• 1963. bir jacques demy filmi olan şemsiyeler, döneminde modern zamanların aşk ihtiyacına hayli cevap verebilmiş ki, halen en dokunaklı aşk filmleri arasında yer alır. en garip müzikal filmler sıralamasında da zirveye oynar kuşkusuz. fransız tarzı naif bir müzikal. renkler, dekorlar ve kostümler çok başarılıdır. catherine deneuve ve nino castelnuovo da unutulmaz âşıklardır.

    catherine deneuve, filmde sahiden "çocuklu bakire"ye benzer. annesine söylediği şu müzikli sözler de manidardır: "bizim hiç dostumuz yok ki, komşularımızla da hiç görüşmüyoruz." bunun gibi bazı detaylar, küçük burjuva yaşantısını alttan alta tiye alan bir film izlenimi vermektedir.

    bir de mevsimler ve müziği... kulaklardan silinmez bir aşk müziğidir.
  • matisse tablolarının fovist (renkçi) biçimi : görsel

    catherine deneuve, cherbourg şemsiyeleri, 1964
  • konusu ilgimi çekmiş jacques demy filmi. daha önce izlediğim bazı filmlerden de benzerlikler buldum. kalatozov'un letyat zhuravli (1957) ve chukray'ın ballada o soldate (1959) filmleri de konu bakımından hemen hemen aynı. üç filmde de kadın hor görülür. sebebi ise kadının ya aldatmasıdır (sahte bir üzüntüyle ve bilerek) ya da sevgilisini beklemekten vazgeçmesidir. askere giden aldatılmış ve ihanete uğramış olan, bekleyen ise aldatan ve ihanet eden kimsedir. fransız ve sovyet yönetmenlerin ortak konularda uzlaştığını görmek gerçekten dikkate değiyor. kadının bekleyişinin er-geç ihanete dönüşeceği yargısı doğruluğunu koruyor. askerlik veya başka bir şey, bir deneme süreci olsun, bir kadından uzaklaştığınız zaman kadın alternatiflere yönelir. bu yönelim sonucunda vazgeçiş, birliktelik varsa da bir ihanet mutlaka gerçekleşir. herhal bu konunun temeli bekleyişin kadınlara uygun olmadığıdır. kadın beklemeyi değil hareket etmeyi sever ve beklemeyi sonlandırmak için mutlaka doğru veya yalandan bir sebep bulur. kadının bu davranışını anlamlandırmak istemem, çünkü bu tür bir kötülük eylemini anlamlandırmak istersem ya da nasıl desem, bir gerekçe ararsam onu onaylamış olurum ve böylece ona katılmış olurum. böyle bir davranışın (kaçış, ihanet, vazgeçiş, aldatma vs.) yine bir çözümü vardır, o da ortak filmlerin çoğunda görülen, "dönüş" bölümleri. burayı hesaplaşma olarak adlandırıyorum. kimisi hesaplaşmayı reddeder ve yaptığının doğru olduğunu düşünür. (gerçekte öyle bir doğruluk olmasa da) dönüş bölümlerinde, aldanan/aldatan, uzaklaşan/vazgeçen kısa süreli bir hesaplaşma yaşar ve böylece olan biten kapanır. bu kapanışlarla görülür ki, adam hep gururlu kadın hep pişmandır.
    aklıma geldi, benzer bir hikaye mehmed uzun'un siya evînê romanında da mevcuttur.
  • ne kadar iyi bir film olduğunu anlamak için:

    1. tim burton'un varını yoğunu ortaya koyarak yarattığı sweeney todd the demon barber of fleet street çabasına bakın.
    2. bunu jacques demy'nin les parapluies de cherbourg'daki performansı ile yan yana koyun...
    3. kıyaslayın...

    kıymetini bilelim!
  • esas kizin* annesi kendisini ziyarete gelen ve esas kizla evlenmek niyetindeki zengin mucevher tuccarina soyledigi su sozlerle hepimizi koparmistir: - sanirim kizimi boguyor bu dukkan, cok ic kapatici bir yer ne de olsa

    bu arada anne bu laflari sarfederken arka planda fusyalar, morlar, yesilin en yesili, pembenin en pembesi alabildigince renk cumbusu yaratmakta, her izleyen hayatinda boylesine renkli bir bir dukkana gitmek soyle dursun, renk ve sensakraklik konusunda bu dukkana uzaktan yakindan yaklasan bir dukkana gitmedigine karar getirecektir*
  • bu kadar "mevsimsel" bir isle ugrasan, ekmegini semsiye satmaktan kazanan anne-kizin, bahar geldi yaz geldi durumu ile bos bos sinek avlamalarini seyirciye pek gostermemistir bu film... filmimizde mart ayi gelir gelmez, disarida herkes bahar danslari yapmaya havai fisek atmaya baslar, bizimkilerin semsiye isi de durur haliyle, neyse ki bu sirada zengin adam yetisir, esas kizla* evlenir, biz de anne-kiz hic is yapmiyorlar diye uzulmeye firsat bulamayiz*...
  • cannes'da altın palmiye’yi kazanan ilk müzikal filmdir. sonraları trier'in karanlıkta dans filmi de aynı ödülü kazanmıştır. yanlış hatırlamıyorsam üçüncü bir müzikal film cannes'da ödül almadığı gibi bugüne dek yarışmamıştır da.
  • bir film.

    'biraz önce eve döndüğümde sensiz dans etmekten yorgun, çözümsüz ve karışık, yastığımın ortasında açık yeşil bir kutu buldum. açık yeşil kutunun içinden ne çıkacağını biz audrey hepburn filmlerini izlemiş kadınlar bilirdik. bu yüzden kurdeleyi çözmeden önce biraz düşündüm. saat sabah 3'tü, sen nba tv'nin karşısında uyuyordun. bütün gece ta ki kitsch kulübün kapısındaki bıyıklı adam bizden giriş için para isteyene kadar gezmiştim ben. müsterihtim.

    bütün bunlardan önce, ben hiç fransızca bilmiyordum. birisi bu film esnasında her sözün türkçesini fısıldamasa, benzinci sahnesinde agnes varda'nın jacques demy'den olmayan küçük kızı rosalie arabanın içinden bize bakmasa yeşil kutuyu açar mıydım bilmiyorum.

    ama bu benim en sevdiğim filmdi. ve sen bütün gün, belki bir hafta belki de daha uzun, yüzüme bakmamıştın. 'bir şemsiyeden farkım yok.' diye düşünmüş, kaçış planları kurmuştum. en büyük ceza sessizlikti, en büyük intikam yalnızlıktı. oku saplamaya hazırlanmıştım

    sonra eve döndüm. sen uyurken, sevdiğime, daha çook uzun zamanlar süresince, geçersiz ve masum sebeplerle sevebileceğime inandım.

    işte böyle. nihayetinde, dikkatleri dağılmazsa keskin nişancılar

    iyi uykular.'
  • ayrılan aşıkların illa ki mutsuz bi hayat sürdüğü filmlerden ayrılan film. guyin cezayir deki savaşa katılmak üzere iki yıllığına oraya gitmesinin ardından genevieve in yaşlı gözlerle annesiyle yaptığı konuşma da unutulmazdır:

    genevieve- onsuz yaşayamam, ölürüm

    annesi - aşktan yalnız sinemada ölünür
  • filmden çıktıktan sonra 2 saat kadar şarkı söyleyerek konuştuğum film.
hesabın var mı? giriş yap