• "şimdi nefret zevklerin en büyüğüdür. severken aceleci davranan insan, sakinleyince nefret eder."*
  • yeryüzündeki en kişilikli duygu. sevginin aksine sahtesi çok ender bulunur. karşılıksız kaldığı durumlar da pek azdır. sizi aldatmaz ve yanıltmaz. hayal kırıklığı veya acı hissetmezsiniz. sadece kızdırır ve bu sevginin veremediği huzurun anahtarı bir kızgınlıktır. o kadar temiz, kolay anlaşılır ve istikrarlı bir duygudur ki nefretten ancak nefret edilir. nefret ancak nefret kadar güzeldir ve en az kafa yoran hali ile ondan sadece nefret edilir.
  • sevgi ile ortak yanı, ifade edildikçe artmasıdır, arttıkça ifade edilmesidir. nefret, sevgi, öfke gibi duygular ifade edildikçe azalan, tükenen duygular değil; güçlenen, beslenen, semiren duygulardır.

    insan, tüketmeye alışmış bir varlık. doğa durumunda kullandığı, istifade ettiği her şeyin zamanla azaldığına, tükendiğine dair bir tecrübesi var. somut nesnelerin kullanıldıkça tükenmesine dair bu deneyim ve anlayış, soyut olan olgulara dair de zihinsel bir alışkanlığa dönüşür. alt yapı, üst yapıyı böyle de belirler. bu alışkanlıktan dolayı sahip olduğumuz kötü duyguları köreltmeye dair ilk tepkimiz, ondan istifade etmek, onu bol keseden kullanmak oluyor. belki azalır, biter umuduyla. bünyeye her anlamda yük olan kötü duygular ifade edildiğinde kavuştuğumuz o anlık güdüsel tatmini, kötü duyguların tükenmiş hali sanıyoruz oysa durum hiç de öyle değil.

    her duygunun onu besleyen, büyüten, üreten bir ifadesi vardır. misal sevginin ifadesi şefkattir, merhamettir, özlemdir, arzulamaktır. bu ifadeler vücut buldukça sevgiyi beslemiş oluyoruz.

    işte nefretin ifadesi ise kötülüktür. kötülük ettikçe derinlerdeki hayvani tatmin, tıpkı uyuşturucu bağımlılığı gibi, bünyeyi anlık rahatlatıyor olsa da uzun vadede yıkıcıdır, yok edicidir, hastalıklıdır. nasıl ki sevgiyi öldürmenin yolu sevgiyi ifade etmemek ise, nefreti öldürmenin yolu da nefreti ifade etmemektir, yani kötülük yapmamaktır.

    eric hoffer kitle hareketlerindeki nefret inşasını ele alırken şöyle der;
    nefret ettiğimiz kimselere kötülük yapmak, nefretimizin ateşini körüklemeye yarar sadece, nefreti dizginlemeye değil. aksine, düşmana asil davranmamız da ona olan nefretimizi körleştirir.

    tam da bu yüzden nefret söylemi, medeni dünyada suç olarak kabul ediliyor. ve yine tam da bu yüzden egemenler, kitlelerine sınırsız bir nefret aşılıyor, her daim nefreti diri tutmaya çalışıyor, nefreti her an yeniden üretmek için her türlü imkanı seferber ediyor. çünkü nefreti yeterince saçmazsanız, kötülük azalır. kötülük azalırsa, nefret körelir ve nefret körelirse yönetmek daha zor olur. insanlık defalarca deneyimledi ki; nefret ifade edildikçe büyüyor, büyüdükçe ifade biçimi kuvvetleniyor. bu döngünün sonunda nefret kontrol edilemeyecek kadar büyüyor ve insana nefreti salt dil ile ifade etmek yetmemeye başlıyor. bundan sonrası ise insanlık tarihine kara lekeler düşüren işkenceler, soykırımlar, tecavüzler, talanlar, zulümler, bitmez tükenmez şiddet sarmalları.

    yani özcesi, nefretten kurtulmanın en etkili yolu nefret söylemlerini terk etmek, kötülüğü meşrulaştırma çabalarından vazgeçmek.
  • "bir insandan nefret ediyorsan, onda kendinde olan bir şeyi görüyorsun demektir. kendimizde olmayan bir şey bizi rahatsız etmez."

    hermann hesse

    "nefret, teşhis edilmemiş bir kanser gibi karaktere yayılarak yaşamsal bütünlüğü parçalar. nefret, insanın değerlerine ve nesnelliğine zarar verir. nefret, insanın güzele çirkin, çirkine güzel demesine ve doğru ile yanlışı karıştımasına neden olur."

    martin luther king jr.

    "hiç kimse, derisinin rengi, kültürel yapısı ya da inançları yüzünden başkasından nefret ederek doğmaz. insanların nefreti öğrenmeleri gerekir. nefret etmeyi öğrenebiliyorlarsa, sevgiyi de öğrenebilirler; çünkü sevgi, insan kalbine diğer hislerden çok daha doğal gelir."

    nelson mandela

    "vietnam ulusal cephesi'yle bir sorunum yok. hiçbir vietnamlı bana 'pis zenci' demedi."

    muhammed ali (1967'de vietnam'da savaşmayacağını açıklarken)

    "kimsenin sizden haklı olarak nefret etmediğinden emin olun."

    publilius syrus

    "nefret, her daim kendi ruhumuz ile bir başkasının vücudu arasındaki çatışmadır."

    cesar pavese

    "bazılarından nefret ederiz çünkü onları tanımayız; öte yandan, onlardan nefret ettiğimiz için de onları asla tanıyamayacağız."

    charles caleb colton

    (bkz: ırkçılığa ayrımcılığa ve nefret suçlarına karşı)

    (bkz: 2011 metis ajandası)
  • bastirilan duygular ichinde en tehlikelisi herhalde..
  • "nefret, başarısızlığa uğramış sevgidir." demiş soren kierkegaard...*
  • "sevginin ve askın sahtesi olur ama nefretin asla."
    hele ki sevgiyi ve nefreti aynı insana aynı derecede hissediyosanız basınıza daha kötüsü gelemez.
  • gözümün önünde alevler içinde cayır cayır yansa, kurtarmayı geçtim, tükürmeye bile tenezzül etmeyeceğim, kılımı kıpırdatmadan acı çekerek gebermesini keyifle izleyeceğim insanlar var bu dünyada. nefret son seviyeye yaklaştıkça böyle oluyormuş demek ki. sonunda beni insanlıktan çıkarttınız, tebrik ederim.
  • birazdan yazacaklarimin tamami dogrudur. gercek hikayemden izler tasir...

    30 yasindayim ben. yani artik 30 diyebilirim sanirim.
    artvin'de dogdum.
    babam askerdeymis ben dogdugumda. ben 40 gunlukken gormus beni ilk defa.
    ve ben daha dogmadan, ustelik cinsiyetimi dahi bilmeden, bana askerden mektup yazmis babam...

    "canım kızımın adı g....... olsun, yüzü hep gülsün" demiş canım babam....

    kars'a tasinmisiz sonra. anne baba memur.
    10 yasima kadar orada buyudum.
    lojmanda kaliyorduk.
    ogretmenler, askerler, neredeyse kars'taki tum devlet calisanlari bizim lojmanlarin bolgesinde idi.
    yani hep memur cocuklari ile buyudum, onlarla arkadaslik ettim.
    cok mutluydum.
    kardeslerim dogdu sonra. kars dogumlular yani.
    ondan sonra hayatim iyice şenlik oldu :) *

    her yaz tatilinde artvin'e giderdik, anneannemle dedemin yuvasina.
    ne gunlerdi...
    dagda bayirda oynadim.
    yere dusen elmayi yikamadan aldim yedim.
    kardeslerimle daha 9 yasimdayken guya trekking'e gittik yalniz basimiza.
    kaybolduk. butun aile bizi aradi.
    bulamadi.
    tam artik gazeteye ilan vereceklerken* biz "eheheh" diyerek eve döndük falan...

    cok guzel gecti benim cocuklugum.
    hic uzgun oldugumu hatirlamiyorum.
    her istedigim olmadi. parasal anlamda.
    ama cok cok mutlu edildim bir cocuk olarak.
    bir suru arkadasim vardi.
    paylasmayi ilk once annemle babamdan, sonra arkadaslarimdan, sonra da kardeslerimden ogrene ogrene işledm kafama.
    hep paylastim. ama hep paylastim.
    duygularimi, harcligimi, oyuncagimi, sirrimi, her seyimi mutlaka birileri ile paylastim...
    ve simdi dusunuyorum da, bir sey eksikmis ben bu kadar seyi paylasirken: guven duygusunu sorgulamamisim.
    bodoslama dalmisim yani.
    aileme bundan dolayi hep sitemkâr olacagim.
    keske biraz guvenmemeyi, insanlara onyargiyla yaklasmayi ogretselermis bana daha o yastan.

    neyse.

    10 yasindan sonra artik bu kadar dogu hizmeti yeter dedi annemle babam.
    ve döndük memlekete, adana'ya.
    cok aglamistim kars'tan ayrilirken.
    fakat buna ragmen adana'ya alismam hic zor olmadi.
    cok kalabalik bir aileyiz biz.
    neredeyse 100 tane kuzenim var :)
    amcalarim halalarim... oyle cok ilgilenmislerdi ki bizimle.
    ilk paylasimlarimi onlarla yapmistim adana'da... kuzenlerimle.
    sonra yeni okulum... yeni arkadaslarim...
    sokakta sabahlara kadar (abartmiyorum sabahlara kadar derken) oyun oynamayi orada gordum, deneyimledim.
    kars'ta belli bir saatten sonra disarida kalmak emniyetli olmazdi cunku.
    teror olaylarinin en cilcilli zamanlarinda ikâmet etmistik biz kars'ta.
    o nedenle adana'daki bu sabahlara kadar sokakta oynamak beni bayagi bi cezbetmisti.
    simdi dusunuyorum da ne sansliymisim.
    dusunsenize simdi istanbul'da birakin cocugunuzu sabahlara kadar disari salmayi, disari dahi salamiyorsunuz... hey gidi.

    derken yas oldu 14.
    fen lisesini kazandim. nereden bilebilirdim ki yavru kuşun yuvadan temelli uçtuğunu ?

    çıkış o çıkış, o günden beri hep ailemden uzaklarda okudum, büyüdüm, çalıştım, yaşadım...

    yatili okula alismakta zorlanmistim ilk etapta, 14 yasinda bir cocuk iken.
    fakat sonra ona da alistim.
    paylaşımın dibine vurmak nedir, insan tahammül sınırlarını nasıl genişletir, nasıl koşulsuz arkadaşlık eder, her şeyi yatılı okullarda ogrendim.
    oda arkadaslarimi hep cok sevdim.
    hepsi de beni cok sevdi. kimisinin izini kaybettim. kimisi ile halen gorusuyorum.

    ne garip... zamaninda evim dediginiz odanizda, ailem dediginiz arkadaslariniz oluyor. cok enteresan... insanoglu cok organik bir varlik. her seye alisiyor.

    ve 14 yasimdan 30 yasima kadar oyle cok, oyle derin seyler yasadim ki... tey tey...

    elbette benden daha degisik hikâyeleri olanlar vardir.
    ben kendimce enteresan, çok mutlu, çok hüzünlü, macera-vari, değişik bir yaşam hikayesine sahibim.
    bilmiyorum sonu nereye gidiyor. bindim gidiyorum ben de trene.

    neyse.
    lafi cok uzattim.

    neden nefret basligini sectim bunu yazmak icin?
    30 senelik bu yasamimda, gecen seneye kadar, o kadar az insandan nefret etmisim ki.
    hatta sadece bir kisiden (rakamla 1) nefret etmisim.
    ama gecen sene... hayatimin en nefret dolusu senesi olmuş.

    iste ben bunu hazmedemiyorum...
    ben kırılmak küsmek nedir bilmem.
    beni kızdıran birisine ısınmam bir an meselesidir.
    tek bir gülüşü, tek bir mesajı, tek bir mimiği yetebilir o kişiyle iletişime geçmeme.
    hani yazmıştım ya, sorgusuz sualsiz güvenirim herkese diye. aynen öyle...
    yumuşak karnı olurum herkesin.
    kırarlar üzerler ama bilirler ki ben tek bir çikolataya dahi tav olabilirim.

    ama işte geçen sene yaşadıklarım...
    içimde mini minnacık olan bu nefret duygusunu, sellere çevirdi.

    nefret ediyorum sizden...
    evet senden.
    evet senden de.
    senden de.
    senden de...
    nefret ediyorum.
    ve yukarıda yazdıklarımın doğruluğu konusunda bana inanıyorsanız şayet, bu nefretimin sebepsiz olmadığını da kendinize itiraf edebilirsiniz.
    dönüp bi aynaya bakabilirsiniz mesela.
    "lan biz bu kıza ne yaptık ki?" diye bi sorabilirsiniz...

    iğreniyorum sizden...
    içiniz pis.
    içiniz leş.
    içiniz kokuşmuş...

    iğreniyorum sizden.
    bana nefret duygusunu ogrettiginiz icin igreniyorum.
    igreniyorum...

    *

    yıllar sonra gelen edit: son oylanan entry'lerimde görünce bi okuyayım dedim acaba ne yazmışım diye. okudum ve artık hiç kimseden nefret etmediğimi, bana bunları yazdıranlara karşı hiç ama hiçbir şey hissetmediğimi fark ettim.

    allah'a havale edip önüme bakmışım. başarmışım.*
  • 1998 ocak ayinda ceza (aka keskin kilic) ve dr fuchs (aka sihirbaz)'dan kurulu turkiye'nin en iyi rap grubu..
hesabın var mı? giriş yap