• okul hakkindaki hislerimi, asagidaki hangi cumle en iyi sekilde ozetler:

    okul'a kafam girsin

    diyecem ama girdi de ne oldu? okul kafama girdi, cikmiyor. ne diyor nice? kafa okula girerken, okul da kafaya girer. bir kahir mektubu olsun bu entry.

    bu okul aslen fransizca ekol'den geliyor di mi? ama sans eseri de bizim okumak fiili ile mi denk dusmus, ne olmussa "okunan yer" gibi bir hava yaratiyor. oysa ki okul'da...(bu cumleyi iptal ettim, canimiza okunuyor falandi nuktenin gittigi yer. yalvac agabey'e selam ediyorum.) okul'da okuma eyleminin yapildigini, okumanin da hem bir takim metafizik, mitolojik sebeplerden kutsal olmasi, hem biz okuyamadik siz okuyun olmasi, hem oku yavrum baban gibi essek olma oldugundan, hem bu devirde okumayana kiz olmadigindan, hem sempanze resmine sade dizilmis cunku insan okur vecizesi sebebiyle, hem okuyarak bilimin aydinliginda karanligi yarip gectigimizden, hem askeri bitli piyade yapmak istemedigimizden, hem de conan'in resimleri kesmez oldugundan okumayi ogrendik. okuduk ogrenmekten bir seyler umarak.

    ama simdi sorsan bana, desen ki ne okudun, ne anladin, neyine yaradi? derim ki bu soru yanlis, ne diyor aykut isiklar? yanlis sorulara dogru yanitlar vermeye calisarak soruyu mesru kilmayin. soru yanlis, zira okumamis olmak halini artik ben hatirlayamam, dahasi okumamis olmak halini kafamdan simule edip farklari soyleyebilemem, iste su isime yaradi, hic isime yaramadi desem dahi bunlari bu holistik "okumus olmak" surecinden soyutlayip, ayristirip, saf bir deger analizi yapamam. en nihayetinde boyle bir analizi yapmanin, yapabilsem dahi luzumunu, niyet ve muradini da goremem, bilemem.

    ama simdi sen dersen ki bana, iste bu sekilde analitik bakis makis'i okuldan almissindir, demek ki farkinda olmasan da okul'a sukran borclusun, sana benzemekten, seni de kafamdan atamamaktan korka cekine, sana da kafam girsin demekten cekinmem. zira bu okul disinda bu analitik dusunceyi alamayacagim, tipki ismimin yorgo olmasina uzulecegim, babam kimdi bilemezdim pezevenk olusum gibi sacma sapan tek bilincli, cifte zamanli sartlandirmalara dayaniyor. okul olmasa, bildigin anlamda okul fonksiyonunu gerceklestiremeyen bir sey olamayacagina hukmetmen sebebiyle de, okulu bir kac tur tavaf et, havada asili durduguna inanilan ortasya gocler haritasina yuz sur.

    analitik dusunceyi ve dusunmeyi okulda ogreniyor, ogrenebiliyor olsa idik, okulu okulda elestirirken kullanilagelen evrensel kalip "ya bunlar gercek hayatta ne isimize yaracak" olmazdi. okulun verdigi sorgulama, okulun asiladigi analiz gucu, bu yavan soylemin genel gecerligi ile kendini gosterir. cunku yargidan da hem cikarimsar hem de dupeduz biliriz ki analiz eden kisi okul'un sahte hayat, hayat-olmayan oldugunun bilincindedir, ama derdi bu hayat olmayana entegre olmuslugu degil, hayat olmayanin hayat olamayacak sekilde kurgulanmis olmasina ragmen hayata dair bir seyler verecegine yonelik salak beklentisidir. sahte bir hayattaysan, orada yasiyorsan, dert'in sahte hayattan neler alacaginin muhasebesini ve samimiyetsiz veynklemesini yapmak degil, o sahtelikten olabilidigince nasil uzaklasacaginin hesabini yapmak, tez elden eyleme dokmek olacaktir. ama siz de sahidimsiniz ki, bak sizi de sahit yaziyorum ki, hepinizin telefonunu zorla almak isterim, olay nasil oldu siz de gordunuz di mi ki, bu soylemin taraflarinin cogu sahte hayatlarinda, "gercek hayat olamayan"larinda dirsekleri curuttuler, ve en buyuk tesellileri de birey olarak disiplin icinde disipline karsi verdikleri sinif palyacolugu, kolektif olarak da ayni hababam sinifi olmak oldu. sahte hayatin da gercek hayat degil beyaz perdedeki sahte kardesine benzemesini de anlamli, muzip bir gulus olarak goruyorum.

    neyse, okul, mokul. ezberci sistem, dogmatik sey, sokmatik su bu. bunlari soyleyecek degilim. o donem ve ardinda yaptigim diyalog ve mutalaalardan anladim ki: ezberci oldugunu bile bile ezberledik, dogmatik oldugunu bile bile dogmaladik. bir iki seye dikkatiniz cekmek istiyorum. ezber dogma, mogma derken bir niyetten yana bir isleyis'i goz onunde bulundurmaniz acisindan fikir versin: okul cogunlukla okul idaresinin isleyisine gore sekillenir. yani her gun saat iste atiyorum 8 30 da ders basi yapilir da 12 de ogle teneffusu olur da, 4 de evlere dagilinir, magilinir. okula istirak eden insanlarin (ki bunlara konum degil, statu olarak ogrenci diyerek, tam olarak ne oldugu belli olmaa da bir seyler ogrenmeleri gerektigini asilariz) tamaminin bu rutin icinde bir sey ogrenmesine, ogretimin bu tekrar icinde islemesine, yeknesaklasma icinde bu ske uymasina, dolayisiyla verim almasina, gercekten bir sey ogrenmesine, daha da onemlisi bir seyi ogrenmeyi ogrenmesine imkan yok. orneklendirmek gerekirse: ptesi ders ilk iki saat mat mat, ucuncu dorduncu saat beden beden, 5 6 sirasiyla din mzk olsun. pazartesi ilk iki saate matematik koyan kisi bir kere azar gunu yasanan depro havanin olsumunun bas mimaridir. ama bu mat koymak, o cizelgeyi hazirlamak kolay is degil. mudur muavini ya da mudur dedigimiz kisi bu islerden sorumlu olur, herkesin programini digerine uydurmaya, esnek ve rahat tutturmaya calisir. mudurlerin genel yalnizligi da bu cizelge vesaire gibi seyler sebebiyle her donem papaz oldugu bir takim ogretmen kadrosuna da mesafeli durmalari luzumundan kaynaklaniyor denebilir. yani mudur, "akilci, modern" ve cok sayida ogrenciye en iyi sekilde egitim vermek icin planliyor programliyor. ama bunu programlarken olcutu tek tek kisiler ve gruplar degil, ogretmen adedi, ders sayisi, mufredat, su bu. bunun ogrenciye yansiyisi, ptesi sabahi gunaydin ogretmeniiim melodik karsilamasindan sonra derse ve konuya uyum saglayan ogrenciler ya da geride kalan ogrenciler seklinde oluyor. bu derste geride kalan geride kalmisligi sadece geride kalmak mecburiyeti, ya da yatkinligi ile degil, kolektif icinde matematikte geride kalan, herkes anlarken mal mal bakan kisi olarak anlamlandirdigindan (bkz: self efficacy theory) iyi oldugu sinirli baska alanlara kaydiriyor. matematik artik ustesinden gelinemez, para varsa ozel hoca piyasasina yoneltilecekse de temelinde herkesin 45 dakikalik bloklarda iyi oldugu alana yonelmesini akil kilan bir "efektif" sisteme donusuyor. burada sadece ezberlenen degil, ogrenilemeyen, ogrenmeyi de bu esneklik yoksunlugu icinde mahkumiyete ceviren, kimlik olusturan bir duzenlemeden bahsediyoruz. cocugun tembel olmasindan, mufredatin belirlenmesine, sinav sisteminden kariyer secimlerine kadar her turlu alanda da lutfen bu tip toplu mekanizmalarin isleyisini, ve rastgelenin bu sart ve standartlara evrilisini kafanizda canlandiriniz.

    ozgecmisimden bir ornek vermenin zamanidir. hep anlattigim bir hikayedir, burada yerini buldu. ilkokulda "bir cok sinif ve cevreden insanin bir arada bulundugu mehmet karamanci ilkokulunda 3 senemi gecirdim. okulun ilk gunleri anneler ve babalar siniflari sonunda terk ettikten sonra sorulan, anne ve babaniz ne is yapiyor, egitim duzeyi ne sorusuna verdigim sallama/varsayimsal yanitlar ve okul aile birligi ve veli toplantilarina mesgul olduklari icin ailemden kimsenin katilmamasi sebebiyle 3 senemi bit salgininin ilk basladigi, kwell ve dayagin en siddetli hissedildigi, ilkokul karnelerinde pek rastlanmayan ama kapici, tupcu, badanaci cocuklarinin ailelerinin egitime tesvik edilmemesi icin iyi'yi gectim orta ve gecer gibi notlarin dagitildigi ve benim de bu sayilanlardan payima duseni gani gani aldigim "arka siralar"da okudum. bu arka siralar gunlerim boyunca ogrendigim en gercek hayatta ise yarayasi sey kosul'un konum'u belirledigi, konum'un da kosulu yeniden besledigi olmustur. eger ki olcme ve degerlendirme tam olarak sistem'in isine geldigi gibi yapilmiyor olsaydi, eger ki hakkaniyetli bir isleyis soz konusu olsaydi, bugun ilkokulda gecer ve orta gibi notlari karnesinde gormus (ozel bir ilkokula gectigim 4. ve 5. siniflarda ise okul birincisi olmus ve edit ile bunun ozel okullarin devlet okullara gore ustunlugunun degil, okul denen merkez kavramin isleyisinin iki yonde de isabetsizliginin luzumunu anlatmaya inanan) birisi olarak egitime ilkokuldan ote devam etme luzumunu ben de ailem de goremezdik. ilkokuldaki sira arkadaslarimin cogu da eminim 5. siniftan sonrasini getirememistir. "ben de fakir cocuguydum ama iste bak okudum kral oldum sor oldum" diyerek bu sistem icindeki tekil cikinti kabili basarilarini butun'e nispet ve ispat icin yapan, "benim gibi calisan herkes olur" diyerek basarmak'in mevcut sistemdeki baremi olan can egrisini idrak edemeyen birey cengaverlerin vecdini; kayip mi, kazanc misini cok irdelemeden, bu kissayi diskurun anahatlarina armagan ediyorum.

    isin evrimine bakarsak okul bu duzen icerisinde uyumlu birey'i bu duzen icinde isleyen toplum'a yetistiren kurumdur diyemez miyiz? deriz, ben diyorum. okul'un ve okul kurumunun boyle bir nihai amaci vardir demiyorum yalniz. yani hey ticir, liv as kidz elon. ticir ne yapsin got hosafi? ticir ne yapsin? ticir ya da yonetici elit'in olusturdugu bir kabal, bir gizli mihrak bu tabloya bakip ellerini mi kavusturuyor? "iste sisteme yeni bir tugla ekledim ahahahh:)))))" mi diyor? keske oyle olaydi, yalcin kucuk hemen onomastik ile izini bulur, kirmizi kaskoluyla girtlaklarini sikarak oldururdu. ama sen de biliyor ve diyorsun ki cast enadir brik in di vol. sonra da tutuyon brik ile konusuyon, vol'la konusuyon. o da azicik gercek hayatta bu vol ne isimize yarayacak sorusu gibi oluyor. herkese verdin tugla gorevini, onun disinda duvar olmayan bir sey mi kaldi da, kime konusuyon? iz der enibadi aut der?

    oysa ki okul denen sey, tipki duvar muvar diye estetize ettigimiz diger bedbin seyler gibi morbid bir imgelem gucunun karaltisini degil, onu da kapsayan alternatiflerle dolu bir buyuk butunleyicinin, yasam'in, genel izlegini izliyor. okul yasamdan da su anda ve simdi ne goruyorsa onu, ondan hiza alarak, ona butunleyerek, ona tamamlayarak tekrar ediyor. okul'un ve okul ile alakali olanin olusumunda surec ve sistem'in isleyisinin disinda hic bir kasitli kotucul uygulama, ince gorus, arkadan mudahale falan yok, "gereken" neyse onu gereken'in yarattigi genel halet'i ruhiye icinde uretip, urettikleri gibi uyguluyorlar. gereken'in sartlarini yaratan'i bilmeden gereken'in fonksiyonlarini anlamak mumkun mudur?

    kompozisyon defterinin monokrom kamuflaj desenli arka kapaginda olusturulan haftalik ders programinin, haftalik'ini ders'ini gec, program kismina gel. maksadi ismine yansimis olan televizyon programlari gibi, ders programinin da fonksiyonu ders'ten evvel ve once program'i ve programlanabilirligi programlamaktir. duvar disinda bir seyle ornekleyeyim.

    tut ki bir tarla soz konusu. bu tarlaya da kacinilmaz olarak cok sayi ve cesit tohumu salliyoruz. tarlanin bir kismi sapa, bir kismi sulak, bir kismi golgede, bir kismi kabak gibi acikta kalsin. eger ki tarlanin surulus ve isleyisi hep ayni sekilde yapilirsa, o tarla o sekle en uygun urun'u verir, o urun'un tarlasi olmakliga kayar. yani isleyis bir cok degisik turden urun verebilecek olan bu tarlada tek tip urun'e yonelik olursa tarladaki nebatat cesitliligi o urun olanlar, ya da o urun'e benzer olanlar, ya da o urunle komensiyalist iliskisi bulunan urunkabilinde olanlar ile sinirli olacaktir. tarim ve ziraat'ten hic anlamam ama, oyleymis gibi davranalim: eger ki tarlanin cogunlugu patates uretimine uygun sekilde suruluyorsa, mahsul toplanirken de, sergilenirken de, pazarlanirken de secme ve yerlestirme, onama ve sinama, ovgu ve odul de bu urun'un standartlari cercevesinde belirlenir. yani tarlada uretilen her sey "patates olmak" kriterleri cercevesinde olumlanacak ve mesruiyet kazanacakir.

    simdi ilk soru: tarlanin patetes uretecek sekilde islenmesi bir tesaduf mudur?

    eger ki tarlada kiwi tohumu da boy atmissa secme ve elemeden gecmesinin sebebi uzaktan patates'i andirmasidir, sansi yaver gidip de patates'in altinda kalmazsa sunum esnasinda kiwiligi ile kendisini gosterebilir, yasayabilir ve gerceklestirebilir. buna karsin patates tarlasinda her ne kadar bambaska bir alanda yetkin olsa da cilek'in uremesi de, sag kalmasi da hem uretim hem de secim asamalarinda cilek'in tersine gider. benzer vitaminleri iceren ama farkli tatlara sahip olan cilegin sanssizligi bu durumda kiwi'nin sansi ile el ele verir. kiwi cilege akil verecek olsa, "killi olacan, kahverengi olacan senin icin yesil ve c vitaminli olsa da bu isler boyle, moyle" diyerek akil verebilir. "ben nasil ciktim, ben nasil yirttim?" diye ozgecmisinden cimbizlanan kissalar, ibret hikayeleri falan sunabilir. cilek ise "beni cekemediler, onume tas kodular, hep basimi ezmek istediler, hepsi bana karsi, ben onlara ne yaptim?"in mutsuzlugunu, kuskunlugunu, garipligini tasir.

    ikinci soru: patates uretimi, ya da tek tip urunun ve ona benzer yan urunlerin uretimi, neden ve niycun diger uretimlerden daha gereklidir? (lutfen ornegi gelisiguzel sectigimi, tarlaya her tur bitki tohumu dustugunu, ornek icabi topragin her turlu urune musait oldugunu animsayiniz)

    analojinin kimi uyumsuzluklari varsa da (tarla sahipleri diye nebatat dunyasindan ayri taskinci uzaydan birilerinin olmasi gibi), temelde sistem ici isleyisteki okul denen alt-sistemin de o patates tarlasi gibi oldugunu, hem patates hem kiwi hem de cilek seven; "ben cilegim ve beni ezdiler, kiwi'yim ama onlara benzedigimden yirtmasini bildim, patates'im ama kalori bende" manasina getirmemeye calistigima tum cynicler onunde yemin ederek soyleyebilirim. o sebepten ne zaman "bizim okulumuz bilmemnede bir numaraydi" tipi akademi milliyetciligi soylemleri kadar ve hatta daha fazla "okullara odenek yok, okullarimiz bakimsiz, okullarimiz ogretmensiz, okullarimiz su bu" soylemlerine limonilesirim, uzulur ve mutsuz olurum.

    bir kere, tipki vatanimiz, tipki milletimiz, dinimiz, tarihimiz, bugunumuz, gelecegimiz gibi nereden biz'im oldu o okullar? biz gittik, bizimle beraber herkes gitti, geriye biz olmaya layik kimse kalmadi diye mi? bundan hareketle bir donem mapusta yatmislarin da mapuslari hakkinda bizim mapushanamiz diye sahiplenme duygusu icine girmelerinin, toplama kampi haklarinin da kamplarini sahiplenmelerinin ilertutar bir mantigi oldugunu soyleyebilir miyiz? gitmis oldugumuz, gitmeye mahkum oldugumuz, kactigimiz zaman daha agir ceza ve yaptirimlarla karsilastigimiz yer bizimdir, bu mu? kaciniz bir okul'un isleyisine yon verdiniz? okula gidenler, sagdan sayin: kaciniz bir okul'a gitmek disinda o okulun asli fonksiyonuna sirayet etme girisiminde bulundunuz ya da sirayet edebildiniz? sirayet edenler, sirayet etmeyenlerle icler dislar bir carpilin bakayim ortaya nasil bir olcek cikiyor. rasyoneliteyse, rasyonelite, analizse analiz: biz ile biz adina konusmaya yetkili muktedirlerin orani size biz sandiginiz sey hakkinda bir fikir verir.

    ikincisi ne zaman okul sistemi denen sey'in masif patates uretmek eylemi disindaki uretimlere yonelik tasarrufunu "okulsuz olmak" ile karsilastirildiginda agir basan izafi ya da mutlak bir hayrini gorduk? ne zaman okul ve mufredat, ders ve program arasindaki iliskiyi cozduk, ideal olan'a oturttuk da, onun bu mutlak ve alternatifsiz tablodaki eksikligi ve yetersizliginden gocunur, yerinir, ilenir olduk? gercek hayat'i ne zaman yasadik da, sahte kisminin ardili sahtelikteki payini siktiredip bir zamanlar var oldugunu sandigimiz "gercek hayat" hulyalarimizi unutur olduk? okul ne zaman ve neye gore dogru oldu da, eksikligi yanlis oldu?

    gozumu kapattigimda gordugum dogu illerindeki o bildik resim'de arka planda alageyik, 7 karanfil ya da ilgili canned music calan "iste dogu'da egitimsizlik, iste okul'a okumak icun 5 kilometre yuruyen gencler'in egitim aski" haberlerinde 5 kilometre sonra "okul"a varanlarin 100 metre yurumeden okul'a varanlarla ayni pulluk'un, ayni traktor'un altina yatmasi degil mi asil uzucu olan? o alageyik'in kemencesinin falan dogru ve caliskan oldugunu varolma degil bagirma bicimiyle sahadet getiren bir ulus'un bosvermisligi, kayitsizligi, esitsizlige olan yollara ve ulkulere yukselerek ileri gitmesi sebebiyle agliyor olmasi daha manali olmaz mi? aglanasi olan cehaletin, kor inancin, karbonhidratin tanrisina ve resulune tapinmak uzere 5 kilometre karda kiyamette yurumek zorunda kalinmasi, ptesi mat mat bed bed muz din cog sali tur tur hblgisi bglisi sik sik sok sok gorulmesi degil mi? rezillik butun bu ceremenin "aydin, ahlakli, insan gibi insan, vs" soylemlerine degil ac, acikta kalmamak gibi kusaktan kusaga miras kalan bir bir gelecek korkusu gelenegine hizmet etmesi, butun herseyin tipki gre kelimeleri gibi kisa donem hafizaya girip, ertesi donem cikmasi, bunun da mapushane usulu volta araliginin hesaplandigi, sikici ve boguculugunun tezahuru olacak ismi "teneffus" konulmus paketlerle yasanmasi degil mi?

    daha korkuncu ve beteri, butun bunlari egitim adina senelerce yasayanlarin, bunu yasayamayanlara uzulmesi, bunu medeniyetle, ya da medeniyeti bununla anlamlandirmasi degil mi?

    egitim sart'in komikligine ayan siz guzel kardeslerim, ordu'yu sart kilanin ordu olmasi gibi, egitim'i sart kilan da egitim'in ta kendisi degil mi? cehaletin universitelerle, sahte hayat'in okullarla girdigi ve blok ya da araya teneffus alarak ogretile ogretile yeniden uretildigi kafalara girmeye ivmeli, mase cekerek falso verdigim soru isaretimdir. arz ederim.
  • amerikan eğitim sistemi 1900'lerin başında büyük sanayicilerin ilgi alanına giriyor. bunlardan biri olan rockefeller'ın eğitim kurulunun, eğitimin misyonu hakkındaki bir yazısı şöyle:

    "düşlerimizde insanların kendilerini bizim yoğurucu ve biçimlendirici ellerimize mükemmel bir yumuşak başlılıkla teslim ettiklerini görüyoruz. mevcut eğitim teamülleri zihnimizde uçup gidiyor ve geleneğin engellerinden azade şekilde, minnettar ve duyarlı bir halka iyi niyetimizle tesir etmeye çalışıyoruz. biz bu insanları veya onların çocuklarını filozof, bilgi küpü veya bilim adamları yapmaya çalışmayacağız. onların arasından yazarlar, eğitimciler, şairler veya aydınlar yetiştirmeye de çalışmayacağız içlerinde büyük ressamlık, müzisyenlik, avukatlık, doktorluk, vaizlik, devlet adamlığı kumaşı taşıyanları bulmak derdinde değiliz. bunlardan gereğinden fazlası mevcut zaten. bizim kendimize biçtiğimiz misyon çok basit. biz çocukları organize edeceğiz ve onlara anne babalarının kusurlu şekilde yaptıkları şeyleri mükemmel şekilde yapmayı öğreteceğiz."

    peki şimdiki eğitimin ya da ülkemizdeki eğitimin bundan farkı var mı? okullar belki sözde, doktorlar ve avukatlar yetiştiriyor ama asıl amaç insanları ve insanlığı ileriye götürmek mi yoksa onları ehlileştirmek, tektipleştirmek, arzulanan şekle sokmak mı emin olamıyorum.
  • az evvel bir rüyadan gülerek uyandım.

    rüyamda liseme pek de benzemeyen ama 'lisedeki gibi' bir derslikte, sıralı ve nizamlı, oturuyoruz. rehberlik dersi gibi bir şeydeyiz. bunu nereden anlıyorum? rehberlik hocası denen ve asıl işi idari çizelgeleri, ders saatlerini falan kontrol etmek olan 4 senelik psikoloji mezunu (olduğu için?) erken teyzeleşmiş bir kadının hepimize birer sayfalık formlar dağıtıp 'bunları dolduracaksınız' demesinden anlıyorum.

    kadın bundan öte bir açıklama yapmıyor. ben de nasıl ve neyle dolduracağımı verilen formdan anlamaya çalışıyorum. ve fakat rüyada olduğumdan formun üzerinde yazılanları okuyamıyorum. yanımdaki elemana soruyorum (rüyada bile bayan yanı düşmemiş). o da bana,

    'tavsiye mektubu gibi bir şey, kendini başkasının ağzından bir üst-makama tavsiye edeceksin' diyor, sonra harıl harıl kendini tavsiye etmeye geri dönüyor. sınıfa bakıyorum, herkes fulfors kendini bir yerlere tavsiye ediyor.

    rüya buraya kadar çok kafkaesk. ben niye ben değilmişim gibi yapıp kendimi kim olduğunu dahi bilmediğim bir 'üst-makam'a tavsiye ediyorum? hadi, 'kendi kendini tavsiye etmek' gibi dünyanın en anlamsız faaliyeti içine girdik bari kime tavsiye ettiğimizi bilelim di mi? hangi üst-merci? nasıl bir kurum? her tavsiye her kuruma uymaz ki? işin rehberlik-danışmanlık çerçevesinde mantığını anlamaya çalışıyorum. '3. şahsın ağzından kendini başkalarına tavsiye edişinden ve dikkate aldığın içerikten biz senin nasıl bir yere tavsiye edilmen gerektiğini çözeceğiz'' ya da ''kendini bir yere tavsiye etmek istesen bu nasıl bir yer olurdu?''yu anlamaya yönelik bir quiz olduğuna hükmediyorum (*). 'what üst-merci ve kurum are you fit to be recommended?' gibisinden bir feysbuk kuizi ile ifade edilebilir sanırım (cheja bunu hemen çözsün). bu 45 dakika doldurmaya yarar görünen kolektif eylem sonunda toplanan tavsiyelerin ilgili-ilgisiz erken teyzeleşmiş kadın'ın okur gibi yapmak üzere arşivleyeceğine de emin olduğumdan bırakılmış olan boşlukları eğleneceğim bir tavsiye mektubu ile doldurmaya karar veriyorum.

    ''sayın mösyö, otis'in nasıl bir öğrenci olduğunu soran mektubunuzu aldım. ah, nasıl sevindim bilemezsiniz! akıllı, sevecen, ilerigörüşlü bir öğrencidir otis. iyi bir hatip, hatalarıyla dahi kendini sevdirebilen bir afacandır. onu hiç bir zaman boş otururken göremezsiniz, okula ilk o gelir, en son o çıkar. tanrım, her zaman yanında taşıdığı küçük su matarasıyla ne de şaşkındır! müziğinde zaman zaman fantastik ve gerçeküstücü temalara yer verir. doğa ilimlerine genç yaşta ilgi gösterdi ve kısa zamanda sivrilerek hocalarını dahi aşmayı bildi. kendisinden ve eserlerinden bahsederken yapmacık bir tevazuyla konuşur, insanların onu sıkboğaz etmesine izin vermezdi. kurumunuz böylesi bir değer ile ne kadar iftihar etse azdır.''

    lise edebiyat metinlerinde sıklıkla karşılaştığımız çeviri türkçesi ile kendini tavsiye ederken, yanımdaki benim yazarken sürekli gülmemden işkillenip 'abi, ciddi yazıyorsun di mi?' dedi. 'yoo?' dedim 'sen ciddi mi yazıyorsun?' bunun üzerine yanımdaki ancak okul sıralarında görülecek bir 'ötekine yönlendirilmiş' işgüzar ve bulaşıcı telaşla bana bunun 'ciddi' bir form olduğunu izah etti: bilmiyor muymuşum? ösym bu sene okullardan her öğrenci için bir tavsiye mektubu istiyormuş, öğretmenlerin de her öğrenciye ayrı ayrı tavsiye mektubu yazması mümkün olamadığından bu işin son saate sıkıştırılan bir rehberlik dersinde bize şandellenmesi uygun görülmüş. formlar bu dersin sonunda toplanılacak, doğrudan milli eğitime yollanacakmış. ben yanmışım, bunu yollarsam üniversiteyi kazansam bile kaydımı yapmazlarmış, hemen yeni bir kağıt isteyip doldurmam gerekiyormuş.

    götüm nasıl tutuştu anlatamam. hemen yeni bir form istedim. rehberlikçi orospu herkesin bir tane form hakkı olduğunu, formların milli eğitimden üzerinde isimlerimiz ile geldiğini söyledi ve olay yine kafkaesk'e bağladı. ağlamaklı oldum, yazdıklarımı silmeye çalışıyorum, silemiyorum. üstünü çizip düzeltmeye çalışsam da olmayacak. yazdıklarımı tekrardan okuyorum, cümlelerden birisi aklımın gözüne şöyle görünüyor:

    ''zeki, uyumlu ve hatalıdır.''

    hatalıdır ne ya, bunu niye yazmışım derken yine gülme geliyor, son dönemlerde adetim olduğu üzere yine gülerek uyanıyorum.

    daha evvel anksiyete rüyası çok görmüştüm ama ilk kez böylesine kendi içinde tutarlı bir olay ve durum örgüsü olan rüya görüyorum. okul'a dair anksiyete rüyalarının en yürek kakan tarafı da bu sanırım: en azından 4 senedir herhangi bir okul ile organik bir ilişkim olmadığı halde zihinsel olarak her an paniklemeye, 'herkes'e adapte olmaya, üst-merciye biat etmeye yönelik bir şaşmaz, bitmez yatkınlık aşılanmış olduğunu tekrar tekrar ispatlaması. 'tek tip' adam yaratmanın da ötesinde, farklı adamlardan da tahmin edilebilir, klasifikasyona uygun bir 'tip' oluşturabilmesi, aklın tüm kıvrımlarına nüfuz edip her olgu ve oluşu 'okul' perspektifinde görmeye alıştırıp, şartlandırmışlığı; kimlik'in inşasındaki planda da, harçta da hep aynı üst-merci olmayı bilmesi, okul'un en büyük başarısı olabilir.

    bütün anksiyete rüyalarının ortak yönü de bu zihinsel mahkumiyeti, bu iradi mağlubiyeti ilan etmesidir sanırım: seneler sonra dahi kendimizi birden okulda bulduğumuzda okuldan çıkamıyoruz. çıkmak aklımıza bile gelmiyor. eğer bir şekilde kendimizi okulda bulmuşsak, illa ki uyum sağlamanın bir yolunu bulmalıyız. bu uyum sağlama formülünü de hafızadan oynamıyoruz, bilakis bugün olduğumuz kişi -zaten- dün orada olan formülü oturtmuş olan kişinin devamından başkası değil. kaldı ki hatırlayan hatırlar, 'birden kendini tekrardan okulda bulmak' şimdi anksiyete rüyası konusu olsa da, ilkokul 1'den itibaren aynıyla yaşanmış mükerrer bir tecrübenin tekrarından başka bir şey değil. geçmişte bu saçmalığa nasıl uyum sağladıysak bugün de o uyum sağlama biçimini sürdürdürüyoruz; sıralardan çıkmak yerine sıralarda durabilmeyi katlanır kılan bir formül'e aynen geri dönüyoruz. ben hadiseyi her fırsatta mizaha, maskaralığa vuruyorum, çünkü yaşadığım sıkıntıya ancak böyle katlanabildim. ama o kadar çok katlandım ki, kat yerlerim artık silinmemecesine ortaya çıktı. şimdi dahi benzer bir pozisyona girdiğimde, rüyada dahi olsa, hep aynı yerlerden aynı şekilde katlanıyor, 'sıra'daki yerime ancak o şekilde sığıyorum. zeki, uyumlu ve hatalıyım. zekama uyumlu olarak hatalıyım.

    (*) bu arada sonra düşündüm, rehberlikçiler bu entry'i okusalar direkt bu testi kopyalayabilirler. yapmasınlar, etmesinler.
  • zaman kaybı..
  • her sabah kalkarken bildigim butun kufurleri ettigim $ey
  • tarih boyunca hakkındaki en doğru sözlerden biri mark twain tarafından söylenmiş kurum.

    "hiç bir zaman okulumun eğitimimi engellemesine izin vermedim"
  • insana hayatının en güzel zamanlarını zehir etmeye yarayan başka da bi skime yaramayan müessese...
  • körpecik ögrencileri sabahın körunde yataklarından kaldırıp ders verecez diye kısta kıyamette sokağa cıkaran kurum hayır birşey öğretseler gam yemiyecem...
  • bizim küçük oğlan bu yıl okula başladı, 4 gündür de okula gidiyor.
    her akşam soruyorum "nasıl okul?" diye, "bildiğin gibi. ders, beslenme, teneffüs... işte" diyor.
    35 yıldır hiç değişmemiş yani...
  • “okul, toplumu bu haliyle kabullenmeniz için çalışan bir reklam ajansıdır.”

    ıvan ıllıch
hesabın var mı? giriş yap