• mekan bizim zindanımızdır. mekanın yalnız gözle görebildiğimiz kadarı bize aittir; biz ise tamamen ona aidiz. o bizi yorar, korkutur, çağırır, kovar. bizi gördüğünü sanırız, o ise bizimle ilgilenmez bile. ona hükmettiğimizi söyleriz, oysa yalnız bize gösterdiği hoşgörüden faydalanıyoruzdur. yeryüzünün bize eğilimi yoktur. şimşekler, dalgalar bizim için değildir; biz onların içindeyiz.

    kendi öz yurdu yoktur insanın. o, kör güçlerden aşırır yurdunu. yeryüzü mutsuzluktan başka bir şey vermeyen tuhaflıklar konutu olabilir yalnız, kimseye ait olmadığı gibi bize de değildir.
    derviş ve ölüm- meşa selimoviç
  • fransızcası 'place', 'espace', 'localite'; ingilizce 'place', 'locality', 'space'... demek batılılar bu kavramı bir değil, birden çok sözcükle anlatmak zorunda kalmışlar; biz ise yabancı bir sözcükle oyalanıp gitmişiz. 'mekan' arapçadır, 'kevn' sözcüğünden türemiştir, "içinde bulunulan yer" demektir. merleau-ponty "varoluş mekansaldır" demiş. buradan mekansallığın varoluşsal niteliği çıkıyor ortaya. evet, varoluşun vazgeçilmez koşuludur mekan. bir yer doldurmadan varolunmaz. ama biz, bunca önemli olan mekana dokunamayız , göremeyiz onu, görmeden, dokunmadan inanmak zorundayız ona.
  • mimarlık ve içmimarlık kavramlarına göre; sınırlandırılmış boşluk.
  • belli aralıklarla değiştirilmesi ferahlık sağlar... sahiplenilmiş yerlere de "burası bizim mekân" tarzında bi yaqıştırma yapılabilir.
  • uzay ve zaman'ın bükülüp tek bir düzlem içinde ifade edilmesi halinde , bu düzlem içinde alınan herhangi bir kümenin toplamı.
  • otorite sevmezlerin, anarşiklerin ve uzlaşma yok! diyenlerin mekanı.
    anarchists cookbook satıyorlar mıdır acaba diye merak ettiğim yer.

    bi de

    http://www.uzlasmayok.net/
  • ercan kesal “mutlak mekan diye bir şey yoktur. mekan ancak içerdiği enerjilerle var olur. zaman da kendi başına hiçbir şey değildir. o da ancak içinde yer alan olaylar sonucu kendini sürdürür” diyor. ayasofya'nın ibadete açılmasının tartışıldığı şu günlerde zamanın ruhu gibi mekanın da ruhu olduğu fark ederiz umarım...
  • her insanın bu boyutta kapladığı belirli bir alanı var. bütün hayatı, anıları, duyguları, tüm varlığı toplamda belirli bir hacimi kaplıyor. bir cüsseye denk düşüyor. bu arzı kısıtlı alanı ne ile doldurduğun önemli oluyor bu yüzden. dıştan kalelerin çok kalınsa iç direnişin o denli yetersiz oluyor. içeriye sızan bir kaç kişilik asker tüm şehrini ele geçirebiliyor. ama kalelerin ince ama sokakların genişse, iç direnişin o kadar görkemli oluyor.

    ben bu boyuttaki bütün arsamı safirden taşlarla, kayalarla, duvarlarla doldurmuşum. yabancının korkusu, başkasının korkusu, kandırılmanın, aldatılmanın, alay edilmenin korkusu felç etmiş zihnimi. bu devasa burçlu kaleler arasında hapsetmiş kendimi. yağmacılar girmesin diye kurduğum kaleler o kadar büyüdü ki, artık ben de çıkamıyorum. hapis kaldım şehrimde. barbarlar da kurtaramaz artık beni.

    ama bazen gece yaralarında, yalnızken, kimsesizken, perdeler kapalıyken ve karanlıkken, şehrime bir ışık sızıyor. bir kilise ilahisinin üstünden, bir kız çocuğunun gülüşününün içinden, tıkanan bir su geçidini su yorulmasın diye ayak ucuyla açan ihtiyarın ayakkabısından, “bir zamanlar çok güzeldim biliyormusun” diyen kanser hastası bir kadının aynasından, depremde yıkılmış evinin beton yığının üstünde kar yağarken namaz kılan bir gelinin peçesinin ardından içeri sızan her şeye güvenirim. tüm kalelerimi beyhudeleştirir bu anlar. uykuda yakalanırım. beni her şeye herkes inandırabilir bu anlarda. kuyuya da girmeye veya şehirden kaçmaya da.
  • herhangi bir alan ya da yoğunluk değildir, sadece olasılıktır kendi uzağında ve olasılığı olduğuyla değil olmaya devam edeceği ile ilgilidir; aslında yakını ölen bir andır.
  • ortam, bulunulan yer
hesabın var mı? giriş yap