• sorulduğu yere göre hem ülke, hem şehir, hem kasabadır. türkçe'deki en zengin kelimedir.

    telaffuzu başka, sorması başka, cevaplaması başkadır. sanırım türkçe lisanındaki en güzel kelimedir.

    devlet, mülk, memalik gibi türlü çağrışımları olsa da insana dairdir ve bence türkçe'nin en sivil kelimesidir.

    kaç bin mısrada, kaç bin güftede, kaç hikayede, kaç romanda geçer bilinmez. türkçe'nin en estetik kelimesidir.

    misal "erzurum soğuk memleket" derken bile gurbetteki bir erzurumlu'nun içini ısıtabilir. türkçe'nın en sıcak kelimesidir.

    haymatlos olanlar üzülmesin. memleket sadece toprak değildir. kelimeler de memlekettir.

    memleket topraktan öte, mülkten başkadır.
  • baya bir zamandır türkiye'nin istiaresi bu kelime benim için. doyduğun, yaşadığın, yeni gününe uyandığın, adam yerine konduğun yer ne olursa olsun işte kaçamadığın, aslında belki kaçmak da istemeyerek çaktırmadan muhafaza etmeye çalıştığın, düşünmeden edemediğin, ne yapıyorlar diye kendini meraksız bırakamadığın bazı kültürel kodlar, değerler, insanlar var canına yanayım içinin derince bir yerlerinde. olması da makbul belki, bilemiyorum. soluğu okuma niyetiyle yurtdışında almış olanların - hele ki aslında bu soluk alış öyle zaruri nedenlerle, birtakım hırslarla ya da görülmüş kötü muamelelerle değil de biraz kazara, biraz talihin oyunuyla olmuş ise - memleketle araya mesafe koyması daha da zor oluyor. gidilen yerin kültürü, insanı, değerleri, gerçekleri vs ile ilgilenmeksizin varsa yoksa memleket insanı ve halleri, varsa yoksa memleket yemekleri ile tüm hayatı idame ettirmekten bahsetmiyorum. öyleleri de var çok. zorunlu kalmadıkça yabancı dil konuşmaya çalışmayan, gidilen yerin mutfağıdır, muhabbetleridir, çevresidir katiyyen denemeye bile tenezzül etmeden tek göz odasında ufak bir türkiye yaşatmaya çalışan epeyi insan var şimdi, yalan yok. lakin başka bir şey demek istiyorum da dilimi pek döndüremiyorum galiba. ya da belki biraz diyeceklerimden korkuyorum.

    sabah çok doğru bir yazıyla karşılaştım. yurtdışında yaşayan (muhtemelen de öğrencilik yapan) biri, mutad kısa türkiye ziyaretlerinin en sonuncusunda zaten uzun zamandır farkında olduğu memleketin çirkin hallerini kaleme almış. o kadar doğru, o kadar içimdeki benzer duygu ve düşünceleri kıpraştırmış bir yazı ki anlatamam. her türkiye ziyareti fakire de aynı süreci, aynı "bu memleket bitmiş" hissini yaşatıyor. bunu snobluk, elitlik bilmem nelik olarak adlandırmaya teşne milyonlarca insan var memlekette, biliyorum; ama memleketi, memlekette yaşayıp da onun anasını her gün durmadan belleyen ve kendi yetiştirdiği evlatlarına da belleten o milyonlardan daha çok düşünüp daha çok dert ettiğini bildiğim bu sözüm ona snobların dedikleri çok daha önemli benim için. bilmiyorum, mesele yalnızca mevcut hükümet, mevcut politikalar, mevcut insan kaynağı vs falan da değil sanki. birileri değişse bile bir şeylerin değişmeyeceğini, hep baki kalacağını bilmekten kelli duyulan ve -yalan yok- boş vermişlikle bezeli bir çaresizlik hissi. galiba yeis kelimesi, tam da bu umutsuzluktan doğan üzüntü durumunu tarif için üretilmiş ve bu memleketin yarattığı hissiyata cuk gitmiş.
  • eksikliği fenadır. eksikliği derken memleketten uzak olmayı söylemiyorum, memleketsizlik fenadır. bunu biliyorum çünkü sanırım ben bir memleketsizim. benim rahmetli babam ankaralı, annem ise edirneli. ben yaz tatiline denk geldiği için edirne'de doğdum ama 18 yaşına kadar kdz. ereğli'de oturdum. zaten en iyi de orayı bilir, kendimi en çok oraya ait hissederim. ama benim ereğli'de hiç akrabam yok ve artık hiçkimsem oturmuyor orada, birkaç eski arkadaş hariç. e peki "memleket nere" sorusunun cevabı ne benim için? ben "zonguldak" diyorum ama olmadığının farkındayım. bugün ölsem nereye gömecekler beni yahu, istanbul'a mı? e istanbul'da benim mezarıma kim gelir ki? kim yıkar mezarımın taşını, bir fatiha okur ki ruhuma eşim, ablam ve gelebilrse annemden başka? başka bir kente gömseler kim gelir ki mezarıma?
    ulan işte bunun kaynağı memleketsizlik. olsa bir memleketim, özleyecek bir yerim de olurdu yılda bir belki gidebileceğim, gömülecek yer de aramazdım kendime. ama yok, ne özlediğim yere gidince karşılayanım var ne de mezarıma yer. çocukluğumun geçtiği kent en memleketim olan yer, ama oraya da bekleyenim olmadığı için gitmeye sebep bulamıyorum. hakikaten memleketsizlik çok fena bir şeymiş. bari bundan sonra "memleketim evimdir" diyeyim de durumu kurtarayım. en azından orayı hem seviyorum hem de orada beni özlemle bekleyen birisi var.
  • vatan değil. tanımı içerisinde devlet, ülke geçer; ama bunlar da değil.

    memleket ev, hatta yuva demek. bürokratik, politik ya da benzeri herhangi bir terimi yanına yaklaştıramayacak kadar sıcak bir şeydir.
    şefkatle saran annenin kolları, saçlarında dolaşan babanın parmakları gibidir. bildik bir şeydir. uzağında kaldığında burnunun direğini sızlatan, kavuştuğunda, kimsenin fark etmeyeceği - fark etse bile anlamayacağı - bir mutlulukla her bir şeyine bulanmaktır. (çimenlerine uzanmak, yazarlarına dadanmak, türküleriyle sarhoş olmak...)

    memleket keder, hüzün, huzur demektir. öfkedir aslında zaman zaman. sevdiğin kadar kızarsın yaşattıklarına, hissettirdiklerine.
    hasretinden ölünen, kokusuna kurban olunan bir şeydir memleket.

    memleket işte.
  • arapçada kral anlamına gelen melik kelimesinden türemiştir. çağdaş arapçada ve eski türkçede "krallık" "hükümranı olunan topraklar" anlamına gelir. karşılaştırmak için (bkz: mülk)(bkz: memalek)
  • 2015 yapimi halfeti manzarali murat saracoglu filmi.
    asilmaz daglarin, duvarlarin ardinda bir sessiz koy evi. bu memleket kosesinde sessiz, usulca yasayip giden pehlivan dede*, koca nene*. ve yetim torunlari narhanim*.

    bu yasayislarin, sessizliklerin, uzun bakislarin, gecmeyen vakitlerin, yetimliklerin, gecikmisliklerin, topraga gomulu acilarin, aksamlari diz dize oturuslarin, sularin goturduklerinin, dogrularin, yanlislarin, dillendirilmeyen gecmislerin, konusulan gundeliklerin, gunahlarin, vicdanlarin, sevaplarin, memleket gerceklerinin acikli, bol mecazli, kucuk harfli* oykusu.

    hem filmin ozunu, hem de toruncuk narhanim’in adini turgut uyar’in “bir anadolu vardir” siiri uflemis.

    oyunculuklar oldukca kuvvetli. hikmet karagoz, serif sezer, osman sonant, melike zeynep atis; hepsi de hakikatli oynamislar.
    resimlerde pastel bir mavilik baskin. sesler cok berrak degil, ancak yakin zaman turk filmlerinin coguna gore daha anlasilabilir.
    oyku, kurgu cok akici degil, hatta yer yer oldukca duragan. izleyiciyi avcunun icine alacak bir oyku degil bu. bir memleket oykusu iste; icli, dertli, ulasmasi zor, yalniz, guzel.
  • bir toprak parçasını "memleket" yapmak kolay iş değildir. daha da zoru, kurulu düzeni reddederek yenisini oturtmaktır.

    basitleştirilmiş bir örnekle, keman çalarken elini her zaman x pozisyonunda tutmaya alışmışsındır ve gün gelir, aslında y pozisyonunda daha iyi ses çıkarabileceğini anlarsın. işte tam bu aşamada fark edersin ki, en başından y pozisyonuyla öğrenmek kemanı tutmayı, çok daha kolay olacaktır x'ten vazgeçip y'ye alışmaktan.
    bu örnek, hayatın her alanında geçerlidir aslında, bu memleket meselesinde bile.

    bir memleketi memleket yapan şeyler, senelerdir dile getirilen kriterlere dayandırılmıştır. örneğin, uğrunda ölünmüş ve ölünecek, o ülkede yaşayanların atalarından zerreler barındıran toprak... ancak, bu kadar kutsal bir değer bile, tek başına yetmiyor kazanılan toprağı memleket yapmaya.

    dünya üzerindeki “memleket” adayı her toprak parçasının kendine has bir karakteri vardır. aynı insanlar gibi... kimisi onurlu, cesur, çağdaş, dürüst, kimisi yalaka, asalak, bağnaz, kurnaz... işte uğruna ölünen toprak parçasını memleket yapabilmek için ona bu sıfatların en güzelini yakıştırabilmek için çalışmak gerekir.

    ama artık dünya üzerinde hiç bir toprak parçası kalmamıştır ki, kültürden ve o karakteri tanımlayacak en azından bir sıfattan yoksun olsun. yani bu işe sıfırdan başlamak artık mümkün değildir. aynı keman tekniğini değiştirmek gibi, sıfırdan öğrenilmeyen şeylerin benimsenmesinin zorluğu ortadadır.

    atatürk, her konuda olduğu gibi, bu konuda da oldukça zekice davranmış ve uğruna şehitler verilmiş bu toprağı kazanmış olmanın bile yetersiz olduğunu, asıl savaşın o toprağa bir kimlik kazandırmak amacını taşıdığını fark etmiştir. bunun için de gençleri bilinçlendirme yoluna gitmiştir.

    çünkü şekil verilmeye hazır çamur gibiyiz biz gençler, nasıl şekillendirilirsek öyle kuruyoruz.

    şu anda alnımız açık şekilde yaşayabiliyorsak eğer, sanatta, bilimde, yaşamın her anında kendimizi gösterebiliyorsak, eskiden kadınların nüfus sayımında bile yok sayıldığı topraklarda kadınlar gününü kutlayabiliyorsak... bu zamanında verilmiş büyük mücadeleler sayesindedir. ve işte bu yüzden “bu temel bizim en kıymetli hazinemizdir.”

    tabii ki bu hazineden mahrum kalma olasılığımız her zaman vardır. düşmanı yok saymakla kendimizi savunmasızlaştırmaktan başka yere varamayız. örneğin “ılımlı islam” gibi kavramları benimsemeler, ülkemize faydası değil zararı dokunmuş kişiler hapis hayatı yaşamasın diye yeni yasalar çıkarmalar, kadrolaşmalar, kar getirmekte olan kurumları yabancılara satmalar hep bu savunmasızlığın sonucudur.

    hayır, hayatını “her şey türk sermayesiyle yürüsün, dünya türk olsun, türk’ün türk’ten başka dostu yok” zihniyetiyle yaşamakta olan bir insan değilim, aksine damarlarımda çanakkale’de şehit olmuş bir ingiliz’in kanı da geziyor, türkmen kanı da. ben, bu ülkeyi ve bu ülkede yaşamayı seven, ne büyük zorluklarla bugünlere gelindiğini dinleyen, okuyan, tahmin etmeye çalışan biriyim sadece.

    ve işte sırf bu nedenle, korkuyorum...

    sırf bu nedenle, bir başbakan çıkıp da bir çiftçiye “lan” diye hitap ettiğinde, bir şirket daha satıldığında, çocukluğumda neredeyse hiç duymadığım “türban” sözünden çıkan kavgalarda, atatürk resimlerinin duvarlarımızdan indirilmesi ihtimalinde...

    korkuyorum.

    sanki o çağdaşlaşma savaşı yerini sadece “ayakta kalabilme” savaşına, o asil ruhlar yerini pişkin gülüşlere ve üçkağıtçılığı zeka belirtisi zanneden zihniyete bırakmışçasına ürperiyorum.

    ve mücadele etmek istiyorum. sadece ayakta kalmak için değil, bu topraklar en dürüst, en çağdaş gibi sıfatları hak etmiş karaktere yeniden bürünebilsin diye.

    çünkü bu mücadeledir bir toprak parçasını memleket yapan.
  • "memleket, ne doğduğun, ne doyduğun yer. memleket; çocukluğunun geçtiği yer." demiş ara güler. şimdiye kadar daha iyi bir tanım okumadım. hey gidi...
  • bazen evlenene kadar neresi olduğu bilinmeyen yerdir.

    adama sormuşlar "memleketin neresi" diye, "valla henüz bekarım" diye yanıtlamış...

    (bkz: hanımköylü)
  • pr meselesine dönüşmüş durumda. batı anadolunun yarısı izmirli, iç anadolunun yarısı ankaralı, kuzey anadolunun yarısı istanbullu. havanız kime oğlum? çorumluyum, kırıkkaleliyim diyince karizmanız mı çiziliyor? köylüyüz la işte çoğumuz.
hesabın var mı? giriş yap