• görsel

    şu fotoğrafa baktıkça sinirleniyorum... gerçekten sinirleniyorum. elbet binalar yapılacak, elbet insanlar bir yerlere başını sokacak, bunda bir problem yok. problem, belki de türkiye'nin en güzel sahil şeritlerinden birine sahip olan bu güzel ilçenin plansız yapılaşmayla mahvedilmesi.

    yahu, binalara 3 kat sınırı koymak, beyaz renk şartı koymak, mistik, tarihi veya çizgileri belirlenmiş bir mimariyi zorunlu tutmak çok mu zor? çok mu zor anasını satim ya? hiç bir bir belediye başkanı, vali gelip bunu düşünemedi ya?

    kütahya'dan, afyon'dan, uşak'tan hiç bir farkı yok kuşadası'nın artık. onlara da deniz koy, aynı böyle çirkin bir şey olur. kadınlar denizindeki evimize gitmeyeli kaç sene oldu hatırlamıyorum bile. ne kekosu biter, ne inşaatı. 3-5 godamanın cebine para girecek diye, bir ilçenin kaderini bellediniz, elinize sağlık.
  • "kuşadası belediyesi'nden yapılan açıklamada,

    "dilek yarımadası büyük menderes deltası milli parkı 07.08.2021 tarihine kadar ziyaretçi girişine kapatılmıştır.

    -kentimiz sınırları içerisindeki tüm ormanlık alanlara 1 km mesafede mangal, semaver ve ateş yakılması,

    -yıl boyunca anız yakmak, bitki örtüsü (bağ, bahçe atığı, ot, dal vb.) yakılması,

    -kentimiz sınırlarında düğün, nişan vb. organizasyonlarda havai fişek, dilek balonu vb. yanıcı madde kullanılması yasaklanmıştır."

    çok yerinde bir karar olmuş ama yangınlar kontrol altına alınınca direkt açılacağını tarihi bekleyeceklerini düşünmüyorum.
  • 85-99 yılları arasında tüm çocukluk yazlarımı geçirdiğim yerdir. iki evimiz vardı birisi adada, diğeri kadınlar denizi'nde. burada güneş sitesi vardı. girişinde mimoza pastanesi (eşsiz un kurabiyelerini ve açmalarını unutamam), bakkal ve minik bir pasaj ortamı. hala durur mu bilmem ama dönemin en meşhur ayma otelinin karşısında. güneş sitesinin gidiş geliş site içi yokuşunun en tepesinden sağa giren sokakta evimiz vardı. adeta seyir terası gibi 180 derece deniz manzarası vardı. akşam güneş evin balkonuna batardı adeta. tüm kadınlar denizi ayaklarımızın altındaydı. ankara'dan arabamızı nefes alacak yer kalmayana kadar doldurup giderdik kuşadası'na. o zaman mahrumiyet bölgesi gibiydi. sonradan otogarın oraya migros açılınca bizim için olay olmuştu.

    ayma otel'in arkasında bir yerlerde açık hava sineması vardı ve oraya giderdik. bugün kült olmuş pek çok filmi o kuşadası açık hava sineması'nda izlemişizdir belki. sonra daha lüks bir açık hava sineması ada'da marina taraflarına da açılmıştı. o zaman türkiye'de vizyon dünya'nın gerisinden geliyordu... kadınlar denizi imbat otel'den sonra daha gelişmemişti. imbat otelin tepesinde kocaman casino diye tabela vardı. tüm şehirden gözükecek kadar büyüktü o tabela. kumar yasaldı şaka gibi geliyor şimdi. kadınlar denizinde turistlere deve turu yaptırılırdı. bir de her yerde kule gibi dikilmiş su depoları anımsıyorum. bir de kadınlar denizi'nin sırtlarında inşaatı hiç bitmeyen terkedilmiş devasa bir otel binası hatırlarım. nasıl bilinçaltıma işlediyse. cocukken çok korkardık oraya gitmekten.

    doksanlar kuşadası'nı yaşadığım için mutluyum. ben çocuktum ancak kuşadası tabi o yıllarda apayrı bir dünya idi. avrupalı turistlerin türkiye'de deniz güneş kum otel turizmi olarak ilk öğrendiği yer burası. cruise rotası ve efes sayesinde. türkiye incoming yaz turizminin ilk başladığı beldelerden. turizmin turizm olduğu kaymak avrupa tabakasının türkiye'yi keşfettiği yetmişler-seksenler ve doksanlar üst düzey turizminin son dönemi doksanlar. buna neyse ki denk gelebildim fani ömrümde.

    kervansaray bölgesi ve arkasında halı kuyum deri piyasası bugünkü ile alakası olmayan yüksek cirolar yapıyordu muhtemelen. o eski gemi turistinin kalitesi bugünkü turist ile kıyas kabul etmez. aynı anda 3-4 tane devasa cruise yanaşırdı. içinden avrupa'nın tüm elit turistleri iner kuşadası'nı ihya eder ve dönerlerdi. şimdi varlar mı bilemem. benim dayım 80'lerin başından beri orada dericilik yapardı. onun ortamlarında dükkan önünde çok oyunlar oynardık çarşıda. keşke şimdiki aklımızla o günleri tekrar yaşayabilsek. o çöp şişleri yeniden yiyebilsek, o metal dondurma kazanlarına koluyla beraber dalıp top çıkaran mahalle dondurmacıları, pastane limonataları, o hamburgerleri, sosileri, patatesleri, haşlanmış mısırları tekrar yiyebilsek...

    kadınlar denizini ada'ya bağlayan yol o zamanlar iki arabanın zor sığdığı ve hiçbir bariyeri olmayan, arabaların doğrudan denize uçtuğu bir yoldu ve böyle kazalar yaşanıyordu her sene. bende de fobi haline gelmişti o yol. çünkü babamla eve dönerken ekseri sarhoş ve süratli bir şekilde o yoldan gelirdik. hele o içerisi oksijen kalmayana kadar kavruk turist doldurulmuş, hawaiian tropik güneş kremi kokulu pejo j9 dolmuşlarla ada dönüşü eve dönerken korkudan nutkum tutulurdu.

    ada tarafında, tam merkezde babam ve bir iki arkadaşının beraber müteahhitliğini yaptığı, süs havuzları ve köprüleri olan, devasa insan boyunda satranç piyonları ve satranç mozaiği olan bir belediye parkı vardı. ördekler gezerdi suyunda. çok zamanımız geçti o parkta, çok oyunlar oynadık. gönül bağımız vardı neticede. parkı babam yaptı diye caka satıyordum etrafımdakilere. şimdi ne oldu o park kim bilir. sahil yoluna bitişik bir yerdeydi. yanlış hatırlamıyosam pkk dolmuşa bomba koyup patlatmıştı sahil yolunun göbeğinde. bizim park da oralarda bir yerlerdeydi.

    o yıllarda kuşadası'nın dışında onur otel ve fantasia otel diye iki kompleks vardı yan yana. milli parka gitmek gibi alternatif tatil arayışlarında olduğumuzda bu otellere dış müşteri olarak da girer günümüzü geçirirdik. duruyorlar mı hala bilemem ancak o dönem çok meşhurdu bunlar. bir de adakule tabi ki. film seti gibi gelirdi bize o yıllarda adakule manzarasına bakmak.

    kuşadası yıllarımdan aklımda kalan ikonik şeyleren biri chevrolet taksilerdi. kervansaray bölgesinde impala taksiler olurdu. kuşadası diyince aklıma ilk gelen şeylerden biri belki bu taksilerdir. bir dönem vardı tüm kuşadası esnafı dükkanın önündeki taburede turist beklerken tetris oynardı. koca koca adamlar tetriste çubuk beklerdi. bir de honda'nın tar tar tar çalışan cok popüler bir scooterı vardı, dikdörtgen ön farı olan. kısacık bi cam siperliği ve arkasında stepnesi olurdu. kuşadası deyince aklıma anında o gelir... omzunda hi-fi teyple plaj boyu vanilla ice modeli müzikler dinleyerek gezen doksanlar gençlerinin görüntüsüne de çok şahit olmuşumdur. bir diğer ikonik manzara ise neden bilmem ama kocaman pepsi logolu reklam panoları , efes pilsen balon bardağında içilen biralar ve portakal şeklinde turuncu vitamin büfeleri. bir de evlerde ve otellerde sıklıkla başvurulan kemerli yayvan balkon ve pencere mimarisi çok popülerdi. bir de kartpostallar olurdu dükkanların önünde kocaman tel tezgahlarda o kartlara bakmaya doyamazdım rengarenk olurdu. yollarda dizili altın varaklı sandıklarıyla ayakkabı boyacıları. kervansarayın altın varaklı şadırvan gibi bir göbeği vardı. gözümün önüne geliverdi 20 küsür sene sonra...

    yazları ada'da meydanda halk konserleri düzenlenirdi. altın güvercin yılları... doksanlara damga vurmuş tüm pop müzik idolleri orada konser vermiştir. bazılarına katıldığımızı anımsıyorum ama isimler aklımda değil. yıldız tilbe çok popülerdi 94 yılında delikanlım albümü kuşadası'nın her yerinde bangır bangır çalardı. tarkan zaten kuşadası için yaratılmış bir şarkıcıydı ve patika yoldaki sanırım adı club 33 olan mekana a-acayipsin albümü döneminde geldiğinde olay olmuştu, aylarca reklamı yapılmıştı. plaj şarkılarından aklımda net yer edenlerden ace of bace all that she wants, beautiful life, lambada, coco jambo, where do you where do you go, vaya con ney na na na falan gibi pek çokları. dinler dinlemez o çocukluk yıllarım canlanır gözümde ve burnuma o plajların kokusu bile gelir.

    kadınlar plajı ve kuşadası turistlerinin şimdikiyle alakası yoktu tabi ki. tamamen üst kalite avrupalı turistten ibaret, hemen her turistin rahatça üstsüz güneşlendiği, popüler, huzurlu, kimsenin turistleri rahatsız etmediği düzgün bir ortamdı. kadınlar plajı gerçekten ismi ile müsemma üstsüz turistiyle meşhurdu ve hepimiz bunu normal karşılardık. bu ününe rağmen kimse kimseyi rahatsız etmezdi. çocuktum diye mi bana öyle geliyordu diye düşünüyorum ama o zamanlar olumsuz bir şey olsa bilirdik. muhafazakarlaşmadan ötürü mü, yoksa teknoloji çağıyla herkesin elinde fotoğraf makinası olmasından mı bilemem ancak 2021 yılında türkiye'de bu kadar rahat plaj bugün ben bilmiyorum. hayatımın eser miktarı hala yazlık yerlerde geçiyor ama üstsüz turist en son ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum. 20 senedir gitmiyorum ama kadınlar plajının şimdiki halini de hayal bile etmek istemiyorum.

    kuşadası'na da en son 2004 gibi gitmiştim ama geçen sürede doksanlar ile alakası kalmadığını çok duydum. mevcut halini görsem gözlerim kanayacağı için çok da merak etmiyorum açıkcası. şimdi bu yazıyı yazarken burnumun direği sızladı resmen. nostalji yapmayı çok severim ve doksanlar kuşadası benim için dibine kadar nostaljidir. sevgiler küçüklüğüm. sevgiler doksanlar kuşadası'nı okuyup benle aynı şeyleri hissedebilecek birileri...
  • vallahi kusura bakmayın da burayı yöneten ekipte zerre akıl yok...
    hükumete koz vermek için ellerinden ne geliyorsa yapiyorlar.
    bakin, malum en halkçı geçinen belediyelerden biri burası ve de muhalif bir belediye.
    bugün eşimle kadınlar denizine gittik, belediyenin işlettiği şezlonglari kullanalım dedik, 2 şezlong 1 şemsiye 70 lira... özel işletmeler var içecek almazsanız ayni seyler 40 lira...
    peki hükumet ne alaka diyeceksiniz. bakin yangından önce marmaris icmelerdeydik. kültür bakanlığı güzel bir köşe kapatmış. 2 şezlong 1 şemsiye 25 lira. telefon icin elektrik bağlantısı, sıcak sulu dus, tertemiz tuvaletler. ayrıca yiyip içmek istersen dışarıda 100 liradan aşağı yiyemedigin şeyleri 20-25 liraya yiyorsun... ülkenin en pahalı turistik merkezlerinden birinde oluyor bu...
    öte yandan kusadasi'na bakiyorsun, yarim yamalak, suyu denize karisan bir dus, başka hizmet yok alınan paraya gel... bakin, daha önce bu plajları işleten mafyatik tipler de ayni paraları aliyordu. nerede kaldı belediyecilik?
    hadi diğer hizmetleri veremiyor olabilirsin ama halki yolma be kardeşim.
    not: trol vs. diye gelmeyin kardeşim. burada herhangi bir siyasi partiyi övme, diğerini kötüleme amacı yoktur. eleştiriler özel olarak kuşadası belediyesine yöneliktir.
    edit: üzülüyorum ya gerçekten... bir elestiri yaptik diye ak partili ayi olduk... bir de biri demiş ki "sen git kendi partinin lagiminda yüz". diyeceğim ki 'daha bir ay önce lağım akan yer burasi değil miydi?' hepten troll olacağım... :)
    elestiri kaldırın beyler, bayanlar. hayatınızda hiçbir şeyin fanatiği olmayin. olmayin ki illallah ettiğinizi söylediğiniz kişilerden, ideolojiden vs. bir farkınız olsun...
  • hayatımda garip bir yeri olan aydın ilçesi.
    insanlar genelde izmir ilçesi sanırlar mesafe ve ün kaynaklı. yukarıda birisi yazmış aydınlılar ada der diye, biz izmirliler de ada diyoruz.

    çocukken yazları ev tutarak buraya tatile gelirdik ailecek izmir'den, sonra bir 9-10 yıl önce ev aldı bizimkiler buradan. ondan sonra yıllık izinlerde bir şekilde geldiğim, işsiz kalınca döndüğüm, freelance remote çalışırken takıldığım bir yer oldu burası benim için. şimdi de neredeyse 1,5 aydır buradan çalışıyorum babam hastanede yoğun bakımda yattığı için.

    bunca yıl dönüp dolaşıp bir şekilde buraya geldim ben başka başka sebeplerle. uzunlu kısalı kaldım her bir yılda en az bir ay olacak şekilde. bunca yıl yazlık sitedeki üç beş komşu dışında (ki onların da yaş ortalaması 60 ve hepsi bahçecilikten çok iyi anlıyor; ben de öyle tanıştım zaten, gün içinde bir iki saat bahçe çapalayıp tohum ve fidan sokuşturup yetiştirmeyi sevdiğim için) arkadaş edinmedim. yani her yıl mini emekliliğimi yaşadığım yer burası. gerçi siteden bir kaykaycı genç arkadaşım var yarı falan yaşımda, onun köpeği var bir de hep gidip takıldığım (doktora tezimin bir kısmını orada yazdığım, bazen remote çalışıyorsam oradan çalıştığım) bir de pub var sahilde, oranın sahibi abla ve çalışanları da goygoy yaptığım insanlar arasında. ama bunlar da mini emekliliklerime dahil.

    kadınlar denizi benim mahalle, bizim sahili çok severim, yazın kalabalıkken de (o zaman denize girmek için güneşin batayazmasını beklerim herkes akşam yemeğine oturunca sakin ve sıcak kıyıda takılır yüksek dalgalarla yüzerim) kışın boşken de (özellikle sonbaharda güneşli günlerde öğlen dümdüz denizde yüzmesi çok güzel olur, adanın en güzel ayı eylül-ekimdir).

    bazen giderim efes antik kentine, orada bir agora var, etrafı yıkık dökük sütun kaideleri, ortada 3-4 büyük ağaç, mini bir tepe-düzlük. o düzlük üstünde de devrik bir iki taş var. işte o taşlardan birinin üstüne yatar roman okurum, orası rüzgarlı olur, bülbül dağı manzarası da çok güzeldir. bir tane zeytin ağacı var o agorada, eğer zeytin mevsiminde oradaysam gider ordan bir avuç zeytin toplarım, mini bir kavanoza kurarım o zeytini, sonra derim ki bu zeytinler efeslilerin pazaryerinden! kendimce güler şaşırır sevinirim.

    bu ara bütün ağaçlarda siyahlaşan zeytinler var, şehir içinde kalmış ağaçların çoğunda toplamıyorlar zeytinleri, çok üzülüyorum. ağaç tüm yıl uğraşıp meyve vermiş, gıda ne kadar önemli, neden toplamıyorsunuz ey yazlıkçılar ve adalılar? keşke ihtiyacı olanlar bu ağaçlardan gönlünce toplasa ama ona da laf ederlermiş gibi geliyor. dün akşam öyle bir teyze gördüm yol kenarında bir ağaçtan çekine çekine zeytin topluyordu, üzüldüm, toplamasa yazık olacak zeytinlere, bırakın da rahat rahat toplasın hem de ihtiyacı görülsün.

    görmeniz lazım zaten, burada her ağaç meyve ağacı. kayısı, erik, ceviz, zeytin, üzüm, nar, dut, yeni dünya, muz, hurma, incir, limon, mandalin, portakal, karabiber, menengiç o kadar çok çeşit var ki. kaldırımdaki ağaçlar hani şu gölge yapsın diye dikilen, turunç ağaçları misal. turunç bizde pek yenmiyor diye toplanmıyor ama o turunç ile efsanevi çiçek dolmaları yaptım ben, iranlılar balık için sos yapıyor ondan, ben de denedim efsane oluyor. turunç çok hoş bir aromaya sahip.

    bazen rasgele yürürüm güneş batmadan hemen önce, sokak sokak gezerim adayı, fotoğraf çekiyorum zaten o cepte, yürümek de. etrafa bakmak, millet abla bizi de çek diyince poz verin hele diyip fotoğraf çekilmek isteyenleri çekmek, merdivenleri çıkmak, merdivenleri inmek, bazen dan diye deniz manzarası ile karşılaşmak, öyle etrafa dikkatli dikkatli bakarak dolanmak, kapısı açık sitelere girmek, "birine mi baktın çocuğum" diyen teyzelere yok teyze öyle dolanıyorum diyip manzaranız pek güzelmiş onu çektim diyip iki dakka muhabbet etmek sonra yola devam etmek, dağ bayır tırmanmak, kaya kaya "ulan kafayı gözü yardığım gün kesin bugün olacak" diyerek yine de havalara binalara bakarak yokuş aşağı inmek sevdiğim şeyler hep. hele de üzgünken, dertliyken yürür ve fotoğraf çekip dururum. işte böyle bir sürü şeyi yaptığım yer burası.

    bunca sokak sokak gezme de epey bir bilgi ve fotoğraf biriktirdi tabii bende. kuşadası gelir dağılımındaki adaletsizliğin hayvan gibi olduğu bir yer. şehre kuzeyden girdiğinizde, devlet hastanesinin oralardan yani, karşıda kuşadası yazısının üstünde gördüğünüz rengarenk mahalle var ya mesela, orası acayip yoksul bir mahalle, onun hemen üstünde sevda tepesi var, işte güvercinada'yı tepeden gördüğünüz, o tepe genelde tek izin günü pazar ya da salı olan ve o renkli mahallede oturan kadın erkek gençlerin, özellikle erkeklerin gelip eğlendiği yer olur. o mahallenin hemen üstündedir, sarılı yeşilli kısmını o tepeden fotoğraflayabilirsiniz, az yürürseniz tepesinden bir sokak gider, ordan da mavili yeşilli yerlerin arasına giren merdivenleri görürsünüz, mahalle birkaç yapı adası boyunca sadece binalar ve merdivenlerden ibarettir. hani şu favela diye gördüğünüz yerler var ya onların aynısı.

    o sevda tepesinden ve karşıdan bakınca güzel dursun diye belediye merdivenler dahil yollar dahil bütün yüzeyleri gokkuşağı renklerine boyamış. içinden geçerken hem tuhaf bir neşe veriyor renkli olduğu için, hem de muazzam yoksulluğu görüp içerletiyor. buraya hiç girmezler kuşadasının çok büyük bir kısmı. belki bir ben girmiş bile olabilirim o mahallede oturmayanlar içinde. bana da dediler zaten "abla sakat orası" diye ama yıllardır sokak fotoğrafı çekiyorum, o iş şans işi. benim de başıma bir şeyler gelmiş olabilirdi herhangi gittiğim bir yerde ama kendimi en tedirgin hissettiğim yerler hiç yoksul mahalleler olmadı garip biçimde. daha çok kızılay, ulus, maltepe, basmane gibi kalabalık merkezlerin akşam saatleri oldu. kudüs tarihi merkezinde misal, batı - şeria ramallah'tan (filistin) daha tedirgin gezdim. böyle mahallelerin tehlikeleri genelde içinde yaşayanlar için ve uzun vadeli oluyor (son dönemde yaygınlaştığını duyduğumuz uyuşturucu bağımlılığı tehlikeleri gibi). kent merkezlerinin tenha halleri ise herkes için korkunç.

    neyse adadan bahsediyordum. bu mahalleden bir sürü merdiven kıvrıla büküle tarihi merkeze kadar iniyor, hani şu bedesten gibi yere. buranın az ilerisinde ise görüp görebileceğiniz en lüks evler, buranın manzarası olan denizde acayip pahalı yatlar, kocaman cruiser gemileri filan var. o tepeden bakıp (sevda tepesi) işte bunların hepsini tek karede görebiliyorsunuz. başka şehirlerde de yoksul - zengin kent parçaları birarada, özellikle istanbul gibi tarihi kentlerde, ama burada olay çok başka, aynı kayalığın bir tarafı ultra zenginler, bir tarafı aşırı yoksullar, diğer tarafı da orta gelir tayfa. mesafe kısa ama dikeyde (topografik) ayrım çok fazla ve o yakın mesafede bu insanlar birbirini hiç görmeden yaşayıp gidiyor. yani 3 ayrı kuşadası var desek yeri. merkezde sanki hepsi birleşiyormuş gibi oluyor ama ana cadde, liman yolu ve sahil tamamen turistler ve iyi durumlu yazlıkçılar için iken dar ara sokaklar o tepede yaşayan genelde servis sektöründe çalışan ve adaya göçle gelmiş olanlar ve bizzat adalı olup zamanının tarım işçisi olduğu için servet birikim yapamamış adalılar için. bir de tabii dev cruiserlardan ini 4-5 saatte şehri dolaşıp sahte dior balenciaga chanellerini, deri ceketlerini ve halılarını alıp giden turist tayfa var ki onlar da ayrı bir tufan.

    o gemiler o kadar büyük ki şaşar kalırsınız, yani ada dağlık bir coğrafyada, denizden bir anda 150-200 metre yükseliyor çoğu mahalle. işte dağlar, tepeler, koylar, vadiler, aralarda zeytinlikler ve çam ormanları, böyle bir coğrafyayı parçalayarak yayılmış bu şehir. işte o cruiselerin bazıları o dağların ardından görünüyor limana demirleyince. sanki her birinden bir ilçe iniyor.

    esnafı da hemen her yerde deli gibi dil biliyor tabii. ingilizce değil sadece, rusça, almanca da var. turistlerin bir kısmı ev alıp kalıyor burda sonra. bizim yan komşu, simon ve ailesi, ingiliz misal. bizim sitede evlerin yarısının sahipleri ingiliz ve irlandalı. bir iki hollandalı da var. bu ara gözlemlediğim bir durum da rusya-ukrayna savaşı sonrası, bir sürü rusya ya da ukrayna vatandaşı tipli genç erkeğin şehirde yaşamaya başlaması. yazılım sektöründen duyduğum ukrayna'da çalışan yazılımcıların çoğunu, çok uluslu şirketlerin çoğu türkiye'ye getirmiş. onların ne kadarı başka şehirlerde bilmiyorum ama adada acayip çok var. fotoğraf çekmeye çıktığımda türkten çok tek ya da 2li 3lü gruplar halinde yürüyen böyle insanları görüyorum özellikle orta ve zengin kısımlarında şehrin. bu durum da burada bir şeyleri değiştiriyor.

    bizim sitenin etrafında yüzyıldır boş duran ufak tefek parseller bile metrelerce kazılıp düz alan çıkarılarak (çok yokuş buralar, ufak bir parselin bil bir ucu ile diğer ucu arasında 4-5 katlı apartman yüksekliğinde farklar oluyor) inşaata başlanıyor. ev fiyatları her yerde yükseliyor ama buranın grafiği artan ivmeli bir yükselişe sahip.

    kuşadası işte biraz böyle bir yer. sürekli yani yaz kış yaşamak için de uygun aslında eğer düşünen var ise.
  • :> :> :> :> :> :> :> :>
    kuşadası 1965
    :> :> :> :> :> :> :> :>

    charles w. cushman tarafından 5 nisan 1965'te çekilmiş 25 renkli fotoğraf

    1
    2
    3
    4
    5
    6
    7
    8
    9
    10
    11
    12
    13
    14
    15
    16
    17
    18
    19
    20
    21
    22
    23
    24
    25
  • temmuz'da 22-23 gün kalmışımdır, eskiye göre baya toparlanmış gördüm.

    belediye çalışmıyor diyenler galiba daha önce hiç kuşadası görmemiş.
    15 senedir her yaz giden biri olarak söylüyorum, bence ömer günel'e ciddi teşekkür edilmeli. çarşısından yollarına refüjüne aydınlatmalarına hatta tabelalara kadar değiştirmiş adam. su sorunu bi türlü çözülemiyor sadece, ama nüfus 1 milyonu geçmiş, normalde 100-150 bin kişiye hizmet veren ilçe 1 milyonu nasıl memnun etsin o da ayrı konu.

    pandemi olmasına rağmen geçen sene kapalı-kiralık yazan her yerde yeni mekanlar açılmış, özellikle bayramın 2. günü adaya indim, çarşısının en uzak çay bahçesinden deniz kenarı en lüks balıkçısına kadar bu kadar full olan başka bir yaz-tatil-bayram hatırlamıyorum. zaten onu görünce dönene kadar bi daha çarşıya inmedim.
    anlaşılan bodrum-çeşme fiyatlarından sıkılmış kesim kuşadasına dönmeye başladı. seneye pandemi biter, cruise gemileri gelmeye başlar, turizm de biraz eskiye dönerse ciddi ciddi seviye atlamaya başlayacak.

    bakmayın öyle 3-4 gün pansiyonda kalıp yediği yemeği beğenmeyen girdiği denizin kumunu sevmeyip burada bok atanları.
    şimdi o kalabalık kaos da geçmiştir. gidin milli parkta denize girin, balıkçılar çarşısında rakı balık yapın. hiçbirini istemiyorsanız long beach'te 2 tane sandalyenizi sahile atın günbatımı izleyin.
  • cruize turizmi olmasa bi sikime benzemez. (yillarin adalisiyim)

    el birligi ile anasini siktiler buranin. hala da devam ediyor. 15 katli bina dikmeli turk siyasi anlayisinin sonucudur kusadasi.

    emegi gecen herkesin allah belasini versin.
  • kimler tarafından kuruldu emin değilim ama kimler tarafından ırzına geçildiğini harfiyen çok çok iyi biliyorum eski bir kuşadası esnafı olarak.
  • doğduğum andan itibaren her yazımı geçirdiğim aydın ilçesi.

    şu yaşımdan söylemek gerekirse, ki otuzu geçti methiyeler düzmeye gerek yok. ne bir bozcaada, ne kaş, ne bu kadar içine edilmesine itibaren bir çeşme.

    hiç gelmediyseniz tatil planı yapmayın.

    ama bir de ben de yerlisi sayılırım, yerlilerine sorun. bizim için hiçbir şey objektif olamıyor.

    o küçücük yaşımdan beri turban otelinden sonra heyecan başlardı. adaya girdiğimizde -ki her istanbullu prens adası sanırdı söylediğimde ama aslında sadece yerliler ada der, kuşadası diyen yabancıdır- arabanın camları açılır ada havası alınırdı.

    anneannemle dayımlar müstakil bahçeli evde altlı üstlü otururdu. her yaz altı kardeşin (kuzenin) birleştiği cennet aylardı bizim için. çocukların kudurduğu, dedemin torun sevgisinden mest olduğu, anneannemin durmadan yemek yaptığı, mayo dolabının deniz koktuğu, küpten su içilen, herkesin mutlu, ailenin sımsıkı olduğu yıllar geçti.

    küçük adada (güvercin ada) ahşap kokan iskelede ayaklarımız yana yana denize girer, evde koskocaman sofraya oturur, öğle uykusunu dinlemez kendimizi sokağa atardık. gelsin bisiklet ve bisikletten düşme hiç geçmeyen yaralar...

    kaleiçi kaleiçiydi o zaman komşular vardı eski kuşadası evlerinde. bilen bilir, şimdiki o leş kaleiçi sırf evdi. güzel insanlar vardı. ilk açılan barlarla hepsi gitti. biz de yazın yazlığa gitmeye başladık.

    sonra dedem gitti. ama o ev hep kaldı. kışın ya da ilk baharda gitmek ayrı keyifti. anneannem vapurlara bakan balkonunda bizi gözlerdi. kahve içerdik mum çiçekli balkonda. o ev çocukluğumdu, çocukluğumdan öte huzurdu.

    anneannem de gitti dedemin yanına. şimdi ise hiç gidesim yok kuşadasına. o evle çocukluğum, hatıralarım, en güzel anlarım kapandı benim.

    hala düşündükçe boğazımda bir yumru..

    hep aklımda her kalktığımda anneannemim kızarttığı ekmekler, ve kışın gittiysek yemek üstüne ısrarla yedirmek istediği un helvası. hep beraber içtiğimiz çaylar, dizinin dibinde el ele bulgaristandan geldiğini anlattığı anıları, gözümün takıldığı kırmızı cümle kapısı ve o an uğrayan yakınlar...

    o evin kokusu vardı, ve acıyla burnumda tütüyor.

    kuşadası benim için bir ömür, ama gelecek yeni turist için apaçi mekanı.

    bilmem anlatabiliyor muyum?
hesabın var mı? giriş yap