• intikam ve aksiyondan arındırılıp sükunet, dinginlik ve hikmet yüklenmiş bir john wick hikayesi.

    nihayet iyi bir aktör olduğunu hatırlayan nicolas cage'in uyduruk b tipi filmlerden kafasını kaldırıp özüne döndüğü bir yapım aynı zamanda. yirmi günde kotarılmış, çok düşük bütçeli ama bir o kadar büyük bir film. büyüklüğünün büyük bir kısmı da karakteri kendine yakın bulduğu için hissederek oynayan nicolas cage'in üstün performansından kaynaklanıyor. uzun yıllardan sonra tekrar oscar adaylığı veya heykelciği kapması sürpriz olmaz.

    rob, karısının ölümünden sonra modern hayatla bağını kopararak yorgun ruhunu dinlendirmek amacıyla medeniyetten uzak vahşi bir ormanda uzlete çekilmiştir. on beş yıldır doğa ve hayvanlarla iç içe yaşamakta olan rob; servet, kariyer, itibar gibi kent yaşamının insanları önüne katıp sürüklediği tüm yüklerden arınmış, beklentisiz ve hedefsiz bir hayatı seçmiştir. esasen bir şekilde karısının yasını tutmakta olan rob, karısına olan tüm sevgisini ve vaktiyle karısının ona kattığı yaşam sevincini, iletişim kurduğu tek canlı olan domuzuna yüklemiştir.
    işte böylesi ağır bir misyon yüklediği sevgili domuzu bir gün birileri tarafından bilmediği nedenlerle kaçırılır. rob bir anlamda hayata tutunma nedeni olan domuzunu bulmak için yollara düşecektir. yanında ise hayatı boyunca gölgesi altında ezildiği babasına kendini ispat etmek için onun sektöründe varlık savaşı veren amir'i bulacaktır.

    ilk on dakikasını betimlediğim film, izleyicisini sıkı bir aksiyona hazırlar gibi başlasa da hiç de beklendiği gibi sıradan bir yol tercih etmeyecek, içsel yalnızlığının mahpushanesinde yıllarca eğittiği duyguları, rob'un hedefe ulaşmak için bambaşka yol ve yöntemler kullanmasını sağlayacaktır.
  • yazarı ve yönetmeni michael sarnoski ile birlikte izlemediyseniz, metafor çözme konusunda ne kadar uzman olsanız da alt metin okumanın kitabını yazsanız da eksik kalacak filmlerden biri. çok şey anlatıyor ama her izleyenin anlayacağı dilde değil. sonuç olarak kafamda imalar konusunda çok soru işareti kaldı.

    --- spoiler ---

    hep ulaşılmak istenen zirvenin sonu bazen de bu. maddi manevi tam doygunluktan sonra gelen anlamsızlık ve tatminsizlik. rob'un aradığı da domuzu değil zaten. konu da domuz değil zaten. domuz rob'un saygınlığı, başarısı, serveti ve belki ölen eşinin yerini doldurduğu için bu kadar önemli.
    belli bir zümreye aidiyet hissini tanımlayan, hikayesi 20 dakika anlatılan fine dining tabağını dürtüp patlatması da, klasik müzik otoritesinin konuşmasına tahammül edemeyip kapatması da bunun sonucu. bir matematik profesörünün ilkokul 1 matematik dersine tahammülsüzlüğü gibi..
    filmin sonuna kadar yüzünü bile yıkamamasının sebebi de bu. o sahte dünyaya verdiği değer artık bu kadar.

    --- spoiler ---

    alt metni kuvvetli, çok ağır tempolu bir film. bir finali yok, yolculuğu anlatma derdinde. bu yüzden her izleyiciye hitap etmeyecektir.
  • i'm on fire

    kaybetmişsin domuzunu. sana iyi hissettiren tek varlığı. oysa trüfleri bulmanı kolaylaştıran ana etken değildi o. sen sadece onu sevmiştin. ama elinden aldılar. ve sen en iyi silahınla vurdun düşmanlarını. geçmişi yüzlerine çarparak. en mutlu oldukları anı onlara hatırlatarak. yine de yetmez bazen... yitip gitmiştir domuzun. oysa yitip giden sadece bir domuz değil, domuz siluetinde var etmeye çalıştığın aşkındır.
    perfect.
  • gece gece ağzıma etmiş, üstüme öküz oturtmuş film.

    bir de kötü film demişler başlıkta. sen anlamadıysan/sevmediysen kötüdür, evet. simgesel anlatının yoğunlukta olduğu, bir içe yolculuk, yas tutma, yalnızlık, yalnızlığa ve hayata karşı statüden, sosyal rollerden sıyrılmış ilkel benliğin mücadelesinin filmi. bunları okuyamıyorsanız, kafanız almıyorsa ya da düz bir film izlemek istiyorsanız gidin john wick izleyin siz hadi abicim.

    --- spoiler ---

    nicolas cage çok iyi oynamış, karakteri izleyiciye öyle vermiş ki, yıllar sonra iyi bir aktör olduğu aklına gelmiş resmen. hem bu sağlam oyunculuk, hem yaşadığımız gündemden****, hem de her yalnızlığımı paylaştığım evcil hayvan sahibi olmamdan dolayı filmi inanılmaz içselleştirdim. bir de üstüne sektörde çalışan kendi çapında bir şef olarak, insanların yarattığınız yemeklerin doğasını, üretiminde verdiğiniz çabayı göz ardı ederek hunharca tüketmeleri, ödedikleri para arttıkça verdikleri değerin düştüğü korkunç tüketim çılgınlığı ve acımasız işletmeci patronlarla olan mücadelem de eklenince... varoluşsal sancılarım tuttu. hayatta kime neye hizmet ediyoruz? bir de cage, bir sahnede büyük bir depremin olacağından ve tüm şehri dev tsunami dalgalarının yutacağından bahsediyor. gidecek yerin olsa bile, gidecek yerin olmayacak... herkes ölecek diyor. al sana umutsuzluk. herkesin bir kaybı var filmde. eşini kaybeden adam, babasını kaybeden evlat, yalnızlığını beraber yaşadığı domuzunu kaybeden robin... dünya o kadar kötü bir yer ki her şeyden vazgeçtiğinizde bile kötülük sizi buluyor. kabuğuna çekilsen gelip kabuğu kıran birileri illa oluyor. domuzu için, modern dünyada son mücadelesini veriyor robin ama sonunda yine kaybediyor. kazancı yalnızlık ve kendi dünyasına döndüğünde eşinin kaybıyla olan yüzleşmesi oluyor… mahvettin beni domuz, sen öldün ya ağlamaktan bitap düştüm.

    --- spoiler ---

    çok içselleştirdim dediğim gibi, izlediğim dönemle alakalı etkilendim. filmle ilgili tek eleştirim, daha vurucu diyalogları hak eden bir film olması olabilir. bir de daha zengin bir sanat yönetmenliği beklerdim, yemeklerle alakalı. özellikle çıkış noktası eski bir şef hikayesi olduğundan belki de. mekanlar daha güzel seçilebilirdi falan filan… tüm bunlar bütçeyle de alakalı tabi. bu yalın haliyle de gayet kabulüm.
  • beklentilerle pek güzel oynayan filim. ne desem spoiler olacak, o yüzden iyisi mi spoiler yapıştırıp öyle devam edelim.

    spoiler

    hakkında sadece "çok sevdiği domuzu kaçırılmış bir adamın domuzunu bulma çabası" özetini okuyunca john wick tarzı bir film bekleniyor. nicolas cage de zaten deli karakterlerin esas oyuncularından. karakterin münzevi yaşamını bırakıp domuzunun peşinden giderken asıp kesmesini bekliyorsunuz. yönetmen de çok açık bir şekilde john wick'ten yola çıkmış zaten. eşini kaybettikten sonra adeta ferrari'sini (restoranını) satan bilgeye dönüşüp ormanda tüm teknolojiden uzakta bir yaşama adım atan, efkarlı bir adam... ee john wick de şehirden uzakta yaşayan efkarlı birisi -eşi hastalık yüzünden vefat etmişti-. ama yönetmen bu benzerlik sebebiyle oluşan beklentileri pek güzel yıkıyor sonrasında.

    yani cage'in reeves gibi delirmesini bekliyorsunuz. karakterin bir cia / fbi, ne bileyim özel kuvvetler geçmişli birisi olmasını bekliyorsunuz. çünkü öyle davranıyor. film de tam da john wick tarzı bir karanlığa sahip. her an fırtına kopacakmış gibi bir atmosfer (slowburn atmosfer diyelim) mevcut. işte cage 10 yıldır yaşadığı ormanını bırakıp şehre gittiğinde nereye gideceğini pekâlâ biliyor. tamam diyorsun, kesin eskiden ajandı. ama hayır, yönetmen john wick'ten kopyaladığı çıkış noktasını alıp master chef'e, evet master chef'e bağlıyor. ne elemanımız ajan çıkıyor, ne intikam alınıyor, ne ortalık kana bulanıyor. tam tersine kendimizi birden bir aile dramasının (bağımsız sinemanın sevdiği aile dramasının) ortasında buluyoruz. adamımız ajan çıkmıyor, şef çıkıyor, hem de çok sevilen, işinin ehli, muhtemelen mişlin yıldızlı (mişlin mi len o?) bir şef.

    yani beklentilerle pek güzel oynuyor senarist/yönetmen. ee john wick'ten yola çıkıp master chef'e bağlarsan, finalde karakter, domuzunu kaçıran adama eşini hatırlatan bir yemek pişirirse, film de adamımızın domuzunun öldüğünü öğrendikten sonra ormanına dönmesiyle biterse tabii ki şaşırırsın. şaşırtıyor ama tatmin ediyor mu? tartışılır. şahsen filmi pek sevemedim. nedeni o slowburn atmosferi, yavaşlığı, yavaş temposu, saçmasapan aile draması, çözüm noktasına geçilince şefin yemek yapması, kötü adamın yemeği yedikten sonra üzülmesi... tamam, adamı şef çıkarınca şaşırtıyor da bu m. night şeyemalan-vari twist dışında çok da matah bir film değil. tam tersine, yer yer kendisini fazlasıyla ciddiye aldığını düşündürtüyor. öyle bir atmosferi mevcut ki sanırsın daha önce hiç böyle bir hikâye anlatılmadı. halbuki esas karakterin karakterinden ve münzevi yaşamından tutun da öykünün şefliğe geçmeden önceki haline dek her şey john wick'ten kopya.
    yani tabii ki mişlin yıldızlı acılı bir şeften john wick gibi ortalığı kasıp kavurmasını beklenmemeli ama gene de öyküyü alıp şefin kötü adama yemek yapmasıyla bitirirlerse pek tatmin edici bir final olmuyor.

    spoiler
  • son yıllarda izlediğim en iyi filmlerden birisi. çok beğendim. alt metinleri okumaktan her zaman keyif almış birisiyim. karanlık sayesinde aydınlanma yaşayan ve dünyayı umursamayan insanlara hayranım ve bu filmin alt metni de bana göre bu.

    nicholas cage'e acayip yakıştırdım böyle bir rolü. evet yavaş akıyor hikaye, evet aksiyon yok ama insan benliğine dair her türlü detaya kısa kısa yer verilmiş: kıskançlık, haset etme, (robin'i döven şef, domuzunu kaçıran baba/şef), aydınlanma... bu filmde her bir detayı gördüm insanın hikayesine dair.

    ben çok, çok beğendim. iyi seyirler:)
  • entrylerde "kötü film", "aptal film" gibi yorumları gülerek okudum, marvel filmlerini izlemeye devam edin böyle filmler size gelmez.
    filmin 60 farklı festivalden/ödül töreninden 36 dalda ödülü ve 71 dalda adaylığı var.
    mutlaka izleyin.
    imdb'de 72.731 oy ile 6.9 puana sahip.
    8/10
  • çok uzun zamandır böyle güzel bir film izlememiştim. filmin bana kalırsa esas çekiciliği cage'in hayran bırakan oyunculuğudur. filmdeki rolü hem çok güçlü bir insan hem de tevazu sahibi olarak bizlere gösterilmekte (mesela 1 dakikanın üzerinde dayak yemesine rağmen hiç pes etmemekte. ihtişamlı şeyleri geride bırakmakta.) ayrıca eski güçlü kimseleri de tanımakta ki "haydi intikam zamanı hepsini yok edelim." diyen günümüz seyircisine bu zevki vermiyor. hatta bu zevki vermemekte o kadar ısrarcı kalmışlar ki özellikle (bkz: john wick) izleyen insanlar filmi rezalet üstüne rezalet bulmaktalar.

    ben filmi çok sevdim çünkü robin kendini aşmış bir kimse. hayattaki tüm zevklerden arınmış ve kendi doğrularıyla hareket edebilen, bir çok şeye sahipken bunlardan vazgeçmiş bir kimse. karısının ölümünden sonra çevresinin ve çevredekilerin tavırlarının bir anlamının olmadığını farketmiş ve farkındalığını gerçeğe dönüştürmüş biri. intikam alabilecekken intikamını almayan ama sonuca ulaşırken çok zeki hareket ederek de hayran bırakan bir rol.

    sonuç olarak filmin vermek istediği amaç günümüz filmlerindekinden farklı olsada (ibne olmanın yararları gibi... vs.) herkesin olgunluğa erdikten sonra bir kere izlemesini tavsiye ederim.

    film bu arada baş yapıtlar arasına giremeyecek çünkü durağan formatına herkes sabredemez.
  • --- spoiler ---

    they're not real.none of it is real.the critics aren't real.the customers arent real beacause this isn't real .you aren't real.why do you care about this people?they dont care about you none of them.they dont even know you. because you havent shown them.everyday you wake up and there'll be less of you.you live your life for them and they dont even see you .you dont even see yourself.

    we dont get a lot of things to really care about .
    --- spoiler ---
  • bugün izlediğim filmdir. ilk başta nicolas cage’i tebrik ederim son yıllarda ki saçma sapan işlerden sonra,elle tutulur bir filmde oynadığından ötürü,darısı bruce will’in başına.hoş bu filmde aslında normal sayılmaz swh,lakin senaryosu,işleyişi ve en güzel kısmı olan diyaloglarıyla kendini izlettiren bir yapım olmuş.film beni genel anlamda sardı ama bugün ki ruh halimden ötürü bu kadar ağır tempoda aynı zamanda bunalttı.kendi ruhsal durumumu çıkarırsam son zamanlarda çıkan sıradışı bir senaryoya sahip,özellikle diyaloglarıyla kendi saran izlenebilir bir film olmuş.lakin müzik,kamera ve yan karakterler için aynı performansı aldığımı söyleyemem.
hesabın var mı? giriş yap