• görsel

    alfredo, filmde bir yerde şöyle bir hikâye anlatıyor toto'ya..

    "bak, sana bir hikâye anlatacağım toto. bir zamanlar krallığın birinde bir kral güzel prenses için ziyafet verir. kapıda bekleyen asker kralın kızını görür ve bir çırpıda aşık olur. fakat kralın kızının basit bir kapı görevlisiyle ne işi olabilir? en sonunda asker prensese ulaşır ve artık onsuz hayatının bir anlamı olmadığını söyler. prenses askerin aşkından etkilenir. “eğer balkonumun altında hiç hareket etmeden yüz gün yüz gece bekleyebilirsen senin olabilirim.” der. asker kabul eder ve prensesin balkonun altına gider. bir gün, iki gün, üç gün, yirmi gün, otuz gün… her gece prenses dışarı bakar, ama o kımıldamaz bile. yağmurda, rüzgârda, karda… o hep oradadır. kuşlar kafasına pisler, arılar sokar, ama o kımıldamaz. doksanıncı günden sonra taş kesilmiş bir vaziyette gözlerinden akan yaşları zapt edemez. uyumaya bile dermanı kalmamıştır. tüm o günlerinde prenses onu camından seyreder. ve doksan dokuzuncu günün akşamında asker sessizce çekip gider oradan. bu hikâyenin ne anlama geldiğini sorma. çünkü ben de bilmiyorum. eğer bir gün anlarsan sen bana söylersin.”

    (alfredo, cinema paradiso)

    bence bu hikaye şunu anlatıyor,

    asker sevdiği kız için 100 gece yağmur kar kış demeden beklemeyi göze alıyor. bu ona duyduğu aşkın büyüklüğünü gösteriyor..
    günlerce günlerce bekliyor prensesin balkonunun altında..

    90.gün geliyor ve o günden sonraysa büsbütün halsiz düşüyor. aç susuz bitap halde. ama yine vazgeçmiyor.

    prenses onun bu halini görüyor, görmesine rağmen yine de ona merhamet etmiyor, sevgisine inanmıyor.

    asker 100.gün olacağı gece vazgeçiyor..
    neden vazgeçiyor?

    99 gün beklemesi bile sevdiği kızı, ona olan sevgisine inandıramıyorsa bir günde ne değişecek ki..
    geçen onca süreye rağmen kızın kalbinde ufacık sevgi kırıntısı bile oluşmadığını görüyor.
    oluşsaydı eğer bu denli acımasız olmazdı

    prenses onunla olmayı kabul etse bile asker artık onun sevgisine inanmıyor olacak. çünkü onca zaman kalbi yumuşamayan insan, bir günde değişmez.
    bu yüzden vazgeçiyor
  • miramax'in halk sikilir diye nerdeyse icinden bir saat kirptigi, once kisa versiyonunu sinemalara sokup, yillar sonrada uzun versiyonuda sinemalara sokup, ayni insanlardan iki kere para alarak, ayni filmle iki kere kose olmasini sagladigi, herkesin kisa versiyonunu daha cok sevdigi ama aslinda ancak uzun versiyonda hikayenin ve filmin felsefesinin tam anlasildigi film.

    -------------spoiler----------------
    yeni eklenen sahneler kimi zaman seyirciye gereksiz olarak da gelse yonetmen tarafindan filmin mesajini guclendiren eklemeler olarak gorulebilir. film de salvatore ile birlikte buyuyen seyirci, salvatore'nin sinemaya olan askininda buyumesine seyirci oluyor aslinda. salvatore, arkadasi, belkide hayatta ki tek dostu, alfredo, salvotore'nin sinemaya olan tutkusunun onu basarili bir yonetmen yapacagini bilen ve anlayan tek kisi. dolayisiyla, filmde elena karakteri ile salvatore'in askini engelleyen kisi de o(bu bilgi bize ancak filmin uzun versiyonunda aciklaniyor.) sonunda salvatore basarili bir yonetmen oluyor ama yinede icindeki bosluk kapanmiyor. filmin son sahnelerinde karanlik sinema salonunda alferedo'nun verdigi filmi izlerken, salvatore ancak o zaman ilk defa olarak alferedonun, askin sadece filmlerde mutlu sonla bitecegini anliyor. dolayisiyla elena ile kalmis olsaydi, buyuk bir ihtimalle sinemaya olan aski yasadigi kucuk koyden disari cikamayacakti. alferedo elena'nin adresini salvatoreden saklarken, aslinda ask ve sinema arasinda bir secim yapiyor. bunu biraz olsun salvatore icin yapiyor, ama aslinda daha cok dunyanin cesitli yerlerinde hayatlarindan kacmak icin karanlik sinema solanlarini doldurup, biraz olsun hayatlarina anlam katacak filmleri ac gozlerle bekleyen sinema asiklari icin yapiyor. dolayisiyla, filmin icinde ki ask ne kadar bir trajedi ile sonuclansada, yinede cinema paradiso bir mutlu ask filmi, cunku sinemaya asik olmanin filmi.
    ------------spoiler-------------------------------
  • filmde geçen asker hikayesi şöyledir:
    --- spoiler ---
    bir zamanlar kral, güzel prenses için bir davet vermiş.sonra orada nöbet tutan bir asker kralın güzeller güzeli kızını görmüş. dünyanın en güzel kızıymış ve asker onun için ölüp bitiyormuş. ama bir asker parçası nasıl kralın kızıyla olabilir? sonunda bir gün karşılaşmışlar ve kıza artık onsuz yaşayamayacağını söylemiş. prenses, askerin aşkınden öyle etkilenmiş ki, askere :

    "eğer balkonumun altında 100 gün 100 gece beklersen o zaman senin olacağım." demiş. bunun üzerine asker beklemiş de beklemiş bir gün , iki gün, on gün, yirmi gün... her akşam prenses dışarı baktığında, hiç kıpırdamadan duruyormuş. yağmur çamur demeden, kuşlar kafasına pisliyor, arılar sokuyormuş ama o kıpırdamıyormuş.lakin 90. gün yorgun ve bitkin düşmüş yaşlar gözlerinden süzülmüş tutamamış onları uyumaya gitmeye bile gücü yetmemiş ve tüm bu zaman boyunca prenses onu izlemiş. en sonun da 99. gecede asker ayağa kalkmış,sandalyesini de alıp oradan uzaklaşmış...

    uzaklaşmış çünkü 100. günün sonunda prenses sözünden dönerse askerin kalbi parçalanacak, kederinden ölecekti. bu yüzden 99. gecede ayrılmayı seçti, böylece prenses onu sonsuza dek hatırlayacaktı...
    --- spoiler ---
  • nedense beni en cok etkilemis tarafi, yaslilarin yeni adet olan sinema salonuna girdiklerinde, eski adetle kalabaliga selam etmeleriydi. filmin baslamis olmasi umurlarinda degil, ahaliyi gorunce selam cakmak lazim. fakat adetler degismis, ahali yaslinin selamini takmaz olmus, sss'lerle sus isaretleriyle bu saftirigi "egitiyorlar". zamanla kimse selam vermemeyi ogreniyor, bayagi melankolik.

    halbuki ne guzel olurdu soyle dolu bir salona girsek reklamlarin bitiminde tam film baslamadan once, herkes oturmus sessiz sedasiz, bir selamin aleykum desek, ahali de kalkip koro halinde cevap verse, sonra bu tanisiklik bir coskuya donusse, ahali oturmasa, hail caesar diye tempo tutsa, kalabaligin arasinda beyaz atimla dolassam, kafamda popcorndan bir tac, arkamda hiyarin teki "unutma sen tanri degilsin, you are but a man" filan dese ben de onu balkondan atsam asagidaki aslanlara.. ooff, turk sinemasi icin oyle planlarim var ki.
  • on-oniki yıl önce trt de izlediğim film. bütün aile ağlamıştık. geçenlerde izledik tekrar (ailece diil bu sefer) nerede ağlamıştım onu hatırlayamadım. taş olmuş kalbimiz demek ki. fakat alfredo gibi bir amca herkese lazım onu anladım tekrar. yumuşak, pamık gibi...
  • bir adam daha doğrusu bir genç vardır, üniversite sınavlarında yüksek puanlar almış itü'nün yüksek puanlı bölümlerinden inşaat mühendisliğine sevdiğini zannederek girmiştir ama ne okuduğu bölüme ne de bu şehre tutunamamıştır.

    kendini en mutlu hissettiği yer belki de kantin sohbetleridir. bu kantindeki kızlardan birinin "sen bu anlattıklarını yazsana" deyişiyle, bir de ferhan şensoy seyretmişliğiyle yazmaya başlamış, kendi çapında bir senaryo yazmıştır.

    bir gün yalnızbaşına bir film seyretmeye gider.

    eve döndüğünde yazdığını yırtması icap eder. çünkü bir başkası onun yazdıklarını ondan daha iyi yazıp bir de üstüne çekmiştir.

    o film bu filmdir.

    adam mı? (bkz: yılmaz erdoğan)
  • biri yalnız, birisi bir arkadaşımla iki kere orjinalini, bir kez de director's cut versiyonuna eklenen sahneleri izlediğim, italyan sinemasının son 30 yılda çıkarttığı* en iyi film. ilk izlediğimde yoğun nostajli ve aşkın etkisiyle gözlerim dolmuş, yıllar sonra ilk kez ağlama eşiğine gelmiştim.

    yazlıkta arkadaşımla izlediğimde, arkadaşım filmin ortasından sonuna kadar böğürerek ağlamış, hatta film bittiğinde saat 1'e geliyor olmasına rağmen dışarıda bir saat kadar dolaşıp, sakinleşmesini beklemek zorunda kalmıştım. hatta filmle ilgili bir sahne aklına geldikçe tekrar ağlamaya başlayıp beni güldürmüştü, ama filmin son sahnesiyle ilgili yaptığı bir belirlemeyle benim de hüzünlenmemi sağlamıştı:

    --- spoiler ---

    son sahne aslında alfredo'nun, toto küçükken ona verdiği sözü tuttuğu bir an. toto küçükken sansür kurbanı sahneleri almak istediğini söylediğinde alfredo "onlar senin, ancak bende kalacaklar" demiş; ölmeden önce, kör olmasına rağmen, kesilen sahneleri montajlayarak bu sözünü tutmuştur. toto da alfredo'ya verdiği sözü tutarak, yönetmen olmayı başarmıştır.

    filmin genelinde beni en etkileyen şey, toto'nun büyüyüp, hayallerini gerçekleştirip yönetmen olması ancak aşkı bulaması oldu. hayalini gerçekleştirmesine rağmen mutlu olmuş mudur? giancaldo'ya yıllar sonra ilk kez döndüğünde gözlerindeki özlem, hala elena'ya olan aşkı bana göre toto'yu mutsuz ve çok yalnız bir adam yapar.

    director's cut versiyonuna eklenen sahnelerin bazıları gerekli, bazıları çok gereksiz. şöyle ki, alfredo'nun, toto gitsin ve dönmesin diye ne kadar çabaladığı daha iyi anlaşılıyor. ancak toto, cenaze için döndüğünde, elena ile yaşanan tek gecelik ilişki ise gereksiz ve filmin büyüsünü kaçıracak nitelikte. çünkü aralarındaki aşkı güzel kılan, belki yarım kalmış, hayallerde yaşanıyor olmasıdır bana göre.

    24 yıllık ömrü boyunca bir kız arkadaşı olmuş ve platonik aşkın ilhamıyla beslenmiş biri olarak söylüyorum ki alfredo haklı. gerçek aşk sadece beyaz perdede var. dünyamızda aşk ya yarım kalmış bir hikaye ya da hiç başlamamış bir serüvenden ibaret. o yüzden gerçekten aşık insanlar yazıyor, besteliyor ya da film çekiyor. yaşamadığı, yaşayamadığı aşkları anlatmak için...

    filmi bu kadar güzel kılan tornatore'nin yönetmenliği yanı sıra büyük üstad ennio morricone'nin 100 oscar verilse hakkı ödenmeyecek olan kusursuz soundtrack'idir. filmi izlemiş bir kişinin filmin aşk temasını dinlerken hüzünlenmemesi mümkün değildir bence. hazır büyük maestro'dan bahsetmişken, venedik konserinden filmin ana ve aşk temasının canlı bir yorumunu paylaşarak huzurlarıızdan çekiliyorum.

    http://www.youtube.com/watch?v=wskyoyyvnay

    son olarak edit şeysi: yarattığı nostajli, geçmişinde hatırlamaya değer bir şey olmayan koskoca adamı bile ağlatmaya yeter.

    sayid's rating: 9/10

    --- spoiler ---
  • "tanrı'ya saygım sonsuz, dünyayı 3 günde yaratmış... ben yaratsam kesin daha uzun sürerdi, ama daha iyi yapardım" - alfredo.

    (aklımda kaldığı kadarıyla.)
  • italyanca'nın i'siyle ömrü boyunca hiç alakası olmayan bir insan evladını, çiiinemaaa paradisooo, alfredoooo şeklinde kelimelerin son hecelerini delicesine uzatarak ortalıkta covanni edasıyla dolaştırdığına bizzat şahidim.

    nasıl bir estetiktir bu yahu?

    film içinse nereden başlayıp nereye bağlayabileceğimle ilgili ciddi şüpheler beslediğimden, büyük harflerle yorum yapmamaya çalışacağım.. sözlüğe ilk alındığım o kutsal zamanlarda, bir entry yazmıştım tırsa tırsa. zira acemilik dönemlerimdi ve tanım yapmadan evdekilerle dahi konuşamaz olmuştum (şaka lan). nostalji kelimesiyle ilgili bir entry'di, şimdi numarası'dır otudur çöpüdür aramaya üşendim. neyse. tanım yapıp gönder'e bastım çıktım. herhangi bir entry'i uzatmanın (şekil bir a) sözlük adabına aykırı kaçacağını düşündüğümden iki üç cümleyle sınırlardım derdimi. nostalji'ye de aynı muameleyi yapmıştım ki..

    gönderdikten birkaç dakika sonra -net hatırlamamakla beraber- mesaj haneme nur yağmıştı böyle en yeşilinden. abi nası güzelmiş anlamı, vay be içerikli mesajlar. kelimeyi kendim bulmuş da halka sunmuşum gibi olmuştum o an. sözlük böyle garip enteresan bi oluşum..

    nereye mi bağlayacağım bu filmi? nost algia'ya.. yani bizim acımız manasına gelen o özel kelimeye..

    geçmiş, acılarla doludur.

    --- spoiler ---
    toto'nun, çocukluktan başlayıp gençlik yıllarını da kapsayan hayatı rengarenktir. sanırsın o sicilya sokaklarından gökkuşağının ayrı bir rengi fırlar gün ışıyınca. sinemadaki bol curcunalı ortam, meydandan geçen tanıdık simalar, arabanın içine yumurtlayan tavuklar, hatta ilkokul bile insanın içini yaşama sevinciyle doldurur adeta.

    ama..

    acılarla doludur aslında hayatı toto'nun. daha kendini bilmeden en büyük kazığı atmıştır hayat ona; babası askerdeyken ölmüştür ve annesi iki çocuğuna bakmak için saçlarını süpürge etmektedir deyim yerindeyse. sonra o, oyunculuğu karşısında başından sonuna şapka çıkarttıran alfredo yok mu! ah o alfredo!!! tam hayata tutunaym der toto, o zaman da en yakın dostunun başına olmadık bir felaket gelir ve artık o güzellikleri göremeden yaşamaya devam etmek zorunda kalır.. ona da alışır zamanla ve büyür toto. aşık olur. gelgelelim bir kazığı da kaderden yer; sevdiği kızdan tam otuz yıl uzakta, başka kimseleri sevemeden yaşar. yaşlanır. geriye döner. geçmişine döner. ama hala yerinde olan sadece ve sadece, hayatın ona bıraktığı acıdır. mermer gibi bir adamın gözlerinden yaş getirebilen tek şey, yüzünde masumiyet çiçekleri açan çocuk toto'dur; bir kızı tutkuyla seven delikanlı toto'dur ve elbet, bir daha asla göremeyeceği alfredo'sudur..

    geçmiş, acıdır.

    ve bu film, geçmişine bağlı herkesi danalar gibi ağlatır. biliyorum hiç hoş bi tabir değil, ama ekranın karşısında gözünde yaşlarla donakalmış bir dananın sözleridir bunlar.

    az önce saldım çayıra, gitti çocukluğundaki yazlık sinemayı buldu. çiğdem çitleye çitleye bir film izliyor şimdi.

    cennet sinemasında...

    --- spoiler ---
  • avrupa sinemasının yeni dönem depresifliğinden uzak,insana küçükken özlediği ne kadar şey varsa slayt gösterisi gibi gözlerinin önünden geçiren,humanist yönü hep ağır basan müthiş film.türk ve italyan kültürünün birbirine benzemesi de türk seyircisini bu filme bağlayan etkenlerden biri de olabilir..çoğu insanın küçükken bir alfredosu olmuştur,alışveriş yap diye verilen parayla arkadaşlarla sinemaya gidilip eve dönünce azar işitilmiştir,lise aşkları,kurulan hayaller..teknik yönü de çok üstündür filmin,filmdeki müthiş kesmeler,kadraj,imalı anlatım ders niteliği taşımaktadır..tornatore ayrıca sinema salonu sahnelerinde fellini'nin roma filmine gönderme yapmıştır..ya da italyanın heryerinde o dönemler sinema salonları ve insanların davranışları aynıdır..aslında filmi kısa bir sözcük de güzel tanımlayabilir..(bkz: başyapıt)
    (bkz: tekrar izlendiginde ayni yerinde aglatan filmler)
hesabın var mı? giriş yap