• ...

    orhan pamuk nobel edebiyat ödülünü aldı, çünkü ben onun yüzünden idare hukuku finaline giremedim. boz koridorları, şahsiyetsiz sınıfları, tuğla gibi kitapları, takım elbiseli gestapo hocalarıyla, tecrübe etmesi azaptan farksız bir okulun, sınıf atlamam açısından hayati önemdeki sınavını, "kara kitap" yüzünden kaçırdım. sıfır mübalağadır... unutmam hiç: küçük bir odada, küçük bir masa... masanın üzerinde idare hukuku kitabı, kitabın yanında fotokopi notlar, onların yanında da "kara kitap"... elim asıl kara kitaba değil, diğer "kara kitap'a gitti. kitabı açtım ve sabah kuşlar cıvıldayıp perdelerden gün sızarken, ben de huşu içinde sızdım. şimdi dönüp baktığımda hayata dair bir nevi tercihte bulunduğumu görüyorum. zira o günden sonra, hukuk fakültesi'ne bir daha doğru düzgün uğramadım. şunu da söylemek mümkün: şimdi lise mezunu bir romancıysam, bir sebebi de orhan pamuk belki... ve işte o yüzden ben, orhan pamuk'un nobel edebiyat ödülü'nü neden aldığını iyi biliyorum.

    ...

    murat uyurkulak
  • şöyle demiştir:

    "istikrar! bu kelimeyi duydunuz mu bilin ki kalın enseli puştların paracıkları, yatırımları, yatları katları tehlikededir"

    güzel bir abimiz olduğunu bilmem belirtmeye gerek var mı?
  • radikal kitap'a verdiği bir röportajında, şiirle başlayıp tol'la devam eden yazın hayatına giriş sürecini şöyle anlatıyor: "şahsiyetten yana siliktim, görüntüden yana vasattım, derslerden yana tembeldim, hayattan yana muhaliftim, ben yazmayacaktım da kim yazacaktı?"
  • alcakligi, kallesligi, insanoglunun kopeklesmesini sindirememistir.

    insanin oldugu yerde umut vardir.
    uyurkulak'in el vedasinda hayir vardir. umut vardir.

    eksik olmasin.
  • neden yakin tarihi anlatmak icin fantastik bir kurguya ihtiyac duydunuz sorusuna verdigi cevap ile hakikatinden kusku duyanlara, kendi travmasini taniyamayan bunyelere cevabi vermis yazar. uyurkulak soylamis, bakalim ne soylamis:
    "bence benim kurgum fantastik değil. har ziyadesiyle 'gerçek' bir metin. fantastik olan, netamiye'nin kendisi. on iki yaşındaki çocukların on üç kurşunla öldürülüp 'terörist' damgası yediği, vicdanları gereği savaşmayı reddeden bir avuç insanın zindanlarda çürütüldüğü, tek kuruş rüşvet almadan görevini yapan memurlar meydanlarda coplanırken, katillerin ve hırsızların kahraman sayıldığı bir ülke, fantazyanın ta kendisi değil de nedir? ben har'da olsa olsa, bu acayip fantazyayı bir tür 'hakikat' düzlemine çekmeye çalışmış olabilirim."

    devami icin: http://www.metiskitap.com/…w/interview.asp?id=11738
  • bir röportajında; "benim fikrime göre kerhaneler oldukça ve çoğaldıkça kıyamete yaklaşırız, meyhaneler oldukça ve çoğaldıkça uzaklaşırız. kadın bedenine saldırmak en büyük günahlardan biri. bu saldırının bir ucu kerhaneler ve pornografiyse, öbür ucu da kozmetik, diyet ve estetik cerrahidir. kadınlar bedenleriyle birlikte özgürleşmezse, cayır cayır yanacağız hepimiz. içki ise sevaptır. içen adamdan zarar gelmez. çünkü sarhoşluk insanın ufkunu ve kalbini açar, dünyanın fani olduğunu hatırlatır. ülkenin ve dünyanın canına okuyanlara bir bakın, hepsi ayık. küçük bush içkiyi bırakmamış olsaydı, bu kadar çok cinayet işleyemezdi bence." diyen, merhume'si merakla ve dört gözle beklenen adam.
  • yazdığı elveda yazısından mütevellit gözlerinden öpmek istediğim insan.
    git ordan murat uyurkulak çok iyi yapmışsın, zira ıspanak benim de midemi bulandırıyor. filintasını bilemem ama bu hareket çok afilli olmuş.
  • aşağı yukarı murat uyurkulak ile aynı yaştayım. 30 yaşına kadar hayatımdan (daha çok siyaset olmasına rağmen) edebiyat eksik olmadı. karşılığı çokça işsiz kalmalar, azap olup 12 senede biten üniversite, asker kaçaklığı vs. o zor zamanlarımın sonunda okumuştum toll’u. murat uyurkulak ismi benim için unutulmaz olmuştu. sonrasında gezi’ye kadar türkiye’de siyasetin iyice geri kaldığı dönem ve benim iyi bir edebiyat okuyucusu olmam… tabii ki toll’u tekrar okuma. ikinci okuyuşumda nasıl bir ruh hali bu kitap demiştim. ayık bir kafa bu şekilde düşünemezdi, yazamazdı.
    gezi zamanı sıkı bir twitter takipçisi oldum. hala da öyleyim. tabii ki ilk takip ettiklerimden biri de murat uyurkulak’tı. suriye’deki tecavüzcü, kafa kesici cihatçı katil sürüsünün en büyük destekçisi hakan albayrak ile yan yana fotoğrafı beni hep rahatsız etmişti. gezi sürecinde hakan albayrak için yazdıkları gecikmiş bir tepki olmakla beraber duygularıma tercüman olmuştu. sonuçta özgürlükçüydük ama islamcı faşistlere sonsuza dek aldanmayacak kadar salaktık.
    ocak 2015’te metis söyleşilerde murat uyurkulak röportajı vardı. röportajı yapanın ergen-çiğ sorusu beni rahatsız etmiş, murat uyurkulak’ın cevabı hoşuma gitmişti:

    “dizi gibi reyting kaygısının yüksek olduğu bir piyasaya senoryo yazmanız sizden pek beklenen bir hareket değildi (hatta kanal d gibi ana akım bir kanal için). böyle işe girerken kendinizi ifade etmek noktasıda kaygı yaşadınız mı ve ‘derdinizi’ anlatabildiğinizi düşünüyor musunuz?
    bunların hiçbirini önemsemiyorum… umurumda değil… faşistlik, ırkçılık, iktidar yalakalığı, üçkağıtçılık, yavşaklık olmadığı sürece her işte çalışır insan. daha önce garsondum, soğuk mezeciydim, çevirmendim, dış haberciydim, editördüm, şimdi senaristim… bir fark yok benim için… sefil geldim, sefil gideceğim… benim gibi insanların fıtratında eşşek gibi çalışmak, it gibi yaşamak ve yapayalnız, yoksul, meşinleşmiş bir yürekle geberip gitmek vardır… o yüzden büyütülecek, abartılacak hiçbir şey yok ortada… yazıyoz gidiyo işte…”

    tesadüf o ki birkaç ay sonra murat uyurkulak’ı oturduğumuz evin giriş katına girerken gördüm. apartmana yeni taşınan kişi murat uyurkulak’mış. hemen müjdeyi eşime verdim. bizde bir sevinç hali. nasıl olsa tanışırız, müsait olduğu bir zaman oturur içeriz, edebiyat ve siyaset(hdp heyecanımızı) konuşuruz dedik. karşılaşırız umudu ile gözümüz kapısında. onu göremiyorduk ama kapının önünde yeni alınmış ev eşyalarının ambalajları oluyordu. hani bizim yıllar öne aldığımız artık unuttuğumuz türden televizyon vs. ambalajları. yeni bir hayata başlıyordu, kendisine ev kuruyordu. mülksüzdü demek ki. bizim okuduğumuz, etkilendiğimiz ama uzaktan güzellemesini yaptığımız mülksüzlük… perdesi hep çekiliydi ama çok güzel kedisi perdenin önünde camdan bakardı sürekli. eve ne kadar geç gelirsek gelelim ışığı hep açıktı. bir iki kere apartmanın ihtiyaçları için karşılaştık, ayak üstü sohbet ettik. her seferinde kibardı. fakat hep bir acelesi varmış, eve girip yetiştirmesi gerekiyormuş gibiydi. yazıyor muhtemelen diye düşündük ve tanışmak, konuşmak için rahatsız etmedik.
    sonra gene benim işsizlik günlerim başladı. geceleri okumalar, twitter’a bakmalar… murat uyurkulak’ın küfürlü twitlerini görmeye başladım. çoğunun sebebi alkoldü. ya evde alkol bitmişti ya da birisi ile kim daha çok içer kavgası yapmıştı. üzüldüm, tanışmayı biraz erteledim. tesadüfe bak ki neredeyse 15 sene önce ödp’den tanıdığım arkadaşım işsiz ve dolayısıyla evsiz kalmıştı. sadece sanal ortamda görüşüyorduk. yarım ağız bizde kalabileceğini yazdım. o da murat uyurkulak’ın ona anahtar verdiğini ve ne zaman isterse onda kalabileceğini söylediğini yazdı. sonuçta o murat uyurkulak’tı. dayanışmayı, mücadeleyi, evini dostuna açma vs.yi bizim gibi küçük burjuva kaygıları olmadan yapmıştı.
    işsizlik, yazın istanbul’da bulunmanın nedeni olmaması vs. den dolayı temmuz’dan eylül ortasına kadar evden uzak kaldım. yaz gelsin, murat uyurkulak’ı balkona rakı içmeye çağırırız dediğimiz yaz geçip gitmişti. bir akşamüstü havalar soğumadan çağırayım diye baktığım murat uyurkulak’ın kapısının açık olduğunu gördüm. içeride eşyalar yoktu. ev sahibini aradım. işinin iyi gitmediğini, kirayı ödeyemeyeceğini söylemiş. bu şekilde evden çıktığı için özür dilemiş. yeni kiracı gelene kadar faturalar üzerimde kalsın ben öderim demiş. yeni kiracı da taşındı. artık apartmana murat uyurkulak faturaları gelmiyor.
    dün birgün’ün pazar ekinde röportajını okumasam bu yazıyı yazmazdım. tanımamasına rağmen bana cevap veriyor gibiydi:

    “twitter da birşey yazmak ve retweet yapmak için kaç dakika düşünüyorsun?
    dakikasını bilemem ama yazmadan önce çok düşünüyorum. zaten düşünürken genellikle de hevesim kaçıyor, ne kadar aptal olduğumu bir kez daha anlıyorum ve yazmaktan vazgeçiyorum. retweetler de ise daha seri ve hızlıyım sanırım. keşke twitter’ın sarhoş butonu gibi bir şeyi olsa. ona bastıktan sonra en az beş saat bir şey yazamasan. yazmana izin vermese. zurnayken öyle salak, gereksiz, terbiyesizce, adice twitler yazdım ki, düşündükçe utançtan yüzüme ateş basıyor. hepsini ertesi gün ayılınca sildim tabii. kimse okumamış bile olsa onları yazmış olmak bile yeterli kahır kaynağı benim için.”

    kedisi, az uyuması, yazması, duvara toslaması ama boyun eğmemesi, şu anki ruh hali aşağıdaki röportajda okunabilir.

    http://www.birgun.net/…er-ve-anarsistler-99575.html

    benimki de böyle bir anıydı işte.
  • afinizi de filintaliginizi da .... diyerek son noktayı koymuş has edebiyatçı vicdanisesçi .
  • radikal'deki röportajında;

    "bir insanın diğerleri üzerinde iktidar, tahakküm ve baskı kurabilmesi, bunu içselleştirebilmesi, bundan zerre rahatsızlık duymaması, rekabetle, güç arzusuyla, muktedirlik halini korumak yönünde daimi bir gayret ve endişeyle yaşayabilmesi hakikaten inanılmaz. sözgelimi alelade bir diş macununu satmak için yorulan kafanın, yapılan organizasyonun, seferber edilen yaratıcılığın beşte biriyle, onda biriyle, dünyada açlık diye bir mesele kalmayabilirdi. vaziyet çok belli: ya tabiatla uyumlu yepyeni bir hayat kuracağız ya da toptan yok olacağız. daha önce de demiştim: insanlara üzülmem, müstehaktır, ben onca hayvanın, bitkinin yok olacağına üzülüyorum. onlar buna mani olamazlar çünkü. velhasıl insan denen mahlukun mevcut vahim halindense, bir gorilin tabii halini tercih ederim. bir hayvan kadar dürüst olmak isterdim, ama mümkün değil. ben de bu pespaye pazaryerinde yeterince acılaşmış, taşlaşmış, kayışlaşmış durumdayım."

    şeklinde buyurmuş, gönül telimi sadece eserleri ile değil fikirleri ve bunları dile getirme üslubu ile de titreten zat-ı muhteşem. türk yazınının belki de son dönemlerdeki en heyecan verici, en lezzetli ve en oturaklı yazarıdır. bunu bilir bunu söylerim.
hesabın var mı? giriş yap