• bir bitki. böyle parlak yaprakları ve beyaz böğürtlenimsi topçukları var (iyi ki yıllarca okumuşum). ama bizi ilgilendiren kısmı hıristiyan aleminin bunu karıya kıza yazma malzemesi yapmasıdır. noel ve yılbaşı partilerinde bu tavana veya noel ağaçlarının tepesine asılır. iş arayan hatunlar da bunun altında takılır ki biri gelsin öpsün. işte bir kez daha gözünü sevdiğimin gavurları bize fark atmıştır. sen ve ben böyle elle tutulur adetleri mumla aramaktayız cicim. fena mı olurdu kesilen kurbanın yanında sevişmenin sevap olması?
  • noel zamanında yüksekçe bir yere aslıp tesadüfen altından geçenleri öpüştürmeye yarayan ot...

    gerçi noeli değil yeni yılı kutladığı halde çam ağacı süsleme uygulamasına gidilmesinin ardından aynı şekilde ökse otu asılması da gelenek haline getirilebilir yakın zamanda...

    ama kötüye de kullanılır hani... hoşlandığı kişiyi yalan muhabbetlerle ökse otunun altına çekmeye çalışmalar falan...

    (bkz: gelenek görenek önerileri)
  • tırpan ucunda dönenirdi güneş; ekinler süt yağı, kupkuru uzanırlar kesildikleri yere.
    sıcak, sabahtan akşama kadar tükenir kolların bacakların takati. azıkta köy ekmeği, yoğurt, domates ve biber. öğle vakti çeşme başında ıslayıp içine süzme yoğurdu sürersin ekmeğin. akşama kadar bir tek su ve dinlenme çamların gölgesinde.

    yeryüzü yanıyor; gölgelikte kozalaklar ve kuruyup dökülmüş bıldırki iğneleri çamların.
    böyle bir coğrafyada çocuk olmak ne kadim, ne ölmez bir şey bilir misin? bilsen sevdiğinin neden ölmediğini de bilirdin vurduğun yerin ölümcüllüğüne rağmen.
    beyaz kusmuk bulanığı renginde üzümlerini taşıyan, çorak kayalıklar arasında köylüler gibi derisi kat kat buruşmuş ahlatların grinin altına saklı belli belirsiz yeşilinin arasında parıl parıl parlar yeşil yaprakları dalların arasında öbek öbek durur ökse otunun.

    sen bilmezsin; kışın bile yeşil yaprak yedirmek mümkündür bu mucize bitki sayesinde ineklere koyunlara.
    e haliyle senin içtiğin sütle yazın sabahtan akşama tırpan sallayan, ensesinde çölün bütün güneşi ter ter dökülen adamın içtiği süt aynı lezzette değil. o yüzden her şey adaletsizse bile doğa kendi adaletinin bekçisidir her zaman.

    sır sır dökülür duvarları köy evlerinin. sıvalar dökülür, sırlar dökülmez köy evleri kadar samimi dostluklarda. iki büklüm yerde yenir yemekler, çaylar kuzinede ekmekler odun fırınında pişer.
    dertler toprağa akıtılır terle ve gözyaşıyla, kederler sıvası dökük duvarlar arasında yalnızlığın buzdan beton zeminine.

    köyün orta yerindeki kuyudan çekilir yaz akşamlarının serin suyu; testiyle balkonda bekletilir ki hep serin serin kalsın iç anadolunun yazlarının akşamlara kıyağı ürpertilerle.
    sabahları mutlaka köy çeşmesinde yıkanır el yüz; kovalarla taşınır sular evlere. erikler, vişneler, soğanlar taze taze. patates böcekleri sarı zebralar gibi, bazıları da alabildiğine çirkin ve bordo.

    ama domatesler bir başka. o çorak yazın orta yerinde lezzeti nasıl da çatlatır damağını insanın; soğanlar nasıl da taptaze baş vermiştir toprağa.
    ağustosun en zemheri sıcağında harman yerinde demlenen o çayın tadı neden yok acaba hiçbir demlikte? neden o zaman yağan yağmur kadar güzel bir tek damla yok ki acaba yer yüzünde?

    yumurtaları unutmamalı. öyle ocağın üstünde bir çırpıda pişiveren dünyanın en güzel lezzetinin müsebbibi yumurtaları…

    şimdi ben nasıl anlatayım ki sana seni çok sevdiğimi sevgili?
    dilim tükürmeden kazıyamadığın kayaların kınası gibi; kan kırmızı, mor hareli öper avuç içerini rızan olursa öğlen vakitleri. gönlün eğilirse şüphe giremez dağların orta yerinde yetişmiş bu adamın göğsüne. gözün yükseklerdeyse ufka bak, dağın yamaçlarından mavi zirvelere doğru çırp gözlerinin kanatlarını.
    bana inan sevgili. bana güven.
    çünkü benim mayam senin üstümden kazıyıp durduğun küfe pasa, üç kuruşluk hayallere secde etmediğinden belendi hep. korunağından uzatıp da o güzel başını; sokağın, yağmurun, karın ve insanların insanlara ettiğine sağır şarkılardan dinleme sözlerimi.
    dinleyeceksen bir tek beni dinle; öldüreceksen kendi ellerinle…
  • meşe ve elma ağaçlarının gövdelerinden dallarına böyle tutuna tutuna, sürüne sürüne hareket edip usul usul uzayan, onların suyundan ekmeğinden beslenerek simbiyotik bir ilişki kuran, kelt mitlerinden ve kuzey amerika yerlilerininden ortaçağa bir çok inanca, oradan da benim de geri kalmayıp nasibini aldığım hristiyanların noel geleneklerine geçen ve noel kutlamalarında bildiğin çöpçatan rolünü üstlenen bir bitkidir. üzerinde böyle inci gibi beyaz beyaz tane tane meyveleri olan ki aslında onlar sonradan kızarıyor ama genelde noel zamanı evlerde tavana ya da kapı girişlerine asılanlar genelde beyaz meyveli oluyor yapışkan mı yapışkan ama yakışıklı da bir ottur. tarihte hep bir şekilde barış, şans ve bereketle ilişkilendirilmiş, kötülüklerden, hayaletlerden ve hastalıklardan koruduğu düşünülmüş. nordik köylerindeki kelt rahipleri aralık ayında ormana inip altın bir orakla ökseotlarını meşelerin üzerinden keser ve bir tanesinin bile yere düşmesine izin verilmeyen demetler köylülere teker teker dağıtılırmış. artık yıldırımdan ve şeytanlardan korusun diye kapı önüne asmalar mı istersin, küçük bebekleri goblinlerden korusun diye beşiğin altına koymalar mı, o yıl hayvanlara bir şey olmasın diye birazını yeni doğmuş danaya yedirmeler mi, rüyada iyi ruhlarla iletişim kurmak için yastığın altına koymalar mı dersin köylüler bir şekilde ökseotunun kutsallığını üretip çoğaltmış. köylü dediğin zaten her şeyi üretme ve arttırma peşinde olduğundan kutsalı da ince ince el emeği göz nuru ekip biçmiş. ökseotunun kendisi de müsait gerçi, "kutsalsın" desen "daha da kutsal olayım, mesela şuralarıma doğru daha bir kutsal olayım" der. arsız.

    ökseotu noel geleneğinin orijini başka bir mitten geliyor tabii. miti de başka başka anlatıyorlar ama kahramanlar olarak izlandaca haliyle baldur (ya da diğer halleriyle balder ve baldr) ve ökseotundan yapılma ok sabit kalıyor. kısa olanını yazayım. tanrıların her gün yeniden taze olarak yaratıldığı bir evrende tanrı baldur gördüğü rüyayı kahine anlattığında kahin çok yakında öleceğini söyleyince yine tanrı olan babasına evrendeki ateş, su, toprak ve tüm canlı şeylere, bitkilere ve hayvanlara onu öldürmeyeceklerine dair söz verdirtir. gel gör ki ökseotunun sözünü almayı unutur. başka bir kötücül tanrı bunu öğrenince ökseotundan bir ok yaptırıp kör bir tanrıyı baldur'u öldürmesi için kandırır. baldur öldüğünde, tabii tanrılar ölmüyor biliyorsunuz anca ölüm diyarına geçiş yapıyor, geri gelmesi için tek şartın yeryüzündeki her şeyin onun için ağlaması gerektiğini öğrenir. etraftaki her şey ağlar, ökseotu bile ağlar, üzerindeki meyveler gözyaşıdır da tek bir kişi ağlamaz. baldur geri gelemez. yani iskandinav ülkelerinin, en çok da finlandiya'nın, bu kadar soğuk, karanlık ve hüzünlü oluşunun mitik kökeni her şeyin hala baldur için ağlıyor oluşudur.

    ökseotunu unutmak tüm bunlara neden olunca hristiyanlar da "ökseotunu asla unutma"yı şiar edinip her yeni yıla girmeye yakın bir top halinde tavandan sarkıtıyorlar. hem unutmuyorlar hem de eğer bir kız bu otun altında duruyorsa o kızın bir erkek tarafından öpülmesi gerekiyor ki yaşama bağlılık ve mutluluk kutsansın. yani şans eseri otun altına denk gelirsen ve şans eseri de yanında bir delikanlı varsa seni öpmesi gerekiyor. amerikanların çalışmak dışında yaptıkları tek şeyin özel gün kutlamak olduğunu düşünürsek aralık ayı dedin mi noel partileri başlıyor. gençlerin çoğunlukta olduğu hızlandırılmış bir parti değilse kimsenin kimseyi öptüğünü sanmam, olsa olsa ökseotuna flörtöz göndermeler olur. bir de galiba birinden hoşlanıyorsan ökseotunun altına denk gelmesini bekleyip yanında bitiyorsun. bir tür bahane. benim geleneğe takılmam da erken mi erken yapılmış bir partiye denk geldi. partide de yaptığım tek şey sincap gibi biramı içip böyle uzun bordo eteği, güzelim tıraşlı kafası ve gümüş yuvarlak gözlükleriyle etrafta dolaşan budist rahibi kesmek. amerika din bilimleri çalışmaya gelmiş rahipleri nasıl yutacak acaba diye merakımdan gözüm uzun süredir üzerinde. bir taraftan da diyorum ki bir punduna getirip rahiple kendimi ökseotunun altında kıstırsam, rahibe de "beni öpmen gerekiyor" desem ne olur? çünkü bildiğim evlenmiyorlar ve dişilere karşı herhangi bir ilgileri yok. çevrelerindeki her şey cinsiyetsiz. yine olmadık zamanda imkansızla yüzleşeyim, kutsalı kutsalla çarpıştırayım istiyorum. diyeceğim o ki bir noel partisinde budist bir rahibin izini sürerken hiç mi hiç beklemediğim bir anda yüzü yüzüme çapkın çapkın gülümseyerek yaklaşan parmağıyla da başımın üstünde hale gibi asılı ökseotunu işaret eden kocaman gözlü çakırkeyif bir amerikalı tarafından mini bir buseyle tam ağzımdan öpülecekken anında bir manevrayla yanağı dönmüşlüğüm, buseyi yanaktan kapmışlığım var. hayır, ağız da burun, göz, kulak, el gibi bir şeyken neden bir burundan ya da elden öpmekle bir ağızdan öpmek bu kadar farklı oluyor onu da bilmiyorum. ağza verilen anlam galiba başka bir ağızdan alabileceği karşılık oluyor, çünkü bir yanak bir ağza karşılık veremiyor. peki bir rahip ağızlar karşılaşmadan nasıl yaşıyor? asıl o rahip o rahipliğiyle o partide ne arıyor? amerikalı eğer orada öyle dursaymışım ve beni kimse öpmeseymiş bu yılın da aşksız geçeceği anlamına geldiğini söylüyor. bir an rahibin aşksız geçen ömrünü düşünüyorum, başımı kaldırıp ökseotuna bakıyorum, yanımda olsun istediğim yüz, o yüzün ağzı aklıma geliyor. "ökseotundan rahibe taç yapalım mı?" diyorum. amerikalı gülüyor. içimdeki finlandiya baldur için ağlıyor.
  • druid inancına göre (özellikle meşe ağacının üstünde yetiştiğinde) kutsal bir ot.
  • (viscum album l.),
    yöresel olarak, çekem, , purç, gökçe, gevele, güvelek ve gövelek adlarıyla tanınır.
    saçak köklerinin yardımıyla yapraklı ağaçlarda (elma, armut, söğüt, kavak), çam ve köknar gibi yumuşak odunlu ağaçlarda asalak (parazit) olarak yaşayan, hayatımızdan ayrı düşünemeyeceğimiz bitkidir...
    kendisini barındıran ağacın yüksek dallarının üstünde yuvarlak bir top biçiminde yetişir. her zaman yeşil olan yaprakları deriyi andırır ve sarımsı yeşildir. kışın kelebek kanatlarını andıran yapraklarını dökmez. meyveler bezelye veya nohut büyüklüğünde, parlak, beyaz renkli ve cama benzer, içi kaygan ve yapışkandır.
    bu beyaz yapışkan madde insanlar için zehirlidir.ama onları iştahla yiyen kuşlara hiçbir zararı dokunmaz.
    kuşlar, bitkinin yapışkan tohumunu gagalarına alıp dallara sürterek veya kursaklarında yumuşattıkları meyve çekirdeklerini dalların üstüne dışkılayarak yeni bitkilerin kök salmasını sağlarlar. bu tohum ne suyun içinde, ne toprakta ne de başka bir ortamda filizlenemediği (kök salamadığı) için, bitki ancak bu şekilde üreyebiliyor. ökseotu bu şekilde çoğalmayı kuşlara borçlu olduğu halde, bazı yörelerde aynı yapışkan madde kuşlar için tuzak olmaktadır . bu yapışkan madde çubuklar üzerine sürülmekte ve küçük kuşları yakalamak için "ökse" olarak kullanılmaktadır. bitki rezin, saponinler, organik asitler, alkaloitler, viscotoxin, acetylcholin, lectine, inosit ve müsilaj taşımaktadır.
    çok eski çağlardan beri şifalı özelliği bilinir
  • altında bulunan iki kişinin öpüşmesinin zorunlu olduğu ot.
  • altında öpüşme hikayesine ilk olarak yunanlıların saturnalia festivalinde sonraları evlilik adetlerinde rastlanmıştır. iki değişik anlamı vardır. biri doğurganlığı verimliliği arttırması diğeri uzun ömür vermesidir.

    18. yüzyıla gelindiğinde ingilizler buna bir başka inancı daha eklemişlerdir. christmas zamanı okseotu altında bir kız öpülmeyi reddedemez. böyle bir öpücük çok romantik bir ilişkiyi, uzun süren bir arkadaşlığı veya iyi niyeti belirtir. eğer reddederse gelecek sene evlenmeyi unutmalıdır.

    günümüzde geleneksel bir eğlence olarak yorumlanan bu olay hala evlenme sözünü veya uzun ömür dileme anlamını taşıyor. fransızların yeni yıl ile birleştirip "au gui l'an neuf" adını vererek kutlamaları gibi diğer hristiyan memleketlerde christmas'la sınırlı olmayan bir kutlama şekli yaygınlık kazanmış.
  • selina kyle - a kiss under the mistletoe. you know, mistletoe can be deadly if you eat it.
    bruce wayne - but a kiss can be even deadlier... if you mean it.
    (bkz: batman returns)
  • viscum albüm, halk arasında ökseotu, çekem, burç adı ile de bilinir.klorofilli yarı parazit bir bitki olan viscum albüm (loranthaceae) birçok
    odunlu bitkinin, ağaçların dalları üzerinde yaşar. üzerinde bulunduğu ağacın dallarına yalancı köklerle (haustorium) tutunur. bu yalancı kökler, ağacın iletme sistemine kadar uşanır ve buradan su ve suda eriyen maddeleri emer. bitki klorofilli olduğundan kendisi fotosentez yapar.
    v. albüm, ağaç üzerinde iri bir küme oluşturması ve dikotomik dallanma şekliyle kolayca tanınır. bitkinin yaprakları (folia visci) triterpenik bileşikler ve saponozitler taşır.yapraklardan triterpenik bileşikler olarak a-e p-viskol ile oleanolik asit heterozidi olan bir saponozit elde edilmiştir; a-viskol sonradan p-amirenol, p-viskol de lupeol olarak teşhis edilmiştir. bitkide peptit yapısında, molekül ağırlığı yaklaşık 9000 olan ve viskotoksin adı verilen zehirli bir madde de tesbit edilmiştir.tansiyon düşürücü olduğundan arterioskleroza karşı kullanılan ilâçlar arasında yer almaktadır. diüretik etkisinin saponozitten ve az miktarda da olsa taşıdığı kolinden ileri geldiği tahmin edilmektedir.yüksek dozda, kalbi sistolde durduran toksik etki görülür. bu etki viskotoksinden ileri gelmektedir. türkiye'de bir mühtahzar olmamakla beraber avrupa ülkelerinde, ekstrelerinden müstahzar hazırlamakta yararlanılır. türkiye'de, aktarlarda bitkinin tohumları satılmakta ve halk arasında antispazmodik ve diüretik olarak kullanılmaktadır.
hesabın var mı? giriş yap