• --- spoiler ---

    ivan locke bir türk olsaydı londra'ya gider bebeği kucağına alır, döner maçın tekrarını izler, ardından katrina ile 4. çocuk için çalışmada bulunur, sabah da gider betonunu döker şikago'dan gelen patronu ile de şampanyasını içerdi.

    o yol 90'la gidilir mi olum?

    --- spoiler ---
  • bir depo mazotla çekilmiş filmdir.
  • bir mühendisin hayata, dünyaya bakışını rahatsız edici bir başarı ile sergilemiş. duygusal, fiziksel, sosyal, mekanik ve sair her türlü krizi, "çözülebilir bir denklem" olarak görüyor karakter. bu hoş olmayan bakış açısı maalesef çok gerçekçi. ivan karakteri, işinde alıştığı gibi krizi/işi masaya yatırıp, parçalarını tanımlayıp, çözmek için adım adım takip edilecek güzergahı geliştirmeye ve bunu uygulamaya gayret ediyor devamlı surette. bu bir şantiyede ya da tesiste ya da ofiste sorun çözmek için yeterince iyi sayılabilecek bir metodoloji fakat, ivan'ın, ve birçok mühendisin atladığı bir unsur nedeni ile hataya da gebe bir yandan: insan girdisi!! krizin bileşeni olan ya da krizle etkileşim içinde olan her insanın o krizle ilgili bir girdisi var pratik gerçeklikte, ve bu "analitik" bakış genellikle duygusal girdileri denkleme katmayı ihmal eder. mesela, locke'ın beklenmedik yolculuğu ile ilgili bakışı çok net. "bu kadını tanımıyorum ama çocuk benim. bu sebeple bana şu an oraya gitmek ve hatamı telafi etmesem bile en aza indirgemek için yapmam gerekeni yapmam düşüyor." başka bir parametre girdisi için yer yok denkleminde. ve fakat anne "sevildiğini duymak" istiyor. locke için bu çok anlamsız, ve bu sebeple bu beklenti ile ilgili algısı kapalı. tek taraflı olarak anlamsız ilan edip konuyu kapatmış kafasında, kaldırmış koymuş. : ) belki gerçekten anlamsız. ama kadın istiyor? istiyor yani istiyor, bu bi yandan da bu kadar basit... locke'ın dünyasında karşılığı olmayan bu talep, locke'ın dünyasında var olan bir prensiple karşılanıyor. "yalan söyleyemem" ve tabi ki "seni tanımıyorum bile, nasıl sevebilirim." öküüüüzzzzz. ah öküz evladım benim. birçok henüz deneysel aşamadki sanal zeka bu durumda daha sempatetik cevaplar verirdi. bu anlamda ivan aslında, komiklikle zavallılık arasında geziniyor bir çok yerinde filmin. ingilizce'de ikisini birden karşılayan patetik diye bi kelime var, çok seviyorum. neyse. benzer şekilde iş ile de duruşu çok net, "işten atılsam da, liyakat ve kendime saygım gereği işimi sonuna kadar takip edeceğim ve bensiz dahi olsa işin doğru şekilde yapıldığına emin olacağım." ve fakat yine atladığı bir insan girdisi var, şikago!! öyle ya, patronlar senin liyakat duygunu algılamayabilir, algılasa da görmezden gelebilir, algıladığı halde yalan söylediğini düşünebilir, tamamen keyfi bir kararla kendi projesini sabote edebilir, algılamasına ve samimiyetine inanmasına rağmen konu ile ilgili olarak kendini kandırmakta olan bir gerizekalı olduğunu düşünebilir. canı ne isterse yapar. adam patron. ve bir karar veriyor şikago, yine locke'ın dünyasında karşılığı olmayan bir "işten izole edilme" kararı. kötü bir karar gibi görünüyor. ama inanın bana iyi bir karar. aylardır organize edilen 100 milyon dolarlık geri döndürülemez bir işleme saatler kala kusura bakma deyip basıp giden bir formenim olsa, sadece işten kovmam, peşine polis savcı ne varsa peşine takarım. bilgisayarına el koydururum, şirketin özel dosyaların her türlü erişim yetkisini kaldırırım. şikago tarafından bakıyorum ve bunun ne kadar büyük bir sorumsuzluk olduğunu ifade etmeme kelimeler yetmiyor. şimdi ama burda bunu biraz açmam lazım. ben şahsen, iş asla özel hayatın önüne geçmemeli diye düşünüyorum. misal mesai saati dışında iş cep telefonumu açmam. ertesi gün de geri dönmem. mesai saati dışında hiçbir aciliyeti olmadığı halde uşağını arar gibi cepten arayan adam saygısız bi adamdır bence. geri aranmayı da hak etmez. iş asla bitmez, "ya bi on dakika daha durayım, şunu bitirip çıkayım" demem. saatim gelince çıkarım. bu söylediklerimden işkolik bi insanmışım gibi, ya da işi kendimden özel hayatımdan, özel insanlarımdan önde tutuyormuşum gibi bir şey algılanmasın diye açıklama ihtiyacı duydum. burda sorumsuzluktan kastım, işe karşı olmasından bağımsız olarak, çok büyük bir sözün tutulmaması. ben şikago değil de bi hasta yakını olsaydım, ivan da yakını olduum hastanın ameliyatını yapacak çok seçmece bir doktor olsaydı, ve ameliyat için her şey ayarlanmışken ve o gün o saatte o operasyon yapılmazsa yakını olduğum hasta ölecekken, "abi kusura bakma yaaa, benim gayrımeşru bi çocuğum doğcak da, bi ona bakıp dönmem lazım." deseydi tepkim aynı olurdu. işten çıkarırdım. : ) insanlar insanlarda iyilik, doğruluk, dürüstlük arar öncelikle. ben stabilite ararım. menfaati doğrultusunda yalan söyleyen ve bu konuda stabil olan bir insanı, iyi kalpli bir nevrotiğe tercih ederim. çünkü menfaatçi pisliğin beni nerede satacağını bilirim, nevrotiğin bilemem. : ) fakat ivan o kadar self-righteous ve o kadar kendine dönük ki, çizdiği profili, yaptığı hatanın mahiyetini ve skalasını dışardan görmesi mümkün dğeil. o kendi yüksek adalet ve etik algısı ile yaptığının doğruluğundan çok emin. moral high ground diyolar buna ecnebiler. yannış bişi olduunu çoktan farkedip bi de isim takmışlar. bunnar işte hep o her şeyi basit algoritmik modellere indirgeyip o model üzerinden yürümeye çalışan kibirli bir beynin saçmalamaları. ancak böyle bir beyin yalnız yetiştirmek üzere gayrımeşru bir çocuk doğurmak üzere olan bir kadınla ya da az önce aldatıldığını öğrendiği için nervous breakdown yaşamakta olan bir kadınla konuşurken "practical step"lerden bahsedebilir. iki kadın da hayatlarındaki belki en yoğun duygulu anlarını yaşarken ivan'ın "practical step" diyebilmesindeki cüretkarlık artık mizahi boyuttaydı bence.

    size nası göründü bilmiyorum ama bence ivan kötü bi adam. kötü kalpli değil evet, kendine kötü bi insan olmayı asla konduramaz, hatta çok iyi bi insan olduunu düşünüyor, yaptığı her şeyin iyi ve doğru bir insan olma ile ilgili olduğunu düşünüyor. ama kibiri ve saplantıları ile, yarım asırdır taşıdığı duygusal bavulu ile geldiği nokta, ve bu noktada aldığı kararların sebep olduğu sonuçlar üzerinden değerlendirildiğinde kötü biri olduu çıkıyor ortaya. iyi niyetli olmasının bir önemi olmuyor yaptıklarından etkilenenler tarafından bakınca. işini hep eşinden ve ailesinden önde tutmuş, duygusal ve hatalı (ona da gelicem) bi kararla bir gecede kariyerini silip atabilen, başkasına ait 100 milyon doları riske atabilen, eşinin duygusal krizi sırasında belediye meclisinden necati abinin telefon numarasının peşinde koşan, empati yeteneği yerlerde gezinen, ailesi büyük hızla dağılırken ailesinin tam aksi istikametine "hız sınırlarına riayet ederek" araç sürebilen bi adamın iyi bi adam olmasını benim aklım hafsalam almıyor. hayat çok basit ve çok düz olsaydı, duygular olmasaydı, belki o zaman bu "basit ahlaki düsturlar üzerinden alınmış kararlar"ı meşru olabilirdi ama değil. hayat oldukça kompleks, insanlar da robotik değil, duyguları falan var. üstelik bunların hiçbiri de çok yeni gelişmeler değil. siz geminizi nası yürütüyorsunuz bilmiyorum ama benim için "iyi" olmak bir fikir, bir prensip değil, bir sonuçtur. iyi niyetli olduğu halde bana zararı dokunan insanlar benim için kötüdür, ve kendimden uzaklaştırırım. (burda biçok kişi şimdi "haaa demek ondaaan" diye bi aydınlaşma yaşicak. evet, uzaklaştırdım sizi. hihihihi)

    ivan sadece kötü değil, aynı zamanda kibirli, duygusal, dengesiz ve güvenilmez de. çok akıllıca stilize edilmiş karakter. idealist ve sağlam gibi görünüyor ilk bakışta. sakin, soğuk kanlı, dengeli, ne yaptığını bilir bir havası var. ama aslında her an dağılabilir, başka insanları da yüz üstü bırakabilir bir yapıya sahip. ki tam olarak yaptığı şey de bu. üstelik kibiri yüzünden asla böyle bir yapıya sahip olduğunu itiraf etmeyecektir. ha keza filmin konusunu teşkil eden "doğum" konusunda verdiği kararın yanlış olduğunu da itiraf etmeyecektir. "doğuma da yetişçem, telefonla beton dökümünü de organize etçem, ailemle de aramı düzeltçem, soyadımdaki lekeyi de silcem." niye peki? niye bütün bu saplantılı narsisistik haller? çünkü babası gibi olmadığını ispatlamak zorunda kendine, kendini sevebilmesi için. babasının yarattığı travma karşısında geliştirdiği "onun gibi olmicam" saplantısı, saçma ve duygusal kararlar almasına sebep oluyor. evet, geldim kararın saçma ve duygusal olmasına;

    durumun gerçek anlamda içinden çıkılır bir tarafı olmadığı için, semboller yaratmış ivan kafasında. bu sembolik başarıları kazandığında kendisini başarılı ilan etçek. babası gibi olmamış olduğunu varsaycak, kendini sevebilcek, ya da en azından nefret etmicek. bu doğrultuda "doğum anında orda olma"ya çok büyük bir romantik anlam yüklemiş, ve bu sembolik hedefe erişebilmek için temas halinde olduğu her şeyi darma duman ediyor adam. oysa çocuk doğduğunda orda olmak nedir ki? senin bir eşin, 2 meşru çocuğun var. diğer çocuğuna baba olabilecek misin? hayır. ilk beyzbol maçına gidebilecek misin? hayır. muhtemelen meşru çocuklarınınkine bile gitmiyosun işten güçten. e doğuma gitsen ne olacak? o çocuğun ne ilk adımında, ne ilk hecesinde, ne ilkokulunda, ne ilk sevgilisinde yanında olamayacaksın. bu 1 saat 35 dakikalık performansının uzun koşuda hiçbir esprisi olmayacak. kimse hatırlamayacak. çocuk ilk beyzbol (ya da ingilizler ne oynuyosa işte) maçında sayı yapınca, tribünlere bakıp seni göremediğinde "olsun, helal olsun, adam işini gücünü bıraktı doğumuma geldi. geldi abi geldi yani. başkası olsa gelmezdi, bu adam geldi." demeyecek, yine saydıracak sana senin babana saydırdığın gibi. o çocukla ilgili yapabileceğin çok fazla şey yok. istediğin kadar vicdan masturbasyonu yap babama benzemeyeceğim diye. babana benzememeyi o kadar istemiyoduysan, 1 şişe şarabı dikmeden önce düşüncektin bağzı şeyleri. hahahahaha şu an direk anneyim.

    her ne kadar bu baba ile hesaplaşmanın arkadaki boş koltukla yapılan bir diyalog ile seyirciye geçirilmeye çalışılmasını gudik bulduysam da, o gerçekten çok dar alanda yapılabilecek fazla bir şey olmadığı için sesimi çıkarmıyorum.

    ivan'ın en büyük hatası eşini aldatması değil, ki bu çook büyük bi hata. asıl hata seri dickkafalılığı ve bu kafayla verdiği seri hatalı kararlar (pun intended). bu sayede ısrarla ve büyük çaba ile daha büyük hatalar yapmayı başarıyor. böyle bir yapısı var adamın. sen yapmıyorsun başkası yapmıyor, bu adam yapıyor. misal, eşi bir free-pass veriyor ivan'a. "hala meclis üyesinin telefonunu istiyor musun?" bu bi geri dönüş noktası. düşünmesi için fırsat da veriyor kadın. ses tonu ile belli ediyor. bi sessizlik oluyor, es veriyor. emin misin? son kararın mı? baaak? ona göreee? "eh artık anla be adam!" diyor içinden. ivan'ın idrak yolları iltaaplanması nedeni ile korteksine ulaşamıyor data. "evet evet numara lazım hala meclis üyesi ile konuşçam, yolları açtırcam." he. açtırırsın. evet. salak evladım benim. diğer kadının çocuğu istemesi de öznel bir karar. çocuk ivan'a da ait olsa, kadın çocuğu tutma kararını tek taraflı olarak ve ivan'ın iradesine ters bir şekilde alıyor. bu noktada çocuğun var oluşunun sorumluluğu ivan'dan büyük ölçüde çıkmış oluyor aslında. ama ivan babasına benzememe saplantısı ile o kadar meşgul ki, bu sorumluluğundan kendinden en azından kısmen çıktığını farketmesi mümkün değil, farkeden birisi söylese yine dikkafalılığı nedeni ile bunu kabullenmesi mümkün değil. saymadım ama bi 10 kere falan "i've made my decision." deyip kapatıyor diyaloğu.

    ivan'a bu kadar giydirmemin sebebi aslında biraz kişisel. ben mühendisim kendim. inşaat mühendisiyim hatta. aynı mesleği yapıyoruz birebir. o bitmek bilmeyen telefon görüşmelerini, organizasyonun organizasyonunu, teyidin teyidini almayı ben de yaptım. bi günde bi milyar ton beton dökmedim ama benzer çok alengirli, çok kişili kompleks organizasyon işleri ile uğraştım. ama o insandan memnun kalmadım. değiştirdim, biraz mecbur da kaldım ama neyse. ivan bana sevmediğim o beni çağrıştırdı. kibirli, dikkafalı, her şeyin en doğrusunu bilen ve bu doğrultuda aldığı kararları tavizsiz uygulayan falan. neyse ki ben kendimden başka kimseye zarar vermedim. ama verebilirdim. ivan gibilere, benim çocukluğum gibilere dikkat edin. kalpleri temizdir, onun için gardınızı indirirsiniz, ama en çok zararı gardınızı indirdiğiniz insanlardan görürsünüz.

    izlediğim en içgörülü, en zekice yazılmış ve kurgulanmış, karakterleri en iyi stilize edilmiş filmlerden biriydi. analiz et et bitmiyor. tek mekan filmleri içinde de tape ve phone booth gibi klasiklerin arasına girer bence. benim şahsıma özel eğlenceli bi tarafı da "sıkıcı" mesleğimi biraz olsun havalı bişi gibi satmış olması. hani doktorları gece çaarırlar falan, acil bişi olur. bizde olmaz pek. olsa da insan hayatı değil sonuçta. ertesi gün yasağa kalmadan yola çıkabilmek için malzemeyi gece indir diye tutturan bi kamyon şöförüdür arayan. gecenin bi körü adam ayarla, irsaliyeyle gelen malı kontrol et falan. irsaliye ne ya? böle kelime mi olur? neyse yani, uzun lafın kısası, don lastiği hizasında dövmesi olan sıska kavır grubu vokalisti havası kadar olmasa da biraz olsun havalı gibi olmuş mesleğim. : )

    ya bu nebçim filmmiş yeaa diyen kanzuk'a da selamlar. film sarrafıymışsın hocam. bundan sonra beğenmediğin her filme talibim.
  • sular seller gibi akan, tadını damakta bırakan, trafik tıkansa da o yolculuk az daha uzasa dedirten tom hardy'nin 55 katlı binasına dökeceği c6 tip beton kadar sağlam bir karakterin portresini çizdiği çok başarılı bir film.

    --- spoiler ---

    ivan lock binadan bahsettiği şu kısımda aslında kendine kurmuş olduğu iş-evlilik-vs. hayatından bahseder:

    " çünkü binam tamamlandığında,
    55 katlı olacak.
    2.223.000 ton ağırlığında olacak.
    tamam mı? binam su seviyesini
    değiştirecek ve graniti sıkıştıracak.
    30 kilometre öteden görülebilecek.
    gün batımında muhtemelen
    1,5 kilometre uzunluğunda gölgesi olacak.
    eğer binamın temelinin
    betonu doğru olmazsa...
    ...bir santim bile kayarsa,
    çatlaklar oluşur.
    anladın mı? eğer çatlaklar oluşursa,
    zaman geçtikçe büyürler, değil mi?

    - ve tüm bina yıkılır.

    bir hata yaparsan,
    küçücük bir hata yaparsan donal...
    ...tüm dünya başının üzerine yıkılır."

    ve işte bir küçük çatlak büyür, özene bezene kurduğun on numara yaşamınıı yerle bir eder.

    eşinin de birkaç kez belirttiği gibi:
    " bir kezle hiç arasındaki fark her şeydir."

    --- spoiler ---

    ek olarak eşi katrina'ya sesini veren ruth wilson ablamızı idris elba'lı muhteşem ingiliz dizisi luther'ın alice morgan'ı olarak hatırlamak hatırlatmak gerek.
  • --- spoiler ---

    - öncelikle filmin adı neden locke çünkü o bebeğin soyadı, ilaveten lock ve locked ın arasında yani kilitli fiilinin şimdiki ve geçmiş zamanın arasında olması.

    - adam herşeyini kaybetti mi? yoksa çok şey kazandı mı? filmin ana fikri bu soru. herşeyini kaybetmiş gibi gözükse de gitmeseydi kendini babasına benzetecek ve kendinden nefret edecekti. babası gibi olamadı ama istediği hiçbirşeyi yapamadı da. amacı doğum sırasında kadının yanında olmaktı. o da olmadı.

    - yaşadığımız şeyler bizim gelecek ile ilgili alacağımız kararları etkiliyor. geçmişte babası ile yaşadığı kötü şeyler iyi bir baba olmasını sağlamış bunu son sahnede babasına maçı anlattığında tanık oluyoruz.

    - eşi onu çok seviyor ve kaldıramıyor. aslında sevgisinden kaldıramıyor ve karar alıyor. aldığı bu karar devam eder mi bilinmez ama adam bir bok yemiş ve onu temizlemeye gidiyor. sakladığı veya yalan söylediği bir konu yok.

    - adam gibi adam. birşeylerden kaçmıyor ve işleri yoluna sokmaya çalışıyor. herşeyi kaybediyor mu, kazanıyor mu orası bize kalmış.

    - görüntü yönetmeni biraz daha iyi olabilirmiş kanımca. çok düşük bütçeli olmuş. bmw reklamı da almışlar. yediniz mi lan bu parayı?

    - adamın sakin ve olgun tavrı çok güzeldi.

    - film düşük bütçeli, görüntü yönetmeni çok kötü, senarist güzel film akıcı. aynı sahne ile başlıyor aynı sahne ile bitiyor. arada bir kere mavi gökyüzü görünüyor orayı anlamadım. insan gündüz çekilmiş bir dış çekimle filmin bitmesini bekliyor. olmuyor.

    inşaat mühendisi olarak yorumum: o kadar c6 nın arasında bir tane c5 olsa ne olur. beton malzeme katsayısı 1.5 çelik 1.15 ve yük 1.5 ile artırılıyor. bi siktir git diyesim geldi.
    babacım temele gelecek yük 2,223,000 ton ve 55 katlı dedin ya, sen onu 12 pompa ile dök gel bi de bana dök.
    2,223,000/2.4/55/0.5=33681m2 yani 183m x 183m temel 12 pompa??? "o gelecek yükü hesaplayacağına git pompa adetini hesapla dingil."

    --- spoiler ---
  • başka sinema'nın nimetlerinden.

    ve diego sana iki sorum var:

    1. bu filmde niye 13 yaş sınırı var ?
    2. halil güllü ne ayak ?
  • her telefon çalışında beni sinirlendiren film. kerane telefonu gibi bilibliblbiblbiblli
  • tek mekanda ve tek oyuncuyla geçtiğini bilmeden izlediğim; çok beğendiğim film. film boyunca tom hardy bmw arabasını sürüyor, telefon konuşmaları insanı rahatsız etmek için yetiyor zaten.

    bir erkeğe en zor gecesi nasıl olabilir diye sorsak cevap olarak şu filmi alırız sanırım. tom hardy'i zaten hep sevmişimdir ama hiçbir filminde kendisinden bu kadar etkilenmemiştim. resmen hayran bıraktıran bir performans.
  • contemporary sinema sanatının harika bir eseri.

    hayatında kendi tercihleriyle bir çatlak açmış ve o çatlağın giderek büyümesini sakince izlemeyi tercih eden sakin bir protagonist ivan locke. kendini yargılayabilecek öz bilince ulaşmış bir adam. bir locke olarak doğmuş olmanın ona "kötü" olma bahanesi vermediğini, iyi ya da kötü kararların kendi düşüncelerinin sonucu olduğunu ispatlamaya çalışmakta. tıpkı soyadını taşıyan 17.yüzyıl filozofu john locke'un dediği gibi, “ı have always thought the actions of men the best interpreters of their thoughts.”

    çevresinin "ingiltere'nin en iyi insanı" olarak anlattığı ivan locke, "doğru" olanı kendisinin seçebildiğini göstermek için, kendi döktürdüğü betonların altına hayatını yerleştiriyor. her yaptığı hatayı mantıklı olarak nedenselleştirebiliyor locke, asla kendi seçimiyle yaptığı hareketlerden dolayı özür dilemiyor. çünkü biliyor ki o hata, kendi tercihlerinin sonucu olarak meydana geldi.

    kullandığı araba onun sürekli hareket halindeki hayatıyken, beton ise ona göre, dağılan hayatını bir arada tutan yaşam kaynağı. kendisinin de söylediği gibi "we do it for the piece of sky we are stealing. we do it for the concrete, which is as delicate as blood.” bu yüzden herşeyden vazgeçip babası gibi "kötü" olmak yerine, hayatını tekrar birleştirecek yaşam kaynağı beton için son saniyeye kadar uğraşıyor. takıntılı derecede rasyonalist ve pragmatist olan locke, "konu beton olunca tanrıya bile güvenmiyor".

    sonuç olarak steven knight'ın da anlatmaya çalıştığı,haris zambarloukos'un da ışığıyla tom hardy'nin yüzüne vurduğu gibi, insanın sürekli hareket halindeki hayatının tek "sabit değişken"i, bizi biz yapan verdiğimiz mantıklı kararlardır. pişman olmayın.
  • salt bmw reklamı olarak görenler var. ben şu sonuçları çıkardım:

    prensiplerin olsun. doğru bildiğin kararları tüm baskılara rağmen uygula. işler arap saçına dönse bile panikleme, soğukkanlı ol. her zaman bir çözüm vardır. günün sonunda kazanacaksın. kaybetsen bile vicdan azabı çekmeyeceksin.

    film, herkesin mutabık kalacağı bu gerçekleri ilgi çekici bir senaryo ile anlatıyor. “keyifli bir seyirlik” ile “yoklukta gider” arasındaki notunu alıyor benden.
hesabın var mı? giriş yap