• taraf tutan filmdir.
    bu filmi çocuk karakterin yaşlarındayken ve birkaç defa da ortaokul yıllarımda izledim. anneye ne kadar kızdığımı ve babaya ne kadar acıdığımı hatırlıyorum. film, bizi o yönde düşünmeye itiyor.

    dün yıllar sonra yeniden izledim filmi. ve biraz sinirlendim. aslında alıştığımız, babanın çocuğu terk etmesi senaryosundan farklı. ama fark annenin terk etmesinde değil, terk ediş şeklinde saklı.
    anne baba anlaşamaz ve ayrılır. çocuk annede kalır. çünkü çocuğun anneye daha çok ihtiyacı vardır. bu fikri kafamıza sokan zihniyetin allah belasını versin. böyle bir şey yok. bir çocuğun anneye ihtiyaç duyduğu kadar babaya da ihtiyacı vardır.

    filmde annenin evi terk etme sebebi, yok olmaya başladığını fark etmesi. birinin kızı, diğerinin karısı veya annesi olmaktan başka bir sıfat arıyor kadın. öyle yıpratıyor ki kendini, küçülüyor. kendini değersizleştiriyor. bir şeyleri hak etmediğini düşünüyor. buna tek bir sebep bulmak yanlış olur. elbette kendisi de suçlu ama eşi de bu konuda büyük bir rol oynuyor. ve aslında terk ediş değil bu, bir ara verme. hepimizin zaman zaman ihtiyaç duyduğu bir ara. sırf anne olduğu için sırf çocuğunu bıraktığı için (ki bıraktığı bir yabancı değil, çocuğun öz babası) kötü olduğunu düşünüyoruz.

    yedi yaşına gelmiş çocuğunun okulunun saat kaçta başladığını, kaçıncı sınıfa gittiğini, ne yemeği sevdiğini bilmeyen bir babası var. ve biz anneye kızıyoruz(!)

    bir baba ve oğlunun en başında kurması gereken yakınlığı, bir terk ediliş sebebiyle yıllar sonra kurmasını anlatıyor kramer vs. kramer. bunu sağlayan da annenin ta kendisi… filmi sonlandıran da yine kadının özverisi oluyor. hem ağlıyor hem gidiyor. ama bu sefer gitmek istediği için değil en başından beri olması gereken ilişkinin ancak gidişiyle devam edeceğini bildiği için.

    bir yokluk bir filmi bu kadar doldurabilir.
  • romanı ile sinema uyarlaması arasında dağlar kadar fark vardır. kitapta anne çocuğunu ayak bağı olarak görür, kendisini eve hapsettiğini düşünür, hayalindeki yaşam çok daha rahat ve eğlencelidir. bir çocuğa bakmak ve onun sıkıntısını çekmeyi tutsaklık olarak görür. sonra döner çocuğu geri almak ister. ne de olsa kendi çocuğudur. hakim de tutar çocuğu terk edip gitmesine rağmen "anne olması" gerekçesiyle kadına verir. o süreçte büyük sıkıntılar çekmiş ve oğlu ile arasında çok özel bir ilişki gelişen baba oğlundan ayrılmak zorunda kalır. kitapta anne çocuğu alıp eve götürünce yine istediğinin çocuk olmadığını düşünür ve bu bağlayıcı hayat onu yine korkutur. rahatından ödün vermek istemez. ama film uyarlamasında bu olay bir sevgi kelebeği edası ile annenin baba-oğul arasındaki ilişkiye "kıyamayarak" çocuğu babasına geri vermesine indirgenmiştir.

    kitap esas itibari ile hukuk sistemindeki anne kavramına verilen aşırı değeri sorgulamaktadır. sırf çocuğu karnında taşıyanın anne olması onu daha iyi bir ebeveyn yapar mı? her kadın aynı mıdır? sorularına yaklaşır ve hikayesinin merkezine evlilik kurumuna uyum sağlayamayan bir kadını yerleştirir. ama filmde bu olay herhalde misojini gözükmeyip kadın seyircilerin tepkisini çekmemek için törpülenmiş ve bir sevgi masalına indirgenmiştir. "yok ben filmde bile meryl streep'e kızdım" diyenleriniz varsa, emin olun kitaptaki anne karakterinden daha fazla nefret ederdiniz.

    velayet davasında aynı dertten müzdarip olanlar kitabı mahkemeye delil olarak sunabilir. hazır yazılmışı varken avukat tutup hakime derdinizi anlatmanıza gerek kalmaz. olmadı hakimin önüne roman atarak yeni bir moda başlatırsınız.
  • sutlu yumurtali ekmek olayini ogrendigim film.
  • oyuncularına senaryo dışında filme katkıda bulunmalarına en çok imkan tanıyan; kendilerini, kişiliklerini ve fikirlerini de eklemelerine izin veren filmlerin başında yer alır. dustin hoffman filmin çekilme evresinde de ilk karısından boşanma aşamasında olduğundan filmdeki sahneleri birebir yaşayarak yansıtmış; çocukları ile arasında olan bağı ve sevgiyi de bizzat aktarma fırsatı bulmuştur. 9 dalda aday olup, 5 dalda oscar kazanmıştır film. sahnelerin çoğunda dustin hoffman'ın katkısı büyüktür. hatta filmin senaristi robert bentonın jenerikte isimlerinin birlikte anılması teklifini dustin hoffman alçakgönüllülük göstererek kabul etmemiştir ki bu senaryo ile robert benton oscarı kucaklamıştır. çok derin, bir o kadar da etkileyici bir film.
  • baba, anne evden ayrıldıktan sonra annenin fotoğraflarını kaldırır.. küçük kramer kaldırılan o fotoğraflardan birini seçer alır.. küçük kramer'in seçtiği siyah-beyaz fotoğraftaki meryl streep bakışını hangimiz unutabildik ki? onca yıl geçti ama hala gözümüzün önünde o bakış.. ben pek severim bu filmi.. naif.. insanin içini ısıtan ama çokca da acıtan bi film.. müzik seçimi ve jeneriği de sağlamdır..
  • farklı yaşlarda izlendiğinde etkisi ve konusu değişen film.

    çocukken izlendiğinde; çocuğunu bırakıp giden bir anneyi anlatıyor. annem giderse ne yaparım endişesi oluşturuyor.

    gençken izlendiğinde; eşini ve çocuğunu terk eden kötü bir kadını anlatıyor. kaskatı prensiplerle kadından nefret ediliyor.

    orta yaştayken izlendiğinde; kim olduğunu anlamak için eşinden ve çocuğundan uzaklaşan bir kadını anlatıyor. keşke annem de böyle yapabilseydi, hiç değilse kendine ait bir hikayesi olurdu diyorsun.

    sonuç olarak film; kim olduğunu anlamak isteyen bir kadının uzaklaşmasıyla, geride kalanların yaşadığı bocalamayı anlatıyor.

    ayrıca; anne gidene kadar oğluna bir kez bile kahvaltı hazırlamamış babayı eskiden gözyaşları içinde izlediğim için şu an çok pişmanım.
  • kucukken anne ve babayla gidilen filmlerden ilk akilda kalani. bunun nedeni "neden getirdiler bunlar bizi bu filme? acaba bosanacaklar da yolunu mu yapiyolar?" paranoyasi olabilir elbette.
  • filmin buyuk bir kisminda meryl streep'in oynadigi karakterin kafasini yarma istegi uyandiran film..

    --- spoiler ---
    neyse ki sonradan cocugu ted kramer'e birakiyor da, goz yaslarimizi silip soyle bir gulumsememize firsat veriyor.. aslinda bu sekilde - yani o kadina, joanna'ya karsi kotu gozle bakmamizda - filmin yonlendirici bakis acisi da etkili.. mesela joanna'nin ayrildiktan sonra neler yasadigi gosterilmiyor, sadece mahkemede joanna tarafindan dillendiriliyor.. biz olaylari, ted'in bakis acisindan goruyoruz.. onunla beraber filme dahil oluyoruz.. ayrica onun yasadigi degisimi asama asama izliyoruz.. en basitinden filmin basinda fransiz tostuna sut koymayi unuturken, sonunda fransiz tostunu hazirladiklari vakit oglu yumurtayi cirparken, buz dolabini acip sutu aliyor ve kabin icine kendisi sutu bosaltiyor.. ve biz bu fedakarliklari, bu degisimi gordukten sonra cephemizi belli ediyoruz..
    --- spoiler ---
  • --- spoiler içerir ---

    30 sene sonra bugün tekrar izlediğim film.

    7-8 yaşlarındayken annem beni ve ablamı sinemada bu filmi izlemeye götürmüştü. o zamanlar ankara’da menekşe sokakta, menekşe sineması vardı. popüler filmler genelde aynı sokaktaki nergiz sinemasında oynarken, biraz daha sanatsal olanları, hatırladığım kadarıyla aynı zamanda tiyatro olan menekşe’de olurdu.
    çocukluğumda annemle alışverişe gitmek dışında, dışarıda yaptığımızı hatırladığım tek aktivite bu. normalde bizi sinema ya da tiyatroya babam götürürdü. bir şekilde, o gün sinemaya gidişimiz, çıktıktan sonra kızılaya yürüşümüz, ablamla benim o yumurtalı ekmeklerden heyecanla istememiz, hala çok canlı bir şekilde aklımda. bir de ufaklığın düştüğü ve babasının onu kucaklayıp koştuğu sahne.

    tolstoy’un dediği gibi: “mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır”. biz mutsuz bir aileydik. annem sessiz ve içine kapanıktı, hala da öyle. babamsa her şeyi bilir, her şeye karışır, her şeye kızardı. çok içerdi. bazı geceler, meyhaneden eve dönmediyse, beni uyanık yakalayacağı korkusuyla yatakta titrerken, ölmesi ve eve dönememesi için dua ederdim. o zamanlar annem, boşanma, kaçıp gitme gibi düşüncelerle doluyken, bu filmi duymuş ve izlemek istemiş olmalı.

    tabi ki amerika’da değil 80’lerin türkiyesinde yaşadığımız için annem bir yere gitmedi. acaba bizi bırakıp gitmeyi düşünmüş müdür? zaman zaman boşanmayı düşündüğünü biliyorum ama, ona da cesaret edemedi.
    yıllar sonra, eski karımsa, annemden daha cesur davranarak boşanmak istedi. tabi ki kendimi babamla karşılaştırmak bana haksızlık olur. daha çok filmdekine benzer bir mutsuzluk vardı ortada. çok düşkün olduğum oğlumun velayetini de aldı, bu konuda anlaşmıştık zaten. şu anda da oğlumla ilgili hemen hiçbir konuda aramızda bir anlaşmazlık yok. haftada üç gün gördüğüm için, neredeye sorumlulukları yarı yarıya paylaşıyoruz.

    bu film, boşanma sürecinde aklıma gelmedi. filmi ve sinemaya gittiğimiz o günü tekrar yüzeye çıkaran, eski karımın bir süre sonra vermek zorunda kalacağı bir kararla ilgili. bu şehirde kalmak, ya da başka bir şehire, daha doğrusu ülkeye gitmek. giderse oğlumu götürmek, ya da bana bırakmak.

    neredeyse billy’nin filmdeki yaşında olan oğlumdan ayrılmaya hazır mıyım? büyüdüğünü görmemeye katlanabilir miyim? benimle kalırsa altından kalkabilir miyim? onun için en iyisi hangisi? işte bu duygular beni filmi tekrar izlemeye itti.

    bir de çokça yaşadığım için filmde derinden hissettiğim bir şey var. o da filmin sonlarında ted’in billy’nin artık annesi ile kalacağını gülümseyerek anlatması. sizin için çok üzücü bir şeyi gülümseyerek anlatabilir misiniz? karşınızda çocuğunuz ağlarken metanetinizi koruyabilir misiniz? hayatımda yaptığım en zor konuşmalar kesinlikle bunu yapmaya çalıştığım anlardı. umarım tekrar yapmak zorunda kalmam.
    --- spoiler içerdi bitti ---
  • üç kişiyle ne kadar başarılı bir film çekilebilirin cevabı.
hesabın var mı? giriş yap