• üç aydır entry girmiyordum. kısmet bu filmeymiş dedirten film.

    yazacaklarımın bundan sonrası spoiler olacak.

    --- spoiler ---

    filme gidiyoruz eğlenmek için, keyifli zaman geçirmek için, bilmediğimiz bir şeyi öğrenmek, bir garip, bir enteresan hayata konuk olmak veya yeni şeyler deneyimlemek, yeni şeyler görmek için buna benzer şeyler için. bu filme ne bok yemeye gittiğimi ben anlamadım bu birincisi.

    güzel bir film afişi yapmışlar. zenci 3 ayrı herifin suratını üçe bölmüşler. afiş dikkat çekici olmuş. trailer'ı da izledim oradan da etkilendim. dedim bu filmi ben görmeliyim. benim planladığım veya görmeyi düşündüğüm film, böyle tanrı kent gibi ne bileyim, the wire tadı da olan, gerçekçiliğin bokunu çıkarmış, azıcık gangsterlık içeren, çokça silahların sıkıldığı, araba kovalamaçlı, bol aksiyonlu, mafyalı, ghettolu bir filmdi.

    bula bula ne buldum peki? brokeback mountain 2'yi buldum.

    kovboyların zenci olduğunu düşünün olay da wild wild west'te değil de günümüz georgia atlantasında, miami'de geçiyormuş. ve ortada kovboy-at filan da yok. bilmiyorum. filmin nerede geçtiğinin önemi de çok yok. filmde zaten yeni bir yer görüp öğrenmiyoruz. eğlenmiyoruz da. keyifli zaman da geçirmiyoruz.

    aslına bakarsan keyifli zamandan geçtim zaman dahi geçirmiyoruz. evin duvarlarını yağlı boyayla boyasan ve oturup boyanın kurumasını beklesen zaman daha hızlı geçer.
    film çünkü giriş gelişme sonuç toplasan 15 dakikada konusu mevzusu karakter gelişimi boku püsürüyle çok güzel kısa metrajlı film olur. fakat amına koduğumun yönetmeni bu film için 15 dakikayı değil de sanatsal bir 1 saat 51 dakikayı planlamış tasarlamış. zaman geçmek bilmiyor. ne demişler arap filmi bol buldu muydu götüne sürermiş. filmin yönetmeni de zenci yani arap olduğuna göre. ne rahat ırkçı konuşabiliyorum değil mi? türkiye'nin güzelliği de burada işte. nigger, damn nigga veya kanlı nigar yok burada. gündüz feneri var, arap var, zenci var. çünkü biz zenciyi severiz. misal veriyorum kompela. bana pezevenk diyo. veya pascal nouma survivor, veya moussa sow ve namazlı gol sevinci. biz medeni ülkeyiz. neyse dolayısıyla politically correct olmama gerek yok.

    bu bildiğin zenci filmi. filmin yönetmeni amarikadaki zenciler zaten gider izler hoşlarına gider buradan güzel voliyi vururum demiş. zaten amerikada ırkçılık da artma trendinde liberal demokratları, politik doğrucuları da oradan yakalar filan oradan hasılatı da kaldırırım. eee başka ne var? kurnaz yönetmen sadece siyahilerin ilgisine mazhar olmakla yetinmemiş, gayleri de hedeflemiş. lgbt camiası da hatırı sayılır bir demografi sonuçta. tam atmayayım şimdi ama %3.8 resmi rakam, bir de gizlileri hesaba katsan olur sana %5. gay-faggot-ibne- lezbiyen her neyse. bu konularda da politically correct olma kaygım yok. belki de homofobiğimdir ha ne dersin benim ekşici her boku bilen dostum? öyleysem de öyleyimdir de. ya arkadaş ben ibnelikten gaylikten prim toplamaya karşıyım. önce insan olunsun sonra gay olunsun. daha sen adam olamamışsın madam olmaya kalkıyorsun yapma işte bunu. bir de filmin başında yazılsın madem öyle.

    bir başyapıt, efendime söyleyeyim gerçek bir amerikan başyapıtı, tarihi bir başarı, bir şaheser, yılın en iyi filmi, muhteşem, 8 akademi ödülüne aday filan yazacağınıza en sonda yazacağınızı en başta yazın aslanlar gibi.

    ne yazalım? filmin afişine bu bir zenci ibnetor filmidir yazın. ben de bileyim gideceksem ona göre gideyim. adam sahilde arkadaşının eline veriyorsa bunu izlemek ve hımm tam bir başyapıt ne kadar değişik demek zorunda kalmayayım. baş yapıtmış. baş yapıt değil ancak baş çapıt olabilir bu film. neresi muhteşemse amına koim. durun ben anlatayım filmi siz karar verin. muhteşem mi şaheser mi yoksa şahı götünden mi vurmuş yönetmen.

    bu amerikalıların çakallıklarından gurnazlıklarından bana gına geldi. her trailerla her afişle her marketing materyaliyle bir şekilde benim gibi safları kandırıp filme çekmeyi başarıyorlar. sonuç ne? hüsran. akademi ödülü alıyormuş bilmem ne. ulan her sene bin tane film çekiyorsunuz. sonra da ödülleri ulufe dağıtır gibi herkese dağıtıyorsunuz. yok en iyi kamera ödülü, en iyi kostüm ödülü, en iyi özgün senaryo, en iyi uyarlama senaryo, en iyi götünden uydurma senaryo diye yaratmadığınız uydurmadığınız ödül kalmadı. sekiz değil 18 ödül alsa ne olur. çingene çalıyo kürt oynuyo amına koyim. ne bir referans var ne bir şey. taktik maktik yok bam bam bam. sikerim sizin yapacağınız ödülü de vereeceğiniz akademi tavşanını da. siyaseten doğrucu ödüller mevzuuna hiç girmek istemiyorum her bir ödül ayrı skandal.

    neyse ben filmi anlatayım.

    konu şu. zenci bir torbacı vardır adı juan veya huan her ne boksa. arabasıyla gezer. bir başka alt taşeron torbacının yanında sohbet ederler. yo man, vhatsup meen, falan feşmekan, konunun gelişimine şuna buna katkısı en ufak olmayan diyaloglar, yok eliptik kamera kullanmış yönetmen de bilmem ne....anasını skeyim isterse panoramik iphone 7 ile çeksin o sahneyi, isterse imax'le 3 boyutlu çeksin ne fark eder anlamıyorum. eliptik kamera kullandı diye g.tümüzü mü verelim yönetmene?? bir kamera kullanacaktı sonuçta. ne alakası var?

    yani iki şey biliyorsunuz diye gelip burada vurgulayayım da millet ne kadar sinema olayına hakimim anlasın diye ukalalık kasmanın faydası var mı?

    yönetmenin tarzı bana james baldwin romanlarının naifliğini anımsattı...hı hı tam olarak öyle...james baldwin'in kelini ayrı skeyim naifliğine ayrı kayayım. bana neyi anımsattı film biliyor musunuz? pornhub'da yanlışlıkla tıkladığım gay ebony fantasy videolarını. öyle bir şey olmadı ama ne alakası var james le baldvinle...cahil cahil konuşuyorum farkındayım fakat fazlasına gerek yok.

    filme geri dönersek. neydi? hah...

    şimdi bu zenci juan torbacı arkadaşıyla konuşurken o arada bir grup zenci çocuk bir başka zenci bebenin peşinde koştururlar. bu çocuğun adı chiron'dur ama lakabı da little'dır. yani ufaklık. bu çocuğun peşinde koştururlar ve kıstırıp dövmeye çalışırlar. o arada benim eliptik midir ekliptik midir ne skim kameraysa olan bitenleri izlemekten başım döndü. midem bulandı. neyse zenci bebenin yani ufaklığın peşinde koşanlar başarılı olamazlar. zenci bebe metruk bir terkedilmiş binaya saklanır tarla sıçanı gibi. juan da gelir bu zenci bebeyi saklandığı yerde bulur. hayırdır niye kaçıyon, onlar neyi kovalıyorlar üç beş monologdan sonra (çünkü chiron konuşmamakta olduğundan dialog yok bu bölümde juan'ın monoloğu var) juan chiron'u sempatik bulur.

    sonra juan ile chiron (çayron) arasında bir dostluk gelişir. huan çayron'u alır evine götürür. kız arkadaşı teresayla tanıştırır. ikisi birden bu nuh deyip peygamber demeyen, ağzından kerpetenle zor laf alınan bebeden laf almaya çalışırlar. çayron'un morali bozuktur hiç konuşmamaktadır. filmin ilk yarım saati belki 45 dakikası çayron'un sessizlik nöbetleriyle geçer. çayron'un annesi mevcuttur babası yoktur ilk yarım saatte anca bunu öğrenebiliriz.

    sonra çayron eve gider. daha doğrusu juan'ı alır götürür evine bırakır. anası ortalığı velveleye verir. bunca zamandır neredeydin de, niye eve gelmedin de.

    juan efendi gibi önünü ilikleyip, anasına der ki arap bacı, arap bacıııı!!! oğlunu pezevenklerin elinden kurtardım, açtı yedirdim, çıplaktı giydirdim sen neyin peşindesin? bunun üzerine çayro'nun anası teşekkür ederim der ama juan'ı yine de evden siktir eder. (evladın olsa eve kor musun? hesabı) burada seyirci olarak ben kendi kendime dedim ki herhalde kadın kendi halinde, eğitimli filan iyi bir insan çocuğunun itle köpekle uyuşturucu satıcılarıyla arkadaşlık etmesine sıcak bakmıyor.

    fakat işin aslı öyle değildir. çayron'un anası paula bir "taş orospusu"dur. ingilizceden çevirince tam istediğim sonucu elde edemedim. she is a crack whore. yani crack kokain müptelası bir fahişedir. chiron'un babası evi meğerse terketmiş. annesi de fahişe ve uyuşuturucu bağımlısı. vay be konuya bak. drama bak. anlatırken bile gözlerim yaşardı.
    klişeler burada bitiyorsa yanılıyorsunuz.

    neyse okulda yine bir amerikan filmi klasiği yaşanmaktadır. anlattığım konu bullying ya da türkçesi kabadayılık taslama mı her neyse. bu çayron bebesi ufaklık diye herkes üzerine gitmeye çalışmaktadır çayron'un. çayron alemin şamaroğlanı olma yolunda hızla ilerlemektedir. bu arada çayron'un da samimi olduğu bir arkadaşı var ismi kevin. veya kevın. kevinle iyi anlaşırlar. fakat diğer çocuklar buna fegıt yani ibne derlermiş. bir gün bunlar demiryollarının yakınında bir yerde saçma sapan bir oyun oynarlar. çapıt gibi bir topu kim yakalarsa onun üzerine çullanıp ebesini skmece oyunu. fakat çayron bu oyundan pek haz almaz. uzakta durur. bunun üzerine kevin çayronun yanına gelir, ya oğlum niye bu pis zencilerin üzerine gelmesine izin veriyorsun, niye höt diyene al sana bir göt diyorsun, sen de onlara dişini göster sen yımışak değilsin filan der. bunun üzerine dostlukları pekişir kanka olurlar.

    sonra birgün bütün bu lisedeki çocuklar bir odada toplanırlar ve birbirlerine siklerini göstermece oyunu oynarlar. çayron da bu kervana katılır ve kevin ve diğer arkadaşlarına sikini gösterir. eğlenirler.

    neyse juan isimli torbacı boş vakitlerini çayronla geçirmeye başlar ona yüzme öğretir. hayatta hep doğru bildiğin yoldan gidecen aga, filan gibi felsefe filan kasar. detaylı anlatayım ki filme vereceğiniz paranız cebinizde kalsın sonra bana dua edersiniz. neyse bir gün sahil kenarında juan'la ki bu juan aslında filmde toplasan 10-15 dakika ya gözükür ya gözükmez, ve buralardaki rolüyle galiba en iyi yardımcı erkek oyuncu oskarını alan ilk müslüman sanatçı olmuş. diğer filmleri fazla izleme imkanı bulamadım ama öyle aman aman bir oyunculuk yok. neyse sahilde juan ile chiron oturmaktadırlar. juan chiron'a burada bir nevi mentorluk, babalık da yapıyor. aralarında şöyle bir konuşma geçer.

    juan: uzun zamandır buralardayım, yani küba'nın dışında. buradaki zencilerin çoğu da kübalı. ben de eskiden senin gibi biraz ufaktım, kısacıktım. bir gece dışarıda yalın ayak koşturuyordum, ayışığı vardı. bir yaşlı kadına rastladım. bu yaşlı kadın beni durdurdu ve şöyle dedi. etrafta koşturuyorsun ve ışıkları topluyorsun. ayışığında zenci çocuklar mavi gözükürler. sen mavisin. bundan sonra seni böyle çağıracağım. mavi.
    little: senin adın mavi mi?
    juan: [gülüşmeler] naaah. yani hayır.
    [sessizlik ve durağanlık....akabinde]
    juan: bir noktada kim olacağına karar vermek zorundasın. kimsenin bu kararı senin yerine almasına izin verme.

    işte filmin vurucu sahnesi de buydu. 7. sanatla filan ilgilenen sinefil arkadaşlar vardır. hani derler ya en kötü filmde bile güzel bir sahne bulunur diye. işte belki bu sahne ve bu sohbet, zaten filmin isminin ayışığı olması da bu diyalogdan mütevellit zaten, bunu da yazdım ki ya gideyim kaçırdığım bir şey var mı mevzusu olmasın. filmin felsefesi (varsa) bu, tavuk suyuna çorba çıkarılacak ders varsa da bundan ibaret- kanka kendi yolunu çiz, kimsenin sana kim olacağını söylemesine izin verme. gay mi olmak istiyorsun buyur. ibnelikten mi hoşlanıyorsun yolun açık olsun. gayet hümanist, gayet insancıl mesajlar bunlar. ha bunu bir milyonuncu kez duymaya gerek var mıydı? bunu oskarla taçlandırmayı lüzum icap eder miydi? ben ne bileyim.

    neyse juan sonra yine uyuşturucu satıcılarının olduğu mahalleye gider bir de bakar ki arabanın içinde birileri oturmuş bunun malzemeyle kafa buluyor. hemen atar yapmak için yanlarına gider bir de ne görsün çayron'un anası paula orada bir herifle kafayı bulmaktadır. vay efendim sen nasıl bunu yaparsın da bilmem ne diye celallense de çayronun anası paula daha çirkef çıkar, atara atarla cevap verir çünkü aslında paula juan'ın malıyla kafayı bulmaktadır. paula zeytinyağı gibi üste çıkar, çocuğuma babalık mı yapacaksın, ona sen mi bakacaksın vs. akla ziyan sorularla juan'ın ağzının payını verir. ikisi de çayron'un yetiştirilme tarzının çok da harika olmadığı konusunda hem fikir olup oradan ayrılırlar.

    çayron ertesi gün juan'la teresa'nın yanına gider, annesinden nefret ettiğini söyleyip okulda bana ibne diyorlar siz ne diyorsunuz bu işe diye juanla teresaya sorar. onlar da senin bileceğin iş bize bok yemek, saygı duymak düşer gibi orta yolcu cevaplar verirler. peki ben ibne miyim puşt muyum bunu nasıl bilebilirim diye sorarsa da çayron teresa ve juandan ileride öğrenirsin, bilince anlarsın, büyüyünce eline verirler o vakit farkına varırsın gibi tatmin etmeyen cevaplar duyar. tam olarak şöyle bir muhabbet geçer haydi onu da vereyim de akademi üyeleri bu vurucu diyaloğu nasıl es geçtin filmde aslında mükemmel gerçekçi bir diyalog da vardı diye yazmasınlar.

    little: what's a faggot? (ibne ne demek?)
    juan: a faggot is... a word used to make gay people feel bad. (ibne...gay insanlara kendilerini kötü hissettirmek için kullanılan bir kelimedir)
    little: am ı a faggot? (ben ibne miyim?)
    juan: no. you're not a faggot. you can be gay, but you don't have to let nobody call you a faggot. (hayır sen ibne değilsin, gay olabilirsin, ama hiç kimsenin seni ibne diye çağırmasına izin vermek zorunda değilsin.)

    filmde bu diyalogla hangi sosyal mesaj verilmek istendi bilmiyorum ama benim aldığım mesaj ''gay'lere ibne dememeliyiz, çünkü alınabilirler...''oldu.

    çayron bu diyaloğun bitiminde bu kez juan'a ''bilader onu bırak da sen torbacı mısın? bizim valideye malı sen mi temin ediyon? diye sorar. juan torbacılık yaptığını itiraf eder, ülkücüler tarafından yakalanıp hırpalanan bir bonzai satıcısı gibi yaptıklarından utanır ve ağlar.

    burası filmin ilk kısmıydı.

    film üç bölümden oluşuyor. birinci bölüm: ufaklık / little burada bitti.

    ikinci bölüm: chiron/çayron
    çayron biraz büyümüştür. lise veya orta okuldadır. haydi ortaöğrenim diyelim anlam akışı bozulmasın. juan ölmüştür. teresa hayattadır. chiron'un yine başı dertten g.tü sikten kurtulmaz. okulda bullying aynen devam. herkes çayron'a dayılanır. sen topsun imalı göndermeler, bak bebe seni skerem ha tarzı tehditler, adam toplayıp dışarda görüşüz demeler vs.

    çayron'un sınıfında rasta saçlı terrel isimli bir tırrek vardır. ve sürekli olarak çayron'a yüklenir. derste bir gün kavga çıkartmak üzere iken hoca bunu dışarı atar. terrel seni dışarıda bekleyeceğim der. çayron okul çıkışında dayak yememek için merdivenlerde beklerken yanına bu küçükken samimi olduğu kevin gelir.

    kevin çayron'a merdivenlerde bir kıza blowjob yaptırdım diye ballandıra ballandıra anlatır. aynı zamanda senin adın bundan sonra "black" olsun diye çayron'a bir lakap takar. çayron bu arada bazı geceler akşam yatısına kalmak için, bazen yemek bazen harçlık için teresa'yı ziyaret etmeye devam eder. bir gün akşam eve döner annesi paula uyuşturucudan iyice kafayı bulmuştur, üzerindeki paraları vermesi için çayron'u iyice hırpalar ve cebindeki harçlığıyla kendisine öroyin, kokoyin filan alır.

    sonra çayron bir gün okula giderken terrel ve yanında bir başka arkadaşı çayron'u taciz etmeye başlarlar. anasına sövmeler, teresa'yla yakıştırmalar filan derken çayron'u hem fiziksel hem ruhsal olarak bayağı bir hırpalarlar.

    bunun üzerine çayron plaja gider ve kumsalda oturur. kevin yanına gelir ve bir cigaralık çıkartıp beraber tüttürmeyi teklif eder. ikisi birbirlerine hayallerinden bahseder, sonra öpüşürler ve çayron kevin'in eline küsküyü verir. böylece arkadaşlıkları daha da pekişir sanırım. burada ailelere verilmek istenen mesaj, çocuğunuz esrar içerse ibne olur mesajıydı sanırım.

    sonra okulda bir gün öğle tatilinde çayron yeni erkek arkadaşı kevin'ın yanına gideyim filan derken bu terrel denilen sığır kevin'ın yanına oturur. hatırlar mısın kevin, eskiden oynadığımız bir oyun vardı "knocked down. stay down'' diye. ne acayip eğlenirdik, ne güzel günlerdi, sen de o oyunu çok iyi oynardın vurduğunu indirirdin filan diye kevin'e oyunu hatırlatır. kevin de hatırlamaz olur muyum, çok iyi hatırlıyorum bir vurduğum bir daha yerinden kalkamazdı diye afra tafra yapar. terrel tamam o zaman ben sana knock down edecek birini gösteririm sen de onu indirirsin hem böylece eski geleneksel oyunlarımızı da yad etmiş oluruz der. bu muhabbetin üzerine terrel bahçeye çıkar ve kevin'a vurup indirecek adam aramaya başlar sonra chiron'u işaret eder. haydi kevin vur indir şu lanet olası zenciyi diye kevin'a baskı yapar. kevin şimdi geri atsa da olmayacak, vursa ayrı dert vurmasa ayrı dert, neyse uzatmayayım çayron'un ağzını burnunu kırar. çayron onurlu çocuktur kevin her vurduğunda ayağa kalkmaya devam eder. kevin da ayağa kalktığı müddetçe allah yarattı demeden suratına yumruğu yapıştırır. bu sahne de çok etkileyiciydi demek isterdim ama bilmiyorum ben filmden bunaldığım için buralar bile sıkıcı geldi bana. hatta orada ben olsaydım sırf sinirimden çayron'a iki vurup tek saydırırdım.

    her neyse, sonuçta çayron suratı çarşamba pazarına dönmüş bir halde okul yönetimine gider. orada çalışanlardan birisi saldırganların ismini vermesi konusunda ricacı olur. fakat çayron isimlerini versem de hiçbir şey değişmeyecek diyerek o talepleri de refüze eder.

    ertesi gün, chiron sabahtan güzel duşunu banyosunu alır, suratını buzlu suya yatırır, abdestini alır, iki rekat namazını kılar, kahvaltısını yapar, cenge gidiyormuş gibi hazırlanır ve ilk iş okula girer, yerine geçer, aldığı sandalyeyi sınıfta oturan terrel'in sırtında kırar. al sana knock down al sana stay down hesabı. araya öğrenciler filan girer kavgayı ayırırlar fakat sonraki sahnede görürüz ki chiron tutuklanmış polis arabasına götürülüyor. kevin arkasından bakar. filmin ikinci bölümü de biter.

    üçüncü bölüm: black/kara.

    hikaye 10 yıl sonrasına atlar. hapisten tahliye olan chiron artık atlanta'da yaşamaya başlamıştır. o arada hayvan gibi vücut yapmıştır. tüm ağzı altın kaplama dişlerden oluşan belalı bir torbacı olmuştur. annesini de florida'da mazhar osman gibi bir akıl hastanesine veya huzur evine kaldırmışlardır.

    bir gece yarısı chiron'a kevin'dan bir telefon gelir. kevin telefon numaranı teresa'dan aldım, 10 yıl önce okulda olanlar için çok üzgünüm filan der. chiron da üzülür ve ağlar. iyi hacı peki sen napıyon der, kevin da ben artık aşçı oldum miami'de küba yemekleri yapıyorum bir gün gel de misafirim ol der. chiron veya yeni lakabıyla black iyi bakalım olmazsa uğrarım kanka filan der.

    sonra bir gün çayron veya black arabasına atlayıp kevin'ı ziyaret etmeye karar verir. yolda annesine uğrar. paula sana doğru düzgün analık yapamadım filan der. seni seviyorum evladım senin beni sevmene gerek yok filan gibi abuk sabuk laflar eder. çayron da anasını affeder. meğersem bu iş de bu kadar kolaymış.

    sonra çayron kevin'in işlettiği dükkana girer. kevin tabii ki chiron'u gördüğüne çok şaşırır. ona şefin spesiyalitesini pişirir. chiron'a şarap ikram eder. chiron filmin başından beri insanı sinir eden sessizliğini muhafaza etmektedir. ayı gibi yemeği yer, tek kelime laf etmez. kevin muhabbet açmak için akla karayı seçer. neyse sonunda öğreniriz ki kevin sonradan samantha diye bir kadınla evlenmiş kevin jünyor diye de bir çocukları olmuş. chiron da iyi yapmışsın hacı ben de torbacı oldum, varsa bir şekliniz atlanta'ya bekleriz der. kevin başta hayır olamaz sana yakıştıramam filan dese de sonradan mevzuyu uzatmaz.

    ikisi birden gece kalmak üzere kevin'ın evine giderler. kevin belki hayatta istediğim yere gelemedim ama ailemle işimle çok mutluyum der. chiron ise liseden bu yanna, bağa senden başka erkek eli değmedi der. chiron ve kevin yatağın yanına otururlar, chiron başını kevin'e yaslar. kevin de chiron'un başını okşar. burada başını yaslar okşar filan dediysem düşündüğünüz şekilde değil. yani arkadaşça.

    film de chiron'un küçükkene sahil kenarında ayışığı altında dönüp baktığı bir sahneyle af buyurun yarrak gibi sona erer.
    --- spoiler ---

    anlamsız sessiz sahneler, bol bol ghetto ve life in the hood stereotype'ları, yeterince işlenmediğinden yapay duran karakterler, senaryoda akla takılan ve cevaplanmayan sorular, boşluklar, atlamalar, klişe oyunculuklar. boşa harcanan 1 saat 51 dakika. bir de sinirimden oturdum bunları yazdım. umarım birilerine faydam dokunur.

    akademinin tuzağına düşmeyin. oskar almış film diye izlemeyin. pseudo entellektüellerin olumlu değerlendirmelerine filan da aldırış etmeyin. sıkıcı, oskar almayı bırakın aday gösterilmeyi bile hak etmeyen iğrenç ötesi bir film. diğer oskara aday filmlerin yönetmenlerinin yerinde olsam akademiye ağır küfür ederdim. politik doğruculuk yapacağız diye her sene yüzlerce insanın emeğini çalıyorlar. trump galiba herkesin şirazesini kaydırdı.
  • çok gecikmeli izledim ben bunu sıcağı sıcağına yazayım:
    allaaaah allah daraldım içim şişti patlamak üzereyim bu nasıl sıradan bir hikaye? böylesine sıradan bir hikayeye utanmadan nasıl film çekmişler? daha da utanmazları çıkıp nasıl en iyi film oscarı vermiş? yahu hadi hikaye sıradan olabilir ama onu öyle bir anlatırsın ki izleyici büyülenir. ama bu yüzeysel ötesi. daha önce birkaç kez "bok gibi film" yazılmış ben de izlemeden önce buraya bakıp "yok o kadar değildir yav" dedim ama tam da o kadarmış.

    bok gibi film.
  • filmi sorgulamadan izleyenlerin anlamasini beklemedigim film; akademi uyelerine bu filmi sectikleri icin sapka cikardigim motion picture

    --- spoiler ---

    film sadece zenci escinselligini anlatmiyor, film bir insanin hayattaki secimlerini ve degisimini su, yemek ve uyusturucu uzerinden acikliyor.

    chiron, adi itibariyle de mitolojide insan basli ama at vucutlu bir centaur; yani diger tanrilardan biraz farkli. garip gorunuslu olmasindan dolayi annesinin chiron'u terkettigi mitolojide soyleniyor ayni filmdeki gibi.

    chiron mitolojide apollo ve artemis tarafindan egitiliyor, ayni sekilde filmde de juan ve teresa (uyusturucu saticisi ve onun karisi) tarafindan egitiliyor, yani yuzmeyi ogrenmesi, masada dik durmasi, yatagi yapmasi ve escinsel/ibne'nin ne demek oldugu.

    ayni sekilde chiron mitoloji'de yakin arkadasi herculles tarafindan yanlislikla yaralanir, bu yara hic bir zaman iylesmez, ayni sekilde ilk escinsel deneyimini yasadigi arkadasi kevin'in kendisini yaraladigi gibi.

    chiron. adinin telafuzunda bile shy-ron utangaclik var, bu da onun kisiligine yansimis.

    kisiligi demisken, filmin yavas islemesindeki neden karakterin icine kapanikliligi, sessizligi ile bagdasmasi. bunu anlamayanlarin kalkipta c'era una volta il west aslinda on dakikalik film ama sergio leone 3 saate yaymis demesi gibi birsey.

    film uc bolumden olusuyor, little, chiron, black

    little 10 yas grubu arkadaslarinin ona taktigi lakap, chiron gercek kisiligi ile tanismasi ve black ise kas yigini haline gelmis uyusturucu saticisi hali, fakat yine isin ilginc tarafi bu hayat tarzininda kullandigi lakabin aslinda kendisine ilk escinsel iliskisini yasadigi arkadasinin takmis olmasi

    chiron'un her su/deniz/havuz ile temasi, bizi filmin yeni segmentine tasiyor (little/chiron/black)

    little ilk defa yuzmeyi miami'de ogreniyor ve orada juan'a ilk defa guveniyor, film 15 dakika boyunca birbirlerine uzak olan iki kisiyi ilk defa birlestiriyor.

    ayni sekilde okyanusta yuzmeyi ogretirken little'i kafasindan tutup su uzerinde dengede durmayi ogretmesi sanki little'i vaftiz ediyormus, little yeniden doguyormus gibi gosteriyor.

    yine ayni sekilde ilk escinsel deneyimini chiron deniz kiyisinda yasiyor.

    sonra chiron kendisine satasan sinif arkadasina verdigi cevap (belinde sandelyeyi kirmasi) yuzunu buzlu suyla yikayip aynaya baktiktan sonra gerceklesiyor. zaten sonra da chiron atlanta da hapisi boyluyor.

    hatta black yillar sonra kevin'le bulusmaya karar vermesi yine yuzunu buz dolu lavaboda yikadiktan sonra gerceklesiyor.little/chiron/black'in hayatindaki degisiklerin hep su uzerinden gitmesi onemli bir detay.

    diger bir onemli detay ise yemek. little juan'in esi teresa'nin verdigi yemekten sonra little juan'a aciliyor ve nerede yasadigini anlatiyor. bu acilis sahnesi. filmin son sahnesi de yine kevin'in black'a yemek pisirmesi ile basliyor ve black senden sonra hayatimda hic kimseyle olmadim diyerek kevin'e aciliyor. zaten sonrasinda da kucuk chiron'u (little) okyanusun karsinda goruyoruz. bize dogru bakiyor, okyanustan korkmus ama onun getirdigi degisiklikleri/yenilikleri benimseyecekmis gibi. buradan sonrasini yonetmen bize birakiyor.

    diger bir detayda makyajda gizli. son elli yilda cekilen filmlerin cogu beyaz karakterlerden olusuyor ve hemen hemen hepsi parlak spot isiklarinin keskinligini biraz olsun oldurmesi ve tenlerindeki pruzlugu gidermesi adina pudralanarak kamera karsisina cikiyor. bu filmdeki butun karakterler zenci ve tenlerinde ise gram pudra yok, tam tersine hepsi yaglanmis gibi paril paril parliyor. belki de yonetmen karakterlerinin tenlerinde bile olaylarin parlakligini gostermek istemis.

    bu kadar detayin boyle sade bir goruntuyle sunulmasi da sinematografideki mukemmellik. yani metamorfoz bu kadar etkileyici bir bicimde aciklanamaz. o yuzden filmi izledim ama bok gibi demeden once detaylara bir daha bakin
    --- spoiler ---
  • sanki bir şey söylemek istiyormuş da lafı eveleyip geveliyormuş ya da bir yere ulaşmaya çalışıyormuş ama etrafında dönüp duruyormuş hissi yaratan, olması gerekenden fazla naif, fazla ürkek ve silik bir film. tavır yönünden sıkıntılı olduğu yetmezmiş gibi ansızın bitivermesi de bu yarım kalmışlık duygusunu artırıyor.

    o değil de son yıllarda başına oturduğum dramların çoğunda kendimi android gibi hissediyorum. 2 saat bir şeye bakıp sonunda hiçbir şey hissedemeden filmi kapatıyorum ve mutfağa falan gidiyorum. sanki böyle olmamalı. indie görünen ama mainstream'e oynayan gerçekçi film çekeceğiz derken bazı önemli unsurların pas geçildiği çok belli. yemekler hep tuzsuz. en heyecan vermesi gereken sanat akımının bu denli cansızlaşması artık üzüyor. credits akarken boş boş ekrana bakakaldığım filmleri özledim.

    sonuç olarak, 2016'da bundan daha iyi belki onlarca film izlemişimdir. en iyi yabancı film ödülünü alan*, hatta en iyi animasyon filme aday olup kazanamayan stop-motion bir film* bile bana moonlight'tan daha fazla şey kattı. sanırım spotlight'tan sonra bu sene de bir balonla karşı karşıyayız.
  • geçişler,ışıklar ve oyunculuğun muhteşem olduğu film.

    little'dan black'a hatta kocamam chiron'a geçişte o kırılganlık, o çok söz söylememe hali, o çekik kırılgan gözler .... hiç kaybolmadı. nasıl bir doğru bir casting ve oyunculuktur ki birbirine aslında hiç benzemeyen üç insanın aynı insan olduğuna inandırıyor.

    düşük bütçeli, ritmi çok yavaş, ödüllerinin çok yüksek beklentiye yol açtığını filmde pek bir şey yok aslında

    siyah varoşunda büyümeye çalışan eşcinsel olmakla itham edilen ama sanırım ondan da emin olmayan bir çocuğun içli dünyası. büyüme hikayesi.

    fazla bir beklentiyle giderseniz ciddi düş kırıkığı yaratacak bir film. zenci olmak, varoşta yaşamak, sert olmanın zorbalık olduğu, uyuşturucu ve hapisin hayat doğal seyrinde normal olduğu bir hayata ilişkin çok farklı bir film çekmiş barry jenkins. iyi de etmiş.
  • 40 tane oscarım olsa bir tanesini bile vermeyeceğim film.

    geçen yılın oscarına siyahların boykotuna karşılık bu film ödül verilmesi amerikan korkaklığıın göstergesidir.
  • hiçbir ögesi -ne oyunculuk, ne görüntü yönetmenliği, ne senaryo, ne alt metin, ne anlatım gücü, ne soundtrackler, ne prodüksiyon. hiçbiri!- ile ön plana çıkmayı başaramayan, son derece klişe ve zorlama hikayesi, zayıf anlatımı ve bomboş diyalogları ile içimi şişiren, değil en iyi film oscar'ı almasını, aday gösterilmesine bile şaşırdığım, koca bir vakit kaybı. hadi bi şekilde en iyi film ödülü verdiniz, peki en iyi özgün senaryo adayı gösterirken de mi vicdanınız hiç sızlamadı be kardeş.

    --- spoiler ---

    bi tane siyah eleman koyalım ama gey olsun. ta çocukluk dramlarından başlayalım anlatmaya. mesela yetim olsun ama dramayı abartmak için şöyle şapalım: sonradan manevi baba bulsun kendine, iyice tanışsınlar kaynaşsınlar, taaaam birbirlerine iyice bağlancakken o herif de gebersin. zaten altı üstü torbacı pezevengin tekiydi, müstahak. e bu çocuğun anası ne ayak desen, zaten o da orospu ve uyuşturu bağımlısı.

    -tamam da nereye bağlacayacaz, büyüyünce ne baltaya sap olacak bu velet?
    +abi oraya çok aşırı değişik bişey düşündüm, akkkklın çıkıcak
    -yapma yav, neymiş?
    +abi bu çocuk böyle hani çok duygusal, çok loser, çok ketum, çok leym bi elemandı ya hani
    -eee?
    +abi o güzelim masum sabi büyüyünce tam bi orospu çocuğu, sonradan görme pezevenk torbacı olup parayı bulsa mesela
    -ohaaa, yav muarrem sen çok acaip çocuksun ha
    +dur dur bitmedi...ama tam seyirci "oha eleman neydi ne oldu, bu nasıl bi badasslik aman allahım" diye ayılıp bayılırken patlatalım bombayı
    -nassı bişey mesela?
    +abi eleman meğer değişmemiş... geldiği yeri, geçmişini hiç unutmamış, hatta ve hatta o kadar ponçikmiş ki 15 yaşında ona ilk dokunan gey erkek arkadaşı üzerine gül dahi koklamamış
    -vaaaay iyi plot twistmiş kardeş vallaha şahane, bu hikaye tutar bak ben sana diyim
    +işte herşey iyi güzel de dialog işini nası yapcaz be hidayet abe?
    -remzi. remzi. posta remzi. bu iş onda sen merak etme.
    +remzi kim abi?
    -yok mu olm posta gazetesinin şiir köşesi, hani memleketin dört bi yanından şiir yolluyolar ordan manita falan yaptıydı
    +haaaa o remzi, hani sonradan twitter'da da yardırıp fenomen olan?
    - he işte o. diyaloglar onda sen hiç kafaya takma. on numara beş yıldız çocuk bak gör sen üç günde üç filmlik diyalog çıkarmazsa şerefsizim
    +büyüksün abi
    --- spoiler ---
  • bu mick adli vampirimiz beni angeldan daha cok etkiledi. neden mi? daha bi naif, daha bi nazik. hem o kadar dunya guzeli olmamasina ragmen bu adam da seytan tuyu var adami izlerken ben resmen eriyorum. diger begendigim sey vampir olabilirsin ama olumsuz degilsin mick'in dedigi gibi sadece biraz daha zor oluyorsun. ah ahh al beni ne* yaparsan yap.
    edit: yerim ben bu adami yerim.
  • eşcinsel fakir zenci konulu ödüllü film.

    tam zamanının eski ekşisözlük geyiği gibi; mardinden istanbul'a göçüp midyecilik yapan eşcinsel hikayesi. ödül almak için ne yapmanız gerek derseniz muhtemelen ortaya bu tip konuların harmanı çıkar.

    sırf bu yüzden izlemeyeceğim.
hesabın var mı? giriş yap