• hâlen filmekimi'nde görülebilecek asghar farhadi filmi.

    --- spoiler ---
    asghar farhadi insan paydalarını yakalamakta usta bir yönetmen. ayrılığın, aşkın, çatışmanın, hesaplaşmanın ve öfkenin yeryüzündeki insanlar sayısınca tanımı yapılabilir. onun filmlerini sinemanın bu gedikli konuları arasında hatırlanır kılan, (le passe'tan bir örnek verirsek) yeni boyanmış kapıdan ahmad'ın tişörtünün koluna bulaşan ve mütemadiyen bize kendini gösteren boya lekesi olabilir mesela. aslında bütün olay veya film belki o "iz"de saklıdır. iz, geçmiştir, geçmiş zamana aittir ne de olsa.

    --- spoiler ---
  • başka sinema, öğlen seansını akşama almış, sonraki günler de yine öğlen var takviminde. bilseydim bunu para avcısı filmine girerdim. ama bilmiyordum.
    bu film sevgililer gününde izlenecek film değilmiş, onu anladım. öyle sevgilinizle izlemeyin.

    --- spoiler ---

    hani en başında yağmur yağıyordu ya arabaya bindiler telaşla bir sessizlik oldu, orda ben bildim bunlar birbirlerini seviyor.

    bir de kadın otel tutmadığını ve aynı evde kalacaklarını söylediğinde, ahmed arabanın buğusunu silip, bir mutlu oldu ya orda dedim; bu filmin sanat yönetmeni çok iyimiş.

    film bir ağır geldi bir gerçeksiz gibi gözüküyor, ama burda yalan yok. hatırladığım kadarı ile kimse kimseye yalan söylemedi. eksik söylenmiş sözler-diyaloglar evet bol ama. bariz "işte bundan yalanmış" dediğim birşey olmadı. yalansız ama gerçek kalınamayan hep uçurum sayılan ucu açıklık.

    çok yanıldım bu filmi izlerken ben de, işte marie ve ahmed boşanmaz sandım, samir'in büyük kızı taciz ettiğini, zaten büyük kızı ahmed'in sandım, samir karısını öldürmeye çalıştı dedim, fuad mı dedim kuru temizlemedi ki suçlu, naima ve samir'i üst katta yatakta yakalayacak sandım marie, fuad ordan inmeyecek ve kaybolacak gibi geldi, maillerin sorumlusu iranda istihbaratta çalışan ahmed dedim, çocuklardan biri nedense koşarken trenin altında kalacak sandım, marie fuad'ı sevmiyor filan. ortanca çocuk mudur dedim hiç biri çıkmazsa sorumlu, en önemlisi sonunda samir'i karısı gerçekten sevmiyor ve hiç umut yok mavisiz film geldi bu dedim.

    yanıldım, tabii. film bir kere "ertelenmiş umutlar perişan eder insanı" temalı bol eksik cümleli bir film. rengi varsa laciverttir. ve samir de ahmed kadar iyi biridir. marie güzel ve onca kalabalıklığa rağmen hep yalnız kadın. seven kadın ama, samir'e sarıldı ya ağlarken, en etkilendiğim ilk sahne oydu.

    bir de ey ebeveyn adayları yine size geldi sözüm, filmi izleyip tabii olarak çocuklara üzüldünüz, hele üzülmediyseniz kesin çocuk yapmayın da. işte üzülüp ve kimseye ama o haksız diyemediyseniz, öyle ortada kalmış hissettiyseniz kendinizi, yine çocuk yapmayın. kötüsünüz diye değil. anne annedir, kadın kadındır, baba ve erkekte öyle. farkları-aynılıkları ortada.

    anne nasıldı hele ibne gibin puşt gibin. ne tam kadın ne tam anne. hayır kadın kalacaksa sevdim onu da, ama samir'e dönüp kızını ispiyonladı ya, sonra hamileliğe devamını aşkına kanıt gösterdi. bunlar olmadı yaa, bu anne olmasın.

    bu kadar tahmine filmde bildiklerim de çıktı tabii, bir kere o ikilemeler dönüşleri. hele son sahne.
    dedim ya, ben burnunun dibinde sayarken kendimi sevdiğimin acaba o nerden bana bir şey dedi de ben duymadım. görmedim. o yaş neydi, umut mu - aşk mı? bitmez mi hiç.

    bir de o var, kıssadan hisse. kardeşim birşeyi bitiremiyorsan adam gibi, başka bir şeye başlama. alışmaya direnmek. hayır sen neyin derdindesin.

    --- spoiler ---

    edit: unutmuşum yazmayı, yazayım diyince de neyi unuttuğumu hatırlayamama hali filan, işte kısmet bu güne.

    filmde bu sarılma olayından sonra en etkilendiğim sahne, hani boşanma davası olacağı günün kahvaltısında samir yemeğini yedi sonra ahmed' e sen dur ben yaparım dedi ya tıkanan lavaboyu. oraya daldı filan. maria da birşeyler yedin mi diye ahmed' e sordu ve samir cevap verdi. arkası dönüktü ve maria nın kime baktığını görmedi.
    bir kadının yasal ilgisi bile diye de bir şey var dedim o zaman ya, sevgilisi olan hadi daha evlenmemiş olsun o kadın işte mekanda meşru sevdiği adam varken başka birine yemek yedin mi diyemez. sevgi belirtisi midir bu soru bilmiyorum.
    soru sormayı çok seviyorum ben, mekansal olarak yasal ya da yasaklı diye sınırlamayı şimdi hariç hiç düşünmedim. ama filmde böyle bir mesaj mı vardı, tıkalı lavaboyu temizlemek ve o soruyu cevaplamak samir'in görevi.

    bilmiyorum.

    son edit: gerçekten çok güzel bi filmdi. sarılıp ağlaması kadının ve adamın karısının yandan akan gözyaşı. bunlar aklıma geldi şimdi.
    kim oylayıp yukarı çıkardıysa sağolsun. gereken yerleri editledim. böyle daha iyi oldu.

    izlencek film ama. izleyin canlarım.
  • tek kare cinsellik olmadan bu kadar insanca bir filmin anlatılabilmesine şaşırdığım, yozlaşmış medya çöplüğünde güzel bir seyir hazırlanabileceğini pekala bize kanıtlayan, oldukça beğendiğim film.

    bu arada fuat; o mimikler, o tavırlar ile şahane bir iş çıkarmışsın minik adam.
  • senaryonun hareketliliği öyle dikkat çekici ki olay olmayan filmi bile insana sıkılmadan izlettiriyor, açmak gerekirse;

    --- spoiler ---

    yani olaya bakılınca bir kadın intihar etmiş, kocasının yeni ilişkisi var, yeni kadının kızı evlenmelerini istemiyor. filmin başında da konu bu, film bittiğinde de. geçmişe iniyoruz. yeni şeyler öğreniyoruz, ama seyirci her seferinde başka şey oldu sanıyor, sürekli hikaye dönüyor.
    ilk kadının kızı adamı niye istemiyor diye bir kıllandırıyor, acaba adam bir şey mi yaptı, pis bakışlar var taciz mi etti ne oldu şüpheleniyoruz. sonra bakıyoruz adam iyi biri. bu sefer annesinin ilişkileri diyoruz bir de kadın bunlar yüzünden intihar etmiş diyoruz. derken bir çıkıyor ki, intihar eden kadına bu kız mailleri yollamış. haydaa diyoruz çok boktan durum. bu sefer de hemen ortaya çıkıyor ki kadın mail adresini hiç vermemiş. kız yalan söylüyor. sonra gene dönüyor, kız yalan söylememiş, meğer temizleyicideki kadın ortalığı karıştırmış. yine üzülüyoruz mailler yüzünden intihar etti diye. bu sefer de temizliyicideki diyor yok mail gitse bile okumamıştır.. yine ucu açık kalıyor, bir saat boyunca lan maili okudu mu okumadı mı diye kıvranıp duruyoruz.

    olay yok. hareket yok, sadece işte izleyicinin o merakını ayakta tutarak 2 saat 10 dk film yapmış yönetmen. çok iyi bence. ister istemez ben de jodaeiye nader az simin'e benzettim. zaten ona da bayılmıştım, bunu da çok sevdim. sonra da öğrendim ki yönetmen de aynıymış..

    bir de ben bu elyes (filmde fuat)'i yerim. bütün film kim kime sarıldıysa üzüntüyle izledi, bir kişi de gidip şu çocuğa öyle içten sarılmadı ya ona yanarım.

    --- spoiler ---
  • mekanların darmaduman hali epey atmosfer katmış filme. duvarların boyanması, eskiyi kapatma telaşı, eşyaların üstündeki naylonlar, tıkalı lavabolar, eski pencere pervazları, tıklım tepiş depo, kalabalık dekor, filmin ruhunu yakalamış. film çekilmi için iş bölümü nasıl oluyor bilmem ama sanat yönetmeninin marifeti sanırım bu durum.

    senaryonun kurgusu ise bir ayrılık filmini andırıyor. bu filmi izlerken de yönetmen seyirciyi yularından tutup oradan oraya götürüyor, filmi bitirdikten sonra senaryonun matematiğini çözüyorsun. muhtemelen fargadi, kendisi de yazarken bir şema oturtuyor ; ortaya bir olay koyuyor, filmin kahramanları bu olayın arkasındaki hikayeyinin sadece bir kısmını biliyor, her karakter bir diğerinden bütünün farklı bir parçasını öğreniyor ve her parça karakterlerin olay hakkındaki algısını değiştiriyor. seyirci de senaryonun akışıyla birlikte öğrendiği her yeni bilgi üzerine durumu yeniden değerlendiriyor.

    en sonda ise mutlaka bir eksik parça kalıyor ki, kimse bildiğinden emin olamasın. böyle düşününce kolaymış gibi geliyor kulağa. çok karmaşık ilişkiler ağını basit bir şemaya oturtarak derdini anlatıyor. sanırım fargadi'nin dehası bu. basit zordur.
  • sinema tarihinin en iyilerinden le passe. asghar farhadi'nin de halihazırda yaşayan en önemli 3-5 yönetmenden biri olduğu gerçeğinin altını da kalın kalın çizelim.

    farhadi, neredeyse her sanat filmine atfedilen ya da sanat sinemasıyla özdeleştirilen minimalizmin bayraktarlarından. fakat bu minimalizm farhadi sinemasında oyuncu ve mekan eksenli. mesele dramatik yapı ve özellikle diyalog yapısına geldiğinde tarantinoya rahmet okutacak bir diyalog yoğunluğu var son iki filminde. özellikle le passe'de.

    farhadi basit, klasik, tanıdık bir durumun otopsisini yapıyor filmde. sıradan insanın biyolojik rutininden, kültür rutinine, kosmos rutininden, toplumsal rutinine kadar. en basidin, sıradanın, görünüp geçiştirilen fiil ve oluşların kriminal çözümlemesini, kültürel çatışmaları ihmal etmeden varoluşssal çelişkinin çerçevesine ustaca iliştiriyor.

    aleladeliğin kompleks bütünlüğünü öyle ustaca çözümlüyor ki, karakterlerine söylettiği her cümle, yaptırdığı her eylem kabullenemediğimiz sıradanlığımızın gergefine bir dip not olarak ilişiyor. izleyicinin kendine tutulan aynada gördüğü şey öyle sahici ki sözcüklerin, duyguların, tepki ve reflekslerin şaşırtcı derecede sıradanlığı ve gerçekliğin kekeme ifşası temaşakarı savunmasız bırakıyor.

    yıkıcı, ezici, zalim bir gerçeklik bu. fakat gücünü gösterdiklerinden ziyade söylettiklerinden ve söyle(t)me cüretinden alıyor. seyircisini sarsmak, rahatsız etmek için neredeyse fiziksel hiçbir numaraya başvurmuyor. karakterler arası dinamikleri söylenmek istenip derinlere çekilen sessizliklerin dip noktasında şaşırtıcı bir çözümleme, patlama ve gerilimle yüzeye taşıyor. karakterleri fiziksel olarak hasar gördükleri bir zalimlik ya da çatışma içerisinde görmüyoruz. her şey ruhani ve duygularla ilgili. her şey yaşama atfedilen, kişinin kendine biçtiği, giydiği değerler keşmekeşinin bir sonucu. ama bu sonuç yüzleşmeden ziyade gizlemeye yönelik bir sonuç.

    ama farhadi ne pahasına olursa olsun yüzleşme derdinde. şarkın yüzleşmeden kaçan, suçlu, gizil tevekküllünü garbın çözümlemeye dönük pozitivist ahlakının potasında eritiyor. karakterler ancak kendi kültürlerinin dışında bir yüzleşmeye tabi oluyorlar. üstelik dışarıdan gelen (adam) bu konuda daha cesur. çünkü bu düzeyde bir çözülüş ve yüzleşme ancak büyük bir baskılanmanın ve zedelenmenin zarureti olarak ortaya çıkabilir. orada olan, bulunan (kadın) ise hala o baskıyı hissediyor. yüzleşmek tehlikeli olduğu kadar anlamsız. çünkü alışkanlıklar, öğrenilmişlikler öldürücü derecede güçlü. yüzleşmek demek zalim olmak demek, sadece başkalarına karşı değil üstelik. en çok kendine karşı.

    bu durum filmin, toplumsal, kültürel karakterle ilgili seçimlerini (bilinçli ya da bilinçsiz) netleştiriyor. doğup büyüdükleri kültürün varoluşsal özünü sindirip başka bir kültüre savrulan 3 karakterin yüzleşmek üzere çıktıkları yol o yüzden iki kat engebeli ve zorlu. çünkü savruluşlarının hem ruhsal, duygusal hem fiziksel, beşeri, kültürel elementleri bir çatışmanın ortasında. akılda ve duygularda bir tür arada kalma, geçmişten kurtulamama, hayal edilen, arzulanan güvenlik ve refah dolu geleceğe istedikleri gibi yelken açamama durumu söz konusu. geçmişin yarım bırakılmış tüm meseleleri bir kıymık gibi, bir diş ağrısı, bir yürek sızısı gibi durmadan geleceğe taşınıyor yüzleşemedikleri her an. üstelik kıta, ülke, şehir farketmeksizin.

    kurduğu duygu laboratuvarında sözcüklerin, dilin, karakterleri üstünde yaratabileceği her girift duyguyu, psikolojilerinin, yüzleşmenin dokunaklı cehennemine atılan her usul adımda ilmik ilmik çözülüşünü katmanlı, sabırlı bir şekilde aktarıyor farhadi. bunu öyle küçük dokunuşlarla yapıyor ki, duygu geçişlerinde yaşanan değişimler hızın yarattığı şaşkınlıktan ziyade halin, çözülüşün, yüzleşmenin vakarına selam ediyor. oyuncularından öyle oyunlar alıyor ki her birinin doğaçlamaya varan çerçevesiz, şablonsuz, darmadağın tartımları unutulmazlaşıyor.

    karakterlerin muğlaklığa meylettikleri tüm haller vicdanlarıyla, ahlaklarıyla, varlıklarıyla ilgili bir sınava dönüşüyor. diyaloglarda yakalanan doğallık, sözün yok edici, geri dönüşsüz süreci, sessizliğin zayıf tecridini, duvarlarla, eşyalarla, mekanlarla kurulan sözde sağlam sığınaklarını darmadağın ediyor.

    sinema tarihine (elbet benim için) geçeçek ustalık ve zerafette bir diyalog yapısı var filmin. diyaloğun işlevselliğini (üstelik bir sinema filmi olmasına rağmen) büyük tiyatro metinleriyle yarışacak düzeyde bir incelik, gerçeklik ve özgünlükle iliştiriyor filmine farhadi. 130 dakikalık geveze, kırılgan ama aynı ölçüde cesur bir vicdan ve yüzleşme manifestosunun neredeyse 120 dakikasında aynı ustalığı gösteriyor yönetmen olarak. tek bir cümle, sözcük, nida boşa gitmiyor. söylenen tek bir cümle bile doldurulmaya çalışılan boşluğun mecburiyetine teslim olmuyor. üstelik mesaj, tema, önerme gibi senaryo gerekliliklerinin yanısıra, anlatılmak, söylenmek istenen milyonlarca şeyin tercümesini evrensel bir düzeye taşıyarak. ve üstelik tek bir an gözünüze iğne batırmadan.

    eğer bir roman sinemasal olarak ifade edilseydi le passe bunun karşılığı olurdu. eğer yaşamla ilgili kendimize biçtiğimiz ahlak, namus, şeref, vicdan, haysiyet, onur, sorumluluk, sadakat gibi duyguların edebiyat dışında bir çözümlemesi yapılmaya çalışılsaydı karşılığı le passe olurdu (haliyle teoride bu ülkede neredeyse herkesin dilinde olan pratikte karşılığı olmayan kavramlar bunlar. ). eğer insanın bu dünya üstünde verebileceği en zorlu sınavın sinemasal ifadesi ortaya çıkarılmaya çalışılsa karşılığı bu meczup mütefekkir farhad'in le passe'si olurdu.

    evet asghar farhadi sinemanın mütefekkiri. tarkovski'ye atfedilen sinemanın şairi yaftası ne denli haklı ve gerçekçiyse farhad'inin sinemanın mütefekkiri olduğu gerçeği de gün gibi ortada.

    basit fikirlerden böyle derin, yoğun, güçlü, özgün sehl-i mümteni harikaları yaratmak çok çok az sinemacının becerebileceği bir şey.

    bazen sanat yapıtları içselleştirdiğimiz ve içselleştiremediğimiz tüm kavram ve durumların ötesine büyülü bir fener ve yılmak bilmeyen bir hakikat savaşçısı gibi taşır bizleri. siyaset, din, politika, ideoloji gibi kutuplaştırıcı, bölücü, düşmanlaştırıcı kavramlarla beslenen sözde hakikat ve adalet dolu obur nefretimiz bizleri duymaz, görmez, tepki vermez kılar. doğru ile yanlışın böylesine net çizgilerle ayrıldığı bir coğrafyada vicdan, ahlak ve adalet duygusunun bu denli muğlak, müphem olması yüzyıllardır yüzleşemediğimiz kötücüllüğümüzün trajikomik sonucu nihayetinde. ve eğer görmek istersek bazen böyle sanat yapıtları hiç beklemediğimiz ölçüde bir netlik ve saflıkla gerçeğin özgürleştirici ışığına uğurlar bizleri.

    sizlere naçizane tavsiyem farhad'inin bütün filmlerini ve özellikle son iki filmini izleyin ölmeden önce. hatta iki, üç kez izleyin. seyrettiğiniz şeyin (bir filmden, sanat eserinden ziyade) yaşamınızın ikiyüzlü rutinine kurduğunuz o sınırsız gabavetten teşekkül ahlak ve vicdan krallığınıza attığı o sert silleyi hissedersiniz belki de. belki bir umut silkelenirsiniz. çünkü sizler, bizler ve diğerleri, evinde yüce devletinizin, yüce polislerinizin hiçbir sebep olmaksızın öldürdüğü, katlettiği dilek doğan ve nicelerinin failleriyiz.

    filmin son sahnesinde karısının başında bekleyen samir gibi bölüştüğümüz sessizliğe kondurduğumuz korkaklığımızın bilinci günbegün içimizi kemirirken, sebep olup normalleştirdiğimiz tüm kötülüklerin, komaya girmiş insanlığımızın gözlerinden pişmanlık dolu tek bir gözyaşına, yüzleşmeye, isyan ve başkaldırışa dönüştüğü günleri görmeyi umuyoruz uyanabilmek için belki bizler de son bir umut...
  • dağınık - altüst olmuş ev, yatacak yerin belli olmaması, o allahmuhafaza eninde sonunda geçicilik hissi... darmaduman filmdi bu. salona en son girip de merdiven köşesi beklerken locada yer bulmamdan belki, perdeye tepelerden tepelerden bakıp bir o oldum, bir öteki. o da öyle kolay değil, bir yerde birdenbire parmaklarını kenetlemiş buluyorsun kendini.

    burnundaki boya kokusu, içinde taptaze durmasına rağmen şimdi izi bile kalmamış olanlar, yeri değişmiş olanlar, kaldırılmış eski eşyaların, sorular... "burada kitaplarım vardı?", "bu rafı kullanırdık?".
    "bu kim?"

    --- spoiler ---
    arkadaşlar, filmin belki de tek eskimeyeniydi.

    - dört yıl önce gitmeseydim?
    - bir yıl sonra giderdin. ya da daha sonra...
    --- spoiler ---
  • bluray rip'i torrente düşmüştür. filmekimi fetişiniz yoksa, kat.ph sinemasına gelin izleyin, bütün seanslar boş.
  • farhadi'nin tam bir auteur oldugunu kanitladigi film olmustur.
    beyazperdede gormeye alisik oldugumuz kahramanlar ya da antikahramanlar disinda aslinda normal insanlarin kendi hayatlari icindeki 'kahramanliklari'ni gosteriyor. bu sayede aslinda sinema denen o buyulu dunyanin konusunun sadece buyulu hikayeler olmadigini, gunluk hayattan senin benim gibi insanlarin hikayelerindeki acilar, coskular, sevincler, huzunlerin de orada gayet basarili bir sekilde hayat bulabilecegini gozumuze sokuyor.
    bir filmi analiz ederken cok fazla oge vardir bakmamiz gereken (senaryo, kurgu, karakterler, ses, diyaloglar, dekor, isik vs)
    farhadi bize bu sinemanin olmazsa olmaz ogelerini oyle bir sekilde harmanlayarak veriyor ki ortaya cikan sey tam homojen bir karisim oluyor.
    hic bir oge digerinin onune gecmiyor. ne abartili diyaloglar, ne abartili oyunculuk, ne sacma sapan bir kurgu, ne gercekustu karakterler var.
    bu acidan ben biraz dogma akimina yaklastiriyorum kendisini. filmde son sahne haric hicbir yerde muzik kullanmamis olmasi da bu tezimi destekliyor sanirim.
    beni en cok etkileyen seylerden birisi karakterler oldu. karakterlerin her birinin icinde bir derya var. oyle incelikli ki her birinin hikayesinden ayri bir film cikabilir.
    karakterlerin altini kor goze parmak yapmadan ince ince orerek (kimi yerde bir bakisla, cogu yerde bir 'susus'la) bir yonetmenin aslinda ne is yaptigini gormemizi sagliyor farhadi.
    kagit uzerinde baktiginizda le passe belki de hic iddiali bir film olarak gozukmuyor ama iyi bir yonetmen de zaten boyle anlarda kendini belli ediyor.
    o iddiasiz senaryoyu buyuk bir alcakgonullukle, iddiasiz ama aslinda bir o kadar da iddiali bir sekilde ele aliyor asghar farhadi.
    boyle filmleri izlemek de biz sinema izleyicisi icin hem buyuk bir sans hem de guzel bir ders oluyor.
  • çevirisini yaptığım iran'ın oskar aday adaylarından olan asghar farhadi filmi. klasik farhadi filmlerinden pek bir farkı olmayan, ağızda güzel bir tat bırakan çarpıcı bir sinema örneği.
    http://divxplanet.com/sub/s/298497/le-passe.html
hesabın var mı? giriş yap