• 7/24 hayalini kurduğum şey.
    yatıyoruuum kalkıyoruuum hayalini kuruyorum.
    öldük arkadaşım apartmanlarda yaşamaktan, bir nevi buna mecbur bırakılmaktan. bir bahçeli ev alamadık yahu, para bulsak şehirlerde müstakil evler yok, olanlar da itin öldüğü yerde. aşağı yukarı bütün şehirlerde böyle artık.
    kendimi bağışlayacağım belgesel yapmcılarına, doğal ortamından koparılan insan ne hallere gelir aha beni çekin diyeceğim. sinirlerimiz bozuldu, deli olmak noktasına geldik. yatıyoruz yatak sünger, elektrikleniyoruz, evde yürüyoruz yerler laminat, elektrikleniyoruz, oturduğumuz kanepeler koltuklar sünger elektrikleniyoruz, duşa giriyoruz kabinin yeri pvc midir nedir artık o da sentetik malzeme anasını satim. doğal malzemeye hasret kaldık, elektrik atmak ütopya haline geldi.
    20 li yaşlara kadar bahçeli evlerde büyüdük, ağaçları görünce tanırız biliriz ne ağacıdır, meyvesi yenir mi yenmez mi, bu otun adı nedir, elimizi yakar mı koparsak, sütü sıçrar mı ellesek.. heepsini biliriz, asıl bizden sonraki nesle yazık oldu. ne ot bilirler ne ağaç. günah.
    mutluluğun resmidir bahçeli ev. fakat gideceğim sayın okurlar, bulmuşum bir tane, alacağım onu kizmetse. gelsin köpek, gitsin kedi, ekeceğim domatesimi biberimi, alacağım çayımı elime, çıkacağım bahçeye.
    yıldım ben konudan komşudan, naylondan bilmemneden..
  • masraflı, yorucu ama bir o kadar da güzel.

    işten gelince çiçeklerini, marulunu, çileklerini sulamak, çimlerin arasındaki yabani otların kökünü kazımak, cumartesi geldi mi saat 14:00 gibi gündüz birasını açmak, bahçede matkabınla, boyaların ve ağaç parçalarınla harikalar yaratmak, akşamına inceden mangal ateşini yakıp önden patlıcanları közleyip üzerine antrikotlarını her iki tarafını da iki buçuk dakika pişirmek...

    taşındım taşınalı ne playstation ne de bilgisayar var hayatımda. onun yerine hamakta yatarken kitap okuyorum.

    masraflı mı masraflı, yorucu mu yorucu ama bir o kadar da güzel ev.

    imkanı olan dakika düşünmesin.
  • daha dün bir suser türk insanının %80 küsürünün hayalinin küçük bir kafe işletmek olduğundan bahsediyordu. fakat esas olay budur bence. %80 küsürün hayali o kafe ise, en az %95'inin hayali müstakil bir evde yaşamaktır. bu %95'in ise en az %50'sinin hayalinin bir köşesinde domates yetişiyordur. nasıl bir meyve ise bu da kimsenin gözü başka şey görmüyor. hıyarın suçu ne? yarrak gibi gözüküyor diye mi istemiyorsunuz aq? tabi hıyar kim ki. bırak ya.
  • dezavantajlarını, emeğini, zahmetini gözün görmemesi gereken ev.

    27 eylül 2020 pazar gününün 11. saatindeyim. üst kattaki orospu çocuğu 9'dan beri kayısı çekirdeği-ceviz kırıyor. antalya burhanettin onat muhitinde bir apartman dairesi burası. en ucuz 700 bin lira. o da kırık dökük eski.

    mahalleden her gece en az 10 15 motosiklet ara gaz vererek geçer, en az 10 orospu çocuğu siktir boktan şarkılarla mahalleyi inletir. mahallenin muhtarı olacak orospu çocuğu bahçesinde horoz besler. alt komşun, karşı komşun telefonla gece 3'de bağıra bağıra görüntülü konuşur. apartman içine kapısının önünden itibaren çöp poşetinin içindeki çöpleri döke döke aşağıya iner. çöp suyu falan değil, bildiğin çöp. o çöp en az 1 hafta orada kalır. apartmanın 8 araçlık otoparkının ikisini işgal edip saçtan 4 ayaklı bir garaj yaptırırlar. arabanızı koyacak yer bulamadığınızda da "insanın iki tane arabası olamaz mı?" diye savunmaya geçerler. o arabayı da o komşuyu da yakasınız gelir. apartmanın altındaki iş yerleri güne 8'de başlar. mal indiren elemanlar bağıra çağıra işlerini yapar. evden çıkarsın kapının önü göle dönmüş bir şekilde seni karşılar. çünkü orospu çocuğu toz kalkmasın diye yola kadar sulamıştır.

    bu tarz modern kabile mantığıyla yaşanılan yerlerde insanlar hep birbirini idare eder. ses çıkaramazsın. herkes rahatsız olur ama günün birinde biz de ses yaparız mantığıyla ses çıkarmazlar. çıkarana da huysuz, aksi, geçimsiz yaftası yapıştırırlar. 5. katta oturup telefonla konuşurken 1. kattaki orospu çocuğunun torun severken "yarraaanı yiyim" sesi telefonda karşı tarafa gider. telefondaki arkadaşına iki saat açıklama yaparsın.

    tenha ya da sayılı semtlerden birinde oturmuyorsanız şu an başınıza gelmese bile ileride gelmeyeceğinin garantisi yoktur. bir gün kapıya bir kamyon yanaşır, bir iki saat sonra plakasından ilk damgayı yapıştıracağınız arabadan bir sürü iner. gün boyu kafanızda bunların nasıl bir komşu olacağını düşünerek dertlere gark olursunuz.

    şimdi müstakil bir ev düşünün. bahçesi, alanı sikimde değil. 2+1 ev ufak bir baraka olsun, benim olsun. kitap okurken duyduğum tek ses ağaç sesi olsun, yemek yerken "yine başladı orospu çocukları" demek yerine vadiyi izleyeyim. film izlerken birisi rahatsız olur endişesiyle kulaklığımı çıkarıp ses sistemine geçeyim. apartmanın otoparkında beslediğim kediyi bagaja atıp şehir dışına attılar mı acaba diye düşünmeden yemek vermeye gideyim. bahçesi varsa rustik 40w'lık 3 ampulle çocukluğuma döneyim. tek şehre 1 saat yol çekeyim. tek yılan, fare, çakal korkusuyla yaşayayım. tek yılda 2000 bin lira cephe bakımına para yatırıp, yaban otlarla bir hafta cebelleşeyim. kışın çatıya çıkıp kar küreyeyim, yol açma ekiplerini bekleyeyim saatlerce. sıkıntı değil, yaparım.

    bu ülke bir kabile ülkesidir. ülkeyi değiştiremiyorsan, yaşamını değiştireceksin. aksi takdirde mutsuz, sinirli, gergin bir insan olup bütün ilişkilerinde, işinde, sosyal yaşamında başarısız olmaya mahkumsun.
  • apartman hayatının getirdiği zorluklar karşısında müstakil evde yaşamın zorluklarından söz bile açılamaz. evet, giriş kapısının camı indiğinde gidip "değiştirin" diyeceğin yönetici yok; tavan arasına hırsız girdiğinde bundan etkilenecek olan 4 daire birden değil, yalnızca sensin; eline pompayı alıp ilaçlamayı yapacak olan da bizzat sensin ama diş ağrısından duvarı tırmaladığın bir akşam pür sessizlik istemek hakkındır ve onu alırsın, hem de kimseyle kapışmadan. ya da misafirlerin beraberinde kedisini köpeğini de getirmiştir, apartman planı, yönetcisi, beyinsiz komşusu falan dinlemeden, kimseye laf anlatmak zorunda olmadan onları da evinde ağırlayabilirsin. sabah altında hipodrom, gece üstünde pavyonla yaşamaktansa iki kertenkeleyle muhabbet kurar, üç fareyi de çalı süpürgesiyle kovalarsın, aman ne büyük iş!

    kötü yanı var mı, elbette: müstakil evdeki o bağımsızlık hissi, orada yaşama ayrıcalığını kaybettiğinde (eh, hayat) apartman hayatına uyum sağlamayı delirtici derecede zorlaştırıyor. kafa her gürültüde geri sarıp, dedenin arka bahçede içtiği sigaranın çıtırtısını, kahvaltı ederken yanına gelen kedilerin mivavlamalarını hatırlatmaya başlıyor. çünkü yeterince müstakil ev yok, olan uzak, uzak değilse de pahalı. ama elbette kuyrukta bile birbirinden otuzar santim ayrı durmayı beceremeyen, önündekinin ne kadar götünde, o kadar mutlu insanların ülkesinde elbette yeter sayıda bulunmayacak. jeremy rifkin "the european dream" isimli kitabında (mealen) şöyle der: "avrupalılar göt kadar yerlere sıkıştılar çünkü çağın gereği dışarıdan korunaklı yaşam alanları ve bunların merkezinde kiliseydi, yani hayatlara tanrı ve yabancı korkusu hükmediyordu." bizim korkumuz ne, yanımızdaki başka bir şehir devletinden gelip bizi kılıçtan geçirmeleri mi yoksa "bu cuma seni camide göremedim abdülcan?" mı? ya da belki de bireyselleşememe sorunumuz vardır toplum olarak?
  • müstakil ev, bir ev alıp orada happily ever after tadında yaşamak isteyen insanlar tarafından yapılacak en mantıklı seçim gibi duruyor. sebeplerini anlatayım:

    türkiyedeki evler, genel itibariyle lazok mimarinin güzide örneklerinden oluşmakta, ve evlerin içine sığışılma konusunda sıkıntı çekilmekte. yeni yapılan evler üçgen, beşgen, sekizgen filan olup içeri eşya sığdırmakta problem çıkarmakta, eski evler kelimenin tam manasıyla dökülmekte, salon salomanje denen garabet yapılar, göt kadar mutfaklar, gereğinden ufak yahut gereğinden büyük pencereler ile insanı fıtık etmekte.

    eski ev alıp içini mi yaptırayım yoksa yeni ev mi alayım ikilemi insanı düşündürüyor bu durumda. hadi tadilatla uğraşmayayım yeni bi ev alayım deyince, kafana göre yeni ev bulmak mesele oluyor. bütün o evleri aynı müteahhit yapmışçasına, aynı kahverengi yer karoları, aynı altı ahşap üstü beyaz mutfak dolapları. hadi bu kahverengilere bürünmüş evler gene neyse. bir de cart kırmızı seramiklerle döşenmiş banyolar var ki, evlere şenlik. banyoya mı girdim mcdonalds'a mı girdim belli değil. baktığın zaman, evler güzel, yeni ve sağlam. ama demirbaş niteliğindeki iç döşemesi sonsuz zevksiz. bu durumda eski ev alıp içini yaptırmak mantıklı görünmeye başlarken, işin semerinle seksenine çıktığını farkediyoruz.

    hadi satın alma yahut kiralama yoluyla istediğimiz gibi bi ev bulduk diyelim. bu sefer de komşu sorunu var. yedi yirmidört ağlayan komşu çocuğu, eve giren çıkan her insanı dikizleyen meraklı komşu, asansörde osuran komşu, çocukları asansörü haftada bir bozan komşu, pazar sabahı tadilat yapası gelen komşu, tependen aşağı sanki elektrik süpürgesi diye bir icat yokmuşçasına halı silkeleyen komşu... komşu denen kavramın amına koyayım yaa valla dünyanın en nefretlik şeyi komşu sahibi olmak.

    işte bu yüzden, dünyanın en mantıklı şeyi, bir müstakil ev sahibi olmak. bu tabi satın alma yoluna da gitsen, kendin de yaptıracak olsan yani nerden baksan bir apartman dairesine oranla pahalıya geliyor. ancak daha rahatsın. özellikle bahçeli ve müstakil bir evin varsa, çok rahatsın.

    milletin pencere önü bostanında balkonunda vs yetiştirip facebookta fotoğrafını paylaştığı dereotunu maydonozu domatesi filan sen bahçende yetiştirirsin. dahası çeşitli çiçeklerin ve meyve ağaçların olur. reçelini marmelatını yaparsın. eve sığışamadım derdin olmaz. çünkü bir garajın, kilerin, depon, ardiyen mutlaka olur. terasın olur çatı aran olur verandan olur kış bahçen olur avlun olur. yani hepsi birden olmaz da bitanesinden bitanesi olur ve evin eşyalardan tıkış tıkış görünmez. kedin köpeğin bayram eder. hatta sokakta görüp yazık bu yavrucuğa dediğin hasta sakat hayvanları alıp bahçenin bir köşesinde bir süreliğine misafir edebilirsin. sokak hayvanlarına su koyduğun kaplarına apartman hayvanları sigara söndürmez. kedin gürültü yaptı çocuğun koştu koltuğu çektin evi süpürdün diye kimse kapına dayanmaz.

    müstakil evin olduğunda, doğaya daha yakın, daha ilgili olursun. daha aktif bir hayatın olur. hobilerine daha çok yer ve zaman ayırabilirsin. evin, herhangi bir apartman dairesinden daha ufak bile olsa, mekanın dışarı daha çok taştığı için belki, daha ferah olur. özgürlük, genişlik hissi daha çok hissedilir. ne kadar boğucu döşenmiş bile olsa, o ferahlık bir şekilde kendini hissettirir.

    bugün babamdan dedemden arsam kaldı bir müstakil ev kondurayım şuraya desen, maliyeti bayındırlık ve iskan bakanlığı birim maliyet fiyatlarına göre, metrekaresi 550-650 lira arasında değişir. yani 100 m2 bir evi, arsa payı hariç 65bin lira gibi bir paraya mal edebilirsin. satın alayım desen, fiyatları satın alınan yere ve evin durumuna göre değişiyor. 850bine de var 50 bine de. ama 50 bin olanın içine de bir 50 bin harcamayı göze almak lazım onu göze almak gerek.
  • ingilizcesi detached house dir, yani bagimsiz, ayrilmis evdir. gercekten de bu evler bu bagimsiz mustakil hissi verir, demek ki sadece turkiye de degil bu adlandirma sekli, ingllizler bir duvari bitisik diger tarafi serbest olanlara ise semi-detached diyorlar, turkce de yari-mustakil diye bir sey yok cunku biz ya istiklal ya olum demisiz, ortamiz yok bizim...
  • çocukluğumun geçtiği ev tipi.

    gençliğe adım attığım dönemde apartmana taşındık, sonra üniversiteyi kazanana kadar apartman hayatı.

    üniversiteyi kazanıp izmir'e taşınınca, tüm sınıf arkadaşlarım daire kiralarken, gidip kocaman bahçesi ve bu bahçede zeytin ağaçları olan bir müstakil ev kiraladım. hem de daireden daha ucuza. aidat yok, yönetim toplantısı yok, ortak alan parası yok, apartmana girişini-çıkışını izleyen komşular, gürültü oluyor diye kapına dayanan tipler yok, zırt pırt kapına dikilen kapıcı da yok. millet bunlarla uğraşırken hayatımın en güzel 4 yılını gerine gerine keyif içinde yaşadım.

    evlendikten sonra yine apartman yaşamına mahkum oldum, 8 senedir küfür ede ede yaşıyorum. ama 6 ay içinde bitecek bu çile, yeniden kavuşacağım müstakil yaşama.
    bütçe durumu falan eyvallah, hiç kimseye tek söz edemem. ama akıllara zarar paralar verip rezidans adı altında kutu gibi daireler alan, o kümes gibi dairelerde milletin ağız kokusunu çeken, yönetimle, komşuyla, güvenlikle, aidatla derdi olan, ter kokulu spor salonunda koşu yapınca spor yaptığını sanan, akşam kapısını çekip nezaretinde istirahate çekilen insanlar için üzülüyorum.

    daha da üzücü olanı, müstakil evlerini kentsel dönüşüme devredip kendilerine 20. kattan verilecek göt kadar daire için sevinç nağraları atan insanlar. ayağı toprağa değmeyen insan nasıl mutlu olabilir ki?
  • şu sıralar deli gibi ilanlarına baktığım ev türü.

    komşulardan nefret ederim, her biri başka bir problem kaynağıdır. alt kattaki komşu bebeğinizin ağladığından şikayet eder,
    üst kattaki komşu kafanıza kafanıza halı silkelemekte problem görmezken elinizde poşetlerle asansörden çıkarken ters ters bakar, ertesi gün kendisini asansör ile koltuk taşırken görebilirsiniz.
    asansöre 30 bin lira harcanır yine de haftalarca bozuk kalır, 8 kat inip çıkmak zorunda kalırsınız.
    park ederken öndeki araca iyice yanaşmadığınız için koşa koşa gelip az daha yanaş buraya bir araba daha park etsin diyen amca -lan öndeki nasıl çıkacak o zaman dallama da diyemezsiniz, lanet olsun içimdeki yaşlı saygısına- ertesi gün iki araçlık yeri ortalayıp park ediverir.
    aidatı 1 ay unutsanız yolunuzu çeviren yönetici 5 senedir çalışmayan duafon ile bir türlü ilgilenmez.
    çatıya anten koydurmaya kalkarsınız bir sürü sorun çıkar. apartman ortak uydu anteni koydurmaya karar verir, anlaştıkları üçkaatçılar uydu alıcısını kendilerinden almadınız diye -dandik alıcıyı ederinin 3 katına satamadılar ya, aynı fiyata hd uydu alıcı alınıyordu- kabloyu kısa bırakır, diseqc ayarlarını söylemez hangi uydu handi portta uğraştırır.
    apartman yöneticisi apartmanın parasından bir ayda 5 bin liralık temizlik malzemesi harcadığını idda eder.
    evde köpek besleyemezsiniz, eminim görseler balıklarıma bile laf ederler.
    evde gece bilgisayar oyunu bile oynayamazsınız, kulaklıklarınızı takıp sessiz sessiz takılmak zorundasınız yoksa bardakla sizin evi dinlemeye çalışan amca kaloriferlere vurur.
    kalorifer demişken, aidata zam geldikçe gelir ama merkezi sistem kalorifer birilerinin canı ne zaman isterse o zaman yanar, evde çoluk cocuk donarsınız.
    merkezi sıcak su yönetici ne zaman isterse o zaman sıcak akar.
    size pazar günü çöp atmayın derler ama çöp boşluğundan gece yarıları şangır şungur şişeler atılır onlara kimsenin sesi çıkmaz.
    duvara iki delik açıp projeksiyon perdesi taktığınız için gelir akşamları ve pazar günleri tadilat yapmayın derler, adamın biri 1 ay boyunca her gün evi komple değiştirir kimsenin sesi çıkmaz.
    ufacık evinize sığamazsınız, arabanızı garaja çekip yıkayamazsınız, ufak tefek el aletleri ile birşeyler yapamazsınız, ne bir atolyeniz vardır ne atolyeye ayıracak alanınız ne de sese razı olacak komşunuz. mangal yapamazsınız, marketten geldiğinizde torbaları taşımak bile işkence olur, hele bir de asansör bozuksa..
  • bütün dünya keyfini sürerken, anne tüm eziyetini çekiyorsa sokayım öyle müstakil eve.
hesabın var mı? giriş yap