• 90'nına merdiven dayayan ünlü belgeselci frederick wiseman'ın 2012'nin başlarında 12 haftada çektiği ve 2014'de gösterime giren 3 saatlik belgeseli. sağolsun 20. gezici festival sayesinde izleme şansı bulabildik. malum wiseman belli bir mekana dayalı anlatımı seviyor. bu mekân bazen paris'teki bir opera salonu bazense teksas'taki bir boks salonu ya da berkeley'de bir üniversite olabiliyor. gerçi bu filmler mekanlara odaklansa da wiseman'ın derdi görmeyle ilgili. görülenle gören , temsille temsil edilen ilişkisi.

    bu filminde ise londra'daki national gallery'nin -kelimenin tam anlamıyla- ıcığını cıcığını çıkarıyor. bunu büyük bir huşuyla, büyük bir sevgi ve saygıyla sanki kutsal bir mekandaymışcasına yapıyor. müzede sergilenen eserler, eserlerin ne anlattığı ile yapıldığı dönem arasındaki ilişkiler, görsel hikaye anlatım tekniği, eserlerin yapım tekniği, çerçeveleri, restorasyonu, ışığı kullanım teknikleri, ziyaretçiler, müzedeki eğitim programları, dans gösterileri, nü ile yapılan çizim dersleri, küratörlerin eserlerin nasıl sergileneceği ile ilgili yorumları, akademisyenlerin tablolar ile ilgili yorumları, şiir ve resim ilişkisi, müzenin bütçe görüşmesiyle ilgili yapılan toplantılar, müzenin önünde yapılan protesto gösterileri...ve daha buna benzer pek çok ayrıntı...

    evet uzun bir film ama ortaçağdan, 19. yüzyıla dek uzanan ve dünyanın en büyük ressamlarının en ünlü eserleriyle geçirilen bir üç saat bu. kimler yok ki? antoine watteau, leonardo da vinci, johannes vermeer, rembrandt, diego velázquez, camille pissarro, hans holbein, nicolas poussaint, joseph mallord william turner, titian, jacopo di cione ve daha onlarcası. bilhassa leonardo da vinci'ye büyük önem atfediliyor filmde.

    beni en çok etkileyen sahnelere gelirsem: mesela restorasyon. ameliyat hassasiyeti içinde büyük bir titizlikle çalışan restoratörlere geniş yer ayrılmış filmde. restorasyonun sadece bir yenileme çalışması olmadığı aynı zamanda restorasyonun yapıldığı dönemin, bu tabloyu nasıl görmek istediği ve de gördüğüyle de ilgili bir içeriğinin olduğu vurgusu yapılıyor. dahası national gallery'deki restorasyonlar istenirse bütünüyle silinebilecek bir teknik kullanılarak yapıldığından, gelecek nesillerin bu tablolara yaklaşımının da yine kendi teknikleriyle mümkün hale getirilebileceği vurgulanıyor ki bu muazzam bir şey.

    yine mesela, kilise için ya da şatodaki büyük bir ocağın üstüne asılmak için yapılan bir tablonun, bu yerlerden bütünüyle farklı bir yer ve zamanda ve ortamda onlarca ışık altında sergilenmesinin anlamı gibi mevzular da var. ışık demişken, müze müdürünün jacopo di cione'nin "the crucifixion" adlı üç panelli tablosunun ziyaretçiler tarafından en iyi şekilde görülebilmesi için müzenin tavan ışıklarının hangi açıyla gelmesini dakikalarca tartıştıkları bölüme de özel dikkat lütfen.

    tablolalardan devam edelim. örneğin camille pisarro'nun "the boulevard montmartre at night" adlı tablosunu körlere, kabartmalarla öyle bir anlatıyorlar ki tabloya aşık olmamanız elde değil. joseph mallord william turner'ın "the fighting temeraire" adlı tablosundaki ışık tekniklerine hayran olabilirsiniz. titan'ın "the death of actaeon" ve diana and actaeon adlı tabloları ve bu tabloların ovid'in metamorphoses şiiriyle olan ilgisi; holbein'in "the ambassadors" adlı tablosundaki üç boyutluluk ve diğer ayrıntılar; velazquez'in "christ in the house of martha and mary" adlı tablosundaki yaşlı ve genç kadınların incil'le ve isa ile olan bağlantısı; nicolas poussin'in resimleriyle heykel sanatı arasındaki ilişki ve daha pek çok ilginç ayrıntı. fakaaat filmin en heyecan verici sahnesi, rembrandt'ın frederick rihel'in at üstündeki portresinde yapılan restorasyon çalışması sırasında tabloyu x-rayden geçirdiklerinde görülenler. x-ray görüntüsünü yan çevirdiğinizde rembrandt'ın aynı tabloya rihel'in ayakta duran bir portresini yerleştirdiğini görüyorsunuz.

    sonuç olarak müze severlerin, resim tutkunlarının ve de sanat severlerin ayılıp bayılacakları bir film. ve fakat şunu da eklemeden geçemiyeceğim. film boyunca bir taraftan da sürekli türkiye müzeciliğinin halini düşünüp durdum ve yine yaşadığım ülkeye lanet ettim. bırak tablolardaki ışık oyunlarını, renk tekniklerini, x-rayleri falan ortada tablo yok lan! (bkz: resim ve heykel müzesi'nden çalınan 302 tablo)
  • galerinin birinci dunya savasindan beri devam ettirmekte oldugu iki sevimli gelenek mevcut: savas zamani butun tablolar gallerdeki magden ocaklarina saklanmis. bombardimandan (bkz: blitz) etkilenmesinler diye. haliyle galeri bombos kalmis. bu boslugu doldurmak icin haftada bir aksam ucretsiz konserler verilirmis. "aksam konserleri" hala devam ediyor. galerinin hafta ici acik oldugu aksamlar, yani su ara carsambalari... bir de halk sanattan o kadar da yoksun kalmasin diye her ay baska bir tablo galeriye getirilir, o ay boyunca yok olma riskini seve seve kabul edermis. bu da "ayin resmi", her ay farkli bir resim seciliyor ve secilen resim uzerine konusmalar duzenleniyor.
  • sanat tarihi ogrencilerinin bati sanati derslerinde gordukleri eserlerin bir coguna ev sahipligi yapan devasa muze. irili ufakli 60-70 salonu ve farkli katlarda sergi alanlari vardir. sergilerin bazilari ucretsizdir; zengin eser barindiranlar ise ucretli olur. koleksiyonundaki eserlerin en eskileri 1250'lere uzanir. italyan, flaman, fransiz, ingiliz, ispanyol sanatcilarin resimleri agirliklidir. hatta zaman zaman "e bu da buradaysa floransa'da, venedik'te ne var?" diye dusunur insan. eserlerin kimileri bagis, kimileri satin alma yoluyla galeriye kazandirilmistir. her salonda olmasa da, pek cok salonda ozellikli bir resim "highlighted painting" olarak belirlenir. benim dunyada en sevdigim resimlerden biri olan genc hans holbein'in the ambassadors (elciler) adli tablosu da burada, 4 numarali salondadir. leonardo'nun "kayaliklar meryemi" ve van gogh'un "aycicekleri" ile birlikte onu en kalabalik resimlerdendir.
  • bir adedi de berlin'de var olup, hali hazirda moma kolleksiyonuna ev sahipligi yapmaktadir...
  • londra'dakine giriş beleştir alınan haz inanılmazdır.

    örneğin leonardo da vinci'nin tamamlayamadığı eseri olan hazreti isa, hazreti meryem, baptist john ve aziz anne'yi resim eden çalışması bu müzededir.kahverengi kağıt üzerine beyaz ve siyah tebeşirle çizilmiştir. müzedeki çoğu eser korumasız olarak ziyarete açılmış olsa da bu yarım kalmış resmin önünde camdan bir muhafaza vardır. müzenin en çok ilgi gören eserlerindendir. müzede leonardo'nun yaptığı veya onun yardımcılarının bir kısmını tamamlamış olduğu beş eseri daha vardır.

    http://www.nationalgallery.org.uk/…shersection=work
  • ingilizlerin en buyuk sanat muzesi. benzerleri gibi guzel bir koleksiyona ve devasa bir binaya sahiptir.
  • gez gez bitmeyen ve her salonu insanı bir kez daha hayran bırakan sanat müzesi. ama en net, monet'nin yeşil köprüsünün önünde bayağı bir durduğumu hatırlarım. trafalgar square'de olup haftanın ya bir günü ya da belli saatlerden sonra ücretsizdi, doya doya gezilebilirdir -"sıkıldım" diye başın etini yiyen bir en yakın arkadaşla olunmazsa-.
  • yillardir puzzle'larini yaptiginiz eserlerin (mesela sun flowers) asillarini gorebileceginiz mekan... giris ucretsiz..
  • yanılmıyorsam credit suisse nisan 2008'den beri bu sanat müzesinin en büyük sponsoru.

    dünyaca ünlü isviçre bankasının hisseleri 2007 yılının yaz aylarına girerken en yüksek değerine ulaşmıştı. ancak aynı yılın aralık ayında amerika'da patlak verip tüm dünyayı etkisine alacak finansal krizin ilk ayak sesleri gelmeye başladı.

    2008 mart ayı sonunda ilk çeyrek bilançoları yavaş yavaş her yerde belli olmaya başlayınca herkes neyin geldiğinden emin oldu. batacağını anlayan credit suisse muhtemelen londra finans lobisinde bir çıkış yolu peşinde koştu.

    kısa bir süre sonra nisan ayının ortalarında bankanın müzeyle bir işbirliğine gittiği duyuruldu. anlaşmanın şartlarına göre sponsorluk süresince her yıl belirli sayıda sansasyonel sergiye banka sponsor olacaktı.

    görünürde ingilizler bu devasa müzenin işletme masraflarını bedavaya getirmiş, şehrin turistik cazibesine katkı sağlamış oldu.

    o tarihten itibaren bankanın sponsor olduğu hemen her sergideki eserlerin önemli bir kısmı da bu müzenin koleksiyonuna ait değil.

    büyük ihtimalle dünyanın zenginlerine bankanın hisselerine yatırım yapıp onu batmaktan kurtarmaları için londra'da birtakım lobi faaliyetleri yapıldı. elbette kaçınılmaz gidişat belli olduğu için yüzdürülecek hissenin bir daha asla birkaç ay önceki seviyelerine çıkmayacağı biliniyordu. bunun için yatırımcıların kazancının başka yollardan ödenmesi gerekliydi.

    işte bu sponsorluk da yatırımcıların kazancının sergilere gönderilen koleksiyon eserlerinin kira yoluyla ödenmesine yarıyor. yaklaşık 14 yıldır devam eden bu anlaşma finansal çarkların arka plandaki işleyişine dair en güzel örnek.

    bankanın hisselerinin bırakın 2007'deki seviyesine çıkmayı, bugün bile o fiyatın ancak beşte birinde gezdiği düşünülürse batmaktan kurtulmanın bedelini 14 yıldır taksit taksit ödeyen bir finansal kuruluşun kaderinin bu müzeyle kolay kolay kopmayacağını söyleyebiliriz.
  • monet'nin eserlerine bakarken kendimi kaybettiğim müzedir. evet biraz abartıyorum, ama uzun zamandır gezerken en keyif aldığım müzelerden biriydi. girişi ücretsiz olduğu için, verilecek parayı müzenin hediyelik eşya kısmında zevkle harcamayı bir görev bildim.
hesabın var mı? giriş yap