• [daha uzun olan orjinali ve mediumdaki hali.]

    hayatım boyunca en sık duyduğum tavsiye özgüven ile alakalıydı.özellikle bir erkek olarak bundan kaçış yok. beyin, biseps, penis ve özgüven dörtlüsünden “hangisi en büyük olmalı” diye bir anket yapsak erkekler arasında, “hepsi”den sonraki en popüler cevap özgüven çıkar herhalde.

    “türk erkeklerinin mangalda sorumluluğu üstlenmeleri çok çekici” -alman turist helga

    halbuki “kendine güven”, özellikle yolun başındaki bir insana verilecek en anlamsız tavsiye. “başarılı ol” demek kadar anlamsız. zaten çocuk onun yolunu arıyor.

    16–17 yaşındaki bir gencin kendine güvenmesi için ne sebebi olabilir ki: parası yok, becerisi az, hayatıyla ne yapacağını bilmiyor, vücudundan utanıyor, zevkleri gelişmemiş, dünya’ya yabancı…böyle bir insanın güvensizlik hissetmemesi için ruh hastası olması lazım.

    bir gencin sahip olduğu tek şey, hata yapma ve rezil olma lüksü. kalıcı maliyeti olmayan hataları bolca yaparak özgüven inşa edecek. rezil olunca dünya’nın başına yıkılmadığını, sürekli olarak sahne ışıklarının altında olmadığını anlayınca, bir daha denemeye gücü olacak.

    ***

    buraya kadarki kısım klasik tavsiye kısmı. kişisel gelişim için beni takip etmiyorsunuz inşallah. bu arada beni takip ediyor musunuz şaka maka? paranoyak olmam, o arkadaki siyah minibüste olmadığınız anlamına gelmez.

    konunun asıl ilginç kısmı dunning-kruger etkisi ile başlıyor. bu pek meşhur çalışmanın çıkış noktası aslında, şimdiki yaygın kullanılan haline biraz ters: bir konuda becerikli olan insanlar, kendilerini ortalamaya fazla yakın görüyorlar (underestimation).

    fakat çalışmanın odak noktası sonradan şuna kayıyor: ortalama ve ortalama altı insanlar, kendilerini olduklarından daha iyi görüyorlar (overestimation). bunu zekaya uyarlarsak: “aptal olduğun için aptal olduğunu anlayamıyorsun”.

    dunning-kruger’ı bir ara etraflıca yazarım, epey ilginç deneyler var. şimdilik bir tanesi konumuzla alakalı: bir matematik sınavına giren bir grup düşünün. çoğunluk kendi notunu fazla yüksek tahmin ediyor (overestimation). ama erkeklerde bu oran daha fazla. yani, benzer notlar almalarına rağmen, matematik konusunda erkeklerin özgüveni kadınlardan daha fazla kültürel nedenlerden ötürü.

    tamamen yersiz bu özgüven yüzünden erkekler daha motiveler. kadınlarsa bu konuda yeteneksiz olduklarını sandıklarından devam etmiyorlar veya çalışmıyorlar. ve hakkaten de bir süre sonra geride kalıyorlar. yani neden-sonuç ilişkisi tersine çevriliyor.

    ***

    başka bir açıdan yaklaşalım: en son girdiğiniz toplantıyı düşünün. bir masanın etrafına toplanmış farklı farklı insanlar. bir süre sonra hemen herkes aynı el hareketlerini yapmaya başlıyor. aynı konuşma alışkanlıkları, baş sallama şekilleri masaya yayılıyor. hatta konuşanların göz kırpmaları ve nefes alış verişleri dahi senkronize oluyor. ve toplantı bitene kadar, muhtemelen bunların hiçbirini farketmediniz.

    sürekli olarak etrafımızdan ipuçları alıp ona göre adapte oluyoruz. özümüzde konformist yaratıklarız kısacası. bu o kadar otomatik biçimde oluyor ki, karşımızdakinin farkında olmadan yaptığı microexpressionları dahi, yani milisaniyelik mimikleri, farkında olmadan taklit ediyoruz. “farkında olmadan” kısmı önemli, zira microexpressionları bilinçli biçimde o hızda yapmak biyolojik olarak imkansız.

    karıncaların feromonlarla sinyalleşmeleri gibi, bu mimikler de birbirimize anlık duygular sinyalliyor: sıkıntı, sürpriz, şehvet, hayranlık, “osurdum, farketmezsin umarım”, vs… bu sinyallere göre senkronize oluyor.

    bunu konumuza bağlayalım:

    tıpkı o matematik sınavına giren ortalama erkekler gibi yersiz bir güveninizin olduğunu düşünün. bu sizin mikro seviyedeki sinyallerinizi de düzenleyecek ve karşınızdakinizde de aynı sinyallere yolaçacak.

    işte tam bu noktada, müthiş bir şey oluyor: karşınızdaki kendini gerçekten güvende hissediyor. mimikler, duygulara sebep oluyor. klasik neden-sonuç ilişkisi yine tersine dönmüş oldu.

    bu etkiye, makro ölçekte rastlamak daha kolay. yapay biçimde gülümsemek insanın stres hormonlarını azaltıyor. (bkz: fake it till you make it) (bkz: dress the part to be the part)

    ama burada bahsettiğim daha da inanılmaz: farkında olmadan yansıttığımız anlık mimikler, duygusal halimizi değiştiriyorlar ve bir süre sonra o mimikleri, gerçekten de o duygu haline sahip olduğumuz için yapmaya başlıyoruz. ve karşıdakine bunu tekrar yanısıtıyoruz. yani karşımızdakilerle sürekli bir feedback loop (geri besleme döngüsü) içindeyiz, birbirine bakan iki ayna gibi.

    ***

    kendimizi özgüvene zorlamak, birkaç yansımadan sonra, gerçekten de dipten gelen sağlam bir özgüvene dönüşebilir mi? sanırım kısa süreliğine bu mümkün. ama bu madalyonun öteki yüzü de var: karşıdakinin endişeleri ve korkuları da bizi etkileyecek.

    kalıcı bir özgüven için, sanırım başta bahsettiğim “maliyetsiz hatalar” en iyi yol. belli bir baz özgüvene sahip olduktan sonra, herhangi bir dönüm noktası için gereken o ekstra özgüveni de (mülakata gitmek, birine çıkma teklif etmek, zam istemek, sahneye çıkmak, vs), etrafımızı güven verici insanlarla sararak elde etmek mümkün. bu son kısma bir isim bulalım: mikro-gazlama nasıl?

    ***

    (bu tip yazıları doğrudan emaille almak için fularsız entellik direnişine katılın. link değil içeriğin kendisini yolluyorum. blog gibi, bu emailler de reklamsız)
  • 5 sap kahvaltı yapıyoruz. o arada banyodan çıkan aşırı kıllı ve kilolu 6. arkadaş, üzerinde siyah slip donuyla odaya giriyo. sakin adımlarla gelip sırt çantasındaki eşyalarına bakınırken, biz de gülüp pıskırıyoruz. o anda ilgili fenomen arkadaş gol atmış ibrahimoviç umursamazlığı'yla yüzümüze bile bakmadan, ifadesiz bir suratla şu cümleyi kurdu;
    "navar lan hiç mi biscolata erkeği görmediniz hamuagoduklarım."

    benim için zirvesi budur olayın giovinco.
  • katıldığım bir seminerden alıntı;

    "kişinin özgüveni ne kadar düşükse, dışarıya gösterdiği maskeler o kadar fazladır."
  • çoğu gelişim kitabında şunu görebilirsin: "özgüven içeriden gelir, enerji içinizdedir, siz özelsiniz, siz biriciksiniz".

    bu görüş özellikle 90 başında patlayan "kendine güven, her istediğini yapabilirsin" promosyonundan gelmektedir. peki özgüvenimizi belirleyen nedir? "özgüveniniz içinizde güç tarafından değil, çevresel seçimlerinizden ve bulunduğunuz gruptan gelir." yani istediğiniz kadar kendinize güvenin yanlış bir grup içerisindeyseniz, özgüvenli olamazsınız.

    şimdi bunları temellendirelim.

    ...temeller:
    sosyolojik olarak bakıldığında insanlar önce kabilelerde küçük gruplarda, ardından tarım devrimiyle orta ölçekli gruplarda ve son olarak sanayi devrimiyle büyük gruplarda yer almıştır ve her aşamada bireysellik artmıştır. durkheim'a göre iş bölümü oluşmuş ve insanların birbirine ihtiyacı azalmıştır. ilerleyen dönemdeyse kişiler neo-liberal ve post-modernist akımlarla her şeyi kendilerinin kontrol edebileceği yanılgısına sahip olmuştur. zaten 90larda yükselen "sen her şeyi başarırsın" bunun sonuçlarıdır. pek de bir şeyi çözmemiş, tersine depresyon oranları zirve yapmıştır [ref].

    ...bireyselleşme mutsuzluk mu getirdi?
    sosyolog dr. tonnies kabilelerin küçük gruplar(cemaat) olduğunu ve birbirlerine aile ilişkileriyle bağlı olduğunu belirtirdi. bu güçlü bağlar sebebiyle kişiler grup içinde yanlış yapamazdı. aksi halde dışlanırdı, tarım devrimi öncesinde bu o kişi için ölüm demekti. yani uyumluluk şarttı. bu da genel olarak güçlü bağlar ve mutluluk doğururdu. benzerini yahudi toplumlarında da görebilirsiniz fakat bireyselleşmeyle birlikte bu durum ortadan kalktı. bu sefer de grubun etkisini yok sayar hale gelerek yine özgüvensizleştik. çünkü biz özeldik. genelden farklıydık. (şuradaki podcastte de detaylandırdık.)

    ...öncelikle gücün neden içten gelmediğini ve çevreye bağlı psiko-sosyal süreçler içerdiğinin anlaşılması gerekiyor.
    neo-freudçu psikanalist harry stack sullivan'a göre benlik, kişinin kendini korumak için ilişkiler sonucunda ortaya çıkarttığı bir kavramdır. sosyolog dr. mead ise benliğin sosyal bir inşa olduğunu, konuşma, etkileşim vb. süreçler olmasaydı hayvanlarda farkımızın kalmayacağını belirtmiştir. ona göre zihin bile böyleydi. dil gelişiminde steven pinker'ın da benzer düşünceleri mevcuttur.

    diyebiliriz ki temelde siz sosyal inşalar sayesinde kendi benliğinize kavuşursunuz fakat kişiliğiniz belli oranda genetik materyalden de etkilenir. en azından 5 büyük kişilik kuramı bize bunu söylüyor.

    ...yapmamız gereken nedir?
    yapmamız gereken mutsuz ya da bizi negatif etkileyen çevreyi değiştirmek olmalıdır. çevre değişmezse ya da siz o çevreye uyum sağlayarak görmezden gelemezseniz ve kendi dünyanızın bir parçası yaparsanız özgüveniniz asla yükselmez. örneğin en önemli kabile olan iş çevreniz problemse işinizi değiştirene kadar minimum etkileşim kurmalı, kaçınmalı veya uyum sağlamalısınız.
    (bkz: iş hayatının ilk kuralı/#119669687)

    geçmişte bu mümkün değildi fakat artık mümkün. yapamıyorsanız sadece güven ortamınızdan çıkmadığınız veya grubun tek gerçeklik olduğunu benimsediğiniz içindir ve işte özgüven sorununuzun kaynağı da tam olarak budur. o gruptan çıkamamanız da bireyciliğin ve aslında kontrolün sizin düşüncelerinizde olduğu yanılsamasıdır. max weber buna çelik kafes diyordu, yani bireyler tek tip işle birbirinden koparak; o işin rolüne ait hissedip, iyice mutsuzlaşıyorlar.

    sosyolog dr. simmel grubu tanımlarken en az 3 kişiden bahseder. eğer 2 kişi olursanız birbirinizi etkilersiniz fakat 3'den büyük gruplarda; grubun genel temasını benimsersiniz. o kişiler alkolikse siz de alkolik olursunuz, o kişiler çok çalışıyorsa siz de çalışırsınız. demek ki iyi bir çevre sizin yaptıklarınızı doğru değerlendiren kişilerin olması özgüveninizi arttırır. örneğin üstleriniz işi düzgün yapmanıza rağmen sizi başarısız buluyorsa özgüveniniz asla artmaz. sosyal psikolojide dr. asch'in bununla ilgili "uyum testi" diye bilinen çalışmalar yapmıştır. deneye giren kişiye kimsenin birbirini tanımadığı söylenir. basitçe anlatmaya çalışayım: deneye giren 5 kişiden çubuk boylarını alttaki şıklarla eşleştirmesi istenir. 4 kişi yanlışı işaretleyince denekler de ağırlıklı olarak yanlış işaretlemiştir.

    işte özgüven-grup ve bireyin etkileşimi budur.

    ilk çağ filozoflarını çok severim çünkü nokta atışında tespitlerde bulunmuşlardır. örneğin aristoteles “başka insanların takdiri mutluluk için önemlidir.” demiştir. hiç takdir görmezseniz, sizi sevmeyen bir çevredeyseniz özgüveniniz artmaz.

    belirtmek gerek ki günümüzde bireysel olduğumuzu düşünürken bile sosyal medya ile yönlendiriliyoruz. örneğin sözlükte yana bakıyorsun "dış görünüşün her şey olduğu gerçeği" gibi bir başlık var. 1-2 defa okuyunca istemeden hatalı düşüncelere kapılıyorsunuz. birey gibi hissederken grubu düşüncelerini benimsiyorsun.

    ...içsel güç
    özgüveni etkileyen bir diğer parametreyse kararlılık ve doğru bildiğini yapmaktır. mark manson'ın yaptığı bir podcastten örnek vereyim. bir binada bir bebek varsa onu kurtarmaya çalışırsınız ve insanların "dur girme" itirazlarını pek de sallamazsınız, girer kurtarır ve çevrenin olumlu tepkisiyle karşılaşırsınız. bu yüzden kendinize pozitif bir rol seçerek bunu gerçekleştirmemiz özgüven için önemlidir. yani mutsuzluk ve özgüvensizlik probleminizin temelinde gerçek bir hayat amacınızın olmaması da yatıyor. yeri gelmişken erkeğin fiziksel nitelikleri, tipi ve özgüveni konusunda ilişkiler var, onunla da ilgili şurada detaylı podcast yapmıştık.

    ...pozitif düşünceler ve çevrenin etkisi
    böyle diyince "pozitif düşününce her şey pozitif mi oluyor" diye düşünebilirsiniz ama o da çalışılmış. şu çalışmaya bakılabilir. yani insanların "pollyannacılık" diye eleştirdiği durum, eyleme geçiyorsa çevresel olarak insanların sizi daha başarılı bulmasına ve sonuçta özgüveninizin artmasına sebebiyet verir. böylece karşı cinste, parada ve statüde daha başarılı olursunuz. çünkü bu kişiler kendilerini negatif etkileyecek kişilerden ve etkileşimlerden uzak dururlar.

    demek ki hem çevremizi değiştireceğiz hem düşüncelerimizi gerçekleştireceğiz, bu sayede arada başarısız olsak da azimle devam ettiğinizde hayallerimiz gerçekleştikçe değişen ve bizi destekleyen doğru bir çevreyle özgüvenimiz artacak.

    debe edit.
  • o ne kadarsa, sen de o kadarsın derdi okulda hocamız.. doğru dermiş..
  • aynı zamanda insanların sizin hakkınızda ne düşündüğünü merak etmemektir.

    -ya biliyor musun, hasan senin için şey dedi...
    +umrumda değil. duymak da istemiyorum.

    alkış.

    -ya biliyor musun, hasan senin için şey dedi...
    +ne dedi? merak ettim.
    -o şudur ve şöyledir dedi.

    merak etmekle kalmaz, bir de hasan'ın söyledikleri sizi üzdüyse, özgüveniniz bitiktir.

    siz kendinizi denyo hasan'dan mı öğreneceksiniz?

    hasan'ın hakkınızda söyledikleri ilginizi çekiyor ise zaten kendinizi tanımıyorsunuz demektir.

    hala da birilerinin sizi tanımlamasına ihtiyaç duyuyorsunuz.

    100 huyunuzun 99 u boktan bile olabilir.
    ama 100 ünün de farkındaysanız ne mutlu size.

    kendinizi başkasından duymayın.
  • günümüzde cümle içinde kullanımına örnekler;
    "burnunu yaptırdı, evrim geçirdi resmen. o gün bugündür özgüveni tavan!"
    "bi' sekiz on kilo vermelisin bence. gör bak özgüvenin nasıl da yerine gelecek."
    "biraz vücut çalışmalısın bence. gör bak özgüvenin nasıl da yerine gelecek."
    "iyi bir iş, para, araba, giyim kuşam... işte bunlar hep özgüven abicim!"

    duruma bakılırsa ortada bir özgüven gerçeği var ama pek de "öz" den gelmiyor. dışardan ite kaka artık... hayırlısı...
  • 2. sınıfa giden oğlum haftasonu 2. sınıflara yapılan bilsem sınavına girdi. yanlış doğruyu götürmüyor ama bir soruyu boş bırakmış. sorduk neden boş bıraktığını. "doğru yanıt şıklarda yoktu." dedi.
    özgüven budur, doğru ya da yanlış...
  • kazanması çok zor, kaybetmesi inanılmaz derecede kolaydır.
  • kendinin farkında olmamaktır. kendi eksiklerinin farkında olmamak. buna karşın kendini tam görmek. tam olmaktan değil kendini tam sanmaktan doğan bir duygu. kendine güven bir şartlanmadan ya da bir dar görüşten başka birşey değildir. kendinin üstün olduğundan değil kendini üstün gördüğünden ve buna şüphesiz inandığından doğar.. ve öyle güçlü bir duygudur ki karşısındakini de buna inandırır...
hesabın var mı? giriş yap