• en çok eğlendiğim repliği:

    --- spoiler ---

    -mutsuz olmak istiyorsun.
    +hayır, zaten mutsuzum.
    -istiyorsun çünkü. bana kızma. çok saçma. benim suçum olmayan bir şey için bana kızma.
    +özel olmasını istemiştim.
    -neden ki? hayatında bir sürü anlamsız seks yapacaksın.
    +senin üstündeydim! kim ilk seferinde üste çıkar amına koyayım?!
    -ırak istilası başladığından beri kaç sivil öldü, haberin var mı?
    +kapa çeneni, kapa! başka şeyler de üzücü olabilir. sadece savaşlar değil.
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    film hakkında birçok eleştiri getirilebilir ama aslında futbol koçu olan pederin tiyatro yönetmeye çalışması sahnesi için bile izlenebilir.

    --- spoiler ---
  • kocaman bir hayal kırıklığı. yani bu kadar sıradan, hiçbir ayırıcı tarafı olmayan, hele hele finaliyle fiyasko olan bir film nasıl böyle övülüyor akıl mantık almaz.
  • insan bu gibi filmleri izleyince yaşlandığını anlıyor.

    aslında 35 yaşın altında olmama rağmen, filmi izlerken genç kızın değil de ailenin bakışıyla empati yaptığımı fark edince böyle düşündüm.

    eskiden hep genç karakterle empati yapardım bir filmi izlerken. şimdi kız ne yapsa ailesinin açısından baktım ve sürekli kıza saydırdım.

    mesela yıllar önce * izlerken pilot olmaya çalışan ergenle bile empati kurabilmiştim. ama şimdi izlesem herhalde steve carrel ya da annenin bakışıyla düşünürdüm muhtemelen...

    yaşlandık mı yoksa lan?

    güzel ama sinir bozucu bir film.
  • otobiyografik olması itibariyle cesur ve güzel bir hikaye anlatmış greta gerwig. ancak ben izlediğimde fazlasıyla abartıldığını düşündüm. ne oyunculuk ne de yönetim anlamında ödüllere boğulacak bir tarafı yok filmin.
    türünün çok daha iyi bir örneği için (bkz: the perks of being a wallflower)
  • bu gece minik bir salonda izlediğim güzel film. büyümeye dair filmleri çok seviyorum, iddialı hikayeleri olmayan sıradan anlatısı olan filmlere de bayılıyorum. bu filmde insan ilişkileri, iyi oyunculuk, tatlı bir hikaye, hoş müzikler ve akıcı bir anlatım dışında pek bir şey yok. iyi ki de yok. bu haliyle insana mutluluk veren, anlamlı bir 90 dakika olmuş. işim gereği ergenlerle çok sık çalışıyorum ve ergen kızların anneleriyle çatışmaları çalışmaların kilit noktasını oluşturuyor çoğu zaman. hatta bir adım ileri gideyim, kadın danışanların anne ilişkileri eninde sonunda terapinin bir noktasında çalışmanın merkezine yerleşiyor-bu beklendik bir şey-. işte bu filmde kocaman bir kalbi olan korkunç bir anne var.

    --- spoiler ---
    lady bird, istersen memelerime dokunabilirsin, dediğinde danny'nin ona duyduğu saygıdan dolayı memelerine dokunmak istemediğini söylemesi ve karşılığında lady bird'ün, memelerin olsaydı ben de dokunmazdım çünkü sana saygı duyuyorum, gibilerinden bir şey söylemesi. aklıma geldikçe gülümsüyorum.
    --- spoiler ---
  • hiç dokunamadan geçti. pilot dizi bölümü sanki.
    çok daha iyisi (bkz: boyhood)
    çok çok daha iyisi (bkz: six feet under) claire'in hikayesi
  • http://www.imdb.com/title/tt4925292/

    greta gerwig'in frances ha'sını *çok sevmiş biri olarak bu filmi büyük umutlarla izledim ama hayal kırıklığına uğradım.

    film greta gerwig'in gerçek yaşamından kesitlermiş.
    yani aslında biyografik bir film. ve devamı da gelecekmiş. lady bird serisi olacakmış. 35 yaşında bir senarist, 35 yıllık yaşamını, 4-5 filmlik bir seri yapmayı planlıyor. pöh!

    yazdıklarınız basılıyorsa, hele de filmi falan çekilip, ete kemiğe bürünüyorsa, elinizde müthiş bir güç var demektir. intikam gücü! o güne kadar sizi gıcık eden herkesi, herkese bir şekilde anlatır, tanıtır ve intikamınızı alırsınız. fakat bunu yapmak ne yaptığınız işe ne size ekstra bir kalite veya sanat, her neyse ondan eklemez. çünkü sizin kişisel hesabınız ve kininiz başkalarını hiç ilgilendirmez, onlara geçmez.

    hal böyleyken, bu intikamcı hanım kızımız hem en iyi yönetmen, hem en iyi özgün senaryo ödüllerini de kapmış! nedeni basit. hikaye tam da 11 eylül sonrası zamanları kapsıyor ve amerikan halkı da, akademi de bu duruma kayıtsız kalamaz.

    --- spoiler ---

    üstelik filmde kendi yaşam hikayesini anlatan senarist ve yönetmen greta gerwig'in o yıllarda 11 eylül olayları ve ajitasyonu hiç kıçında olmamışken!

    olağanüstü bir duyarsızlıkla, ne ölen insanlar, ne bozulan ekonomi, ne babasının işsiz kalışı ve depresyona girişi, ne annesinin çift vardiya çalışması
    hiçbiri umurunda olmaz lady bird'ümüzün. zengin sevgili, zengin arkadaşlar, havalı bir üniversite gibi hayalleri vardır.

    dilediği gibi de olur. 11 eylül yüzünden kısa bir süre newyork'taki üniversitelere pek başvuru olmaz ve vasat öğrenci lady bird newyork'ta üniversiteye kabul edilir. burs murs peşinde koşmaz. iş de bulmaz. ailesini zorlayarak evlerini ipotek ettirip, illa ki özel üniversiteye gider.

    o yıllarda 11 eylül'ün ekmeğini yemişken, şimdi bir kez daha 11 eylül sayesinde 2 oscar kapıverir.

    böyle bencil ve başkalarını(sözde sevdiği insanları) zora sokarak gemisini yüzdürenlerin hikayelerini sevemiyorum. kaldı ki senaryo zaten çok zayıf, boşluklarla dolu. örneğin kızın ağabeyi, farklı ırktan bir çocuk var filmde. evlat mı edinilmiş? yoksa anne veya babasının önceki evliliklerinden mi? tecrübeli bir yazılımcı olan babası işsiz kalıyor. hadi yaşı yüzünden iş bulamıyor diyelim. berkeley mezunu ağabeyinin de işsiz bir yazılımcı olması da tuhaf. ne kadar sürmüştür bu durum?

    olaylar, o yıllarda yalnızca kendi keyfini düşünen ve kendine lady bird diyen bir kızın gözüyle anlatıldığından, seyirci böyle sorularına asla yanıt bulamıyor.
    dört ayak üstüne düşen gerzek bir ergenin hikayesini o ne kadar anlatmışsa o kadar izlemekle yetiniyor.

    --- spoiler ---
  • sıradan bir hikayeyi çok etkili bir şekilde anlatan film.

    --- spoiler ---

    spoiler
    --- spoiler ---

    film birçok büyüme meselesine dokunuyor. aile sorunları, üniversite seçme, aşk meseleleri, kimlik bunalımı, cinselliğin sorgulandığı dönem falan, film çok içimizden kısacası. abd'de de çekilse bile ergen olmuş her insanı bir yerden yakalayacaktır diye düşünüyorum.

    freud bu filmi izlese ilk burun kıvırırdı ama beğenirdi de bence. tabii öyle aman aman bir anne-kız çatışması yok filmde. ebeveynlerden biri kötü polis olmak zorunda kalır ya, bunu başarılı bir şekilde aktarmışlar.
    sonunda havalimanında annenin christine'e yetişmeye çalışması ve yazmaya çalıştığı mektup gözlerimi yaşarttı ama.

    babası zaten harika bir karakter. böyle yazılmış karakterlere bayılıyorum. bardağın dolu tarafını görebilen ve her zaman sevdiklerinin mutluluğunu isteyen insanlar beni hep etilemiştir. karakterin depresyonla mücadele ettiğini öğrendiğimiz sahne benim için bir şok etkisi yaratmadı. çünkü kalbi kocaman ve sevgi dolu olan insanların hüzünlü bir yanı mutlaka vardır ve bunu gizlemeyi çok iyi başarırlar.

    en yakın arkadaş julie ise kendime en yakın bulduğum karakterdi. şişman bir ergenlik geçirdiğimden ve ben de lisede bir öğretmenime bir dönem aşık olduğumdan(ne güzel zamanlardı...*), o halleri bana çok yakın geldi.

    christine'in duvara yazdığı ilk ismin, danny'nin eşcinsel olduğunu öğrendikten sonra filmin beni şaşırttığı ilk an geldi. genelde karakter eşcinsel çıkarsa kız onu rezil eder, bir şey yapar, kaos olur. ama christine hayatına devam edince filmin farklı bir perspektifinin olduğunu anladım. kafenin dışındaki konuşmalarında danny'nin endişeli biçimde ağlarken kendini açıklamaya çalıştığı sahnede ve christine'le sarıldıklarında içim burkuldu. manchester by the sea'de buzdolabına kafasını vurduğu sahneden beri çok sevdiğim lucas hedges filmde iyiydi kısacası.

    christine'le julie'nin aralarının bozulmasını elbette bekliyordum. filme bu noktada devreye giren arkadaş olunmak isteyen okulun havalı kızı ve ne dediğinin kendisinin bile farkında olmadığı ama havalı cümleler kuran farklı auralı kyle da beklendikti. ama olayların gelişimi pek de klişe değildi. özellikle odeya rush'ın oynadığı havalı kızla olan mutfaktaki yalan üzerine olan konuşmaları beni şaşırttı mesela. ayrıca odeya rush'tan the giver'dan beri beklentim var ama kötü filmlerde oynadı hep. lady bird'te de öyle aman aman bir şeyler koymamış ortaya. yahudi kontenjanından rol kapıyor gibi geliyor bana.

    ve filmdeki müdüre... christine'e ceza verecek diye beklerken film yine bana nanik yaptı iyi mi.

    filmin arkaplanındaki savaşta bana beni ve arkadaşlarımı anımsattı. yanı başımızda bir şeyler oluyor, biz de televizyondan izleyip christine gibi kanepemizde pineklemeye devam ediyoruz. aile, arkadaş, aşk, para meseleleriyle uğraşırken arada gözümüze haberlerden bir şeyler ilişiyor işte, o kadar.

    son olarak, christine'in sacramento nefreti sonucu sonunda gidebildiği new york'taki günleri beni nedense çok üzdü ama çok gerçekçi bir sondu. çünkü içinde bulunduğumuz durumdan memnun değilken erişemediğimiz ama olmasını da çok istediğimiz hayallerin her zaman o denli iyi olmadığı sonucunu çıkardım ben. bazı şeyler için çok zorlamamak gerekir ama tabii bunu zorlarken fark edemiyor insan.

    --- spoiler ---

    spoiler
    --- spoiler ---

    ''i want you to be the very best version of yourself that you can be.''
    ''what if this is the best version?''

    8/10
  • "devlet üzerimize takip cihazı koymadı; biz alıp kendi üstümüze yerleştirdik." der filmde telefondan bahsederken. kısa süreli bir aydınlanma yaşadım, bir duraksadım düşündüm bu sahneden sonra. lan!? dedim kendi kendime.

    kıyaslama yapmak gerekirse juno'dan iyi; the perks of being a wallflower'dan kötü, ikisinin arasında bir yerde benim için. golden globe aldı ama oscar için adaylıktan öteye gitmez.
hesabın var mı? giriş yap