• uzun zamandır izlediğim en iyi, en dokunaklı, en insancıl, en iyi film. az sözle çok şey anlatan, içine sürüklendiğimiz manevi yoksulluğun zaaflarını ortaya çıkaran bir film.

    dış dünyaya gönderdiğimiz minicik işaretler günün birinde onları gören biri tarafından analaşılır. hala bu umut var. bu umudu bana renee, paloma ve bay ozu verdi. ya da bu karakterleri yaratan genç felsefe profesörü muriel barbery.

    --- spoiler ---

    paris’in burjuva bir semtinde, zenginlerin yaşadığı bir apartmanda kapıcı olarak çalışan 54 yaşındaki renee dışarıdan bakıldığında tipik bir kapıcı. kilolu, bakımsız, fazla konuşmayan, sadece işini yapan ve iş saati bittiğinde de yalnız yaşadığı kapıcı dairesine çekilen orta yaşlı bir kadın. apartmanın burjuva sakinleri içinse sadece bir hiç. fakat o minik kapıcı dairesinin ardındaki renee ile gün boyu merdiven temizleyen renee ile aynı kişi değil. zira aslında edebiyat, sanat ve felsefe tutkunu olan bu kadın mesai bitiminden sonra bir kapıcıdan beklenmeyecek zenginlikteki kütüphanesinde kitapların dünyasına dalıyor. bir de leo tolstoy’a atfen “leo” adını verdiği bir kedisi var. belki de renee’nin gerçek kişiliği hakkında dış dünyaya verdiği tek ipucu da bu isim. sıradan bir kapıcı olarak görünen renee, aslında gördüğümüz gibi değil.

    gördüğümüz gibi olmayan diğer bir kişi de aynı apartmanda yaşayan 11 yaşındaki paloma. yaşıtlarına kıyasla oldukça zeki olan bu kız, şimdiden hayatın kısırlığını fark etmiş ve kaderin dışına çıkmanın yollarını arıyor. hayatı katlanılabilir kılmak için bulduğu çözüm ise dünyaya kameranın gözünden bakmak, tabii ölmeye karar verdiği gün gelene kadar.

    günün birinde apartmana bir japon taşınıyor. bay ozu. bay ozu hem renee’nin, hem de paloma’nı hayatında yeni bir pencere açıyor. her ikisinin de açmaya korktuğu bir pencere. be bu üç karakter bize film boyunca hayatın gördüğümüz gibi olmadığını anlatmaya çalışıyor.

    çünkü insanlara çerçevenin dışından bakmak ve onlara sadece insan oldukları için hak ettikleri değeri vermek burjuva kültürüne hapsolmuş avrupalıların unuttuğu bir şey. sanırım kitapta/filmde hem renee’yi hem de paloma’yı keşfeden kişinin metaforik bir anlamla daha doğu kültüründen, japon kültüründen biri olması da buna bir eleştiri. batı ‘insanı’ unuttu. batı klişelere saplandı kaldı.

    --- spoiler ---

    ama her zaman başka biri olmanın bir yolu vardır değil mi?
  • filmde üç ana karakter var.

    1 – paloma josse (garance le guillermic)
    2 – renée michel (josiane balasko)
    3 – kukuro ozu (togo igawa)

    bular içinde de bir as karakter var: paloma josse.
    şimdi bazılarınızın “sanki filmdeki önemli karakterleri “tek”e düşürmeliyiz!” şeklinde düşündüğünü sezebiliyorum! ne yalan söyleyeyim, kendi muhakemem için ben de aynı şeyi düşündüm!

    ama, aslında öyle değil!

    film bir çocuğun, –bu çocuk bir kızdır ve on bir yaşındadır– hayat ve ölüm konuşmalarıyla, düşünceleri ve imgeleriyle başlıyor, sürüyor, gelişiyor ve bitiyor! baştan sona filmde bir sorgulama var; bir çocuk anlağından ölüm gibi soyut bir mefhumun anlaşılabilme çabası var.

    evet, bu filozof çocuğun ismi paloma josse.

    sarışın, zayıf, gözlüklü şirin bir kız! yer yer kameraya bir genç kız gibi aksediyor; göz yanılıyor evet, ama hanımefendideki edalar, bakışlar, duruşlar hiç de çocukça ayarsız, mini mini, pıtı pıtı değil; bilakis en az yirmisinde bilmiş bir nazenin gibi etkileyici ve şaşırtıcı! daha en başından anlıyoruz ki, bu kız sıradan bir kız değil ve misyonu büyük!

    renée michel, karşımıza çıkan diğer bir sacayağı. bana sorarsanız, paloma’nın kendini bulması ve kafasındaki sorulara cevap bulmasını sağlayan bir vesile.

    şöyle…

    o, bir kapıcı, asık suratlı bir kapıcı, asık suratlı suskun bir kapıcı, asık suratlı suskun, kitapsever bir kapıcı; asık suratlı, suskun, kitapsever, kedisever bir kapıcı. (bu cümlemin kurulum esprisini kakuro’nun “bir insanın birçok vasfı olabilir!” sözünü hatırlayanlar hemen anlayacaklardır.) paloma’nın ondan öğreneceği şeyler var. hatta o yaşına dek hayatındaki en mühim gerçeği onunla öğrenir. renée’nin ölümü, bizim yumurcağa hem ölümün ne’liğini, hem de sevgiyi öğretir! renée, belki biraz da bunun için vardır; paloma’ya hayatın değerini öğretmek ve ölümün nefesini koklatmak için.

    ve kakuro…
    o, yaşlı ve bilgedir. yaşlı, bilge ve japon.
    bu üç karakteri bir apartman buluşturuyor. kukuro, sonradan bu apartmana taşınan bir kiracıdır. güler yüzlü, içtenlikli ve mütevazı. o, gören bir adam. paloma’yı görüyor, apartman sakinlerinin yıllar yılı her gün baktıkları ama bir türlü göremedikleri renée’yi görüyor; mutluluğu biliyor, eksikleri fark ediyor ve bildikleriyle amel ediyor, muameleye önem veriyor! nitekim, renée, onun sayesinde hayata dönecek, kendini görecek, varlığını hissedecektir. bu onun için bambaşka bir şeydir. ve bununla birlikte –üzülüyoruz!– doğarken ölmek ne demek hayatını kaybederek gösterecektir!

    biliyorum, yazdıkça uzayacak; sonra entry değil, bir çile olacak!
    iyisi mi, ne benim cümlelerim uzasın, ne sizin gözleriniz yorulsun!

    yalnız şunu bilin:
    bu film herkese göre değil!
    çünkü hayat herkese göre değil!

    laf aramızda, içimizde yaşamayı hak etmeyen o kadar zevzek var ki!
  • izlediğim en güzel filmlerden , o kadar yalın ve o kadar net.
    oyunculuklar üzerine hiç bir şey söylemiyorum söylenemeyecek kadar kaliteli.

    filmdeki şu söz de beni benden almıştır, kedi dışarı çıkmasın kapıcı içeri girmesin.

    şu film iki sinemada en küçük salonlarda bir haftadan fazla oynamasın onun yerine recep ivedik izleyelim afm sinemalarının tümünde aynı anda dört salonda.
  • kitabını okumadan izlediğim,ama önceden niye kitabını okumamışım diye pişman olduğum etkileyici güzellikte,insanı yaşam-düşünmek-ölüm üzerine derin bir düşünmeye sevk eden harika bir film.filmde gerek küçük kız,kapıcı kadın ve japon komşu gibi ana karakterler olsun,gerekse de küçük kızın ailesinin her bir bireyi olsun her bir karakterin cidden bir şeyler ifade ettiğini görülüyor.

    --- spoiler ---
    filmde reneein okuduğu ilk kitap junichiro tanizaki'nin eloge de l’ombre gözümüze çarpıyor.ardındansa renee ile bay kakuronun kaynaşmasını sağlayan ve film için büyük bir önemi olan lev tolstoyun meşhur anna kareninası ve o kitaptan şu sözler:
    “bütün mutlu aileler birbirinin aynısı ama her mutsuz aile birbirinden farklı.”
    ayrıca nedendir bilmem ama ben bu 10 yıldır terapi gören ve antidepresan manyağı olmuş anne karakterine de ayrı bi ısındım sanki ne biliyim bazı konuşmaları çok hoşuma gitti mesela:
    ”doğumumuzda bize verilen sınırlı sayıda kelimemiz olduğunu,dilsizlerin doğarken paylarına düşen kelimeleri almadıklarını zannediyordum.ve ne kadar kelimem olduğunu bilmediğim için yıllarca bitmesinler diye çok az konuştum.." diyor toplum içine girdiğinde.
    -ayrıca filmde 3 ana karakter için de kedilerin ne denli önemli olduğunu görüyoruz,her birinin kedisinin isimleri ise ayrı bir mana taşıyor.reneein kedisi leo*,palomanın kedileri anayasa ve meclis,ve bay ozunun kedileri ise kitty ve levin.
    -ayrı bir gözden kaçırılmayacak,pek bir hoşlaştığım detay ise reneenin her defasında masasına kitap okumak üzere oturduğunda,bir paket bitter çikolatayı yemesi.hatta renee ile paloma arasında şöyle bir diyalog geçiyor:
    paloma:çikolata neden bu kadar güzel? içeriği yüzünden mi ya da dişlerimizin arasında çıtırdamasının hoşumuza gitmesi yüzünden mi?ben en çok dilimin üzerinde eritmeyi seviyorum.
    renee:–hakkın var.yeme şeklini her değiştirdiğinde sanki onu yeniden keşfediyorsun.

    --- spoiler ---

    --- spoiler ---
    paloma renee'yi bay ozuya şöyle tarif eder:
    "bayan micheli bir kirpiye benzetiyorum.dıştan bakınca dikenli,bir kale gibi korunaklı ama bana öyle geliyor ki içini görebilsek,aslında hiç de uyuşuk olmayan,nevi şahsına münhasır,sadece göze batmaktan sakınan,son derece zarif o yaratıklar gibi sanki."
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---
    renee: “kakuro,kalbim yün yumağına dolanmış bir kedi gibi..”
    --- spoiler ---
  • uzun zamandır izlediğim en iyi film. yaşam ve ölüm üzerine bir şaheser. ilk fırsatta kitabını okuma ihtiyacı hissettiren bir film olmuş. çok yalın, azameti buradan geliyor. kimin nereye nasıl saklandığının bilinmezliğini bir çocuk aracılığıyla düşündürüyor tekrar. güçlü dialogların yanısıra çekim teknikleri ve renkler görsellik şartını da tamamlıyor. bir karakalemden bunlar çıkar mı, çıkarmış. aynı frekanstaki insanlar * * bir kitap cümlesinden yakalarmış birbirini. filmin tek keşkesi, keşke öyle bitmeseydi, oluyor. aslında misyonuna uygun bitiyor, hayat gibi. tam her şey yoluna girmişken 'güm' diye bir şey olur ya, işte öyle bir şey.

    (bkz: yaşamaya değer)
  • çok etkileyici ve vurucu bir konusu var filmin. ölümün alelade bir gerçeklik olduğunu düşünen küçük bir çocuğun gözünden başlıyor olaylar. daha sonra kirpiye benzetilen kapıcı renee'ye odaklanıyoruz. her ne kadar renee'nin yaşadıkları izleyende daha derin etkiler yaratsa da misyonunun paloma'ya ölümün trajikliğini göstermek olduğunu, bu yönde planlanmış bir karakter olduğunu düşündüm.

    birkaç sahne ise özellikle etkileyiciydi.

    --- spoiler ---

    öldükten sonra paloma'nin balığı klozete atması ve ablası sorduğunda e ölmüştü diyerek cevap vermesi hoşuma gitti. öldükten sonra ne önemi vardı ne yapıldığının. ölümü sıradanlaştırmanın daha güzel bir açıklaması olamazdı. fakat daha sonra görüyoruz ki ölümü ciddeye almaması balığın yaşama devam etmesini sağlıyor.

    torun ozu ile oyun oynarken palome'nin düşünceleri;
    kadrajda küçük, tatlı ve oldukça masum bir japon kızı olarak görünen yoko'nun ileride zengin bir bankacının oğluyla evlenmek için okulu bırakacağı, kötü bir evlilik sonucu boşanıp alkol bağımlısı depresif biri olacağı öngörüsünde bulunuyor palome. burada yaşama dair düşüncesini aktarıyor aslında. kısa repliklerle de verdiği sınırları çizilmiş bir yaşam tasvirini yoko üzerinden somutlaştırıyor. zaten intihar seçimi de bu sınırın dışına çıkma arzusundan başka bir şey değil.

    go hakkında yorum yapan adamla girdiği diyalogdan ise bilgisizce yapılan yorumlara ve cahilliğe olan tepkisini görüyoruz. fakat burada dikkatimi çeken bir diğer nokta, ölümü sıradan bir durum olarak gören kızımız satrançta kazanmak için öldürmek gerektiğini belirtirken bunu aşağılayıcı bir ifade olarak kullanıyor. ölmek ile öldürmek arasındaki farka vurgu yapıldığı kanaatindeyim. veya hiç bir anlamı olmayabilir de, sadece dikkatimi çekti.

    ve son olarak asıl vurucu nokta, hayatın çizdiği sınırlardan çıkmaya çok yakın bir noktaya gelen renee'nin ölümü. normal şartlarda çok düzenli ve prensipli bir hayat yaşayan kadın, kakuro'nun etkisiyle bu monoton hayattan çıkıyor. ölmeden hemen önce evden çıkarken, her zaman kapalı tuttuğu kütüphanenin kapısını kapatmayı unuttuğunu, her daim kilitlediği dış kapıyı kilitlemediğini ve yola çıkarken her zaman dikkat etmesine rağmen bu kez daha vurdumduymaz olduğunu görüyoruz. araba da her zaman yolda dans eden, umursamazlık hayatının bir parçası olan jean-pierre'e değil renee'ye çarpıyor. çünkü kendi sınırlarının dışına çıkan o. buradan da yaşamın sınırlarından çıkılamayacağı mesajını aldım.
    ölümle yüzleştikten sonra paloma'nın tepkisi manidardı. bu konu hakkında pek çok şey yazılmış zaten. devamında nasıl hareket edeceği bende büyük bir merak oluşturdu.
    --- spoiler ---

    öte yandan bir ölüm sonucu apartmana taşınan kakuro'nun apartmana yaşam getirmesi ve bu karakterin insana verilen değerin hala önemli bir yer tuttuğu doğu toplumundan olması da ayrı bir nüanstı.

    son not: kızın yaşına rağmen sahip olduğu birikim ve insanlarla girdiği diyaloglar birazcık kardeşimi hatırlattı(kardeşim erkek ama olsun). eğer okursan burayı izle abicim, güzel film
  • ister 11 yaşındaki bir kız çocuğu olun ister 54 yaşında bir kadın yaşama tutunmak için pekala güzel nedenleriniz olabilirin filmi. ancak film sadece bundan ibaret değil. bundan sonraki yazacaklarım ağır spoiler içereceğinden dikkatli okumanızı öneririm.

    --- spoiler ---

    benden önce sağolsun ekşi sözlük sinema ekibi düşündüğüm pek çok ayrıntıyı yazmış ben de yazmadan geçemeyeceklerimi yazayım.
    film 11 yaşında zengin bir fransız ailenin çok zeki ama asosyal görünen bir kız çocuğu olan palomanın intihar etmek için gün saymasıyla başlıyor.ve aslında film palomanın neden intihar etmemesi gerektiğinin öyküsü. palomanın yaşadığı apartmanın kapıcısı renée ve binaya yeni taşınan bay kakuro ozu filmin diğer ana karakterleri.

    filmden aklımda kalan en güzel sahnelerden birisi bay kakuro ozu’nun renée'yi akşam yemeğine davet etmesi ve renée’nin teklifi reddetmesinden sonra renée’nin evinde hıçkırıklara boğulduğu sahne. renée teklifi reddetmiştir ama utandığından yada pişman olduğundan ağlamıyor. 15 yıl münzevi bir yaşam süren renée mutluluğu yakalayacağını hissettiği ve nasıl sevineceğini bilemediği için ağlıyor bir nevi sevinç gözyaşları. paloma’nın renée’ye sarılması ve teselli etmeye çalışması çok dramatik bir sahneydi ve benim gibi ketum bir şekilde filmi izleyen bir adamı bile ağlattı. bir başka ayrıntı ise paloma’yı o ana dek büyümüş de küçülmüş bir çocuk gibi görüyoruz ve sanki anlamadığı mevzuu yokmuş gibi gözüküyor. ama paloma renée’nin neden ağladığını bilmiyor ama yine de teselli etmesi gerektiğinin farkında.ilk defa onu bir konuda bilgisiz görmek şaşırtıyor insanı.
    filmin diğer etkileyici sahnesi ise palomaa'nın antidepresan yedirip öldüğünü zannederek klozete attığı balığın bir şekilde yaşamına devam ederek renée'nin klozetinden çıkması idi ki bana çok manidar geldi.
    ve tabi filmin beklenmeyen sonu. aslında ben renée ve bay kakuro ozu evlenme kararı alacak ve paloma’yla paylaşmaya geldiklerinde onu intihar etmiş olarak bulacağımı düşünüyordum ama renée ‘nin o şekilde ölmesi gerçekten sürprizdi.

    ve filmin en can alıcı cümlesi renée öldükten sonra paloma’dan geliyor "ölüm sevdiklerini bir daha görememek ve sevdiklerinin bir daha seni görememesi demekmiş . gerçekliği buymuş. demek ki hakikaten trajikmiş."

    elbette başka mesajları da var filmin modern avrupalıların yaşamının ne kadar sıkıcı olduğu ışığın doğudan yükseldiğinin de altı çiziliyor sanki filmde. renée’nin derinliği mesela rus edebiyatını okumasından geliyor bay kakuro ozu gerçekten hayat gözü açık gerçek bir japon bilge v.s.

    --- spoiler ---

    sonuç itibariyle son yıllarda izlediğim en iyi filmlerden birisi diyebilirim üstelik bunu çok mütevazi ve kimi zaman mizahi bir dille yapmış. mutlaka bulun ve izleyin filme puanım 9.
  • cermodern'de hangi filmin yayınlanacağını bilmeden gittiğim açıkhava sinemasında izlediğim muhteşem film.

    --- spoiler ---
    kavanozdaki balık ve paloma. aslında paloma istemese de kavanozdaki balıktı bence, kaderleri öylesine aynı ki.

    --- spoiler ---
  • normalde küçük yaşta büyükmüş gibi davranan çocukları sevmem, büyümüş de küçülmüş çocuklar bana sevimli gelmez. çocuk ya da büyük fark etmez her insanın yaşına göre davranmalıdır derim ama paloma'yı çok sevdim. o olgun karakter hiç sırıtmamış. ailesiyle, çevresiyle olan ilişkisi, hayata olan bakışı çok iyi.

    tek kelimeyle şahane bir film. sakin sakin, yavaş yavaş ilerliyor. tam olarak feel good movie değil, bazı yerlerde bu şekilde geçiyor ama böyle insana dinginlik veriyor.
  • gayet sade ve hoş bir film. bazı şeyler ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi:

    --- spoiler ---

    "kedi dışarı çıkmasın, kapıcı içeri girmesin."
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap