• 1997 yılı mahsulu, satoshi kon tarafından yönetilmiş olan aşmış anime.

    --- spoiler ---

    filmin sonlarına doğru, rumi'nin mima'yı kovaladığı sahnelerde asla unutamadığım bir bölüm vardır. şöyle ki; mima kaçar, rumi kovalar, bir vitrinin önünden geçilirken, rumi ile rumi'nin vitrin camındaki yansımasını aynı anda görürüz. (seyredenler bilir...) o nasıl dahice tasarlanmış bir sahnedir. üzerinden yıllar geçse de unutulmaz. (unutmadım ordan biliyorum.)

    --- spoiler ---

    "there's no way illusions can come to life."
  • anime, sadayuki murai tarafından 1991 tarihli "perfect blue: complete metamorphosis" isimli yoshikazu takeuchi romanından uyarlanmıştır.

    darren aronofsky bu etkileyici animenin tüm haklarını satın aldıktan sonra küvet sahnesi ile kulüpte geçen film çekim sahnesinin bir benzerini requiem for a dream filminde kullanmış, genel temasından esinlenerek de black swan filmini çekmiş.

    aronofsky black swan'ı çekerken perfect blue'dan esinlendiğini reddetmiş, ancak benzerlik aşikar. bana kalırsa bu animeyi tamamen re-make yapabilecekken, çok başarılı iki filmde kısmen kullanıp, orijinalini olduğu gibi bırakması ona yakışan bir karar olmuş.
  • "walt disney ve alfred hitchkock beraber çalışsa ortaya heralde böyle bişey çıkardı"
  • satoshi kon'un inci gibi dizdiği mükemmel filmlerinden bir tanesi. ayrıca oyunculuğu ve sinema hayatını anlatan 2 filminden bir tanesi (diğeri millennium actress). öyle enfes bir film ki kon'un yeteneklerine ve zekasına hayran bıraktırıyor tekrardan. film kabaca şarkıcılığı bırakıp aktrisliğe geçiş yapan genç bir kadının bu alanda daha iyi olmaya çabalarken ruhen çöküşe girmesini konu alıyor. ve roger corman'ın dediği gibi filmden hitchcock tadı almak mümkün, zaten senaryo da hitch'in filmlerinin izinden gidiyor ama "hitch partnered with walt disney" cümlesinin walt disney'li kısmına katılamayacağım. çünkü walt disney öyle filmler yapacak birisi değildi. walt disney her zaman çocukları önemsedi. satoshi kon ise animelerinde cinselliğe odaklanmaktan çekinmemiş birisi. onu hayao miyazaki'den ayıran da sert, rahatsız edici senaryolarıyla geçmiş-şimdi-gelecek arasında gidip gelen kurgusu, mutsuz sonları vs.

    bu arada kon'un ne denli büyük bir isim olduğunu anlamak için sadece iki örnek vereceğim: 1. christopher nolan 2. darren aronofsky. nolan, inception'ı yaparken kon'un paprika'sının bazı sahnelerini aynen aldı, konusunu da filmine taşıdı (ister arak deyin, ister esinlenme). aronofsky ise perfect blue'dan bolca yararlanmıştı black swan'ı yaparken. spoiler içinde değineyim black swan-perfect blue benzerliklerine.

    spoiler

    *kızımızın adı mima. black swan'dakinin adı ise nina.
    *mima bir süre sonra her yerde alter egosu pop şarkıcısı mima'yı görüyor. metroda da yansımasını görüyor. aynı sahneyi black swan'da da bulmak mümkün. nina kafasını sıyırdığında her yerde kendisinin kötücül tarafını görüyordu.
    *mima kafayı başarılı bir aktris olmaya çalışmakla bozuyor. nina ise başarılı (hatta en başarılı) balerin olmak ister. bu iki başarı takıntısı/tutkusu iki karakteri de delirtir.
    *mima pop şarkıcılıktan uzaklaşmak için aktrisliğin gerektirdiği her şeyi yapar: zor bir sahne olan tecavüz sahnesinde oynar, dergilere çıplak fotolar çektirir. nina ise yemeden içmeden kesilir, prova üstüne prova yapar, deli gibi çalışır.
    *mima'nın evine girdiğimizde etrafta oyuncak ayıların olduğunu görürüz. bir süre sonra mima sinirlenir ve ortalığı dağıtır, ayıları bir köşeye fırlatır. nina'nın -eşek kadar olmasına rağmen- odası da oyuncaklarla doludur. nina da kızdığında bunları çöpe atar.
    *black swan'daki konuşan fotoğraflar sahnesi burada da pek tabii mevcuttur. mima'nın sapığı olmuş sapık, bilgisayarıyla uğraşırken duvarına astığı onlarca mima fotoğrafı aynı anda konuşmaya başlar.
    *ve black swan'ın muhteşem ötesi finali... nina kendi kendisini cam parçasıyla yaraladıktan sonra gösteriye devam eder. gösteri biter, alkış tufanı sırasında nina ellerini havaya kaldırır ve yere yığılır, "i was perfect" deyip ölür. işte bu sahnenin aynısı burada mevcut. olmasa şaşardım zaten. aronofsky neredeyse perfect blue'nun yeniden çevrimini yapmış.

    benzerlikler bunlar. kısacası kon amerikan sinemasının iki usta ismini bayağı etkilemiş. bence araştırılırsa daha fazla kişiyi etkilediği de ortaya çıkar. bu benzerliklerden anlaşılacağı üzere aronofsky bayağı "esinlenmiş" bu filmden. ama olsun. black swan hala en beğendiğim filmler arasında. ama orijinal olmadığını öğrenmek de üzmedi değil.

    gelelim filmin çarpıcı taraflarına. kon bu filminde de tıpkı paprika'da olduğu gibi başarı hırsıyla yanıp tutuşan mima'nın psikolojisini çok iyi irdeliyor. enfes bir karakter yaratmış. keza filmin sapığını da öyle bir çizmiş ki görür görmez kendisinden tiksiniyoruz. kon kızın psikolojisini başarıyla işlerken sinema sektörünü de teşhir ediyor. bir eleştiri yok. kon sektörün durumunu göstermekle yetiniyor. mesela aktrislerin başarı için çırılçıplak pozlar vermelerini konu alan sekans ve tecavüz sahnesi filmin en çarpıcı sahnelerinden. işin polisiye tarafı da aksaksız ilerler. yönetmen kon, yönetmen hitch'in "güçlü kötü karakterler yaratın. filminizin kötüsü iyi değilse film de iyi olmaz," cümlelerinin hakkını veriyor ve dediğim gibi güçlü bir kötü karakter yaratıyor. anime sinemasında böylesi karakterleri, cinselliği vs görmek hala beni şaşırtıyor.

    bu arada perfect blue'nun uzunca bir süre gerçek oyuncularla çekilmeye çalışıldığı ama para babalarının filmden desteklerini çekmeleri üzerine animeleştirildiği yazılmış imdb'de. anime epey çarpıcı olmuş ama "acaba kon kanlı canlı oyuncularla nasıl bir film yapardı?" diye düşünmüyor değilim.

    spoiler
  • anime gerçekten çok garip bir alan. özellikle yeni başlayanlar fan service olarak tabir edilen örneklere maruz kalıyorlar ve hayal gücünün üst noktaları bulduğu yapımları keşfedemeden anime izlemeyi bırakıyorlar. çünkü anime diye aratınca bile önünüze çıkan görseller genelde rahatsız edici ve otakulara hitap eden örnekler oluyor. kaliteli içeriği bulmak için ise nereye baktığınız bilmeniz gerekiyor.

    çünkü anime dünyasında üretilen işler ya izlenmeyecek kadar kötü ya muadili filmleri gölgede bırakacak kadar iyi oluyor. perfect blue da psikolojik film denilince aklınıza gelen şaheser filmler ile kıyaslanacak kadar iyi. çünkü yönetmenimiz satoshi kon çizgilerle hikaye anlatımında sınırları ortadan kaldırabilen bir yeteneğe sahip. şimdi hiç spoiler yapmadan direkt olarak ibaremizi bırakalım ve filmi incelemeye başlayalım.

    --- spoiler ---

    film, hakkında çok iyi şeyler duymadığımız idol business ile açılıyor. konuya aşina olmayanlar için kısaca özetleyelim. idol, japonya'da 12-13 yaşlarında eğlence sektöründe çalışmaya başlayan çocukları tanımlayan bir ifade. bu çocuklar genelde şarkı söylüyorlar ve hayranları için düzenlenen etkinliklerde sahneye çıkıyorlar. garipleşmeye başlayan nokta ise bu çocukların çalıştığı ajanslar. bu çocuklar sözleşmeye imza attıktan sonra kendileri adına bir karar veremiyorlar çünkü bütün imaj yönetimi ajansların eline geçiyor.

    japonya'da bildiğiniz üzere imaj ve toplum tarafından kabul görme baskısı var. bu baskı idol'ler için çok daha fazla. çoğu sözleşme idollerin erkek yada kız arkadaş sahibi olmasını yasaklıyor. çünkü bu şekilde hayranlar daha mutlu oluyorlar. işin çirkin bir yüzü de hayranlar. hayranların yaşı genelde idollerden çok daha fazla ve bu insanlar zamanla idol'leri obsesyon haline getiriyorlar. bazı hayranların işi ileriye götürerek idolleri takip ettiğini yada fiziksel olarak saldırıda bulunduğunu kısa bir araştırma ile siz de görebilirsiniz.

    bu zorluklar altında çalıştırılan idollerin psikolojisinin normal olmasını beklemek de hayal olur sanırım. çünkü insanın tam kendisini keşfedeceği yaşlarda aşırı bir kısıtlama getiriliyor ve bu nedenle sahnedeki insan ile dışarıdaki insan birbirinden ayrılıyor. film de bu ayrımı konu alıyor.

    ancak şöyle bir farkı var. satoshi kon paprika filminde rüyaların paylaşılması durumunu işlemişti. bu filminde ise psikolojik bir sanrının paylaşılmasını konu alıyor. filmde mima, rumi ve mima'nın peşine düşen adam mima'nın idol olduğu zamanlardaki karakteri tarafından maniple ediliyorlar. hepsinin bu sanrıyı görmek için farklı farklı sebepleri var ancak gördükleri sanrının aynı olması mima'nın idol halinin gerçek değil, tanıtım ajansı tarafından yaratılmış bir karakter olması. bu karakteri oynayan, yöneten ve izleyen kişinin aynı şeyi görmesi çok zor değil bu nedenle.

    filmde bir de anime ile ilgili olmayan ancak sinema anlamında çok iyi bir teknik kullanılmış. o da zamansız yapılan kesmeler. filmin ikinci yarısında bu üç karakter de mima'nın idol hali tarafından yönetilmeye başlanıyor ve bütün karakterler gerçeklik algılarını yitiriyorlar. bu anlarda yönetmen de sahneleri kesip alakasız yerlere bağlıyor. bu teknik sürekli olarak tekrarlanıyor bu nedenle izleyici olarak siz de izlediğiniz hangi sahnenin gerçek olduğunu anlayamıyorsunuz.

    bu karmaşanın güzelliği de şurada: satoshi kon, tıpkı stanley kubrick gibi filmin anlattığı şeyi izleyiciye yüzde yüz vermeyi seven bir yönetmen değil. bu yüzden izleyici olarak sizin de şu sahne gerçekti, bu sahne gerçekti diye düşünmenize gerek kalmıyor. elbette bunu düşüneceksiniz ancak yönetmenin yapmak istediği sahneleri anlamanız değil, karakterlerin sanrı halindeyken yaşadığı kafa karışıklığını yaşamanız.

    bu tip psikolojik durumlar ile ilgili çok fazla film var ve genelde filmin sonunda şurası gerçekti şurası değildi diye bir açıklama yapılır yada siz tahmin etmeye başlarsınız bir süre sonra. bu filmde ise izlediğiniz sahneyi bir zemine oturtamadan gerçeklik algınız ellerinizden alınıyor. bu nedenle şizofreni gibi konuları işleyen en başarılı filmlerden biridir diyebilirim perfect blue için.

    --- spoiler ---

    gördüğünüz gibi film aslında "bocalayan bir şarkıcının psikolojik durumu"ndan çok daha derin. içinde paylaşılan bir sanrı mantığı var. işin garip yanıysa bulunan bu mükemmel fikrin üzerinde durulmaması. yani başka bir senarist yada yönetmen olsa bakın insanlar aynı halüsinasyonları yaşıyor diye bas bas bağırırdı. ve bu fikir farklı olduğu için yine de tebrikleri toplardı. satoshi kon ise fikri bulmuş, film içine yerleştirmiş, istediği gibi eğip bükmüş, sonra sanki dahiyane bir fikir değilmiş gibi üzerinde bile durmadan devam etmiş. sırf bu yüzden bile satoshi kon ve filmleri çok özel bir ilgiyi hak ediyor sanırım.
  • baştan çıkarıcı güzellikte bir anime. ne denli zengin bir içeriğe sahip olduğunu anlamak için sadece tek bir sekansa bakalım:

    bilinç ve bilinçdışı (görsel) gibi ikili bir ayrıma gitmek mümkünse de göründüğünden daha zengin bir sekanstır: ana rahmindeki cenin pozu ile mezardaki çoktan deforme olmuş bedenin, iskeletin yanyanalığı da bu sekansın anlaşılmasında önem taşır. diğer yandan biri gülümseyen diğeri ölü gibi cenin pozunda statik varlığıyla uyuyan genç kadın pozları yaşam ve ölümü çağrıştırırlarsa da yaşamın ölümü, ölümünse yaşamı içermesi açısından da ilginç bir izlenim bırakırlar. keskin ayrım noktası burada geçersizleşir. perfect blue açık, genelgeçer ve basit anlamlara, kodlamalara direnir.

    grenli mavi ve baskın kırmızıya tenin kendine özgü rengi eşlik eder. gülümseyen yüz ise ölümü çağrıştıran beyaz ve soluk rengiyle tenakuzu oluşturur. mavi karoların üzerindeki kırmızılar kan benekleri gibi görünür. griler ise alelade çatlaklar gibi görünse de ruhsal ve zihinsel bozulumu simgelerler.

    bize tersinden bakan genç yüzün kırmızı tokası rönesans tablolarında meryem'in ya da azizlerin başlarındaki altın sarısı hâleyi anıştırsa da kan beneği görüntüleri bu izlenimi çarçabuk bertaraf eder.

    tek başına duran kırmızı ayakkabı da belli belirsiz eski bir masalı, belki de kül kedisi'ni anıştırır. gerçi tek başına kırmızı ayakkabılar masalı da vardır. bu bahse başka birçok masalda rastladığımı da belirteyim. iğdiş anksiyetesi, belki kopan veya kesilen bir genç kız ayağının görüntüsü, belki de ruhsal bir yıkımın görsel ifadesi.

    mizansen tanrısal kamera marifetiyle yaratılmıştır. dışavurumcu klasik bir çekim. uyuyan bedenin ışık-gölge tekniğiyle nasıl üçboyutlu bir görünüme kavuştuğuna dikkat edin.

    özetle japon animelerinde art arda ve hızlıca dizilen sekansların her biri incelenmeye değer görüntüler, anlamlar barındırır. paprika mesela bu filmlerin doruk noktasıdır. kara-anime diyebileceğimiz perfect blue da zirve animelerden biri. zaman zaman ve arada durdurup sekansları sorgulayarak izlediğim animeler. bunu uzakdoğu resim sanatını, örneğin edo devri'nden hokusai'nin tekinsiz resimlerini incelerken de yapıyorum. acele etmeden, düşünerek, kıyaslayarak ve sorgulayarak. sanat tarihi başka nedir ki?

    kısa künye:
    perfect blue, satoşi kon, 1997
  • --- spoiler ---

    japonya, düz vatandaşın bile kendini ıspat etmek, başarı göstermek ve toplum tarafından kabul görmek için delicesine yırtınmak zorunda kaldığı tuhaf bir yer.

    japon toplumu da genel olarak başarısızlığa karşı kendi öz evladı olsa bile hoşgörüsüz, insanların tamamen içinde bulunduğu toplumun beklentilerine göre yaşadığı, bireyselliği ve insanın özgün karakter gelişimini unufak eden, baskıcı bir yapıya sahip.

    normal, ehemniyetsiz bir insanın tepesinde bile damokles'in kılıcı gibi sallanıp duran bu beklentiler yığınının, çok genç yaşta dünyanın belki de en boktan eğlence sektörünün eline düşmüş, korunmasız bir kıza neler yapabileceğini güzelce seyrettirir bize satoshi kon.

    'dünyanın belki de en boktan eğlence sektörü' kısmını biraz açmak isterim. japon toplumunun ne kadar baskıcı olduğunu yukarıda biraz ifade ettim. bunun yanında kolayca hype'lanıp bir anda sönen bir yapıya sahip olduğunu da belirtmeliyim. bilhassa girl band konusunda durum oldukça hassas. japonlar bitmek bilmez bir iştahla girl band tüketiyorlar ve daha dün ayıla bayıla izleyip hayran oldukları şarkıcıları, birkaç ay sonra daha yenisi ve birazcık daha farklısı karşılarına koyulunca pat diye unutabiliyorlar, tabi otaku'ları ayrı tutuyorum bu noktada. kısaca idollük, japon müzik piyasasında çok riskli, kaygan zemine sahip, kısa ömürlü bir iş. şarkıların ya da modan kolay kolay gelip geçmese bile yapacağın en ufak bir hata, mesela sevgili edinmek gibi, büyük bir linç malzemesi olup kariyerinin köküne kibrit suyu dökebilir.

    beklentiler ve risk bu kadar yüksek olunca, bu kızların kontratını elinde tutan ajanslar da, japon piyasasına göre şekil alıyor. idol starları, toplumun tepkisini çekebilecek en ufak bir ayrıntıdan bile arınmış bir şekilde 'tasarlıyorlar'. bu kızların ne giyeceklerinden tut ne yiyeceklerine, karakterlerinden tut ne söyleyeceklerine kadar her şey ama her şey profesyonellerin elinde biçimlenip halka o şekilde sunuluyor ki, satılan ürün tutup iş yapsın. altına imza atılan kontrat, gönüllü kölelikten başka bir şey değil.

    kısacası idol kızlar, sadece bir market ürünü. yapacakları her hareket, önceden tasarlanmış durumda ve halka aksettirilen idol personasıyla kızların core personasının aslında hiçbir alakası yok.

    mima, böyle bir sektörün kurbanı. küçük yaşta bu devasa öğütücünün çarkları arasına girmiş ve piyasada var olmak için ne gerekiyorsa büyük bir uysallıkla yapıyor. mima'nın bu konudaki tutumunu 'başarı hırsı' olarak değerlendirmek pek doğru olmaz. black swan'ın nina'sıyla ayrıldığı önemli bir noktadır bu. nina başarıyı içsel bir güdülenmeyle arzular. mima ise daha çok itaat etmektedir. normal bir insanın karakterini unufak eden düzen, mima'yı da sindirmiş, içini boşaltmış ve baş sallayan, pasif bir kukla haline getirmiştir.

    piyasada kalıcı olabilmek için şarkıcılık kariyerini bırakıp oyuncu olması gerektiği kendisine 'bildirilir'. bu durum, o ana kadar ezberlediği mima personasının içinde idare eden karakterimizin duygu durumunda bir dengesizliğe sebep olur. zira karakter yerine 'memnun etme' odaklı bir mekanizma geliştiren mimarin için memnun etmesi gereken ve beklentileri birbirinden farklı birkaç faktör peydah olmuştur şimdi.
    1. ıdol mima'nın hayranları
    2. menajeri rumi'nin beklentileri
    3. ajansın istekleri
    4. kendi istekleri.
    mima bu faktörlerden hangisinin ne istediğini gayet iyi bilmektedir- kendi istekleri dışında. ve itaat etmeye alışmış olduğu otoritenin* sözünü dinler.

    mima'nın idollük günlerini geride bırakması, menajeri rumi'nin hayatına da dengesizlik getirmiştir. rumi, gençliğinde mima gibi idollük yollarında yürümüş fakat parlak bir başarıya ulaşamadan yıldızı sönmüş, eski bir şarkıcıdır. yarım kalan idollük hülyalarını, mimarin üzerinden gerçekleştirmek istemektedir. zamanında kendisini de öğütüp tüküren eğlence sektörü, rumi'nin psikolojisini bozmuştur. rumi çoklu kişilik bozukluğu yaşamaktadır ve personalarından birini mimarin olarak belirlemiştir. kendisini mimarin zanneden personası vesilesiyle gençliğinde kavuşamadığı şöhreti yaşamakta, yarım bıraktığı işi tamamlamaktadır. mima'nın şarkıcılığı bırakması, rumi'nin zaten bozuk ruh sağlığı üzerinde geri dönüşü olmayan tahribatlar yaratacaktır.

    hikayenin kırılma noktası, mima'nın rol icabı tecavüze uğradığı sahnenin çekilmesi olur. mima bu şiddeti sadece canlandırma bile olsa kaldıramaz, her ne kadar sadece işinin gereğini yaptığını söylese de böyle bir sahneye psikolojik olarak hazır değildir. yaptığı şey, kendi beklentileriyle* çelişmektedir. kendine ihanet ettiğini hisseder ve içten içe kendini suçlar. bu sahne rumi'yi de mahvetmiştir ve durumun sorumluları olarak gördüğü kişilerden intikam almaya* başlar. öte yandan mima'nın böyle bir sahnede rol alması, eski fanlarını müthiş kızdırmış ve linç edilmeye başlamıştır. bir yandan eski fanlarının baskısı, bir yandan ajansın beklentileri, bir yandan tek destek gördüğü rumi'nin karşı çıkışları, bir yandan yaşanan cinayetler, öte yandan sahte tecavüz sahnesi ve yarattığı travma ve kendini suçlayışı mimarin'i paramparça eder. hayatının hatrı sayılır bir kısmında idol mimarin'i 'canlandırmıştır'. hayatının bundan sonraki kısmında da sahne önünde bir tecavüz kurbanını 'canlandırmaktadır'. tüm bu 'mış gibi yapma'lar ve giderek artan baskı, her cinayetle yükselen terör ve bilinç altından kendini suçlamalar; mima'nın gerçeklik algısını zedeler. artık neyin hayal, neyin gerçek, neyin rol olduğunu ayırt etmekte zorlanmaktadır.

    bu noktada kendisini suçlamasının bir tezahürü olarak 'idol mima' sanrıları görmeye başlar. idol mima, tıpkı rumi gibi tüm olanlardan 'oyuncu mima'yı sorumlu tutmaktadır. ıdol mima gerçek bir yıldız iken oyuncu mima namussuz ve kirlenmiş bir kadındır. aslında yaşanan, birbiriyle etkileşim halindeki üç ayrı insanın *** paylaştığı bir sanrıdan ibarettir. paylaşılmış psikotik bozukluk, literatürde yeri olan, gerçek bir olgudur. rumi'nin manipülasyonları sayesinde mima da, rumi de, otaku da rumi'nin ikinci personası olan idol mima'yı hayatlarına dahil etmiştir. mima için bu sanrı, iradesine ve yapısına aykırı şeyler yaptığı için kendi kendisini suçlayan bilinç altının tezahürüdür. otaku için ise müzik piyasasının kendisine sunduğu mimarin'i geri getirmesi ve yaşatması için neler yapması gerektiğini kulağına fısıldayan bir rehperdir. rumi için idol mima sanrısı, kendini gerçekleştirmenin* ta kendisidir. bu idealin önüne çıkan, bu ideale engel olan herkesi ve her şeyi ortadan kaldıracak kadar gözü kara bir sanrıdır, 'gerçek'tir idol mima. öncelikle kariyerini mahvetmekten sorumlu tuttuğu ajansı, dizi senaristini vs'yi hedef alır. ama sonra oyuncu mima'nın yolundan dönmediğini görünce, öfkesi ona yönelir.

    'gerçek mima' var olduğu sürece 'idol mima' var olamayacaktır. 'ıdol mima' yaşamak istiyorsa core persona'sını öldürmek zorundadır. olaylar, rumi'nin beklediği gibi sonuçlanmaz. gerçek mima, sahte mima'nın ölmesine razı olmaz; aracın önüne atılır, biricik sanrısını kurtarır.

    animenin sonunda mima, başarılı bir oyuncu olmuştur. eskiden idol mima iken yaptığından farklı bir şey yapmamaktadır aslında, o zaman da 'mış gibi davranarak' para kazanmaktadır şimdi de. o zaman da yaşadığı hayatta kararları veren kendisi değildir, şimdi de. rumi'yi hastanede ziyaret eder, arabasına biner, aynada yüzüne bakar ve 'gerçek' olduğunu söyler. halbuki idol mima ne kadar 'gerçek' idiyse, oyuncu mima da o kadar 'gerçek'tir. bu tuhaf sahne, mima'nın kendi tercihleri doğrultusunda bir hayat yaşamaktan aciz olduğunu, içinde bulunduğu kısır döngüyü kıramadığını ve yaşadıkları yüzünden psikolojisinin tamirin ötesinde hasar gördüğünü son derece yalın bir şekilde izleyiciye hissettirir; tüyleri diken diken eder.

    (bkz: folie a deux)

    --- spoiler ---
  • ethan sharp'tan perfect blue posteri: görsel

    ayrıca;
    (bkz: #87364937)
    (bkz: #127687258)
  • efsane yönetmen satoshi kon’a ait kült anime. izlediğim en iyi filmlerden biri.
    https://youtu.be/2o09gqc-kva?si=ki2rt4grvnv7njjj

    künye şöyle:
    yönetmen : satoshi kon
    senaryo : sadayuki murai, yoshikazu takeuchi (kitap)
    yapım:1997, japonya
    süre: 82 dakika
    seslendirenler: junko iwao, rica matsumoto, shinpachi tsuji, emi shinohara

    perfect blue, normal animelerden beklediğimiz grafik şiddet ve gore anlatım tarzını tersine çevirerek izleyiciyi şaşırtan bir yapıya sahip. evet kan içeriyor fakat abartılı olmaktan çok aşırı gerçekçilikle besleniyor. yani kopan kafalar kollar, tazyikle fışkıran kanlar yok. ama kanlı sahneler yerli yerinde duruyor. bu gerçekçiliğin belli sebepleri var kuşkusuz. aslında normal bir film için yazılan ve planlanan senaryo, yapım şirketinin yangın sonucu büyük bir maddi kayba uğraması nedeniyle sinemaya aktarılamıyor. mecburen düşük tutulan bütçe sonucunda gerçek oyunculardan oluşan film yerine anime yapılmasına karar veriliyor. işte, izleyicide çizgi filmden çok gerçek bir film havasını uyandırması bu yüzden.

    bir animasyondan beklenmeyecek kadar gerçekçi bir anlatıma sahip olması (her ne kadar koşulların zorlamasıyla verilmiş bir karar sonucu oluşmuş olsa da) perfect blue’yu kült bir film haline getiriyor. anlatımını tarif etmek için hangi ustalar referans gösterilmiyor ki; alfred hitchcock, david lynch ve philip k. dick bunlardan bazıları. “alfred hitchcock disney’de çalışsa ortaya böyle bir sonuç çıkardı” lafını sonuna kadar doğrulayan film; benim düşünceme göre dario argento’nın kanlı giallolarıyla david lynch’in sürreel filmlerinin karışımından oluşmuş kusursuz bir hibrid.

    film başlı başına bir psikotik süreç (kişilik bölünmesi) üzerine inşa edilmiş. üç kızdan oluşan j-pop grubu “cham!”ın solisti mimarin (mima) kirigoe, şirin kabarık etekli, pembe kostümlü, orasında burasında kurdeleler olan bir idoru’dur. bir panayır konseri sırasında grubu bırakmaya karar verdiğini söyleyerek hayranlarını düş kırıklığına uğratır; bir oyuncu olmak istemektedir.

    hayranı olduğu aktrist eri ochiai’nin başrolünde olduğu dizi “double bind”da ilk rolünü alır. sadece bir cümleden oluşan rolünün sırası geldiğinde, spotların ışığı altında mima’da çözülmelerin ilk belirtileri görünmeye başlar. ilk saldırının tam da cümlesine girmek üzereyken gerçekleşmesi şaşırtıcıdır.

    dizinin isminin “double bind” olarak seçilmesi oldukça manidar. psikolojik bir tanımlama olan bu olgu (çifte bağlam olarak türkçeleştirebiliriz), bir kişinin iki zıt ifade veya iletişim tarzı karşısında kaldığı ikilemi tanımlamak için kullanılıyor. insanlar normalde iki iletişim yolu kullanırlar. bunlardan biri verbal yani konuşarak iletişim, diğeri de vücut dili. bu iletişim şekillerindeki uyumsuzluk kişide double bind durumu oluşturuyor. şizofreni için kolaylaştırıcı bir faktör olarak suçlanan bu durum, anne ile çocuğun ilk iletişim kurdukları noktadan itibaren gerçekleşebiliyor. örneğin; bir anne çocuğuna “seni seviyorum” derken başını reddedercesine öteki tarafa çevirip suratını buruşturursa çocukta double bind gelişebiliyor, çocuk bu tavrı nasıl yorumlayacağını bilemiyor. eğer annesini yalancılıkla suçlarsa ceza alacak, hiçbir şey söylemeden yatağına giderse sevgisizlik hissedecek. çocuğun bu double bind’dan kurtulmasının tek yolu gerçekliği reddederek annesinin onu sevdiğine kendisini inandırması oluyor ki bu gerçeklikten kopuş giderek şizofreniye dönüşüyor… diyor bilenler. ben onların yalancısıyım.

    --- spoiler ---

    bu anlamda dizinin filmde bir kavşak rolü oynadığı gerçek. idoru kimliğinden başka bir kimliğe geçmeye çalışan mima’daki gerçeklik kaybını tetikleyen de bu dizi oluyor (dizide gerçekleşen olaylar aslında gelecekte olacakların bir ön gösterimi gibi). mima’nın, hayranı olduğu aktrist eri ochiai’de neyi beğendiğine dikkat edelim. eri, verilen arada rol arkadaşıyla şakalaşırken tamamen farklı ve neşeli bir kişilikken “motor!” anonsunu duyar duymaz kamera önünde canlandırdığı karakterin ciddiyetini kazanıyor. mima, “sanki iki ayrı karaktermiş gibi” diyerek takdir ediyor bu durumu.

    zaten filmin yapımcıları, mima’nın eski imajından rahatsızlar, bunu mima’nın menajeri rumi hidaka’ya belirtiyorlar. eğer dizide daha büyük bir rol almak istiyorsa idoru imajından hızla sıyrılması gerektiğini açıklıyorlar. bir anlamda mima’nın sahte bir karakteri reddederek diğer sahte karaktere geçiş yapmasının yolunu açıyorlar (depersonalizasyon).

    filmde bu bölünmüş kişiliğin klinik bulguları teker teker veriliyor. zamanda atlamalar (eve geldiğinde akvaryumdaki balıkların hangi süreçte öldüğünü anlayamıyor), hafıza kayıpları, tekrarlayan zaman dilimleri (dejavu) ve unutkanlık hep bu kişilik bölünmesine işaret eden durumlar. anlatım tarzının kendisinde de bir şizofrenik durum söz konusu. mesela filmin başındaki konserde, mima’nın grubu bırakacağını anons ettiği sahne, parça parça geçişlerle paralel bir zaman dilimiyle beraber anlatılıyor. bu paralel sahnelerin (mima’nın markette alışveriş yapmasını veya metroyla eve dönmesini gösteren günlük rutinler) konserden önce mi yoksa sonra mı gerçekleştiği hakkında bir belirsizlik var.

    mima’nın kendi benliği dışındaki sanal bir egoya sürüklenmesi, sanal alemin sahteliğiyle de destekleniyor (günümüzde çokça yaşadığımız bir durum bu). bir hayranından şans eseri işittiği “mima’nın odası” adlı günlük/blogda, kendisiyle ilgili özel bilgilere ulaşan mima; durumlar karşısında duyduğu kişiye özel hislerin dahi burada yazıya döküldüğünü dehşetle farkediyor. acaba bu sanal günlüğü kendisi mi tutmaktadır? eğer o ise bu eylemi ne zaman gerçekleştirmektedir; hafıza kayıpları ve zamanda atlamalar sonucunda göremediğimiz ikincil bir kişiliği mi vardır? eğer o değilse kim onun hislerini bilebilir? burada devreye kendisini her yerde gizli gizli takip eden röntgencisi me-mania giriyor. seri katil prototipine uyan bu deforme suratlı itici adam, mima’nın masum idollükten seksi kadınlığa geçiş sürecinden pek de memnun değil. kızı saplantı haline getiren sapık, sokaktaki adamın nabzını da tutuyor ve reaksiyonların mima’nın star imajına evrilmesine paralel olarak değiştiğini gözlemliyor.

    aslında kendisine ait olmayan kendi sitesini, hayatının bir yansıması olarak takip eden mima, birden yaşamının gerçek olmadığını hissediyor. zira sanal ortamdaki mima, asıl mima olduğunu iddia ediyor. kızın kendisine yabancılaştığı veya paniğe kapıldığı anlarda bir gösterge olarak sunulan aynadan veya camdan yansıyan aksi veya dijital ürünler satan bir dükkanın önünden geçerken televizyonlarda izlediği kaydı, daha ileride sahte görüntü pozisyonundan sıyrılarak mima’nın “doppelgänger”ine dönüşüyor.

    dizide oynamak için yapımcıların istediği şekilde evrimleşen mima, menajeri ve dostu rumi’yi dinlemeyerek bir hata yapıyor. dizide genişletilen rolüne göre, striptiz yaparken seyircilerin toplu tecavüzüne uğrayan bir kızı canlandırması gerekiyor. sahne çekimleri oldukça travmatize geçiyor ve mima geri dönülmez bir noktaya geldiğini hissediyor. daha seksi bir kadına evrimleşen imajı beslemek için erkek dergilerine çıplak pozlar dahi veriyor. belki de bu hallüsinasyonlara suçluluk hissi yol açıyordur. paranoya başlıyor; faksından “hain” ithamları içeren mesajlar geliyor, küçücük dairelerle oluşturulmuş devasa apartmanların soğukluğunda, gökyüzündeki bir yıldız gibi ufak duran penceresinden izlendiği hissi yoğunlaşıyor. nihayetinde mima, idoru imajının, ihanetin öcünü almak için özerkleştiği fikrine ulaşıyor.

    --- spoiler ---

    film bu psikolojik bazın üzerine oturtulmuş, ardarda işlenen oldukça kanlı cinayetler ve “katil kim” sorusu üzerine kurgulanmış bir tür polisiye gibi. filmin sonuna dek izleyiciyi terse yatıran anlatım tarzı, güzel bir şekilde sonuca erişiyor. erişiyor erişmesine de, olanların gerçek olup olmadığına dair şüphe baki kalıyor. belki de filmde anlatılan değil, dizide anlatılan gerçektir ya da dizi tamamen mima’nın uydurmasıdır. eğer mima katil değilse, asıl katil “ikili delilik” mi yaşamaktadır? her neyse, film hiçbirine yanıt vermeye tenezzül etmiyor. ucu açık finali ile, başından beri illüzyona ortak ettiği seyircinin asabını bozuyor.

    perfect blue, bir çok yönetmene ilham vermiş bir yapım. ama en çok darren aronofsky etkilenmiş gibi görünüyor.

    https://youtu.be/vt0ulbpi2za?si=ijbvkzew38zmoj41

    https://youtube.com/…62nluhgaso?si=seuqo5mrqzvphkyx

    (bu yazıyı 2009’da yazmıştım. değiştirip yeniledim)
  • kısmen lynch'in mulholland drive'ını önceler ama kökeni daha çok 50'li yılların amerikan patentli sadistik kara filmlerindedir. saplantılı psikotik temsili, paranoya, mazinin tekinsiz hayaleti, gösteriş ve şov dünyası, anksiyete ve korku müthiş bir görsel şölen vadeder.

    imdb'de 10 tam puan verdiğim ender uzak doğu animelerinden biridir.
hesabın var mı? giriş yap