• almanya'nın saksonya eyaleti'ne bağlı şehir. bir türk için, özellikle istanbulda yaşayanlar için aşırı sessiz, sakin bir şehir. zamanında doğu almanya'nın en önemli şehirlerinden biriymiş ki zaten avrupanın en büyük ikinci tren garı burada bulunmaktadır.
    bunun yanında zamanında çok büyük bir ticaret kenti olmasından dolayı ve şimdilerde o önemini kaybetmesinden dolayı şehirde gezinirken bir sürü boş fabrika görünümlü binaya rastlamanız münkün, hatta rastlamamanız mümkün değil. fakat geceleri bu bos binalarin yaninda gezmek de pek tekin degildir hani.
    johann sebastian bach'ın doğduğu şehir olup, friedrich nietzsche de öğrenciliğinin bir bölümünü bu şehirde geçirmiştir.
    völkerschlachtdenkmal şehirde görülmesi gerekenler arasında ilk sırada yer alır. 1813 yılında napolyo'nun avusturya ve prusya ordularına karşı kaybettiği savaşın bir simgesi olan anıt gerçekten görülmeye değerdir. anıt 1914'lerde inşa edilmeye başlamıştır ve savaşta hayatını kaybeden yaklaşık 110000 askerin anısına dikilmiştir.
    ayrıca porsche'nin cayenne modeli de sadece bu şehirde üretiliyormuş.
    son olarak da şehir merkezinde maedler passage içerisinde bulunan auerbachs keller adlı restorandan söz etmek gerekir. dünyanın sayılı restoranları arasında gösterilen mekan ayrıca goethe'nin faust eserinde johannes faustun bira fıçısı üzerinde caddeye çıktığı mekan da burasıdır.
    bir de herhangi baska bir alman sehrindeki turke "leipzig" deseniz, "ooo, orada cok nazi var" gibi bir tepki almaniz da mumkun.
  • johann sebastian bach ve richard wagner'in şehri olan leipzig tam olarak bir günde yürüyerek bitirilebilecek bir şehir. ufak ama bir o kadar da güzellikler barındıran şehirde 2 gece geçirdim ve bazı yerleri çift dikiş ziyaret etmek durumunda kaldım.

    leipzig markt ve çevresinde kurulan şehrin hauptbahnhof 'u avrupa’nın en büyük tren istasyonu unvanını taşıyor. gardan 10 dakika yürüyerek şehrin ana meydanına ulaşabilirsiniz. meydanda bulunan altes rathaus görmeye değer. nikolai kilisesi mutlaka görmeniz gereken diğer bir yapı. içi diğer kiliselerden farklı olarak daha ferah ve beyaz tonların hakim olduğu bina. bunun dışında en önemli adres tabii ki st. thomas kilisesi. reformcu martin luther 1539’da protestanlığın gelişini müjdelediği meşhur konuşmayı burada yapmış. ayrıca bach’ın 27 yıl boyunca koro yönetmenliği yaptığı yer de burası. bach kemikleri uzun yıllar aranan mezarının bulunmasının ( çok ilginç bir hikayesi var, araştırın derim. ) ardından kiliseye nakledilmiş. hatta mezarı tam da konsil'in toplandığı yerde zeminde ve mermer plaka ile kaplı.

    bunun dışında şehir her alman şehri gibi meydan ve çevresinde irili ufaklı cafe, restoran ve publarla çevrilmiş durumda. gezilecek çok müzesi olan leipzig'de sıkılacağınızı hiç sanmam. nispeten nurnberg ve münih'den daha ucuz olması da cabası.

    2 günlük keyifli ziyaret sonrası ich bin berliner'e doğru otobüsle yola çıktım...
  • şehrim. sachsen diyalektinde laypziş diye telaffuz edilen ismi gibi kendisi de çok sevimlidir bu eski doğu alman şehrinin. bir zamanlar ddr etkisinde olduğundan biraz soğuktur, ama bu soğukluk onu tanımaya başlayınca geçer, anne gibi kollarını açar size. öyle çok fazla gezilecek görülecek yeri yoktur, zaten hauptbahnhofun karşısındaki goethe strasse den şehir turuna binerseniz maksimum 3 saatte gezersiniz bütün şehri. şehir merkezi çoğu avrupa şehirlerinde olduğu gibi marktplatzdadır, orada yürümemek olmaz zaten. spizzde oturmanız, milchbar pinguine de dondurma yemeniz, goethe heykelinin yanındaki alex de hamburger yemeniz önerilir. thomaskirshce de bach'ın mezarı vardır, hikayesini okumadan geçmeyin. bazı günler bu kilisenin içinde klasik müzik konserleri oluyor bedavaya, onu yakalamaya çalışın. klasik müzik sevenlerdenseniz, gewandhausda mutlaka bir konsere gitmelisiniz. gerçekten orkestra da bina da çok iyi. tam karşısındaki opera'da da güzel oyunlar seyredebilirsiniz, zaten ikisi de augustusplatzda.

    gündüz canınız sıkıldığında kalkın clara parka gidin, o kadar büyük bir park ki zaten yürürken zamanın nasıl geçtiğini anlamaz, yolunuza çıkan sincaplar sayesinde mutlu olabilirsiniz. parkın içindeki köprüde durun, manzarayı izleyin, arkadaşlarınızla gelin akşam üstü biranızı burada güneş batımına karşı için. şimdi söyleyeceğim sır arkadaşlar, zaten çok fazla türk yok burada diye söylüyorum, üşüşüp ortamın huzurunu, romantizmini bozmayın: clara parktan çıkıp plagwitze doğru yürüyün ve karl heine kanalın yanında oturun. ama buraya kesinlikle romantik olsun diye sevgili adayınızla gitmeyin yoksa su samurlarını izlemekten ve ortamın güzelliğini içinize çekmekten yanınızdakiyle ilgilenemiyorsunuz. kitabınızı okuyun biranızı için, sonra arkadaşlarınızla buluşmak için karl heine strasse de bi mekana oturun. yada çoğu leipzigli gençlerin takıldığı karli yani karl liebknecht strasse ye geçin. hayatınızda yediğiniz en güzel tortillalara, quesadillalara sahip olmak istiyorsanız acapulcoya gidin. hamburger içinse la boum'a. gece oldu dans etmek mi istiyorsunuz? beklenenin aksine leipzigde parti hiç bitmez. tabi arayıp bulana. (bkz: moritz bastei) 'ı söylememe gerek yok zaten şehre her gelen bir kere mb ye gider. çarşamba ve cumartesi günleri all you can dance geceleri, yani club kısımları açık, ama her gün takılmak için gidebilirsiniz. bütün üniversite öğrencileri burada takılır genelde, ama club gecelerine nedense liseli gibi tipler veya turistler gelir. başka club var mı derseniz, club l1, daha türkiye standartlarında paranın konuştuğu bir mekan, velvet küçük ama iki farklı müzik çalan pisti var, distellery herkesin çok sevdiği ama benim pek elektrik alamadığım, yerlilerin almanyanın en eski techno club'ı olduğunu ileri sürdüğü bir club, tv club bir kulübe ve bahçeden oluşan ama herkesin çok eğlendiği, merkeze biraz uzak, stuk nürnberger strassedeki yurdun hemen altındaki studentenclub, normal günlerde üst katta rock dinleyip bira içebilir, salı günleriyse kellerparty ile bambaşka alemlere gidebilirsiniz. o gece dest-i izdivaç programı gibidir, yüzde ellisi kız bulmaya gelmiş tiplerden oluşur. ve partinin sonunda her köşede öpüşen- kibar tabirle- bir çift görebilirsiniz. içkiler ucuzdur bu yüzden su gibi akar ve ne ara komalık olduğunuzu anlamazsınız benden söylemesi. buralarda parti bittikten sonra herkesin flowerpower dediğinizi duyarsanız şaşırmayın, sabah 7ye kadar açık olan biraz hippie biraz country, küçücük ama sevimli bi yerdir. sigara dumanından nefes alamamayı göze alıyorsanız gidin.

    sabah kalktınız hava güzel ama hangoversınız, atlayın trame cospudener see yani sevimli yerlilerin dediği gibi cossi'ye. plajı tam bir plaj, göl desen denizden güzel. yatın bir güzel dinlenin, yüzün.

    insanları sıcakkanlıdır, hiç öyle aman alman insanı soğuk demelerine bakmayın. türklerden daha bile yardımseverler. türk olduğunuzu söylemeye çekinmeyin, çok türk olmadığından şehirde gayet olumlu yaklaşıyorlar, hatta egzotik geliyor bile diyebilirim. erkeklerinin kızlarından daha güzel yüzlü olmalarını kabullenin, kızlar patates suratlıyken erkekler özenle yapılmış heykel gibiler, ah bir de bağlanma korkuları olmasa, neyse bu başka başlığın konusu.

    kısacası sevmek için tanımanız gerekir leipzigi, anılar biriktirmeniz, yerlilerle arkadaş olup, onlardan biri olmanız. anca o zaman leipzig size güzel yüzünü gösterir, yoksa ay çok doğu almanya yaa deyip geri dönersiniz.
  • "leipzigli kızların bacakları gayetle güzel
    etekleri de gayetle kısa
    ömrümün bu kadar gerilerde kaldığını görmezdim
    leipzigli kızların bacakları böyle uzak olmasa...."

    şeklinde nazım hikmet'in kızlarını betimlerken aslında kendi hayatının son demlerine gönderme yaptığı şehirdir.
  • ayni zamanda ustamiz johann sebastian bach'in dogum yeri, gecen sene 250. dogum yili icin duzenlenen inanilmaz $enliklerinin 300.'sunu de gormeyi nasip etsin ya rab...
  • berline cok yakin olan daha bir universite ogrencisi sehridir. berlin-leipzig, ankara-eskisehir gibi dusunulebilir.
    edit: ankara baskent olarak bir ogrenci sehri olan eskisehire oldukca yakindir. eskisehir de yasayip istediginiz an gunu birlik ankaraya gidebilirsiniz ya da tam tersi. bu sebeple ankara-berlin benzetmesi yapilmistir. ayrica daha da ileriye tasiyip berlin-hamburg icin de ankara-istanbul benzetmesi yapilabilir. denizi olmayan bir baskent yerine icinde deniz barindiran bir yerde ticaret gelismistir. mesafe olarak asagi yukari istanbul-ankara kadardir.
  • leipzig, dresden, erfurt buralari görmüs biri olarak batiya misal köln gibi bi sehre giderseniz kültür soku yasamamaniz mümkün degil.

    adamlar bana burda is teklifinde bulundu, sözlesmeyi kölne götürdüm, yabancilar subesinin okeyini beklerken, meblag az oldugu icin bu sözlesmeyle oturum veremeyiz dediler. miktar o kadar az ki, su an aldigim net ücret buranin brütünden fazla. sen su dogudaki yoklugu otur hesap et.

    kissadan hisse, gidin gezin, görün ve uzaklasin, heleki ileriye yönelik calisma planlariniz varsa.

    acsr münihten bildirdi.
  • hazır olun zira önüm, arkam, sağım, solum gothic diyeceksiniz.

    ülkemizde gothic subculture'ının tutanabileceği pek bir dal yok ve insanların teenager dönemlerinden sonra gothic kaldıkları pek görülmez iken, leipzig'de anam babam yaşında insanlar bile gothic. insan bi şaşırıyor bu sebeble ama aslında şehrin özünde dünya çapında bilinen gothic festivaline ev sahipliği var. (bkz: wave gotik treffen)
    bu sebeble berlin'in hipster'ı varsa, leipzig'in gothic'i var. [çağrışım: zalimin zulmü varsa sevenin allahı var.mp3]
  • leipzig şehrindeki deutsche bank ana şubesinde, yerdeki mermerlere dikkatlice bakılırsa, kenar süslemeleri iç içe geçmiş gamalı haçlardan oluşmaktadır. ilk bakışta anlaşılmaz.. sıranızı beklerken gözünüz takılır.. birden durumu farkedersiniz. biraz heyecan yaparsınız.. işinizi görüp hızla oradan uzaklaşırsınız.

    ek bilgi vermek gerekirse; leipzig, halen kenar köy ve kasabalarında ciddi oranda nazilere ev sahipliği yapmaktadır. bu yüzden polis şehir merkezinde ve özellikle futbol maçı olduğu günlerde etrafta bolca gezmektedir. naziler bir yere kaybolmadı, sadece gözden uzaklar...
  • sırf nazım hikmet'in dizelerinin peşi sıra gidip görmeyi arzu ettiğim şehir, zirâ 1959-1961 arasında bu şehirde ya da bu şehirle alâkadar çok şiir yazmıştır. bir kısmı şunlar:

    sırma gibi kızlar
    bu avrupa şehrinde
    bizim şıpıdık terliklerle geziyor
    hava açtı içimdeki istanbul üzerinde
    bir selvi, bir çeşme, üsküdar
    koştumsa da yetişemedim
    iskeleden kalktı vapur
    ----
    bütün kapılar kapalı üstüme
    bütün perdeler inik
    ne bir mendil mavilik
    ne bir avuç yıldız
    bizi burada mı bastıracak ölüm?
    biz bu şehirden gülüm
    çıkamayacak mıyız?
    -----
    leipzigli kızların bacakları gayetle güzel
    etekleri de gaytle kısa
    ömrümün bu kadar gerilerde kaldığını görmezdim
    leipzigli kızların bacakları böyle uzak olmasa
    -----
    leipzigte bir yağmur yapıyor incecikten
    yağıyoruz vitrinler, ağaçlar, insanlar
    bir de otomobillerin hızı
    bir de geçmiş zamanlar
    bir de saman sarısı
    bir de ben
    yağıyoruz yağan yağmurla beraber incecikten
    ------
    1960 güzünde leipzigde astorya oteli * nde
    dördümüz aynı yatakta yattık
    dördümüz hold dolaştık yan yana
    dördümüz yemek yedik aynı tabaktan
    dördümüz diz dize dinledik aynı radyoyu
    dördümüz sen alabildiğine uzaktın
    dördümüz ben alabildiğine tutkundum dünyayla sana
    dördümüz eldivenlerini çıkartmıştı ölüm
    dördümüz 1960 güzünde leipzigde astorya otelinde
    ----
    üstümüze yazdıklarımın hepsi yalan
    onlar olan değil olmasını istediklerimdi aramızda
    onlar ulaşılmaz dallarında duran hasretimdi
    onlar susuzluğumdu düşlerimin kuyusunda çekilmiş
    ışığa çizdiğim resimlerdi onlar
    üstümüze yazdıklarımın doğru hepsi
    güzelliğin
    yani bir yemiş sepeti yahut kır sofrası
    sensizliğim
    yani şehrin son köşesinde son sokak feneri oluşum
    kıskanışım seni
    yani gözüm bağlı koşusum geceleyin trenlerin arasında
    bahtiyarlığım
    yani bentleri yıkıp akan güneşli ırmak
    üstümüze yazdıklarımın hepsi yalan
    üstümüze yazdıklarımın doğru hepsi
    ----
    elli bin şiir roman okudum yaprak dökümünü anlatır
    elli bin film seyrettim yaprakların dökümünü gösterir
    elli bin kere gördüm yaprak dökümünü
    düşüşlerini, sürünüşlerini, çürüyüşlerini yaprakların
    elli bin kere duydum ölü hışırtılarını kunduramın altında
    avucumda ve parmaklarımın ucunda
    ama yaprak dökümüne rastlamak yine de burar içimi
    hele bulvarlarda yaprak dökümüne
    hele kestaneyseler
    hele çocuklar geçiyorsa oralardan
    hele güneşliyse hava
    hele iyi bir haber almışsam o gün dostluk üstüne
    hele o gün sancımıyorsa yüreğim
    hele sevdiğimin beni sevdiğine inanıyorsam o gün
    hele o gün insanlarla ve kendimle aram iyiyse o gün
    dökümüne rastlamak burar içimi
    hele bulvarlarda yaprak dökümüne
    hele kestaneyseler
    -----
    birkaç yokuş tırmandım bir iki dönemeç döndüm ve yürüdüm
    burnumun doğrusuna yürüdüm yürüdüm
    bir kapı açıldı girdim
    yitirdim kendimi kendi içimde
    bilmediğim bir şehir
    görmediğim biçimde evleri
    kimi karınca yuvası kimi bomboş
    kimi baştan aşağı pencere kimi kör duvar
    bir sokağı saptım çamurlu dar eğri büğrü
    dönüp dolaşırdı getirdi beni eski yere
    asfalt bir caddeyi çıktım bulvar ortası
    uzayıp gidiyor tanyerine kadar dosdoğru geniş
    bir mahallede yağmur yağıyor
    bitişiğinde güneş
    üçüncüsünde ayışığı
    bir köprü geçtim
    yarısında fenerler pırıl pırıl
    yarısı kapkaranlıktı
    yan yana iki ağaç gördüm
    yaprak kımıldamıyor birinde
    öbürü kıvrana kıvrana inleyip haykırıyor
    bir şehirde birbirine benzemiyor hiçbir şey
    insanları bir yana
    onların hepsi ikizdi üçüzdü beşizdi onuzdu milyonuzdu
    hepsi korkak
    hepsi yiğit
    hepsi aptal
    hepsi akıllıydı
    hepsi domuzdu
    hepsi melekti
    -----
    geliyor sıram
    ansızın atlayacağım boşluğa
    ne çürüyen etimden haberim olacak
    ne gözlerimin çukurunda dolaşan böceklerden
    durup dinlenmeden ölümü düşünüyorum
    sıram yakın demek
    -----
    hoş geldin bebek
    yaşama sırası sende
    senin yolunu gözlüyor kuşpalazı, boğmaca, kara çiçek, sıtma, ince hastalık, yürek enfarktı, kanser filan
    işsizlik açlık filan
    tren kazası, otobüs kazası, uçak kazası, iş kazası, yer depremi, sel baskını, kuraklık falan
    karasevda ayyaşlık filan
    polis copu hapishane kapısı falan
    senin yolunu gözlüyor atom bombası falan
    hoş geldin bebek
    yaşama sırası sende
    senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan

    neden bilmiyorum, görmeden söyleyemem ama, leipzig'de yazdığı şiirlerde karamsar ve kasvetli bir hava sezerim hep. pürhâyâlim bu dizelerin peşinden giden bir film ile yanar tutuşur ya da bâkinin dediği gibi neye kim kılsam nazar, suret-i nazım görürüm....
hesabın var mı? giriş yap