• bitkilerin bizi trollemesi.

    çok hoşuma gidiyor böyle höyhöyhöy çok zekiyis olm biz, yeller gökler heb bizim için yaratıldı taam mı diye gezerken hmss diye dudak büktüğümüz canlı formlarının bizi trollemesi. iki sırnaşıp bedavadan gezegeni ele geçirecek kadar çoğalmanın yolunu bulan kediler olsun, azıcık şekerle bizi dalının ucunda oynatan bitkiler olsun…

    bitkilerin bu trollemesi kedilere 5 basar bu arada. adamlarda ayak yok, kuyruk kanat yüzgeç yok, sadece %10'unu (bayılıyorum buna da) kullanabildikleri bir beyinleri yok, “glutamattan sinir sistemi m'olur ay çok primitiiif” bi sinir sistemleri bile yok!! bu haldeyken tüm gezegenin hesapta onlardan üstün canlı formlarını “geah bili bili bili, al bakiim şu fruktozu… al al çekinme al genç hayvansın ihtiyacın olur” diyerek ayaklarına kadar getirtiyorlar. biz hebe hübe şu aptal ağaçta ne buldum bak, ben buldum ben ehehehe aferin bana, çok zekiyim olm, mal gibi duruyodu orda ağaç kaçamadı bile, ben buldum yedim mal ağaç yhaaa diyerek uzaklaşırken de ardımızdan aynı “ben naanlarım abi” duruşuyla poz vermeye devam ediyorlar içlerinden “evrimin geri zekalı bacaklısı kanatlısı seni, he sen buldun he aferin, ye karnında kabuğunu incelt hazırla git ötede dışkıla da tohumum torbam serpilsin adahgklii diye dalga geçerek. ne? bi şey dedin galiba?? diye ardımıza dönsek hemen aynı aptal sessiz duruşu takınıyorlar “ne?? kim bi şey dedi?? ben demedim ben malım abi, odunum ben bak hışır hışır hışır… hışır? olayım bi bu abi benim” diye ayak yapıyorlar.

    ezcümle, kitabi konuşup şimdi mutualizm bik bik bik falan diye gelmeyin kalbinizi kırarım. meyve, bitkiye tinder'lık yapmak için aldığımız reklam parasıdır. o güzel üzümler, böğürtlenler, efenime söyleyim az önce yerken çekirdeklerini lüp lüp yuttuğum lezzetli mandalina falan aslında bildiğin ağacın otun bize verdiği pezevenk bahşişidir. üzgünüm biraz ağır oldu belki ama sen daha “şimdi fotovoltaik pillen üstünü şöyle 7 metre kaplayınca arabam yakıtsız tek güneş enerjisiyle gidebiliyo çok becerikliyim olm” diye şişinedur, bu adamlar o güneş enerjisiyle kendi beslenip yaşamanın yolunu bulmuş, hem de öyle böyle değil 100 metre boy pos yapıp 3000 yıl hayatta kalacak kadar… yetmemiş yavrulayıp ailesine bakıp torun torba sahibi olmuş, yetmemiş gezegenin öbür türlerini trolleyip genlerini taşıttırmış. sen güneş pilli arabamın 300 km menzili var nabeeer diye zafer dansı yaparken adam tek o güneş enerjisini kullanarak genlerini 6000 km öteye gönderiyor burnunun dibinde milyon yıldır haberin yok. kim kimi parmağında oynatıyor, gezegenin en bilge türü kim hiç tartışmayalım bence artık.
  • bekar isi degil. valla. son iki yilda yedigim meyveleri toplasan iki kiloyu geçmez. (mübalaga sanatina ilgi duyuyorum) bugün aylardan sonra ilk defa meyve yedim. kis ayi, ne yicen, tirt portakal. ama hasret kalmisim, bes tane yemisim hizimi alamayip. abim en son biçagi elimden aldi da zor kurtuldum portakalin elinden. ben mi onu yiyorum, o mu beni yiyor belli degil. yemeye yemeye unutuyor insan haliyle. yok öyle hazir tüketici de degilim. birisi meyveleri pazardan alsin, dolaba yerlestirsin, vakti gelince kabuklu da olsa yikasin (bu titizlik bana babamdan miras), tabaklara doldursun, önüme getirsin, soysun, dilimlesin, biçaga takip agzima soksun insani degilim hiç. ama görüyorsunuz ya, meyve yemek mesakkatli is. yazarken bile yoruluyor insan. bir de o biçagi agizdan geri çekerken dilin incecik kesilme ihtimali var ki, sonra çay içerken filan ne de sizlar biliyon mu?

    yani dostlar, bunca çileyi çekmek için öncülük edecek bir kuvvet lazim gelir. ya çocugun, kocan olacak onlari yedirme telasina düseceksin; ya basinda anan baban olacak kak kiz meyve getir diye dürtükleyecekler seni. aksi hallerde benim kursagimdan c vitamini, beta karoten filan geçmesi imkansiz. hele böyle kisin elmaymis, portakalmis, mandalinmis. düsün 2012 yilinda hala elma yiyoruz, ademle havvadan bu yana bir gidim ilerleme yok. allahtan onlari da ikiser üçer aliyoruz da, çöpe atmasi zor olmuyor. öbür dünyada verecegiz hep bunlarin hesabini. o portakallar karsimiza dikilip bizden hesap soracak, beni niye yemedin diye diye... hos bana kalsa hiç almayalim, abimin suçu hep. allahim nolur abimi affet.
  • sebze pişirilen meyvedir diye bi tanım duymuştum. o halde alevli meyve nedir diye sormazlar mı? sorarlar..
  • 35 yasinda bir adamim hayatimin toplaminda 35 kilo yememisimdir hatta abartiyorum 3,5 kilo bile yememisimdir.

    sayilan o 3,5 kilo olan kavun ve cilek (dag cilegi) disinda bir sey degildir.

    hayatimin son 20 senesinde mandalina, portakal, limon yemedim. hic bir kuvvet de yediremez ama hayatim boyunca hic grip ya da nezle olmadim. hic yatmadim, yatakta zaman gecirmedim. evet bu is vitaminle ilgili degil, sanirim alien'im. ya da pislik mikrop tutmaz mantigi. belki arkadaslarim dedigi bir yerde ebemin amini caprazdan gorup her boku birdenyasayacsgim. sikinti degil.

    c vitamini en son spor salonuna giderken alirdim o da toz halinde ki ustunden 10 sene gecmistir. dolayisiyla her sey icinizde sevgili yazar ve okurlar. ya da degil, bilemedim.
  • yazımı şenlendiren, kışımı yaza çeviren harika buluş.
    bir- iki kilo meyve alıp parka, çayıra, bayıra yahut yol kenarına oturup arkadaşla sohbet edebiliyorsan senden iyisi yok. okula gitmeden tezgahtan iki kilo mandalina alıp arkadaşlara ikram ediyorsan sen dünyanın en kral insanısın. meyve yerken insanın olaya bakış açısı değişiyor, soğuk kış günlerinde vitamin olur hem.
  • "o gün biraz farklıydı. yani aslında başta farklı değil gibiydi. belki de hiç farklı olmadı bilmiyorum. öylesine yaşanmış bir gündü. her sabah olduğu gibi yine saat 07.15’te annemin hazırladığı kahvaltıyı yedim ya da yaptım, bilmiyorum ne fark ediyorsa. dükkan hemen bir arka sokakta olduğu için 3 dakikada vardım. bugünkü işlerim: 1 haftadır tamir edemediğim bir laptobu ve 4 gündür tamir edemediğim bir netbuku tamir etmekti. tabi ekstra bir iş çıkmadığı sürece.
    işte, burası benim mekan. biliyorum biraz kötü kokuyor. aslında sigarayı dükkan içinde içmesem iyi olur ama üşeniyorum. bugün de o iki zımbırtıyı tamir edemeyeceğimi biliyorum. çünkü bi parça var onu bulamıyorum, onu bulsam…

    her hikayede olduğu gibi bunda da bir kız var. yoksa ortalık nasıl karışsın öyle değil mi? saat 10 gibi falan bir kız girdi içeri. normalde heyecanlanmam. o an da normal bir andı ve heyecanlanmadım.

    -meraba.

    -buyyun.

    -hastamız bu.

    diyerek poşetten çıkardı hastayı.

    -nesi vay?

    -nette takılıyodum öyle, aniden kapandı bi’ daha açılmadı. hiç cevap vermiyor.

    -pyize takılı mıydı?

    -evet.

    -gaplu yanında mı?

    -gaplu?

    -pyizle aygıt ayasındaki bağ.

    -ha. yanımda tabi. buyrun.

    -siz çıkabiliysiniz. beni hastayla yalnız bıyakın.

    -ne kadar yatcak doktor bey?

    -siz numayanızı bıyakın. şu kaytı da alın. ben ayayım, siz ayaysınız. gidişatı konuşuyuz. tedavinin etkin olması için işbiyliğimiz şayt.

    -anlıyorum.

    -geçmiş olsun.

    -teşekkürler. iyi günler.

    sorun gapluda olsun diye çok dua ettim. ama gaplu sağlam çıktı, iş büyüdü. hastayı acil ameliyata aldım. ne yaptıysam ne ettiysem olmadı. sonra sorunun kuzey çipinde olduğunu fark ettim. model eski olduğu için bulunamayan bir parça daha. çevredeki bildiğim tüm hastaneleri aradım. kadıköy’deki tam teşekküllü hastaneleri de aradım. yok. normalde bu tip durumlarda sinirlenir bir sigara yakarım ve o an babam da sigaranın üstüne gelince sigarayı söndürmek zorunda kalırım. yine öyle normal şeyler oldu. geldi oturdu.

    -leş gibi kokutmuşsun yine.

    diyerek bir sigara yaktı kel ve çelişkili babam.

    -nası gidiyor işler? yine tamir edemedin mi o laptobu?

    -onun payçası bulunmuyoy.

    -heee heee. bu ne? yeni iş mi aldın?

    -he bunun da payçası bulunmuyoy.

    - :)

    -…

    -bunu bekletme bari. ara adamı da söyle “ben yapamayacam” de.

    -tamam ayayım. sen napıyon?

    -valla benim işler iyi. tamir edemediğim ayakkabı yok :)

    -…

    -bırakmayacaktın sen okulu. salaksın. millet tıpı kazanana kadar kıçını yırtıyor, sen tıpı bırakıp bilgisayar tamir etmeye kalkıyon. bi de edebilsen..

    -baba bıkmadın mı bunu demekten? bana göye değil o iş. hem y’leyi söyleyemeyen doktoy mu oluymuymuş hiç?

    -yoo bence y’leri gayet de güzel söylüyon. hehehe.

    -…

    -e sen bu işi de yapamıyon? n’oğlacak böyle?

    -doktoylayın da tedavi edemedikleyi hastalay olabiliyoy. hey hastayı kuytayamıyoylay.

    -benim tamir edemediğim ayakkabı olmuyor hiç? ona ne diyecen?

    -o başka.

    -kakhii bok! bi çay bile söylemedin şurda kaç dakkadır oturuyoz. ot geldin ot gidecen.

    -…

    -ben gidiyom hadi. çalış.

    -güle güle.

    babamın dediğini yapıp, hasta yakını kızı aradım.

    -efendim?

    -meyaba ben bilgisayay hastanesinden ayıyoyum.

    -buyrun doktor bey?

    -malesef hastayı kuytayamadık. cesedi teslim alabiliysiniz.

    -tamam geliyorum 10 dakkaya.

    gerçekten de 10 dakkaya geldi.

    -meraba. nası oldu?

    -gaplu sağlam. kuzey çipi diye bi payçada sıkıntı vay. hasta çok yaşlı olduğu için buna uygun payça piyasada bulunmuyoy. yakınlaydaki ve kadıköy’deki hastaneleyi de ayadım. yok.

    -anlıyorum. ben daha önce de başka doktorlara gösterdim, hepsi aynı şeyi dediler. burası yeni açılmış diye duydum belki burda bi çare bulunur diye son umut size getirmiştim ama… nasip.

    -öyle. cesedi poşete koydum ben. buyyun.

    -bunu satın alamaz mısınız?

    -valla bunu alsam da huyda olayak huydacıya satayım. 150 liya veyiyim size. çünkü ceset sonuçta.

    -160?

    -155.

    -peki tamam sattım.

    -buyyun şöyle veyeyim.

    -sağolun doktor bey.

    -başınız sağolsun tekyay. iyi günley.

    -sağolun, kolay gelsin.

    normalde, bu tip durumlarda hasta yakınları harddiski isterler ama bu kız istemedi. işte o günkü ilk anormallik bu oldu benim için. ben de harddiski bi güzel kurcaladım.

    filmlere baktım hemen. benim izlemediğim hiç bir film yok içlerinde. pek fazla da film yoktu zaten. anlaşılan film düşkünü biri değil. hımm.

    müziklerde ise ajda pekkan’ın en son albümü vardı. hımm.

    hiç fotoğraf olmamasını garipsedim. sonra bir “yeni microsoft word belgesi” gördüm ve hiç düşünmeden çift tıklayıverdim. içinde yazanların bir kısmı şöyleydi:

    yıllık yazmak ne zor işmiş ya. tus çalışmak daha kolay yemin ediyom. tamam 6 yıldır çok iyi arkadaşım olan insanlar var ama onlara zaten sürekli haklarında ne düşündüğümü söylüyorum. yıllığa ne yazayım? hep aynı şeyler. “ay çok iyisin, çok hoşsun” bir de 6 yıldır çok iyi arkadaşım olmayan insanlar benden yazı istedi, onları nası yapalım? onlara da yazmak zor. tus da zor. artık doktorluk da zor. mezun oluyorum ama nası yapcam bu işi? 4’teyken okulu bırakmayı çok düşündüm ama cesaret edemedim işte.

    birinci sınıftayken bi çocuk vardı, daha 2. ayda mı ne bırakıverdi öylece. neydi adı ya? r’leri söyleyemiyodu. ay, r’leri söyleyemeyen doktor da nası olur bilmem ki. bi keresinde yemekhanede konuşmuştu benle. yemekte elma çıkmıştı. ben tabildotu aldım oturacak masa arıyodum. bu yemeğini yemiş kalkıyo ama eline de elmayı almış geliyo karşımdan. “meyve, istey misin?” demişti. orda adımı mı söylemek istedi, “merve” mi demek istedi, yoksa “meyve ister misin?” diye elmayı mı kastetti anlayamamıştım. hiç de gidip sormadım. “yok, sağol” diyiverdim. sonra da tıpı bırakıverdi. garip.

    yazıyı okuyunca şaşırdım. benim dükkanda böyle şeyler pek olmaz. şaşırmam yani. elma olayını hatırlamıyorum ama heralde adını söylemişimdir. şimdi bunun bir önemi yok zaten. aradan geçen yıllardan sonra artık merve’yi hatırlamıyorum bile. ama tanımadığım bir insanın harddiskinden “r’leri söyleyemeyen adam” olarak benim çıkmam biraz ilginç oldu. o gün böyle bi anım oldu, onu paylaşmak istedim.

    sonra ne mi olmadı? merve’yi aramadım. çünkü o bir doktor. ben bir bilgisayar tamircisiyim. bu bir türk filmi değil. bu benim sigaram. şu keltoş, benim babam. şunlar tamir edemediğim bilgisayarlar. ha? onlar mı? onlar da benim hiç gerçekleştiremediğim hayallerim. hiç söyleyemediğim r’ler gibi."

    meyve
  • meyve, var olanın var ettiğidir. kendisi için değil, onu seven için.
    meyve tek yön yol gibidir. koyun gibi hem yiyen hem yenilen değildir. yok yok, tek yön yol gibi de değildir. asıl çıkmaz sokak gibidir. yok olmak için, yani, ille çıkmak için, gerisin geri gitmesi gerekir. geldiği yere gitmesi gerekir. yani çürümesi gerekir yok olması için.
    meyve sadece sevmek için dünyaya gelen gibi, sadece yenmek için gelir dünyaya. meyve alan değil, alıp veren değil, sadece verendir.
    meyve katıksız sevgidir.

    ve dalından düşen meyve, çıkmaz sokaktan gerisin geri çıkmaya düşen meyvedir. geldiği yere, düşen meyvedir.
  • günde beş çeşit yememiz gerekiyor bunu. bundan günde beş çeşit yersen, zaten çikolata pasta ıvır zıvır ihtiyacın da doğmaz. mantıklı.

    http://www.bbc.co.uk/…ition/healthy_fruitveg1.shtml
  • pazara her gidişimde beni şaşı eden şeyler. yürürüm bir ileri bir geri de hangilerini alacağımı şaşırır kalırım. sonra eve trabzon hurması, muşmula, hünnap dolu poşetlerle dönerim de "hani elma, ama portakal?" diye bir de evdeki şaşar.
  • tohum denen hazinenin mahfazası. bir cins mücevher kutusu.
hesabın var mı? giriş yap