• münevver ayaşlı, onun gözlerden uzak kalan dramını şöyle anlatıyor:

    --- alıntı ---

    bütün edebî ve kültürel hayatı içinde onu en çok meşgul eden evi, karısı ve oğlu idi. bir akşam merve'yi de getirmişti ismail hami bey'e. merve bizler için iyi, hoş, fakat alelade bir genç idi; bugünün genci, biraz kendini beğenmiş, biraz asil. fakat peyami safa için öyle değildi merve.

    babası peyami safa için merve bir harika çocuk, bir dahi çocuktu. onun isyanlarını, kaprislerini öyle güzel, öyle tatlı tevil ediyordu ki... bütün bunları merve'nin dehasına bağlıyordu. dikkat etmiştim. merve'nin olduğu akşamlar, gözü sadece merve'nin üzerinde idi. gözü başka kimseyi görmüyordu. merve ile münakaşa ediyor, konuşuyor, felsefenin derinliklerine iniyordu.
    /.../
    çok sevdiği oğlu merve bir gün askere gitti. merve'nin askere gittiği zamanlar memleketin en buhranlı zamanları idi ve peyami safa bey hakikaten üzüntü içinde idi. /.../ sevgili çocuk merve, bilmem nerede askerlik yaparken, sarılık mı ne oluyor, karaciğeri mi bozuluyor, hastalanıyor. daha hastalığı yeni duymuştuk ki ölüm haberi geldi.

    bari ölsünler, çok çekmeden, bu evlat acısını çekmeden ölsünler... herkes biliyordu ki peyami safa bey acısına dayanamayacak. merve'nin ölümü, babasının ölümü idi. nitekim bilmiyorum, oğlundan sonra ne kadar yaşadı, en fazla üç ay... kendisi merve ile beraber ölmüştü. sonraki hayatı, nebatî bir yaşamaktı peyami safa bey için.

    en son onu, oğlunun cenazesinde gördüm, şişli camii'nde... bu sahneyi yazamam. şişli camii'nin avlusu, türk bayrağına sarılı merve'nin tabutu, buz gibi ve sesli esen rüzgâr, cenazeye en son gelen baba, peyami safa bey...
    /.../
    nihayet camiin arka kapısından, iki kişinin kolları arasında sürüklenerek peyami safa da göründü. cenaze namazı kılındı. merve'yi askerler aldılar, götürdüler. oğlunun tabutunun arkasından peyami safa da sürüklendi. bu peyami safa'yı son görüşümdü.

    --- alıntı ---

    münevver ayaşlı, haminne'nin suret aynası, s. 125-128.
  • peyami safa ekşi sözlük yazarı olsaydı nick altına ne yazılacağı çok belli:
    - ağır trol, engelle geç!

    gerçekten de şuna artık iyice kâni oldum ki bu adam döneminin trolü. dikkat çekmek için elinden geleni ardına koymamış. nerde alengirli bir mevzu var, kokusunu 2 km öteden alıp elinde tuzlukla pata küte balıklama dalmış.

    - yeri gelmiş ahmet hamdi tanpınar'la koka ağacı yaprağı yemiş (bkz: #53582916)
    - yeri gelmiş ahmet haşim'den “hiçbir yeri tutmayan insan harabesi, çolak” şeklinde hakaret yemiş
    - hitler'in bir konuşmasını radyoda dinlerken "bu ne ses, bu ne ses ya rabbim!" diyerek heyecan ve sevinçten düşüp bayılmış (s.27) (almanca bilmiyor bu arada),
    - şair a. kadir kendisini zamanında "faşistlerin en arsızı" diye tanımlamış. (bkz: #38210916)
    - nazım hikmet ise “peyami’ye karşı içimde, bir klinik hastasına karşı duyulan o acayip merhametten gayri bir şey yoktur” demiş.

    arşivlerde dolanırken kendisinin yeni bir renkli macerasına denk geldim. bu sefer necip fazıl'a sarmış ve mahkeme salonunda şova kalkıp milleti kahkahaya boğmuş. trollerin sinir bozucu olduğu kadar bir miktar eğlenceli olduklarını da itiraf etmek gerek... neyse, mevzuyu anlatayım:

    yaşar çimen adlı bir çevirmenin, 1940'larda italyan bir yazardan yaptığı "oro puro" çevirisinin necip fazıl tarafından "para" adlı bir piyeste kullanıldığını, daha doğrusu (ç)alındığını iddia etmesi üzerine peyami safa anında olay yerinde bitip "evet evet adam haklı, necip fazıl intihal yapmış" der. bu intihal mevzusuna (ayrıntılar şurda: (bkz: #154669589) ilişkin mahkemede ifadesine başvurulan peyami safa, tahmin edileceği üzere karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar:

    - para intihaldir. necip fazıl bunu duymuş veya görmüş de öyle yazmıştır. bunu ispat edeceğim demedim. ancak iki eser arasında 16 benzeyiş bulunduğunu, bunlara ister fikir ister tesir ister ilham denilsin necip fazıl'ın kendisine oro puro'yu ya görmüş veya duymuş da öyle yazmış intibaını verdiğini ve bu benzeyişlerin hiçbir zaman tesadüfen bir araya gelemiyeceğini söyledim.

    dahası, necip fazıl'ın asıl amacının kendisini cezalandırıp 10 bin lira tazminat koparmak olduğunu ekler. üstelik mahkemede yapacağı şova hazırlıklı gelmiştir peyami safa :

    - necip fazıl geçen celsede: "-bir hukuk kitabı ile bir nebatat kitabı arasında da bu kadar benzeyişler olabilir!" demişti. işte kendisine verilmek üzere bir nebatat kitabı ile bir hukuk kitabı getirdim. eğer kendisi iki kitapta 20 benzeyiş bulabilirse her cezaya razıyım."

    mahkeme salonunu kahkaya boğan bu trollük üzerine necip fazıl gülerek ayağa kalkar ve aynı kitapları ben de getirdim, lüzumu yok deyip ekler:
    - beni heyecandan heyecana düşüren ve aklıselim bir adamı çıldırtabilecek olan bu sözleri micazımın fevkinde bir tahammülle dinledim...

    peyami safa beni bir edebiyat suçlusu, kendisini de hakaret suçlusu diye gösteriyor. evvelâ ben ömrümde ilk defa mahkemeye çıkıyorum. halbuki kendisi 7 defa mahkemeden karar almıştır.

    10 bin lira koparmak meselesine gelince, avukatım haberim olmadan bunu istidama [dilekçeme] kaydetmiştir. fakat, faraza kazaen bu parayı alırsam, tek kuruşunu harcetmiyeceğim. bu takdirde bu bir hacalet [utanılacak bir durum] olur.

    peyami safa geçen celsede intihaldir dediği halde, şimdi muhteşem bir rücu [döneklik] ile benzeyiş dedim, diyor. benzerlikler hasmımın fikir menşurundan süzülmüş ve ortaya çıkmıştır. tıpkı at da koşar, çekirge de koşar gibi... filden bir kıl, çekirgeden bir ayak kopararak hayvanları göstermeden bunlar aynıdır denilebilir mi?" 19 nisan 1942, vakit gazetesi, s. 3 görsel

    not: peyami safa'yı yukarıda bayağı bir gömdüm gömmesine ama bahse konu intihal mevzusunun, piyeste rol alan çalıntı köpek haberiyle birlikte basını günlerce meşgul etmesinin esasında necip fazıl'ın bir pr'ı olduğu yönündeki iddialar olduğunu da ekleyip meraklısını şuraya yönlendireyim (bkz: sanatkâr köpek)
  • büyük yazar çok.

    "delilik şüphesiz aptallıktan iyidir.
    delilik var olmuş bir zekanın yok oluşudur;
    aptallık, var olmamış bir zekanın var olmamağa devam edişidir.
    deliliğin hiç olmazsa mazisi şanlı.
    aptallığın şerefli bir tarihi bile yok"

    [peyami safa
    matmazel noraliya'nın koltuğu]
  • simsek adli romaninda kadin erkek iliskisini derinlemesine iredeleyen yazar. hatta bu romanin bir bölümünde :
    "kadin ne öfkeye ne merhamete, sadece erkek tarafindan kücümsenmeye layiktir. bunu kadinlar da hissederler. her kadinin en büyük arzusu erkek tarafindan sahiplenilmektir. erkek kadini esaretten ne kadar kurtarmaya calisirsa calissin, kadin dogasi geregi daima efendisini arayan bir köle durumundadir.
    fakat her kadinin bu gücsüzlügü onun en büyük silahidir. erkek ise kendi kölesine esir olan bir efendi gibidir.
    kadin ve erkegin birbirine karsi oynadigi bu oyunda erkek hakimiyetiyle yenilir, kadin esaretiyle galip gelir.
    burada zitlarin garip bir birligi vardir." der
  • "yaslanarak degil yasayarak tecrube kazanilir. zaman, insanlari degil armutlari olgunlastirir." seklindeki pek anlamli, ayni zamanda esprili soz grubunu soylemis yazar.
  • yaptığı kusursuz psikolojik tahliller ve güçlü edebi ifadesiyle en az bir dostoyevski tadında olduğuna inandığım romancı. yalnızız ve biz insanlar gibi mutlaka okunması gerektiğini düşündüğüm romanların yazarı olmakla beraber ülkemizin sahip olduğu ender entellektüeller arasındadır.
  • ilk okuduğum romanı "matmazel noraliya'nın koltuğu" ndan sonraki bir ay içinde her hatırladığımda şaşkınlığımı "demek bizde de böyle ustalar varmış." diyerek kendi kendime ve de açık alanlarda dile getirdiğim, beni kendi klasiklerimizi okumaya ikna eden yazar.

    tam bir sanatçı öngörüsüyle, zamanında ve sonraki yıllarda yaşanacak kararsızlığı, paradoksu, acıyı, (bireysel ve toplumsal) yalnızlaşmayı, çok iyi tesbit etmiş ve anlatmıştır.

    özellikle; (bkz: yalnızız), (bkz: matmazel noraliyanın koltuğu), (bkz: şimşek) romanları şahaserdir.
    (bkz: bir tereddüdün romanı), teknik olarak diğerlerinden ayrılır.
    şimşek romanı ise kahramanı müfid'in -hem karakter hem kader- hamlet benzerliğiyle kafamı karıştırmaya yetmiştir.

    ölüm hakkında sadece bana mahsus sandığım düşünceleri bir tereddüdün romanı kitaplarında okuduğumda, "pes, artık ben ne yazayım ki!" dedirtmiştir. psikolojik tahlilleri, hastalık tanımlarının yerli yerindeliği doktorlar tarafından bile tescillenmiştir zamanında. usta, büyüksün!
  • kabri edirnekapı şehitliğinde olan yazarlarımızdandır (dolmuş duraklarının yanından mezarlara baka baka ilerleyin, gözünüza çarpacaktır)

    gürbüz azak şöyle anlatır:

    burnumun sızladığı an

    1960 belki 61. tam hatırlayamıyorum.
    matbacı ergun bey (ergun göze yâni) nûruosmaniye caddesi'nden geçen birini gösterdi. pencereden, göründüğü kadarı ile ufak tefek, sırtında ceketi bile iğreti duran, hafifçe kamburumsu kişiyi takip ediyorum.
    -kim ki bu?
    ergun bey'in yüzünde acılı-kırık bir tebessüm.
    ona peyami safa diyorlar.
    -niye bir tuhaf yürüyor? ne diye koskoca bir ceketin içinde?
    -bu muhteşem yazar , ömrü boyunca yeni elbise alacak para sahibi olamamıştır. ceketleri, elbiseleri o yüzden hep eski ve iğretidir.
    boğazınızı bir yumruğun tıkadığı hiç olmuş muydu?
    ben, işte ilk o vakit nefes alamadım ve burnumun direği bir acaip sızladı...
  • yaşlanarak değil, yaşayarak tecrübe kazanılır ; zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır. - peyami safa
  • kendisini anlattığım dersimde yavrucaklarla aramda şu diyalog geçmiştir;

    öğretmen: bir tereddutün romanı kitabının başında bir hasta adam anlatışı vardır ki hasta olursunuz.
    öğrenciler: -gülüşerek- ne anlamda hocam?
    öğretmen: her iki anlamda da... o hasta adam öyle anlatır ki ızdırabını, acısı, ağrılarını siz hissediyormuş gibisinizdir aynılarını... öyle bir tasvir gücü vardır peyami safa'nın... bi de yazarlığına hasta olursunuz evet, nasıl böyle canlı tasvir yapmış hayretiyle...

    yalnızız, matmazel noraliya'nın koltuğu ayrı bir yerde tutulur tarafımca da, kendisi her bir kitabını film izliyormuş gibi okuyabildiğim olağanüstü tasvirlerin ustasıdır edebiyat dünyasında...
hesabın var mı? giriş yap