• bi hayvanin koza icinde ba$ka bi hayvana donu$mesine denir.. koza di$inda bunu yapabilenlere ise ötemorfoz denir..
  • kapağında tarkan'ın "nasılım?" diye sorarmış gibi verdiği bir pozu bulunan albüm.
  • yeni doğmuş, masum, gülücükler saçan, oyuncu, dünyalar tatlısı bebeklerin içten pazarlıklı, sabit fikirli, üçkağıtcı, vergi kaçıran, kadın döven, küfreden, hoşgörü ve empati yoksunu, hukuk tanımaz, şövenist, göbekli ve bıyıklı mahmutlara dönüşme süreci başka bir şekilde adlandırılamaz herhalde.
  • koza disinda calisma kamplari kurarlarsa da (bkz: otenazi) denir.
  • ekşi sözlük'te, dünyanın en büyük grubu radiohead'in bedava dağıtılan son albümü in rainbows'dan daha çok ilgi çekmeyi başarmış bir albüm. herkes koşup aldı sanırım sdlfkjsdf. tabii dediğim radiohead vs tarkan değil de, birçok açıdan değerlendirilebilecek ayrıntılar mevcut.

    albüme gelince, mastering'in berbat olduğunu düşünüyorum (muhtemelen de çuvalla para dökülmüştür). şarkılar da, türk mainstream'inin son yıllardaki "ne elektronik ne de akustik, olduğu kadar organik" ekolünden çıkamamış. sıkıcı oldukları aşikar, kuzu kuzu kadar bile heyecanlandırmıyor hiçbiri. tek düzelikten kurtulmak için birçok maymunluk denenmiş şarkılarda, hepsi sırıtmış. şarkı sözlerine gelince "iyi" demek bir ikiyüzlülük olur, serdar ortaç'ı tasvip etmiyorsak. bir fark duyamadım ben, farklı ezgilerle (klasik tarkan ezgileriyle) söylenmişler sadece. en azından bir serdar ortaç şarkısı duyunca, "serdar ortaç mı yazmış lan bunu sdlfkjsdklfjsdklf" diyebiliyoruz, metamorfoz gibi kayıp bir sound değil.

    tarkan'ın şarkı söylemesi de dikkat çekmiyor, sözleri dinlettirmiyor. catchy şarkı da yok kanımca. hazmı zor bir albüm olsun kapak olsun isterdik fakat, öyle albümlerde bile illa bir iki şarkı olur dile dolanabilen, dolanan, kafada kalan. bu albüm bittiğinde kulakta bir tat bırakmıyor. sibel can'a çakmak çakmak'ı vermeseymiş keşke, metamorfoz'un lokomotifi olurdu.

    albümün canlı performanslarda elde patlayacağı ise çok belli. "playback'e devam" denecek anlaşılan.

    uzun lafın kısası türk gencine metamorfoz kelimesinin anlamını öğretmekten (ya da "en azından merak ettirmekten" diyelim) başka bir faydasını göremiyorum. ha tabii bir de tarkan'ın bir türlü tükenmeyen megastar kredisiyle yine olay olup birkaç rezidans daha alabileceğini görebiliyorum.

    ~ hahah ulan ben bu entry kötüleme olayının yüz yüzeykenki versiyonunu merak etmeye başladım. siz bu albüme bayılmış biri olarak, ben de beğenmediğini ve bunun nedenlerini anlatan biri olarak karşılıklı otursaydık ne yapacaktınız sözüm bitince, yüzüme mi tükürecektiniz sdklfsdjklf. neyse takılın.
  • tarkan'ın yine ikilemelerden vazgeçemediği albümünün ismi...

    (bkz: dudu dudu)
    (bkz: kuzu kuzu)

    (bkz: pare pare)
    (bkz: hop hop)

    ilk albümlerinin tadı yok sanki ama genel olarak dinletiyor kendini...
  • kesinlikle bir tarkan albümü değildir.

    bir kere bir tarkan albümünün açılış şarkısı fıkır fıkır bir şarkı olmalıdır. insanda derhal dans etmek isteği uyandırmalıdır. mesela:

    yine sensiz: kimdi
    aacayipsin: hepsi senin mi?
    ölürüm sana: şımarık
    karma: kuzu kuzu
    dudu: dudu

    fıkır fıkır şarkı kadar önemli olan diğer şarkı ise, vurucu bir slow çalışma. böyle bir çalşmma göremiyoruz. örneğin;

    yine sensiz: yine sensiz
    aacayipsin: unutmamalı
    ölürüm sana: ikimizin yerine
    karma: yandım
    dudu: sorma kalbim

    peki metamorfoz'da ne görüyoruz? adam gibi slow yok, sadece bir iki midtempo var. gerisi zaten hızlı ama oynak değil. ee ne anladım ben bu işten? tarkan dediğin oynatmayacaksa, tarkan olmaz ki! ahmet olur, mehmet olur ama tarkan olmaz!

    ama yine de, belli bir kalitesi var albümün. ozan çolakoğlu'nun düzenlemeleri iyi denebilir. tarkan'ın da sesi iyice olgunlaşmış, zaten nasıl şarkı söylemesi gerektiğini biliyordu. bu şarkılar ancak bu kadar söylenebilirmiş. ha bu arada, sözlere diyecek lafım yok. gayet iyiler.

    boş cd'nin üzerine tarkan yazıp satsanız iyi bir satış rakamı yakalarsınız. bu da ortalamanın üzerinde satacaktır ama rekor kıran, milyonlar satan bir albüm olmaz.

    edit: bu yorumlar şarkılar en fazla ikişer kere dinlenerek yapılmıştır. ne kadar olduğu bilinmeyen bir süre sonra, bu laflarımdan bazılarını yeme hakkımı saklı tutarım.

    edit 2: miks ile ilgili problemlerden elimdeki 128 kbps mp3'leri sorumlu tutuyorum.
  • uykum vardı...

    evde kalmalıydım belki de... "sen istersen gelme" demişti aslında. onu da, zor taşıdığım, yorgun bedenimi de dinlemedim. yarı uyur, yarı uyanık çıktım dışarı.

    adalardan doğru hafiften bir rüzgar esiyordu. serinlemeye başlamıştı kadıköy. caddeler iyice tenhalaşmıştı. gündüz bu caddeleri hınca hınç dolduran insanlardan eser yoktu. herkes aynı anda evlerine kaçıvermişti. insanlar gitmişti; ama yollar boş değildi. gece ışıkları dolduruvermişti insanların bıraktığı boşlukları. kaldırımlar, rıhtıma dizilmiş dükkanlar, deniz kenarındaki büfeler, iskele... her şey göz alıcı bir ışık denizinde yüzüyordu.

    ben de...

    konuşmaya başladı. fısıldar gibi konuşuyordu. çıkan seslerin ondan mı, yoksa karşıdan doğru esen rüzgardan mı geldiğini ayırtetmekte zorlanıyordum. söylediklerinin tek kelimesini anlamıyordum. sözcükleri takip edemiyordum. sadece sesler vardı. biçimli ağzından dökülen sesler kulaklarıma doğru gelirken hüzünlü bir şarkıya dönüşüyordu. usanmadan, dinleyip dinlemediğimi önemsemeden anlatıyordu. aklımı ona versem de; yabancı bir şarkıyı anlayabileceğim kadar anlıyordum söylediklerini. şekerli bir tadı vardı, hoş bir kokusu vardı, beyaza çalan bir rengi vardı.

    o an başka birisi olmasını istedim onun. kim olmasını istediğimi düşündüm, kimse gelmedi aklıma. sadece başka birisi olmalıydı. hiç görmediğim, hiç konuşmadığım biri. ya da beni benden iyi bilen biri. ya tamamıyla yabancı olmalıydı, ya da çok tanıdık... konuşurken rahatsız etmekten çekinir gibi parmaklarının ucuyla dokunuyordu ara sıra. orada olup olmadığımı anlamak istiyordu. beni görebiliyordu, ama burada olup olmadığımdan emin olamıyordu sanki. eve geri dönmeyi düşündüm; ama ona söyleyemedim.

    durakların oradan geçerken kaybettim onu. etrafa bakındım, yoktu. içimdeki sesleri duymuş, haber vermeden gitmiş olmalıydı. bir an vardı, bir an yok... kayboluverdi gecenin içinde, ışıkların arasında. o konuşurken çıkan ezgi hala kulağımdaydı; ama o yoktu. bir otobüsün penceresinde gördüm onu sonra. yanında iri kıyım, koca göbekli, pos bıyıklı bi adam oturuyordu. el salladı bana. havada salınan eli yarımdı. konuşmaları gibi, yürüyüşü gibi, dokunuşu gibi. her şey, hepsi yarımdı. sanki bana el sallamıyor gibiydi. sanki el sallamıyor gibiydi.

    bu haliyle her şey yarım kalıyordu.

    unutmayı isteyerek, denize yürüdüm. işıl ışıldı deniz. işık, sokaklarda insanlardan boşalan yerleri doldurduğu gibi, gemilerden boşalan yerleri de doldurmuştu. haydarpaşa'ya takıldı bakışlarım. fotoğraflarını çektim aklımdan. koca yapının, yollarının, kenarındaki kayaların fotoğraflarını çektim. hep eksik kalıyordu çektiklerim, bir kişi eksikti. kendimi koymayı düşündüm boş kalan yerlere. olmuyordu, eksik olan kişi ben değildim. bir sonbahar gecesinde takılı kalmıştı deklanşör. o sonbahar gecesi fotoğrafı tamamlanmadan başka fotoğraf çekilemeyecekti...

    ağırlaşıyordum gittikçe, ayakta uyuyabilirdim. dönme vakti gelmişti.

    son ada vapuru dönüş yolumun üzerindeydi. karşıya geçiyor olsaydı binerdim belki. ama adalara gidemezdim, orada kalamazdım. bu gece olmazdı. bir gün son ada vapuruna binmeye söz verdim kendime; ama bugün değildi. eve dönmeliydim, gözlerimi taşıyamıyordum... uykuyla uyanıklığın arasına sıkıştırdım ada vapurunu. son bir gayret gözlerimi alıp yoluma devam ettim.

    rüzgar estiğinde onu yeniden duydum. aslında bir şeyler anlatıyor olmalıydı; ama benim tek duyduğum hüzünlü bir şarkıydı. her geçen gün daha uzaktan, daha derinden gelen bir şarkı. şarkı duyulmaz hale gelene kadar kalamazdım orada. buna ne gücüm; ne de cesaretim yoktu. bir sonraki gün tekrar gelecektim nasıl olsa. şarkı kaybolana kadar gelecektim. hem pek fazla zamanı da kalmamıştı. onu getiren rüzgarlar esecekti yakında tekrar. zamanı geliyordu o rüzgarların. getirdiği gibi götürecekti rüzgarlar onu. o zaman burada olmak istemiyordum; ama olacaktım. ben hep buradaydım. kaçabileceğim tek yerdi burası dünya üzerinde. kaçamadığım tek yerdi aynı zamanda.

    bir kez daha baktım denize, karşı kıyılara, ışıklara. bir kez daha kulak verdim şarkıya. tam da giderken, tam da uyurken sözlerini anlayabiliyordum sanki şarkının.

    "insan olduğu kişiye dönüşür" diyordu fısıltıyla.

    olduğum kişiye dönüşüyordum...
  • tarkanın orta düzeydeki performansını düzeltiği album.
    ayrıca yıllar önce sözlükte tarkanın çıkaracağı album belli olmuşta haberimiz yok.
    (bkz: #893648)
  • bu kara propaganda dizisinin yönetmeni leyla ve mecnun ile tanınan murat onbul'dur.

    ben osman kavala'yı tanımam etmem. hayatının herhangi bir döneminde bir suç işemiş midir? olabilir... ancak şu an üzerine atılan suçlar deli saçmasıdır. hukuksuzca hapsedildiği biraz hukuk bilen herkes için aşikardır. bu insanlar hapsedilmedi, hükümet tarafından kaçırılıp alıkonuldu. aihm kararlarına karşı gelindi. aihm kararlarını işinize gelince kullanıp işinize gelmeyince dış güçler deyip geçemezsiniz diyemeyeceğim çünkü yapabiliyor ve yapıyorsunuz.
hesabın var mı? giriş yap