mineral.
  • demir sülfür.
    ingilizce'de fool's gold olarak da geçer.
    genellikle quartz cevherinde, sedimanter, metamorfik kayaçlarda ve kömür yataklarında sülfür ya da oksitlerle birleşik bulunur.
  • bütün hayatını yaşlanarak geçiren kişi
  • küçükken en çok oynadığım oyundu belki de: hem kendimi acıtmak hem de başkasının acısını alkışlayarak izlemek…

    ilk defa kuzenimle oynamıştık biz bu oyunu. sahnemiz dip bucak saklandığımız bir yer olurdu ve her cümle istisnasız “biliyor musun bir keresinde…” diye başlardı. “biliyor musun bir keresinde babam diyarbakır’a gitmişti ve biz günlerce onu özlemiştik,” diye başlardı. “o zaman ben de bir keresinde babamı çok özlemiştim.” “bir keresinde annem ameliyat olmuştu ve evden yirmi gün uzakta, hastanede kalmıştı” dedikten sonra o artık ağlardı. ardından da ben bir koşu yetişir “benim de annem babam ayrıldı,” diye ağlardım, ağlardık. annemiz kurabiyeli çay saatine saatine çağırdığında derhal toparlanır, yaramızı beremizi hiç olmamışçasına geride bırakarak bambaşka oyunlara dönerdik.

    zamanla kuzenimle oynadığımız bu oyunu da geride bıraktık. her acıyla bütünleşip birbirimizle acılarımızı yarıştırmaz olduk.

    ama biri vardı ki doğamız gereği bu oyun hep sürüp gitti…
    “biliyor musun ölüyordum,” desek de ölmedik. sadece yıprandık. biraz daha…
    tanıştığımızda daha çocuktuk. her ne kadar büyüsek de biraz çocuk ve hatta çocukça kaldık; anılarımızla, aşklarımızla, sevinçlerimizle, gözyaşlarımızdaki yarışlarla…
    pirit, canım.
hesabın var mı? giriş yap