• cuckoo ingilizce hem guguk kusu, hem de argoda deli anlamina geldigi ve de "one flew over the cuckoo's nest" derken kastedilen "deliler diyarindan biri geçti" gibi bir sey oldugu için -sözlükte bunca çevirmen varken söylemek bana düsmez ama-, basligi "guguk kusu" diye çevirmek pek de manali degildir.
  • gerek romaninin gerekse filminin ana fikri biraz celiskilidir.

    evet daha once de anlatildigi gibi filmin asil mesaji (ben yonettim ve yazdim ya, oradan biliyorum) aslen akil hastanelerinin yozlasmis yapisi degildir. hatta "asil akil hastanesi disarisi" seklinde ozetlemek de epey haksizlik olacaktir. hatta daha da abartayim, bir sistem elestirisinden de daha derindedir ozu.

    artik daha da derinde ne var ulan diyenler icin daha fazla ukalalik yapmadan deginelim; isin ozu insan bu sisteme muhtactir ve bu kisirdongu kacinilmazdir. yani filmin sonunda da iyice belirginlesen, dogaya donus temasi bir cozum olamaz, zira insan tam da o doganin istenmeyen yonleri yuzunden kurmustur bu sistemi. korku, endise, guvensizlik,vs yasamamak icin bu "akil hastaneleri" kurulmustur.

    lakin elbette bu sistem, yani genis anlamda karmasik toplum yapisi, insanin ozune terstir, jack nicholson efendi de bu uyumsuzlugun bir temsilidir. o bir digerlerine nazaran daha az insan, daha fazla hayvandir. (bir miktar da sibernetik organizma) "i guess i fight and fuck too much..."

    iste bu hayvanligi yuzunden, toplumun kisitlayici kaliplarina sigmaz. her ne kadar bu varolusculuk tandansli davranis hayranlik uyandirsa da, celiski de burada yatmaktadir. herkes "hayvan" olursa, herkes uygarligin cam fanusunu kirip ormanliga dogru sen sakrak kosarsa, eninde sonunda binlerce yil once yuzlestigimiz sorunlarla yuzlesiriz. yani en nihayetinde mutemadiyen korku ve guvensizlik. (bkz: thomas hobbes)

    sonucta "doga yasaminin" veya sistem karsitliginin bir orta noktasi yok. hippilerin baris, kardeslik hezeyani icinde, gecim derdi olmadan ot cekip, bulbullerle konusacaklari bir yasam tarzi secenekler arasinda degil. ya herkesin kendi kicini kurtarmaya calisacagi bir kaos ortami olacak veya guvenlik karsiliginda ozgurlugumuzun ve hayvanligimizin feda edilecegi bir sistem. insanlik kacinilmaz olarak ikinciyi "secmistir", nicholson ise bir anomalidir.

    yani burada gonul adami olup, "asil anomali hemsire recit'tir, doktorlardir, sistemdir, yerinden bir turlu oynatilmayan sebildir, her gun ayne saatte alinan haplardir, kilitli kapilardir.. " diye isyan etmek, insan olmakla hayvan olmanin arasindaki farka isyan etmektir. doga veya bu kati sistemin eksikligi, sadece kirlarda dolasmakla, guzel gozlu ceylanlarin kafasini oksamaktan ibaret degil, o gunesli gunduzun, ac kurtlarla dolu geceleri de var. bir kez daha thomas hobbes diyor (bkz: felsefenin oykusu/#6556404), bir kez daha can guvenliginin ve korkunun giderilmesinin canlilar icin herseyden, hatta diger duygulari hissetme ozgurlugumuzden bile daha onemli oldugunu hatirlatiyorum.

    sonucta iyi veya kotu, uygarlik bu baglamda insanin "secimidir" ama daha onemlisi o kendi kendini besleyen ve her yeni nesilde daha da kuvvetlenen bir olgudur. dogamiza ters gelecek sekilde bizi sekillendirmesi, yuvarlandikca buyuyen bir kartopuna benzetilebilir. iste tam da bu yuzden hem uygarligin, daha dogrusu insanin farkliliginin olumlu yonlerinin korundugu, hem de hala ozumuzun ozgur kaldigi * bir yaklasim alternatifler arasinda degil.

    belki eski bir hikayedir bilmiyorum, ben daha yeni okudum fortune dergisinde. unlu isadamlari hayatlarinda aldiklari en iyi tavsiyeyi anlatiyorlardi. bir tanesi bunun, hindistandaki bir fil bakicisindan geldigini soyluyor. isadamimiz, gezi sirasinda koca bir filin, yere cakilmis orta boyda bir sopaya bagli oldugunu goruyor ve bakicisina nasil oluyor da kacmiyor tarzi bir soru soruyor. (elbette oncesinde "sizin isiniz de zor be abi" muhabbetiyle samimiyet kuruyor) hindistanda bolca bulunan bilge fil bakicilarindan biri olan kardesimiz diyor ki, fil kucukken alinir ve bu sopaya baglanir. sayisiz kez kacmayi dener ama sopayi sokmeye gucu yetmez. sonunda yeterince guclendigi zaman coktan pes etmis olur ve hayatini oyle yasar.

    tabii isadamimizin bu tavsiyeyi pratige nasil doktugu ve milyarlarca dolar kazandigi ayrintisini bir kenara birakirsak, o sopayi diken de kendisini oraya baglayan da insanogludur. ama bunu deli oldugu icin degil, o sopanin cevresinin disinda olum korkusu oldugu icin yapmistir. sonucta sopalar cogalmis, bazilari biraraya gelip direkler, kuleler olusturarak etki alanlarini guclendirmisler (boyle analoji olmaz olsun). iste tam da anlatmak istedigim sey, sopalarin kisitlayiciligi artarken, cevrelerinde olusturduklari bu fanusta baska bir dunyanin da filizlenip buyudugudur. michelangelolarin aslana kaplana yem olmadiklari, schopenhauerlarin kil donmesinden olmedikleri, stephan hawkingin kara delikler yerine karnini nasil doyuracagini dusunmek zorunda kalmadigi bir dunyadir bu. her michelangola basina yuzlerce insan o aslanlara yine de yem olmuslardir ama yine de fanusun ici cok daha guvenlidir. jack nicholson ise o fanusu kirmaya calismis ve artik neredeyse kendine has bir bilinci olan ve iyice guclenip 110 metrelik dev semazen heykeli haline gelen sopa tarafindan ortadan kaldirilmistir. cunku o fanus sadece bir hapishane degil, bir iskenderiye kutuphanesidir.
  • ken kesey'in 1962'de yazdığı klasikleşmiş roman. aynı zamanda 1975'te çek yönetmen milos forman tarafından filme alındı. jack nicholson'un başrolünü oynadığı bu film en iyi erkek ve kadın oyuncu dahil birden fazla dalda oscar aldı, danny de vito ve christopher lloyd gibi genç oyuncuların kariyerlerini başlattı. hapishaneden kaçmak için bir psikiyatri kliniğine gelen, ama varolan sisteme dayanamayıp karşı çıkmasının bedelini ağır ödeyen mc murphy'i, herkesin kızılderili şefi bromden'ın dilinden anlatır. psikiyatri alemlerine yöneltilen ciddi bir eleştiridir. filmi de en az kitabı kadar güzel sayılı eserlerden biridir bana kalırsa. gülmekle ağlamak arasında gidip gelirsiniz film ve kitap boyunca, ama sonu fena koyuyor tabii.
  • r. p. mcmurphy’nin (mcm diyelim bundan sonra kendisine) hikayesiymiş gibi görünse de otoriter kurumlar ve bireyler arası ilişkileri anlatan bir güzel filmdir bu, sevdiğim bir filmdir ayrıca. saldırgan, tembel ve hedonist bir adamın deliler hastanesinde yaşadıkları anlatılıyor gibi görünmekte oysa adamımızı koydukları sadece bir deliler hastanesi değil zayıf, sosyal ve bireysel korkuları olan insanların tutulduğu bir baskı-otorite sistemi. hastalar deli değil sadece hassaslar, kuralların olmadığı şiddetin olduğu bir dünyada zarar göreceklerine kırılacaklarına inanan ve orada yaşamanın kendileri için en iyi olduğunu düşünen yaratıklar onlar. mcm’in onlara dışarının aslında o kadar da kötü olmadığını, özgürlüğün tadını göstermeye çalışması hep boşunadır çünkü onlar başkaları tarafından düzenlenen, herhangi bir şaşırtıcı ya da endişe verici olayın olmadığı hayatlarından memnundurlar, karşı gelmek değiştirmek yoktur onların lügatında. bazen sıkılırlar ama sonuçta ‘kendi iyilikleri için’ kuralları, kontrolü tercih ederler.

    peki bu hastane sadece bir deliler hastanesi değil de bizim dünyamızın ufak bir tiyatro sahnesine taşınmışı, bir microcosm, olabilir mi? neden olmasın; otoriter bir sistemin delileri değil miyiz biz de, kontrolcü ve baskıcı bir kısıtlama alanı değil mi toplum-toplumumuz. özgürlüklerimiz kısıtlansa da, isteklerimizi gerçekleştirme fırsatı bulamasak da varolan kuraların gerekliliğine ve bir ölçüde değişmezliğine inanıyoruz hepimiz. hastanenin insanlarından daha farklı değil bunu yaparkenki halimiz çünkü biz de kendimizi zayıf, güçsüz ve savunmasız görüyoruz, sınırların dışına çıktığımızda ne olacağımız belli değil, buna inanıyoruz en azından. kurallar ve kısıtlar sıkıyor, sinirlendiriyor ama sonuçta onlarla da yaşıyoruz gül gibi, çünkü ‘kendi iyiliğimiz için’ gerekli onlar.

    hastanenin anarşistlere takındığı tutum da toplumun genel durumundan farklı değil hani. mcmurphy kuralları akıllı mantıklı ve diplomatik bir yolla değiştirmeye sorgulamaya başlıyor belki ama otorite bekçisi hemşire bunların hiçbirine kale almıyor. bu hemşire varolan sistemin en iyisi olduğuna inanıyor ve ona halel gelmesine razı gelmiyor gönlü. hastaları tedavi etmektense aşağılamayı, onlara her durumda zayıflıklarını hatırlatmayı görev biliyor ve bundan zevk alan bu manyak çünkü onlar zayıflıklarını fark etmedikleri sürece sistem doğru işlemez. onlar deli, zayıf ve kontrol altında tutulabiliyor belki ama mcm değil, en azından en başta ve bir süre öyle olduğuna inanmaya devam ediyor. mcm. gücünün aklının ve kuralların absürdlüğünün farkında, ama sisteme karşı durması veya değiştirmeye çalışması boşuna çünkü diplomatik de olsa anarşik de otorite karşıtı olmak kaybettiriyor ona. kurumun anarşiste tutumu önemli burada çünkü tüm otoritelerin anarşistlere karşı tutumundan hiç de farklı değil. anarşist her zaman için otorite adına bir tehdit ve bu tehditten kurtulmanın en kolay yolu onu yok etmek ya da ötekiler gibi yapmak. hastane adamımızı dışarıya göndermektense ona lobotomy uygulayarak beynini dağlamayı ve beyinsiz bırakmayı tercih ediyor. şimdi ne kuralları aptalca bulacak ya da onlara karşı koyacak ne de diğerlerine doğruyu göstermeye çalışacak bir anarşist var, otoritenin ideal çocuğu oldu o.
  • bu filmde hemsire rolundeki kadin bizi gicik etmek uzere elinden geleni yapmis ve basarili da olmustur, oscar i da hakedip almistir.sonra yok olup gitmistir, neden ki?
  • filmin sonlarına doğru geçen bir sahne tüm filmin özeti gibidir aslında. kendine güveni olmayan, herşeyden korkan, kekeme ve düşüncelerini bile doğrudürüst ifade edemeyen billy, mcmurphy'nin zorlamasıyla mcmurphy'nin sevgilisiyle ilk cinsel deneyimini yaşar. sabahleyin doktorlar ve hemşireler gelip, onları bulduğunda, otoritenin simgesi hemşire billy'e yaptıklarını açıklamasını ve utanmadığını sorduğunda, billy gururla ve hiç kekelemeden utanmadığını söyler. ancak hemşire bu durumu annesine anlatayacağını söylemesiyle billy kekelemeye başlar ve eski haline döner. ve daha sonra da filmi izleyenlerin bildiği trajik olaylar gelişir.
  • kuşkusuz en akılda kalıcı sahnelerinden birisi de hastaların tekneyle denize açılmalarından önce mcmurphy ile iskeledeki kaptanlardan birisi arasında geçen konuşmadır:

    captain: hey, wait a minute! what the heck is going on here? what are you doing on this boat?

    mcmurphy: we're going fishing.

    captain: no, you're not going fishing. not on this boat. you're not going fishing on this boat.

    mcmurphy: oh, yeah, on this boat. ask captain block.

    captain: captain block?

    mcmurphy: captain block. yes, that's right.

    captain: who are you?

    mcmurphy: we're from the...state mental institution...
    ...this is dr. cheswick...
    ...dr. taber, dr. fredrickson...
    ...dr. scanlon. the famous dr. scanlon.
    ...mr. harding, dr. bibbit...
    ...dr. martini, and...dr. sefelt...

    captain: how about you? who are you?

    mcmurphy: i'm dr. mcmurphy. r.p. mcmurphy.

    bu esnada doktor olarak tanıtılmanın gururunu yaşayan hastaların yüzlerinin aldığı ifade inanılmaz etkileyicidir, o an için gerçekten birer doktor olmuşlardır, özellikle cheswick, taber, scanlon, sefelt'in ifadeleri mükemmeldir. bu arada mc murphy'nin tüm hastaları doktor olarak tanıtırken, genelde herkesin sinir olduğu harding'i sadece mr. olarak tanıtması ve bu durum karşında harding'in yaşadığı sinir bozukluğu da çok hoş yansıtılmıştır.
  • cuckoo's nest denen birşey vardır denebilir aslında. belki bu yuva bir guguk kuşu tarafından yapılmamıştır ama guguk kuşu bu yuvada doğmuştur haliyle onun bir yuvası vardır. bu biraz gereksiz zoolojik açıklamanın bence film içinde bir anlamı var. guguk kuşunun yavrusu bulunduğu mekana ait değildir bir şekilde bu yuvaya sızmıştır. mc murphy ve bromden de deli numarası yapan 2 akıllıdır onlar da tıpkı yavru guguk kuşları gibi bulundukları yere sızmıştırlar. ikinci bir ayrıntı da guguk kuşunun yuvayı terk etmeden önce yaptığıdır. (ki eminim filmi izleyenler bununla neyi kastettiğimi anlamışlardır)
  • çok ince düşünülmüş bi yorum yapmak istiyorum film hakkında:

    --- spoiler ---

    hemşire ratched, allah da senin belanı versin.

    --- spoiler ---
  • kimin daha deli, kimin daha zararli oldugunu sorgulattiran film
    --- spoiler ---
    mcmurphy cogunun gonullu olarak orada kaldigini ogrenince sorar "why are you here? are you crazy?"

    tv'nin acilmasina izin verilmeyince, beyzbol macini mcmurphy kendisi anlatmaya baslar, o sahnede hemsire ratched'in bakisi sinema tarihine gececek niteliktedir.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap