• buraları okuyor musun bilmiyorum özkan abi. ama geçecek. 24. yaşındayım 2. kez yenmek üzereyim lenfomayı geçecek hepsi. ben sizin konserlere geleceğim siz bizi coşturacaksiniz. biz ise birbirimizi tanımayıp aslında çok iyi tanıyan bi avuç insan olarak çok çok daha fazla tadını çıkaracağız o anların sen sadece inan
  • sene 2009 ya da 10. o zamanlar istiklalde bir hazır giyim mağazasında çalışıyorum yaz tatili okul arası. mağazada benden başka çalışan iki müthiş insan daha var ve harikulade enstrümanlar çalıyorlar. dedim ki ulan biz de bi grup falan kuralım, okumakla adam olmuyor. hemen grubumuza isim aradık ve o zamanlar yeni yeni başlayan arap turist akınını durdurmak için dilimize pelesenk olmuş şu cümle grubumuza isim oldu 'no discount'. o zamanlar kim hangi cümleyi en çok kullanıyorsa onu koyuyordu grubunun ismine. hoş bu arkadaşlar da pek yaratıcı değillermiş, baş harflerini kazmışlar ağacın kabuğuna ama olsun. hayrandık onlara. hala ve her zaman. ele güne karşı yapayalnızdık çünkü ve böyle de olmazdı.

    neyse çocuklar, işte biz böyle bi gazla aldık gitarı yan flütü çıktık bi akşam istiklale. kaptık bir köşe başladık söylemeye; sennnn le beraber olsak da sevgiliiiiimmm. ama şener şen in domates satması gibi utanarak. birileri bizi duysun istemiyormuşuz gibi. sağolsun hassas kulaklar duydu, dinledi alkışladı bazıları. öyle para falan da dilenmedik. gitarın kılıfını sakladık. bir gün iki gün derken dedik olum biz niye bi yerlerde çıkmıyoruz? hemen mekan aramaya başladık. hayal kahvesi başlığında hikayesini anlattığım haliyle de bulduk. ama çok da umduğumuz gibi gitmedi, kalabalık katlanarak artmadı. güz geldi okullar başlayacak hala meşur olamadık. derken bi gün bi abi yaklaştı bize, dedi ulan siz fena çalmıyorsunuz, organizatörmüş abi, kartını verdi numaramızı aldı, konser önceleri falan size sahne veririm ben dedi. nasıl star havalarına girdik biliyo musun teoman götümüzü yesin. adamdan telefon bekliyoruz. düzenli olarak bekliyoruz. adımızı manşetlerde görüyoruz. şöhretin bizi nasıl bozacağından dem vuruyoruz. adamın aramasını ummuyoruz aslında, o hayalle mutlu oluyoruz.

    derken adam bir gün aradı iyi mi? dedi ki mfö'nün konseri var cumartesi bostancı gösteri merkezinde hazırlanın gelin öncesinde bi onbeş dakika. üç gün öncesinden koşarak gittik. oradaki lunaparkta yattık kalktık bir süre. geldi konser günü. sahneye bi çıktık beşbin kişi. beşbin tane kafa var. kulaklar gözler eller. bir heyecan bir heyecan. dilim kazık gibi. dondurduk kendimizi, başladık söylemeye; sennnnle beraber olsak da sevgiliiiiimmm. ama böyle sırp katliamından kaçıp gelmiş, yedinci dili türkçe olan bosnalı göçmenler gibi söylüyoruz. yabancı bi grup sanmışlar bizi, ondan alkışlamışlar ilk şarkıdan sonra, bayağı başarılılar türkçe şarkılarda diyerek. sonra ikiye geçtik gü üllllerin içindeeeen cağnım. sekerek sekerek açılıyoruz. üçte daha iyi olduk ele güne karşııı yapayalnız böyle de olmaz ki. ama seyirciler sanki olabilirmiş gibi duruyorlar. hiç katılmıyorlar. hatta mırıldanmalar başladı. birkaçı kalkıp gitti hatta. lan noluyor falan derken fark ettik biz heyecandan playlisti atlayıp arka bellekte ne varsa oradan girmişiz ve mfö öncesi mfö şarkıları çalmışız. millet de mfö diye kandırıyorlar bunlar onlar değil diyerek protestoya başlamış. kenardan bizim organizatör çöpçüler kralında apti şakrak ı çağıran adam gibi çağırıyor bizi. biz tabi yüzsüzlük yapamayıp gittik. adam sinirden ve telaştan bi şey bişe diyemedi. zaten kulisten mfö geliyordu. uzatmışız da sahneyi. hep tanışma hayali kurduğumuz adamların önünden adi birer suçlu gibi utançla geçerken abilerin abisi özkan abi 'olum biz ne söyliycez lan' dedi gülerek ve küresel ısındık, buzlar eridi, güldük tokalaştık özür diledik durumu anlattık ve naaptılar biliyor musunuz? anlayışla karşıladılar sağolsunlar. ha, o hata bizim sahne hayatımıza mal oldu, no discount bir son feci bisiklet olamadı ama kulisteki aniden eriyen buzların suyunda yüzdük hayatımız boyu ve ele güne karşı yapayalnız olmadığımızı anladık.

    bu da böyle bir anımdır ve bu anıyı daha önce mfö başlığına da yazmıştım fakat kendisini hayırla yad etmek için bir kez de buradan şeyapıyor, şarkılar içinde dans etmesini temenni ediyorum.
  • mfö'nün ö'sü… “sude”nin bestekarı… fotoğraflarda, ekranda, sahne nizamında sol baştaki uzun boylu ve enerjik adam…

    ilkokuldayken mandolinle başlamış müziğe… ortaokuldayken iyice sarmış müzik işlerine. abisi şarkı söylermiş ve hollanda'dan tek manyetikli bir gitar getirmiş kendisine. o zaman ampli durumları yok tabii. gitar öğrenmek için the shadows'un “36-24-36” parçasını çıkarmaya çalışırmış. akorları kendi kendine öğrenmek isterken, aynı sokakta mazhar ve fuat kaygısızlar olarak prova yaparlarmış… davulcuları sayesinde kaygısızlar ile tanışmış… bir gün prova yerine bir girmiş, giriş o giriş…

    o aralar barış manço, ersen ve edip akbayram gibi isimlerle de çalışıyor özkan uğur. gitardan basa geçmiş. ilk bas denemelerini barış manço ile yapmış. erkin koray'la da çalışmış. “ter” diye bir grubu vardır erkin baba'nın. solo gitarda aydın çakus, davulda nur yenal, basta da özkan uğur yer alır. bu işlerle uğraşırken kaygısızlar'la da çalışır ve grubun üç demirbaşından biri olur. galip baransu ve ayhan sicimoğlu ile birlikte ipucu beşlisi olarak da üretim yaparlar. iki kanal stüdyoda “heyecanlı” şarkısını kaydederler.

    üçlü olarak çulsuz günler yaşarlar. sezen aksu'nun, ajda pekkan'ın arkasında vokal yapmaya başlarlar. bir keresinde sezen aksu ile izmir'de çalışırlarken, sezen “çıkın bir şarkı söyleyin” der. akşam çıkarlar. “ele güne karşı” ve “deli deli”yi söylerler. herkes donar kalır. seyircide hiçbir reaksiyon olmaz. moralleri bozulur. ama yılmazlar, ne yapalım diye düşünürler ve eve gidip koreografi çalışırlar. ajda pekkan'ın arkasında vokal yaparlarken albümlerini hazırlarlar. bir de çokonat reklamı yaparlar ve o reklamdan kazandıkları parayla albümü kaydederler. zorla çıkardıkları albüm, 25 hafta listelerde kalır. sonrası bildiğiniz yürü ya kulum hikayesi işte…

    özkan uğur bir gün tesadüfen nusret fatih ali han'ı dinler. bu keşif etnik müziğe olan ilgisini daha da körükler. steely dan çok önemli bir yere sahiptir hayatında. david sylvian ve brian eno da çok önemlidir kendisi için. etnik müziğe olan ilgisi zamanla daha da ilerler. bunun dışında police'in sound'undan, sting'in vokallerinden, şarkılarından ve basın davulla uyumundan özellikle etkilenir. bas çalıp şarkı söyleyen azdır, çok zordur. yukarıda başka bir melodi söylerken, aşağıda başka bir melodi çalarsın çünkü. özkan uğur bu açıdan gerçekten muazzam yetenekli bir adamdır. yazdığı şarkılar genelde enerjiktir ve bası çalarken milim sapmaz vokali.

    on parmağında on marifet bir adamdır. askerden geldikten sonra fuat güner, ferhan şensoy'un "şahları da vururlar" oyununun müziklerini yaparken özkan uğur'a "gel birlikte icra edelim bunu" der. kabul eder, hatta arada oyunun bazı sahnelerinde oyunculuk denemelerinde de bulunur. oyunculuk işleri orada başlar. tiyatronun tozunu yuttuktan sonra çok hoşuna gider. sonrasında da devamı gelir. sinema, birkaç sezon da devlet tiyatrosu… ardından ikinci bahar dizisi… "küçük bir iş için yaşlı bir palyaço aranıyor" oyununda 2 sezon oynar. mazhar ve fuat solo albüm yapınca kendisinden de bir albüm beklenmeye başlar. ama o “onlar yaptı diye ben de solo albüm yapmak zorunda değilim” der. o dönemlerde bir boşluk olunca da zamanını tiyatro yaparak değerlendirir. “illa ben de cd yapayım” diye bir düşüncesi olmaz.

    hiçbir anlama gelmeyen sözlü, çok güzel şarkılar yazar. bu dile “özkanca” adını verir. fuat güner onun için, "özkan, bizim kınalı kuzumuz, gruba geldiğinde yanakları pembe pembeydi. onun gibi bir yetenek zor bulunur. mazhar ile aramızdaki dengeyi sağlayan adam odur" der bir röportajında. gerçekten de özkan uğur olmasa mfö bu kadar uzun süre beraber olamazdı. egoları ıslah etmek konusunda tam bir usta ve arabulucudur.

    bir gün kasığında beze şeklinde ufak bir şişme olur; zararsız gibi görünür en başta. zaman geçtikçe o kitle ağrılı bir hale gelmeye başlar, bir ara ağrıdan duramaz hale gelir. hastaneye gider, biyopsi sonucunda bir tür lenf bezi tümörü olduğu ortaya çıkar. sonradan öğrenir ki, bu bezeler sadece kasıkta olmaz; koltukaltında, boyunda da oluşur ve yayılırmış. doktor “lenfoma” teşhisi koyar. allahtan erken teşhis edilir ve tedavi başlar. 28 gün bir hastaneye gidip her gece kalır ve damardan ilaç alır. o kadar güçlü ve pozitif bir insandır ki hastalığını soranlara grip olmuş gibi anlatır. korkmaz, paniğe kapılmaz. hemen kabullenip “bu hastalığı nasıl atlatırım?” durumuna geçer. oturup ah vah çekmekten daha yararlıdır ona göre. “demek ki başıma böyle bir şey gelecekmiş” der ve ekler: “bu saatten sonra kabakulak olacak değiliz ya!”

    bence bu on parmağında on marifet hali hastalığının en büyük nedenidir. çünkü deli gibi çalışır. konser, tv programları, seslendirme, dizi ve sinema oyunculuğu… bir ara nereye baksak özkan uğur çıkardı sahiden. tv yarışması bile sunmuştu. “belli bir yaştan sonra ferrari'sini satan adam durumuna geçmek lazım, onu anlıyorsun” der ve bunu başına gelince anladığını ifade eder.

    8 temmuz 2023, saat 17.12… ben bu yazıyı ölümünden bağımsız olarak yazıyordum. içimden gelerek yazarken ve yazı başını alıp gitmişken birden bire ölüm haberi geldi. inanılmaz bir tesadüf oldu benim için. bağrıma hançer saplanır gibi oldu. büyük sanatçıydı. enerjisiyle, coşkusuyla ve eserleriyle hepimizin hayatına renk kattı. hakkında bu yazıyı yazarken ölüm haberi geldi. iyileşeceğine inanıyordum. müzisyenliği gençliğime, oyunculuğu olgun yıllarıma neşe oldu. çok üzgünüm. gözlerim doldu şu an. bu ne acayip bir keder.

    seni seviyorum özkan abi. sanki bir rüzgar çıktı ve gençliğimin büyük bir bölümünü alıp götürmüş gibi oldu. yattığın yer incitmesin, dünyada yarattığın ışıkla huzur içinde uyu.

    “gezginci ruhumuz bir gün biterse
    korkmadan deriz gururluyuz…”
  • kendisiyle bir anım vardır. bir çok insan için sıradan bir enstantane olabilir belki ama benim zaten sevdiğim mfö’nün özkan’ını daha da sevmeme sebep olmuştur.

    mesleğim gereği çok ünlü tanıdım. özkan uğur’u ise şahsen tanıma ve onunla çalışma fırsatı ne yazık ki bulamadım (çok isterdim). lakin oyuncuların / müzisyenlerin yine mesleği gereği çok sık ziyaret ettikleri bir firmada kendisiyle denk geldim. benim işim bitmiş resepsiyonun önünden çıkıp gideceğim. özkan abi de o sırada resepsiyonun önündeki bankta oturmuş birşeyi veya birini bekliyor.

    önünden geçip giderken ne yapacağımı kestiremedim. “iyi akşamlar” desem mi? bir gülümseyip baş selamı mı versem? yoksa “adam çok ünlü zaten her dakika selam alıp, vermekten bunalmıştır” deyip bodoslama önünden geçip gideyim mi? seçenekler arasında sanırım en kötüsünü yani son seçeneği seçtim.

    neden en kötü seçenek; hani medeni olma, nazik olma geyiklerine girmeyeceğim hiç. ulan sen (yazar burada kendinden bahsediyor) bu adamın müzikleriyle büyüdün. ali desidero’yu çocukluğunum milli marşı yaptın dangalak. gençliğinde, olgunluğunda efkarların kıyısında gezerken yalnızlık ömür boyu ile ruhunu okşadın öküz. her bir mfö şarkısı için kendime değişik değişik küfürler edebilirim ama uzatmayacağım.

    her neyse; tam kapıdan çıkacağım, arkamdan “iyi akşamlar” diye bir ses geldi. “yok cnm bana dememiştir… ama yine de dönüp bir bakayım” dedim. dönmemle özkan abinin 32 dişini gösteren gülümsemesi ve direk gözlerime odaklanmış gözleriyle başbaşa kaldım. hani yanlış anlaşılmasın bu selam vermememle alakalı bir giydirme “iyi akşamlar”ı değildi. ne yüzünde öyle bir ifade, ne de öyle bir ses tonu vardı. eğer öyleyse bile “helal olsun büyük oynamış” derim ki aynı zamanda büyük oyuncuydu da kendisi.

    tabi ben de büyük gülümsemeye, büyük gülümsemeyle karşılık verdim. ama aynı zamanda kafamın içinden milyon tane düşünce dönüp duruyor. bir yandan utanırken, diğer yandan onur duyuyorum. karmakarışık bir duygu seline boğdu beni o gün özkan abi, iki kelimesi ve gülümsemesiyle. ama neticede bu alçakgönüllü tavrıyla benim bir kez daha saygımı kazanmıştı.

    bir bilinç nihayete erdi. bir beden doğaya karışacak. enerjisi döngünün parçası olmaya devam edecek. ismi ise ölümsüzlüğe çoktan nail olmuştu özkan uğur’un.
  • ikinci kez kanseri yendiyse ne diyoruz?

    - hambalele yambaleyo woooohh leyya
    hambalele yambaleyo wooo

    ya da

    day dahi ya hum
    nurunda nurunda nurunda nurunda
    hiya hiya

    ha bu ya da feste sebaha
    ha bu ya da feste sebaha
    dasdisdos

    türk müzik tarihinin en efsanevi gruplarından birinin şüphesiz en renkli adamı olan kişidir kendisi. oyunculuk konusunda da şu anda her kanalda çıkan, benim diyen aktörü cebinden çıkarır.
  • edit : düzeltme.
    sanırım ünlüler arasında vefatı beni en çok etkileyen o oldu. sebebi de hiç kuşkusuz melek gibi bir adam olması.

    adam yetenekli,popüler, yakışıklı. mfö grubunun en sevileni. ülkedeki en iyi komedilerin içerisinde yer almış. sesi güzel, bas gitar çalabiliyor, şarkı yazıyor…

    ama tüm bunlara rağmen o kadar kibar o kadar alçakgönüllü… onun yerinde bir başkası olsa kibirinden geçilmezdi.

    özkan uğur'un çeyreği kadar yetenekli olmayan adamlar biraz para ve şöhret gördüklerinde hemen başka kadına koşuyorlar. ama özkan ailesine bağlı ve sadık.

    hastalığı ilk yendiğinde psikolojik ve fiziksel olarak hala iyi görünüyor özellikle 2014 yılında sakallı halini çok beğeniyorum. yaşına rağmen çok yakışıklı ve karizmatik. o dönem birçok dizide oynamıştı diye hatırlıyorum.

    hastalık ikinci kez geldiğinde yani pandemi zamanı hastalığın tekrar gelişi onu çok etkilemiş ve sarsmış, bir videoda ağlarken görüyoruz. bu ağlayış aslında artık biriken yorgunluk, sessiz bir isyan… hani gitmeyi hiç istemiyor yaşama sevinci var, her şeyi var ama sağlığı elinde değil ve sürekli sürekli tekrarlıyor bu yüzden artık oldukça yorgun. çaresiz oluşu, üçüncü kez tekrarlaması bu defa onu öncesinden daha çok etkiliyor. hissetmiş sanırım gideceğini...

    yine toparlıyor konserler başlıyor derken zalim hastalık yine geliyor ve bu kez çok kötü geldi beni götürür gibi cümleler kurduğunu biliyorum.

    fark ettiniz mi, kimse hakkında kötü konuşmuyor aslında günlük hayatında gereksiz konuşmuyor hiç. kendini müziğine, gitarına vermiş. instagram hesabında zaman zaman takipçilerine cevaplar da vermiş. o kadar kibar cevaplar ki bunlar… bazen tek tek cevaplamış hepsini…

    bu kadar kötü insan varken neden iyiler gider ki diye sormadan edemiyorum özkan abi. sen gittin eksildik. sanki neşesi gitti dünyanın.

    ama şarkın hep çalacak. bir yerlerde olduramadım'ı söylediğinden eminim. nasıl biter böyle bir enerji? nasıl susar bu gitar? imkansız…görsel
    görsel
    görsel
  • dört dörtlük insan yoktur diye öğrendik, yanılmışız. özkan uğur, tam olarak dört dörtlük bir insan. çalmadığı enstrüman yok, çok iyi şarkı söyler, çok iyi vokal yapar. dramda da çok iyi oynar komedide de çok iyi oynar, tiyatroda da çok iyi oynar televizyonda da çok iyi oynar.

    tanıyıp da sevmeyen ya da rahatsız olan kimse yokmuş. herkes çok kibar bir beyefendi olduğunu anlatır. dedikodu yapmaz, kötü konuşmazmış. arkadaşlarına moral verir eğlendirir, herkese yardımcı olmaya çalışırmış.

    böylesine değerli bir insanı ve değerli bir sanatçıyı kaybettiğimiz için ne kadar üzülsek yas tutsak az aslında. bütün ülkenin sevdiği, rahatsız olmadığı nadir isimlerden. benim de kemal sunal'dan sonra en çok üzüldüğüm sanatçı.
  • instagram hesabından yaptığı açıklamada 2.kez kanseri yendiğini belirtmiştir. yaşa!
  • hayatı özkan uğur tadında yaşamak...

    kendisini yüz yüze gördüğüm anda girdi bu cümle beynime. konya hava limanında çalışıyorum. horozların bile mesaiye başlamadığı bir saat. güneç ucu ucuna gözüküyor ufukta. terminal giriş kapısının önünde sigaramı tüttürüyorum. bir vip minibüs yaklaştı kapıya, aha dedim gıymatlı bir şahıs çıkacak içinden. özkan abi, gora filminde ağaçtan masaya uçtuğu gibi indi aşağıya. kimsenin afyon patlamamış, herkes dokunsan patlayacak kıvamda ruha sahip o saatte.

    garavel ustayı bir an karşısında görünce insan heyecan yapıyor haliyle. o da girmeden içeri yaktı bir sigara. şarkı söylemeye, etrafa gülücük ve neşe saçmaya başladı. filmlerde olur ya siyah beyaz ekran bir anda renklenir, ortalık şenlenir. tek başına ortamda herkesin enerjisini yükseltti. yüzlerde gülücükler belirmeye başladı.

    bunu okursun, okumazsın bilemem ama beni farketmedin bile belki o gün. ne zaman çok canım sıkılsa "hayatı özkan uğur tadında yaşamalı" diye düşünür biraz delilik yapar moralimi yükseltirim.

    sizli bizli yazıp gereksiz bir resmiyet katmamak için abim kıvamında yazdım. yoksa saygılar şelale size karşı.
  • özkan uğur, burada ölmemiş biri için taziyelerini sunan moronlar için hiçbir şey ifade etmiyor aslında. bu embesillerin amacı adam öldüyse bunu ilk yazanlardan olmak istemek. ölüm üzerinden vicdan masturbasyonu yapmak. içten içe, ölse de bize mevzu olsa diye düşünüyorlar. dünyaya göktaşı çarpsa da sınav iptal olsa kafası bu.
hesabın var mı? giriş yap