naat
-
bir ismet özel şiiri. bir yusuf masalı' ndan.
dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar!
falları grafiklerde bakılanlar siz de işitin!
külden martı doğuran odalıklar
ve kâhyalar
kara pıhtıyla damgalanmış veznelerde dili
şehvetsiz çilingirler, yaltak çerçiler
celepler ki sıvışık, natırlar ki nadan
ey hayat rengini sazendelik sanan
yırtlaz kalabalık!
dinleyin bendeki kırgın ikindiyi
hepiniz kulak verin!
güneşin
koskoca beldeye suskunluk yaygısını serdiği
yazlar yok
yok artık altında suskun yolları saklı tutan
karla örtülmüş kırların kışı
gitti giden yerine gelmedi başka biri
orada
duyumsatmadı kendini hiçlik bile
belli ki son yüzyılımız göğsümüzden
varla yok harman eden sesi uçursak
diye bize verildi
yetti bir yüzyıl böceklerde ve otlarda
soluyuş izlerimiz silmek için
ne yesek
lokmaya vurulur gibi değil
yuduma gelmiyor içtiklerimiz
dernekler toplanıyor dışta tutmak için
kanat vuruşlarını yumuşak kılan etkeni
utançlı sessizliği tanımaz kalemlerle
kapanıyor bilanço
top mermisi, kör testere
defalarca boyanmış çaput parçaları
sıkıştırdık günlerimiz arasına ki
serazat kahkahalar atalım
yapmacıktan nefretimiz
sebep olsun kavgamıza
bekleyiş arzından kovsunlar bizi
ne yemen biraz öncemiz diyelim
ne biraz sonramız meksika.
canı pek bir dünya son yüzyılda yaşadığımız
yüzü perdahla kavi, peçesi paramparça
üstü başı kükürtlü bu dünyadan
kancıklık
sıçradı çevirdiğimiz sayfalara
artık kimse bize haber vermeyecek
hemen şu tepenin ardında
saldırmaya hazır ve müsellâh
bir düşman taburu durduğunu
çünkü gerçekten yok
böyle bir ordu
bir düşmanımız kaldı
kendi
dudaklarımız
arasında.
biliyoruz günden güne çopurlaşan yer yuvarlağında
bizleri yan çizen birer hemşehri haline sokan nedir
çırpını çırpını giden atlardan indik
girmek için patavatsız yurttaşlar sırasına
zihnimiz acizlerin şikâyeti sığacak kadar
kanırtılırken ses etmedik
öcümüz alınacak korkusuyla irkildik
kaldıysa bir soru içimizde
o da bir şey:
nerdedir yerle gök arasındaki ulak
nerde biz?
kimseden bir işaret gelmeyecek
bir melek kimsenin alnını sıvazlamasa
söylemez kimse size dünyadaki ömrü boyunca
hiç bir insana yan bakışı olmayan kimdi
kimdi yan gözle bakmadı kır çiçeklerine bile
öğretmek için cephe nedir
kıyam etti
torunu kucağında
dönünce bütün gövdesiyle döndü
bir bu anlaşılsaydı son yüzyılda
bir bilinebilseydi
nedir veçhe.
dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar!
sıyırın kahkaha sırçasını cildinizden
omzunuzdan vaveylâ heybesini atın
boşa çıksın reislerin, kâhinlerin, şairlerin kuvveti
güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın
neydi söğüt gölgesinde gülümsemek
ağız dolusu gülmeden taşlıkta. -
divan $iiri'nde peygamber efendimiz'in (sav) ovuldugu $iirlerin genel adi.
na't yazilir. ayrica bkz.:
gazel, kaside -
seccaden kumlardı..
...
devirlerden, diyarlardan
gelip, göklerde buluşan
ezanların vardı! .
mescit mümin, minber mümin...
taşardı kubbelerden tekbir,
dolardı kubbelere “amin”...
ve mübarek geceler dualarımız;
geri gelmeyen dualardı...
geceler ki pırıl pırıl
kandillerin yanardı..
kapına gelenler ya muhammed,
- uzaktan, yakından –
mümin döndüler kapından...
besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
iki dünyada aziz ümmet;
muhammed ümmetiydi.
konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“hû hû”lara karışsın âminler...
mübarek akşamdır;
gelin ey fâtihalar, yâsinler!
şimdi seni ananlar,
anıyor ağlar gibi...
ey yetimler yetimi,
ey garipler garibi;
düşkünlerin kanadıydın,
yoksulların sahibi...
nerde kaldın ey resûl,
nerde kaldın ey nebi?
günler, ne günlerdi, yâ muhammed,
çağlar ne çağlardı:
daha dünyaya gelmeden
mü’minlerin vardı...
ve bir gün, ki gaflet
çöller kadardı,
halîme’nin kucağında
abdullah’ın yetimi
âmine’nin emaneti ağlardı.
hatice’nin goncası,
aişe’nin gülüydün.
ümmetinin gözbebeği
göklerin resûlüydün...
elçi geldin, elçiler gönderdin...
ruhunu allah’a,
elini ümmetine verdin.
beşiğin, yurdun, yuvan
mekke’de bunalırsan
medine’ye göçerdin.
biz bu dünyadan nereye
göçelim, yâ muhammed?
yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
altın devrini yaşıyor...
diller, sayfalar, satırlar
“ebu leheb öldü” diyorlar.
ebû leheb ölmedi, yâ muhammed
ebû cehil kıt’alar dolaşıyor!
neler duydu şu dünyada
mevlidine hayran kulaklarımız;
ne adlar ezberledi, ey nebî,
adına alışkın dudaklarımız!
artık, yolunu bilmiyor;
artık, yolunu unuttu
ayaklarımız!
kâbe’ne siyahlar
yakışmamıştır, yâ muhammed
bugünkü kadar!
hased gururla savaşta;
gurur, kafdağı’nda derebeyi...
onu da yaralarlar kanadından,
gelse bir şefkat meleği...
iyiliğin türbesine
türbedâr oldu iyi.
vicdanlar sakat
çıkmadan yarına,
iyilikler getir, güzellikler getir
âdem oğullarına!
şu gördüğün duvarlar ki
kimi tâif’tir, kimi hayber’dir...
fethedemedik, yâ muhammed,
senelerdir.
ne doğruluk, ne doğru;
ne iyilik, ne iyi...
bahçende en güzel dal,
unuttu yemiş vermeyi...
günahın kursağında
haramların peteği!
bayram yaptı yapanlar;
semâve’yi boşaltıp
sâve’yi dolduranlar...
atını hendeklerden -bir atlayışta-
aşırdı aşıranlar...
ağlasın yesrib,
ağlasın selman’lar!
gözleri perdeleyen toprak,
yüzlere serptiğin topraktı...
yere dökülmeyecekti, ey nebî,
yabanların gözünde kalacaktı!
konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“hû hû”lara karışsın âminler...
mübarek akşamdır;
gelin ey fâtihalar, yâsinler!
ne oldu, ey bulut,
gölgelediğin başlar?
hatırında mı, ey yol,
bir aziz yolcuyla
aşarak dağlar, taşlar,
kafile kafile, kervan kervan
şimale giden yoldaşlar!
uçsuz bucaksız çöllerde,
yine, izler gelenlerin,
yollar gideceklerindir.
şu tekbir getiren mağara,
örümceklerin değil;
peygamberlerindir, meleklerindir...
örümcek ne havada,
ne suda, ne yerdeydi;
hakkı göremeyen
gözlerdeydi!
şu kuytu cinlerin mi;
perilerin yurdu mu?
şu yuva -ki, bilinmez-
kuşları hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu?
kuşlarını, bir sabah,
medine’ye uçurdu mu?
ey abvâ’da yatan ölü,
bahçende açtı dünyanın
en güzel gülü;
hâtıran, uyusun çöllerin
ilık kumlarıyla örtülü!
dinleyene, hâlâ,
çöller ses verir;
“yaleyl!” susar,
uğultular gelir.
mersiye okur uhud,
kaside söyler bedr.
sen de bir hac günü,
başta muhammed, yanında ebû bekir;
gidenlerin yüz bin olup dönüşünü
destan yap, ey şehir!
ebû bekir’de nûr, osman’da nûrlar...
kureyş uluları, karşılarında
meydan okuyan bir ömer bulurlar;
ali’nin önünde kapılar açılır,
ali’nin önünde eğilir surlar,
bedir’de, uhud’da, hayber’de
hakk’ın yiğitleri, şehîd olurlar...
bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı,
yerde kalmazdı ruh... kanatlıydı.
gözleri perdeleyen toprak,
yüzlere serptiğin topraktı...
yere dökülmeyecekti, ey nebî,
yabanların gözünde kalacaktı!
konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“hû hû”lara karışsın âminler...
mübarek akşamdır;
gelin ey fâtihalar, yâsinler!
yüreklerden taşsın
yine, imanlar!
itrî, bestelesin tekbîr’ini;
evliyâ, okusun kur’ân’lar!
ve kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
kayışzâde osman’lar
na’tını galip yazsın,
mevlid’ini süleyman’lar!
sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
geri gelsin sinan’lar!
çarpılsın, hakikat niyetine
cenaze namazı kıldıranlar!
gel, ey muhammed, bahardır...
dudaklar ardında saklı
âminlerimiz vardır...
hacdan döner gibi gel;
mi’râc’dan iner gibi gel;
bekliyoruz yıllardır!
bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
hızır kanad, cibril kanad;
nisan kanad, bahar kanad;
âyetlerini ezber bilen
yapraklar kanad...
açılsın göklerin kapıları,
açılsın perdeler, kat kat!
çöllere dökülsün yıldızlar;
dizilsin yollarına
yetimler, günahsızlar!
çöl gecelerinden, yanık
türküler yapan kızlar
sancağını saçlarıyla dokusun;
bilâl-i habeşî sustuysa
ezânlarını dâvûd okusun!
konsun yine pervazlara güvercinler,
“hû hû”lara karışsın âminler...
mübarek akşamdır;
gelin ey fâtihalar, yâsinler!
arif nihat asya -
göz seni görmeli, agiz seni söylemeli
hafiza seni anmak ödevinde mi
bütün deniz kiyilarinda seni beklemeli
sen eskimolarin isinmasi sevgililer mahseri
aklim yeni bir akildir çiçeklerden
mantigim mantigin üstünde yeni
içimde nuh'un en yeni tufani
dünyaya ayak basiyorum yeniden
göz seni görmeli agiz seni söylemeli
bütün deniz kiyilarinda seni beklemeli
yüzlerce yil geçiyor belki bir bulut geçiyor
ben yeni dogmus bir çocuk gibi
herkesin konustugu dilden mahrum
ama yepyeni bir dil konusmanin sevinci
bütün deniz kiyilarinda seni anmali
sen buzullarin erimesi eskimolarin isinmasi
sezai karakoç -
kabir kazdım rüzgarlara
sesler içinde seni aradım
sensiz gelen baharlara
sırt çevirip çevirip sabahladım
seherler heceler seni
her yerde beklerler seni
örümcekler güvercinler
çöken filler ebabiller
seninle sevinen devirler
söylerler seni seni söylerler
sensiz söylenen sözlerde
yanlış vardır noksan vardır
işte sensiz sokaklarda
sensizliğe ağıt ağıt vardır
seherler heceler seni
her yerde beklerler seni
örümcekler güvercinler
çöken filler ebabiller
seninle sevinen devirler
söylerler seni seni söylerler. -
çırpını çırpını giden atlardan indik
girmek için patavatsız yurttaşlar sırasına. -
can yücel'in bir şiirinin adı.
bir elim bulut
bir elim toprak
d d d
ö ü ö
n ş n
e e e
r n r
e e
k k
b
i
r
y
a
p
r
a
k
sana bin kez söyledim be evladım
dişlerinle tırnaklarını yiyeceğine
gözlerinle gökyüzünü yesen ya... -
ipekler tel tel biraraya geldiler dokunmak üzere
lâle nerdeyse menekşeye,
gül suya dokunmak üzere
kılıç kesti kan koktu
bir atlı dörtnala uzaktan
günbatımının büyük eşitsizliğinden yakınmak üzere
bütün dertler söylendi
çareleri bir bir yazıldı
son büyük toplantıda bir bir okunmak üzere
kimseye başvurulmadı
herkes birbaşına kaldı,
evet
sonradan hep birlikte kurtulunmak üzere
oysa
bir çiçek vardı bahçelerde kendini dererdi
sevinçle.
kendini tek haklıya bir gün sunmak üzere
turgut uyar -
ismet özel'in bu şiiri gerçekten divan şiirindeki anlamıyla naattir.
"dönünce bütün gövdesiyle döndü
bir bu anlaşılsaydı son yüzyılda"
dönünce gövdesiyle dönenin kim olduğunu bilmiyorsanız, şemail-i şeriflere göz atınız. "yalnız aklıyla değil, kalbiyle, ruhuyla muhatabına yönelirdi" diyor şair. abisi ve babası aynı gün katledilmiş safiyye'ye de aynı şekilde dönmüş olsa gerek.
(bkz: safiye bint i huyey) -
övme, methetme...
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap