• ayrica one flew over the cuckoos nest, hair, ragtime, the people vs larry flint, man on the moon gibi filmleri de yonetmistir.. demek ki iyi bi adamdir.
  • yönetmenliği " can sıkıcı olmadan gerçeği söyleyebilmek " olarak tanımlamıştır.
  • hem kapitalizmi hem komünizmi görmüş ve demiştir ki :
    " kapitalizm vahşi doğaysa, komünizm hayvanat bahçesidir."
  • "kült" film yaratma gayesinin olmamasına, fakat aksine bunu bir güzel başarmasına bayıldığım yönetmen.

    bunu söyleyebileceğimiz başka birçok yönetmen var belki ama forman sinemayı bir başka seviyor sanki. herkesçe konuşulan filmler yapmak, bir yönetmen olarak dehasına tapılmasını becerebilmek adına değil de, gerçekten o dünyanın içinde olmak istediği, bu tutkusunu yalnızca kendisi için doyasıya yaşamak için bir yönetmen olduğunu hemen hemen her filminde hissediyorum. belki de forman filmlerinde, "şu sahneyi ne kadar etkileyici bir bakış açısıyla yansıttım bak!" sığlığını asla hissetmediğimden kendisine bir başka bakıyorum.

    abisinin* çalıştığı tiyatroya ilk gidişiyle ilgili olarak şöyle bir anısı vardır kendi ağzından;

    “the backstage of the operetta company smelled nicely of a mixture of voluptuous femininity, cheap scents, violets, sweating bodies, roses, make-up, stiff laces being ironed, moth balls, alcoholic drinks, cookies, ballet shoes with sweaty tights and little skirts with a light scent of urine – and i immediately decided that this is the world i belong to.”

    sinemaya, daha doğrusu genel anlamda sanata olan bu bariz tutkusunun yanında, nazi işgali altındaki bir ortamda yetişmesinden kaynaklı otorite karşıtlığı ve serbestliği de, kalıplardan uzak anlatımını daha özgür, daha kişisel bir hale büründürüyor. belki de bu yüzden forman "uyarlama" yapma konusunda bu kadar üstün. forman'ın uyarlama filmlerini seyrederken o filmin bir uyarlama olduğu birkaç dakika içinde kolaylıkla unutuluyor misal, tamamiyle bir "forman filmi"ne dönüşüyor.

    kendisiyle ilgili tek ukdem, "otoritelerden" izin çıkmadığı için hayata geçiremediği amerika* projesi.
  • filmlerinin verdiği duygu olarak wim wenders'ın biraz daha genele hitap edebilen versiyonu gibi gelir hep.
    bunu kötüleme amacında olarak söylemiyorum.
    şöyle diyeyim:
    şimdi ikisini de birbirine yakın duygular yaşayan iki genç insanlar olarak düşünelim,
    wim wenders ne düşündüğünü hissettiğini direkt olarak söylemekte zorlanan asosyal genç ise milos forman onun az biraz daha sosyal olan versiyonu gibi gelir. siz ikisinin de filmini bitirdiğinizde aynı duyguya ulaşmışsınızdır fakat wim wenders biraz daha ne hissettiğini söylerken dolaylandırmış kafanızı karıştırmış gibiyken, milos abimiz daha net bi şekilde pattadanak olmasa da söylemiştir işte daha direkt bi biçimde.

    not:ikisini de çok severim.
  • hayata gözlerini yuman bir büyük yönetmen daha ne yazık ki. oscar dahil bir çok ödül almasına rağmen hafiften bir underrated durumu olduğunu düşünürdüm hep. sanki herkesin saygı duyduğu ama pek az kişinin fanı olduğu bir adamdı gibi... kendi tercihiydi çok büyük ihtimalle.
    ayrıca her yerde ilk önce one flew over the cuckoo's nest ile anılsa da bence başyapıtı man on the moon olmuştur. tekrar tekrar izlenesi öyle acayip bir filmdir. ince iştir.
    "in fact, this is the end of the movie. thank you very much."
  • arada sırada mı yoksa kadrolu mu bilmiyorum ama columbia'da ders verir bu adam. woody allen da nyu'da verir ama bu alakalı gibi gözüküp alakasız olan bir bilgi tabi..
  • sight and sound'a verdiği en iyi 10 film listesi şöyle:

    amarcord (fellini)
    american graffiti (lucas)
    citizen kane (welles)
    city lights (chaplin)
    the deer hunter (cimino)
    les enfants du paradis (carné)
    giant (stevens)
    the godfather (coppola)
    miracle in milan (de sica)
    raging bull (scorsese)
  • one flew over the cuckoo's nest ve man on the moon gibi şahane filmlerin yönetmeni olmasının yanında, son birkaç yıldır arşivimde duran ve izlemeyi hep ertelediğim hair'i seyretmem ile kendisine olan sevgimin katlanarak arttığı çekoslovak yönetmen.

    sen nasıl özgürlükçü ve kalıba girmeyen bir adamsın ki, böyle bir müzikali sinemaya uyarladın ve gelebilecek tüm milliyetçi tepkileri hiçe sayarak avazın çıktığı kadar savaş karşıtlığını haykırdın! doğu avrupa kökenli olmasının ve sinema eğitimini orada almış olmasının da çok büyük etkisi vardır diye düşünüyorum; zira hair gibi bir başyapıtın altından daha başarılı biçimde kalkacak amerikalı bir yönetmen gelmiyor aklıma.
hesabın var mı? giriş yap