• kitapları çevirmekten ziyade türkçeye uyarlamak derdine düşmüş gibi görünen çevirmen. mesela, bitirmek için acı çektiğim d. h. lawrence'ın sons and lovers'ını öyle bir hale getirmiş ki bu hanım teyzemiz, olay sanki britanya'nın kasvetli bir madenci kasabasında ya da koyu yeşil çayırlarında değil ne bileyim bir fatih'te, bir eyüp'te, bir çatladıkapı'da, adile naşit, münir özkul, tarık akan, ıtır esen, halit akçatepe kıvamında karakterler arasında geçiyor. millet birbirine "cancağızım", "tontonum", "hanımım" diye sesleniyor, adresler "yokuşbaşı", "selvi çıkmazı" gibi isimler almış, arada nottingham falan geçince "aa bi dakka ora da nere? samatya'da değil miydi bu pertev'in evi?" falan oluyor insan ister istemez. orijinalinden çok daha neşeli bir kitap da cabası. bu kadar kitabın özünden uzaklaştırılmış, canı çıkarılıp vahşice yapılmış türkçeleştirme hayatımda görmedim. yahu ahmet vefik paşa falan yapmış molière'den falan uyarlamalar ama o zaman tarih ondokuzuncu yüzyılları gösteriyormuş. hadi nihal hanım bu işi eskiden yaptı, ama kitabın baskısını 2011'de yapan imge yayınevi bu işi yaparken ne düşünüyordu bilemiyorum. yani yıl olmuş 2011. cidden çoğayıb.

    konuyla alakası yok ama ille de d. h. lawrence okuyacaksanız akşit göktürk'ten şaşmayınız. çeviri var, çeviri var.
  • büyük umutlar'ın yeğinobalı'nın çevirdiği can yayınları baskısında, henüz ilk bölümünde kaçak mahkum, pip'i korkutmak için ortaya hayali bir canavar ruhlu adam atıyor ve mahkum bu canavar ruhlu adam ile kendini kıyaslarken şöyle diyor:

    "benimle birlikte gizlenen genç bir adam var ki, tanrı vermeye, onun yanı sıra hani ben, zemzemle yıkanmış gibi kalırım."

    bu satırlardan önce de uzun uzadıya bir kiliseden, hristiyan mezarlığından falan bahsediyor pip. yani basbayağı başka bir dine ait öğeler de mevcut.

    "zemzem" kelimesinin geçtiği cümlenin orjinali ise şöyle:

    now, i ain't alone, as you may think i am. there's a young man hid with me, in comparison with which young man i am an angel."

    yeğinobalı burada "angel" kelimesinin karşılığı olarak "zemzemle yıkanmış" kalıbını kullanıyor. "melek" kelimesini tercih etse ne kaybeder yahut onu geçtim, bugüne kadar hiçbir editör bir dickens romanında "zemzemle yıkanmış" kalıbının ne işi var diye düşünmemiş mi, anlamış değilim sevgili romalılar.
  • manuel puig'in örümcek kadının öpücüğü kitabını çevirirken kendince (!) sansür uygulayan çevirmen?!

    nihal yeğinobalı, manuel puig'in 'örümcek kadının öpücüğü'nü çevirirken kitapta iki erkek arasında "üç-dört satırlık oldukça grafik bir sevişme sahnesi"ni sansürleyiverdiğini anlatıyor. "bu üç-dört satırlık anlatım pek önemli değil diye düşündüm. hâlâ da aynı fikirdeyim, o üç satır yüzünden koskoca kitap kazaya, sansüre uğrayabilir diye ufacık bir sansürü kendim yaptım".

    yıldırım türker'in yazısının tamamı için; http://www.radikal.com.tr/…r.php?ek=r2&haberno=5517
  • mansfield park'ın yeğinobalı çevirisi şöyle başlıyor:

    "otuz yıl kadar önce huntingtonlu miss maria ward, yalnızca yedi bin sterlin ağırlığı olduğu halde başına talih kuşu konmasıyla northampton eyaleti’nden, mansfield park malikânesinin sahibi sir thomas bertram’ı kendisine âşık etti ve böylece bir “baronet” karısı konumuna yükselerek görkemli bir konak ve bol gelir sahibi olmanın tüm nimetlerine kondu."

    henüz ilk cümleden ortada bir gariplik olduğu çok açık değil mi? bir insanın nasıl "yedi bir sterlin ağırlığı" olabilir?

    cümlenin aslıysa şöyle:

    "about thirty years ago miss maria ward, of huntingdon, with only seven thousand pounds, had the good luck to captivate sir thomas bertram, of mansfield park, in the county of northampton, and to be thereby raised to the rank of a baronet's lady, with all the comforts and consequences of an handsome house and large income."

    anlaşılan "pound" kelimesini hiç alakası yokken "ağırlık" olarak çevirmiş yeğinobalı ve işin daha vahim tarafı, benim gibi sıradan bir okur bile işkillenip asıl metinle karşılaştırmayı akıl edebiliyorken, altmışlardan beri basılan bu çevirinin henüz ilk cümlesinde yer alan bu tuhaflık yıllardan beri hiçbir editörün dikkatini çekmemiş (can yayınları da dâhil).
  • cok cevirmis olan cevirmen. vincent bilmemkim adiyla yayinlanan, hala baski yapan bir doneme damgasini vurmus olan "genc kizlar" romanini da bu hanim yazmis, fakat o donem bir genc kizin (lise yaslarindaymis kendisi, ya da universite, ne fark) o kadar "erotik" cagrisimli seyler yazmis olmasina pek hos bakilmadigi ve yayinlanmasi pek kolay olmayacagi vs. icin kitap ceviriymis gibi yayinlanmistir. "sozdeceviri [pseudotranslasyon]" konusunda pek bilinen bir ornektir. ayrica mazi kalbimde bir yaradir, sitem gibi kitaplari da vardir kendisinin.
  • hep kitaplarda karşıma çıkmış bir imza iken, bir gün bir yerde tesadüfen karşılaştığım, 75 yaşında olmasına rağmen erotizm kavramı üzerine yaptığı o hoş konuşmasıyla beni şaşırtan, kısacık beyaz saçlı, tatlı, komik, ufacık, dev kadın.
  • kendisinin çevirdiği, engin yayıncılık tarafından 1999'da yayınlanmış jane austen'ın aşk ve gurur'unu sayesinde hiç zevk almayarak okuduğumu yazarak başlamak istedim yazıma. yazarlığı konusunda hiç bir yorum yapamam ama çevirmenliği konusunda tek bir çevirisine bakarak zayıf demek zorundayım.

    en çok rahatsız eden kullanılan dildi benim açımdan. jane austen'ın daha önce okuduğum ikna kitabındaki dilinin sadeliği ve daha sonra merak edip aşk ve gurur'un ingilizce aslında gördüğüm o duru anlatım ne yazık ki türkçe çeviride yok. ayrıca pek çok dil bilgisi hatası da var. bütün bunların çeteresini tutmamış olsam da aklımda kalan ne... ne... bağlacının yanlış kullanımı, özne-yüklem uyumsuzlukları geliyor aklıma ilk olarak.

    ayrıca çeşitli yerlerde "bize öyle geliyor ki", "bizce şöyle düşünülmeli ki" gibi birinci tekiller görmek beni "var mı böyle bi kullanım yahu? du bakayım nasıl söylemiş bunu." dedirtip, kitabın başında huylandırıp kitabin orjinalini bulmama ve baktığımda bu tür bizli sizli anlatımın olmadığını görmeme sebep oldu. ayrıca bu entry girme sebebim olan ve tesadüfen baktığım bir paragrafın sonunun atılmış olması da var.

    bir diğer şey de kelimelerin çok yerinde seçilmemiş olması. hitap sözcüklerinin çok abartılı. ingilizce'de günlük hayatta kullanılan hitap şekillerinin -darling, my dear-, gözümün nuru, ruhum, cancağızım diye çevrilmesi de bence yine jane austen'nın o sade anlatımına pek uymamış. güvenç olmamak gibi daha pek çok örneği olan garip kelimeler kullanılmış olması da çeviriyi zayıflatan unsurlardan biri.

    nihal yeğinobalının kendi tarzı nasıldır bilmiyorum ama jane austen tarzıyla uzaktan yakından alakası olmayan bir kitap okuyorum şu anda (okuduğum diğer jane austen kitabı ikna ve ingilizce aslına göz attığım pride and prejudice'a dayanarak böyle konuşuyorum.).

    nihal yeğinobalı hakkında söyleyebileceğim vasatında altında hatta zayıf bir çevirisini okuduğum çevirmendir.
  • emeğine saygısızlık etmeden nasıl anlatılır bilmiyorum ama sanırım kendisi bizim en büyük çaresizliğimiz. lawrence (aşık kadınlar, oğullar ve sevgililer) , dickens (büyük umutlar, oliver twist) , twain (huckelberry finn, tom sawyer) , austen (aşk ve gurur, emma, mansfield parkı), bronte (jane eyre) gibi bir dönemin en parlak yazarlarını kendileri "çevirmiş". işin kötüsü çevirdiği kitapların büyük bir kısmı için farklı seçenekler de mevcut değil (ne idüğü belirsiz set pazarlamacısı sözde yayınevlerini saymazsak). ismini bir kitabın kapağında ya da künyesinde gördüğüm zaman seksen beşinci dakikada saha kenarına ısınmaya çıkan selçuk şahin'i görmüş fenerli gibi hissediyorum kendimi. klasikler konusunda cesurca işler yapan iletişim'e, everest'e sesleniyorum: çevirtip basın allahaşkına. vallahi alacağız.
  • can yayınları'ndan çıkan oliver twist çevirisi facia olan çevirmen.

    akmıyor kitap, şu hayatta en nefret ettiğim şey bir kitabı yarım bırakmak, ama bi türlü okuyamıyorum kitabı. üzgünüm charles amca, üzgünüm nihal teyze.
  • birtakım çevirileri beni tarifsiz acılara zerk etmiş olan hanım kişi. engin yayınları'ndan çıkan üç jane austen romanında*** çeviriden çok uyarlama yapma yoluna gitmiş, jane austen'la alakası olmayan neşşeeeeeeli bir üslup kullanıp bir de olayları anlamakta kilit olacak bir takım paragrafları ve bölümleri atmayı başarmıştır (ki bunu gözünü kırpmadan nasıl yaptığını hala anlayabilmiş değilim). ruhlar evi yine eh abdurrahman çelebi seviyesinde bir çeviriye sahip olmasına rağmen, eduardo galeano'nun ateş anıları üçlemesinin ikinci kitabı olan yüzler ve maskeler artık olayı saç baş yoldurtma, can yayınları'nın cibiliyetine tükürtme raddesine getirmiştir. "şeytan tabanları yağladığı gibi kaçtı" gibi son derece veciz örneklerle**** bezenmiş olan eser bana "acaba sayın yeğinobalı bu kitapları okumak isteyenlerin orijinal dili öğrenip o dilde okumalarını sağlamaya mı çalışıyor?" sorusunu sordurmuştur. türkiye'de yayımlanan çeviri kitaplarda zaten genelde tamamen es geçilen önsöz, dipnot ve açıklamalara hiçbir yer vermemesi ise normaldir, düzen böyledir. türk okuru 18. yüzyıl başı ingiltere'sinin, 20. yüzyıl ortası şili'sinin koşullarını filan ezbere bilerek dünyaya gelir zaten, bir de açıklama mı isteniyor? hayret birşey.
hesabın var mı? giriş yap