• bir adonis ile ona aşık audrey hepburn ile james dean'den oluşan sevimli film. ara ara ağırçekimler ve yükselen müzikle size almadovar etkisi yaratsa da, hayali aşıklar'da xavier dolan hala kendi tarzını arıyor. renk seçimleri, müziklerle renklendirmeler, güçlü sonbahar klişe konuya oldukça keyifli bir hal katıyor. ilk filmi ile 17 ödülle eve dönen dolan, ilki kadar keyifli olmasa da oldukça güzel çekilmiş bir filmle karşımızda. 22 yaş için oldukça iyi !

    http://www.imdb.com/title/tt1600524/
  • asıl dertleri avlanmak değil, aralarına aldıkları *bir fare üzerinden birbirleriyle oyun oynamak olan iki kedinin hikayesi.

    --- spoiler ---
    sadece sonundaki şemsiye ve yeni hedefe slo-mo taarruz sahneleri için bile izlenir.
    --- spoiler ---
  • izlediğim en güzel filmlerden biri. o kadar mutluyum ve bir o kadar da şaşkınım bu kadar güzel bir film izleyebildiğim için. güzelliği; oyuncuların suratlarındaki minik detaylardan, enselerden boyunlara, yönetmen ve senaristin xavier dolan olmasından, dolan'ın 1989'lu olmasından, doğallıktan ve tamamen doğallıktan -hikayenin, oyuncuların, sahnelerin doğallığından- kaynaklanıyor. bu film beni uzunca bir zamandır olmadığı kadar heyecanlandırdı. francis ve marie'nin yeri gelince düşmanlaşan bakışmaları, zoraki gülümsemeleri, francis'in kuaföre james dean fotoğrafı verip saçını öyle kestirmek istediğinde kuaförün yüzünde oluşan "bu çucuklar hiç adam olmicak" bakışı, "fırında yemeğim var." cümlesinin temsil ettiği en garip anlam ve daha pek çok minik detay, beni bu filme hayran bıraktı.

    filmin soundtrack kısmı da çok dolgun. şöyle sıralayabiliriz:
    - comet gain - love without lies
    - dalida - bang bang ((film bittikten sonra aklınızda çalmaya devam eden şarkı da bu oluyor efem))
    - fever ray - keep the streets empty for me
    - france gall - cet air la
    - house of pain - jump around
    - indochine - 3e sexe
    - isabelle pierre - le temps est bon
    - the knife - pass this on
    - the police - every breath you take
    - renee martel - viens changer ma vie
    - vive la fete - exactement
    - bach - suite no 1 pour violoncelle

    bundan sonraki kısımları filmi izlemeyenlerin okumasını önermemekle beraber kayıtlarda bulunması açısından ekliyorum.

    --- spoiler ---

    1
    onun evime taşındığı gün her şey bitmişti. bu ilişki bitmişti. hayır, tabi ki de o anlamda bitmemişti. yani hala birlikte yaşayıp, seks yapıyorduk. ama bütün o ayrıntılar anlamsızlaşmıştı. bitmişti yani. ilk başta tabi ki kendimizi kötü hissettiğimizden kabul etmek istemedik. taşınma ve o nakliye masrafları.. bütün her şey. bütün o yaşananlar. dünya kadar masraf yapmıştık. artık "beyfendiciğim" para kazandığından ben de gidip kendini becermesini söyledim. biz de.. biz derken sadece kendimi kastediyorum. ben.. yani kendim.. resmen kara sevdaya yakalanmıştım. o berlin'de yaşıyordu. bense dorion caddesi'nde. sanırım uçağa atlayıp yanına gitmeye falan aşık olmuştum. bilmem ki. uçağın inmesine, kafelere ya da sigaralara, başka bir yerden esen rüzgara, aksanına aşık olmuştum.
    artık yoktu.
    o mefhuma aşık olursunuz. ondan daha çok o mefhuma aşıksınızdır. aranızdaki mesafedir sevdiğiniz. ama aranızda mesafe kalmayınca, işte o zaman aşılacak okyanuslar kalmamıştır. artık sadece bir koridor uzağınızdadır. her neyse.. artık bitti.

    2
    "gönder"e bastım. artık canıma tak etmişti. uyanmıştım artık. tüm hayatımı hotmail'de e-posta bekleyerek geçirmeyecektim. tamam, başlarda güzeldi ama sonra bir eğlencesi kalmadı. bu hissi hepiniz bilirsiniz. gelen kutusu'nda yeni e-posta olduğunda koyu olarak yazılır. e-posta gelmiştir yani. hemen tıklarsınız ve karşınıza çıkar. ondan gelmiştir diye. daha çok sevinirsiniz çünkü gelen kutunuz koyu renktedir. ama e-posta amazon'dan gelmiştir. hay aksi! ya da abajur depo satışından.

    reddedilmek zordur ama artık olan olmuştur. aynı giyotin gibidir. ama bir cevap beklemek, o karar verirken kendini haftalarca kötü hissetmek ve delirmekse.. kafanın ağır çekimde kopması gibidir. uzun ve ağır ağır bir "hayır" gibi. ama bir noktadan sonra insana bıkkınlık gelir. arızaya bağlarsın. arızaya bağlarsın ve her şeyin boka sardığını düşünürsün. her şey kararır ve yanıp kül olur. ben de "gönder"e bastım.

    3
    bir kafede onu bekliyordum. ama o gecikmişti. ama sadece bir dakika. o kadar da önemli değil. birinci aşama: onun geç kalmasını sevmektir. bu onu daha insani yapar. çekiciliğini arttırır. ikinci aşama: ajandamı kontrol ederim. kendimi sorgularım falan. belki de benim bir yanlışım vardır. kafamda senaryolar yazarım. kendimi başka bir kafeye geç kalmışım gibi hayal ederim. şöyle bir etrafıma bakarım. doğru yerdeyimdir işte. 32 dakika geçmiştir. üçüncü aşama: kendi kendime beklemenin sorun olmadığını söylerim. kendime meşgaleler bulurum. bir şeyler okurum. okur gibi yaparım aslında. ama hep aynı paragraftayımdır. lavaboya giderim. sipariş veririm. şimdi ondan nefret ediyorum işte. kafamın içinde ona hakaretler yağdırırım. kafeye geldiği anda söylenecek güzel sözler bulmaya çalışırım. 39 dakika geçmiştir. ve o gelir. nefes nefese. hala yakışıklı. trafik kötüymüş. evet. ben de onu mazur görürüm. derim ki, bu kadar geç kalman tabi ki olağan. çünkü.. çünkü ben zayıf biriyim ve eğer birine çok fazla değer vermişsem benim için o daima haklıdır. sikeyim.

    4
    o olduğunu biliyordum. daha önce hiç kimseyi bu kadar sevmemiştim. zormuş. ama dayanabilirim. genellikle hayatının ileri dönemlerinde ruh eşinle tanışıldığını biliyorum. benim için kötü oldu. ben şimdi daha 25 yaşındayken tanıştım. konu seks bile değildi. seks umrumda değildi ki. asıl olay bu değildi. önemli olan sabahları birisiyle uyanmaktı. aynı yastığa baş koymaktı. önemli olan yastıktı. kötü adamlar geldiğinde onun orada olduğunu bilmek. mecazi anlamda tabi. kötü adamlar asla gelmez. rüzgar eserken karnının tok ve sevdiğinin yanında olması. nefesinin sıcaklığını omzunda hissetmek. işte bu kadar. yastık.

    --- spoiler ---
  • filmde kullanılan tüm parçalar cast kısmında isimleriyle yer almaktadır ayrıca şu 3 soundtrack'in kullanıldığı sahneler film içinde video klip gibidir:

    dalida - bang bang
    isabella pierre - le temps est bon
    the knife - pass this on
  • filmden bahsetmeden önce mutlaka belirtilmelidir ki xavier dolan, büyük ihtimalle gelecekte sinema duayenleri arasında yerini alacak. şu ana kadar yaptığı işlerle bunu kanıtladı, hatta bazılarına göre çoktan duayenlerin arasında yerini aldı. ki bu film benim nazarımda j'ai tue ma mere ile birlikte, ikisini kesinlikle birbirinden ayıramıyorum, baş yapıt olabilecek kadar iyiler.

    filme gelirsek; film aslında platonik aşkları anlatan bir film. konu, genel olarak aynı erkeğe aşık olan bir kız bir erkeğin hikayesi üzerinden anlatılmış, fakat aralarda, sevmiş ama karşı taraf tarafından yeterince sevilmemiş ve bunu saplantı haline getirmiş insanlara ait, zaman zaman eğlenceli zaman zaman can yakan hikayeler bulunmaktadır. filmde sigara, müzikler ve çekimler ön planda...

    --- spoiler ---

    filmin başında esas kız esas oğlanımız müstakbel aşık olacakları çocuğu bir partide görür. ilk başta her ikisi de hoşlanmaz çocuktan fakat çocuk o kadar tabiri caizse 'piçtir' ki zamanla her ikisine de ümit vererek her ikisini de kendi doğum günü partisinde kendine aşık etmeyi başarır. bu aşamadan sonra ise gerektiği zamanlarda yaklaşıp gerektiği zamanlarda uzaklaşarak işini o kadar düzgün yapar ki, esas kızla esas oğlan yavaş yavaş birbirinden nefret etmeye, birbirinin kuyusunu kazmaya başlarlar. böylece çocuğun gözünde değerlerinin artacağını düşünmektedirler. bu kadar çabaya rağmen esas kızımız ve esas oğlanımızın hayatında -karşı taraftan yeterince ilgi göremedikleri için- ortaya çıkan bir eksiklik vardır. bunu da hem esas kız hem de esas oğlan tek gecelik ilişkiler yaşayarak atlatmaya çalışırlar ama tabi ki yetmez. tam da bu sahnelerin birinde filmin en sevdiğim sahnesi çıkar. esas kızımızın tek gecelik takıldığı adamla arasında seviştikten sonra yatakta şöyle bir diyalog geçer;

    '-çok sigara iciyorsun. gecen sefere gore.
    -hayır. aynı miktarda içiyorum. sigarayi seviyorum. sigara içmek sanki unutmak gibi. moralim dibe vurduğunda sigaram elimdeki tek şeydir. yakarım, tüttürürüm ve sesimi keserim. böylece duygularımı saklarım. sigara duyguları saklar. mentollü ve vanilyalı sigaralar vardır. bazı insanlar sever mentollü sigaraları, vanilyalı sigaraları, çikolatalı sigaraları, sigaralı sigaraları. sigara benim delirmemi engeller. beni hayatta tutar. beni ölene kadar hayatta tutar.' sigarayı çok iyi özetleyen ve ciddi anlamda sigaraya özendiren bir sahnedir. tavsiye edilmez ama yine de izleyin.

    daha sonra günler geçer, geçer, esas kızla esas oğlumuz gün geçtikçe birbirinden daha çok nefret etmeye başlar. günlerden bir gün; esas kız, esas oğlan ve piç oğlan üçü birlikte tatile giderler, fakat yolculuk ve tatil boyunca esas kız ve esas oğlan birbirlerini o kadar kıskanıp o kadar çok birbirlerine laf sokarlar ki en sonunda dayanamayıp saç saça baş başa birbirlerine girerler. onlar kavga ederlerken piç oğlumuzsa ben sıkıldım gidiyorum diyerek yanlarından ayrılır. daha sonra belli bir süre esas kız ve esas oğlan birbirleriyle görüşmezler. piç oğlumuzsa yurtdışına gitmiştir. yurtdışından dönünce hem esas kız hem de esas oğlan piç oğlumuza açılır fakat piç oğlumuz her ikisinide reddeder. esas oğlumuzla esas kızımız reddedildikten sonra birbirlerinde bulurlar yine çözümü ve tekrardan barışırlar. derken günlerden bir gün piç oğlumuzun bir yıl sonraki doğum günü gelir ve tabi ki hem esas kızımız hem de esas oğlumuz davetlidir doğum günü partisine. partide her ikisininde geldiğini gören piç oğlumuz gayet yavşakça esas oğlumuz ve esas kızımızın yanına doğru yaklaşır fakat esas oğlumuz o kadar nefret etmiştir ki artık piç oğlumuzdan tuhaf bir çığlık atarak tüm nefretini kusar. bu tepkiyi beklemeyen piç oğlumuz yavaş yavaş yanlarından uzaklaşır. ve partinin sonlarına doğru piç oğlumuza karşı aşkları biten esas kızımız ve esas oğlumuz başka birini bulup bu seferde ona aşık olmak üzere yola koyulurlar.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak filmin teması; her ne kadar zaman zaman unutulmazmış gibi hissetsekte kimsenin unutulmaz olmadığı ve her gidenin yerinin mutlaka birileri tarafından doldurulduğudur. bundan sebeple hiç kimseyi, hele ki yanlış olduğunu düşündüğümüz kişileri ve bizimle kalmak istemeyip gitmek isteyenleri zorla tutmamamız gerektiğidir. gitmek mi istiyor yol verin gitsin, inanın yerleri çok kolay dolacaktır.

    özetle, les amours imaginaires gerçekten çok başarılı bir film olmuş, sıkmadan böyle bir filmi izlenebilir hale getirdiği için 89'lu genç delikanlıyı tebrik edip, bir efsanenin ilk filmlerini izlemenin gururunu yaşayabilirsiniz filmden sonra...
  • bayildim buna bayildim. eger bi kere bile gerizekali gibi asik olduysaniz, karsinizdaki adami (ya da kadini tabi) hic oyle olmadigi halde (ve bunu aslinda bilmenize ragmen) dunyanin en mukemmel insani sandiysaniz (bkz: moore's paradox) bu filmi siz de seversiniz bence. asik olmadiysaniz bilemiyorum, gec kalmis sayilmassiniz. bahar geliyo, sansinizi bi deneyin. of en azindan filmi izleyin. later.
  • xavier dolan'ın cannes film festivali'nden yine ödüllerle dönen ikinci filmi. j'ai tue ma mere'de olduğu gibi yine senaryosu ve başrolü kendisine ait. fragmandaki bang bang versiyonu dalida'ya ait.

    http://www.lesamoursimaginaires.com/

    http://www.imdb.com/title/tt1600524/
  • 22. ankara film festivalinde şimdiye kadar izlediğim ilk film kendisi. gayet güzel vakit geçirdim diyebilirim. genç yönetmen xavier dolan'dan etkilenmemek mümkün değil. bu filmde işlenen konu aslında gayet tanıdık. platonik olarak birisine aşık olmak, yaptığı her hareketten olumlu bir anlam çıkarmak ve tabii ki hayal kırıklıkları gibi duyguları oldukça yalın bir dille anlatmış xavier dolan.
    filmde bana en çok dokunan söz çok sevgili "altın çocuğumuz" nico'dan francis'e geldi :

    --- spoiler ---
    benim gay olduğumu nasıl düşünebildin?
    --- spoiler ---

    ankaralılar bu filmi 27 mart günü saat 12.00'da büyülü fener sinemasında izleyebilirler. festival linki için buyrunuz :
    http://www.filmfestankara.org.tr/…mours-imaginaires
  • kostüm seçimleri de xavier dolan'a aittir ve en az yönetmenliği ve oyunculuğu kadar bu konuda da başarılıdır bence. hipster mipsterfln bilemem de film boyunca francis'in giydiği giysiler şahane; hele nicolas'ın doğum günü partisine giderken giydikleri...
    marie'nin vintage kıyafetleri, o renkleri...
    ayrıca nicolas'a aldığı kaşmir kazak için marie'nin yaptığı
    "hımpsss portakal rengi mpsss" yorumuna karşılık
    "mandalina!" çıkışı bu çocuğun renk algısının bizimkinin çok üstünde olduğunu zaten gösteriyor bence.
  • hakkında hiçbir şey bilmeden gittiğim ve acayip etkilenmiş olarak ayrıldığım film. ayrıca yönetmeni xavier dolan'ın da benden 5 yaş küçük* olduğunu görünce bayağı bir sövdüm, öyle genel, hayata karşı.
hesabın var mı? giriş yap