• dun baslayan bir konferans icin sehir disinda bulunuyorum. bugun sunumum vardi. ilk kez 30 dakikalik sunum yapacaktim ve haftalardir bunun kabusunu goruyordum. sosyal fobi sahibiyim. birilerinin onunde herhangi bir performans sergilerken elim ayagim titrer. sesim kisilir. soyleyeceklerimi bile unuturum; ama bunu yapmak zorundaydim. hocam “git ve yap” dedi cunku. ben de yaptim. deneyimlerimi paylasmak istiyorum.

    simdi, oncelikle, bu konferans japonya merkezli olup egitim uzerine duzenlenmis bir konferans. sunumlarin tamami egitimle, yani ogretim yontemleri, derse katilim, sinif tartismalari, odevler, toplumsal cinsiyet, egitimde yenilikler, dil ogretimi, yabanci ogrenciler, yuksek ogretim, ogretmen egitimi gibi konularla iliskiliydi. benim sunumlarini dinledigim arastirmacilar egitim bilimlerindendi ve ogretim elemanlariydi bir kisi disinda. o bir kisi de lisede ogretmendi ve ayni zamanda doktora ogrencisiydi. girdigim ilk sunumda seviyenin bu kadar yuksek oldugunu gorup “allah da beni kahretmesin!” dedim. “bu insanlar ogretim ogretim elemani. benim burada ne isim var?” dedim. hayir, universitede hoca olmalari yetmiyormus gibi bir de egitim fakultesinde olduklari icin ogretim ve sunum yontemlerine de egemenler ki bu fark bence sunumlara anlamli bicimde yansimisti. benim bulundugum oturuma benim gibi doktora ogrencilerini vermis olduklarini umdum. olmadi. benden once sunum yapan kisi docent, benden sonra sunum yapan kisi de profesordu. ustune bir de anadil olarak ingilizce de konusan insanlardi. anadilim olmayan bir dilde konusmak zaten yeterince zorken cikip tezimin bir bolumunu sunmak, hem de bunu bir suru akademisyenin onunde yapmak daha da zordu. ellerim titrerken benden sonra sunum yapacak profesor "yaparsin yaparsin" diye gulumsedi. cikip yaptim. ozelestiri vereyim kendime.

    neyi soyleyecegimi kafama iyi oturmamistim. sunum sirasinda "bunu soylemesem de olurmus" dedigim bir suru sey cikti. haliyle zaman yetmedi. zaman yetmedigi icin analiz sonuclarinin bir bolumunu anlatamadan sonuc ve tartismaya gectim. girise daha fazla agirlik verip kavramlarimi daha iyi aciklamaliydim. sonuclarin tamamini rapor etmemeyi daha en basindan karar verip yalnizca bir bolumunu sunuma eklemis olsam da sununabilecegimden cok daha fazla bulgu var-mis. hizlica anlatip pek cok seyi yuzeysel gecmek yerine bir seyi derinlemesine anlatmaliydim. sonucta bu benim tez savunmam degildi ve kavramlara herkes asina olmak zorunda da degildi. sunumun dinleyen icin ilgi cekici, anlasilir ve takip edilebilir olmasi gerekiyorken ben savunmaya girecekmisim gibi sunum hazirlamisim. konferans sunumlarinda asil amac insanlara "bakin boyle bir calisma da var. ben de boyle bir insanim, ehe" demek oluyor cogunlukla. konferanslarin asil amaci yeni insanlarla tanisip baglanti kurmak oluyor da denebilir; ama bunu gozden kaciriyorum hep. senede bir kere katilmam ayri nokta ama, derslerde yaptigimiz sunumlar da kagittan okumaktan ibaret. oyle istiyor hocalar cunku.

    bitirdigimde sey bekliyordum dinleyicilerden, “bu ne kadar sacma bir calisma. olmamis” demelerini. ha bir de hic soru gelmez saniyordum. gozlerimi kocaman acmis "umarim anadili ingilizce olanlarin sorularini anlayabilirim" diye korkuyla bekliyordum. en buyuk korkularimdan biri buydu cunku. sonra yorumlar geldi. “calisman cok ilginc” dediler. ustune bir suru soru sorup calismami gelistirecek onerilerde bulundular. sorduklari sorulari yanitlamakta sunumda oldugumdan daha iyi oldugumu dusunuyorum ki bu beni cok mutlu etti. sonra yerime gectim. gozlerim doldu inanir misiniz? oturum bittikten sonra iki hoca kartini verip “seninle iletisimde kalalim. calisman cok ilgi cekici” bile dedi. nasil oldu anlamadim. bence berbattim ve dogru duzgun anlatamadim. sesimin duyuldugundan bile kuskuluydum. yani boylesi nazik ve olumlu tepkiler almayi hic beklemiyordum ama, oldu. sunumun bitmesinin verdigi rahatligin yaninda bir de saskinlikla karisik mutluluk ve minnet hissettim tum gun. ozguvenimin hala pek yuksek sayilamayacagini, ingilizceminse fena durumda olmadigini gordum. sonra baska sunumlara da girdim. onlardan edindigim izlenimleri ve gozlemlerimi paylasayim. gordugum kadariyla, nitel yontem egitim bilimlerinde cokca kullaniliyor. hem avrupa’dan hem abd'den hem de asya’dan gelen arastirmacilar nitel analizi cokca kullanmislar. abd’li bir hoca ve calismayi birlikte yuruttugu koreli meslektasi karma yontem kullanmisti. abd’de nicel yontemin cok daha yaygin bicimde kullanildigini soyleyebilirim. batililar ve dogulularin sunumlari/calismalari arasinda dikkatimi ceken bir nokta ise batililarin yonteme cok fazla vurgu yapmalari oldu. izledigim tum sunumlarda batililar arastirma sorularinin uzerinde daha fazla durdular; arastirma yontemlerini daha fazla aciklayip neden o yontemi kullandiklarini, hatta neden digerlerini kullanmadiklarini daha acikladilar. bulgularin tartismasina ise daha az degindiler. dogulular ise analiz yontemini kisa gecip bulgulari ve tartismasini daha uzun anlattilar. bu benim cokca dikkatimi ceken bir durum aslinda. doguda bilginin kaynagina ve bu bilginin nasil elde edilmis olduguna cok dikkat edilmiyorken batida bilginin kaynagi ve bilginin hangi yontemle elde edilmis oldugu cok sorgulaniyor. izlenimim bu en azindan. ben turkiye’den neredeyse kafamiza arastirma yontemleri ve istatistik cakacaklardi diyeyim size. turkiye'de psikolojinin abd'den etkilenmis olmasinin da etkisi var tabii. japonya’da ise arastirma yontemleri ve istatistik dersleri hem daha az hem de daha yuzeysel geldi bana. genel olarak gozlemlerim ve deneyimlerim boyle. bilimsel bir gecerligi yok. sunumlardan kendi arastirmam adina bir suru bilgi ve bakis acisi edindigime inaniyorum. ayrica etkili bir sunum icin de nelere dikkat etmem gerektigini bir kez daha gormus oldum. basimdan gecen komikli sakali bir aniyi da paylasmak istiyorum. ogleden sonraki oturum aralarindan birinde kahve icip ikram edilen kurabiyelerden atistirirken bir hoca yaklasip “bu masada durmamin sakincasi var mi?” dedi. “elbette yok. buyrun” dedim ben de. sonra bana donup bir sey sordu; ama ben acliktan kurabiyeye o kadar gomulmus durumdaydim ki kurabiyeyi sordugunu sanip paketin uzerindeki yaziyi adama gosterip “fistik cikolata (peanut chocolate)” dedim. adam kahkaha atip “adin fistik cikolata mi? sevimli bir adin varmis. sana bundan sonra fistik cikolata mi diyeyim o zaman?” diye sordu. yeni tanismis oldugum bir hocanin benim adimi degil de yedigim seyin adinin ne oldugunu sordugunu sanmis olmami o an cok ac olmama bagliyorum. kesin o sirada elimi yuzumu cikolata da yapmisimdir ben. evet, utandim; ama cok degil. ben de gulup “neden olmasin? hem fistigi hem de cikolatayi severim; ama adim tamarix. sizinki nedir?” dedim. sonra tanistik. sonra sunumlar uzerine konusup bir sunumun nasil olmasi gerektigi uzerine fikir alisverisinde bulunduk. sonra ben konferansin ilk gunu edinmis oldugum cinli kankamin sunumuna gidip soz vermis oldugum gibi onun fotograflarini cektim. ardindan ortalikta ne yapacagimi bilemez halde dolasirken bana kartini vermis olan hocaya ki kendisi italyan idi- rastladim ve onunla yemege gelip gelmek istemeyecegimi sordu. sonra tum yol boyunca neoliberal egitim politikalarindan, italya’nin universitelerindeki egitim sisteminden ve devletlerin siyasi yapilarindan soz ettik. “nereye gidiyor sizin bu turkiye? erdogan’la olacak is mi?” dedi. “ah hocam, ne desem bilmiyorum” diye dert yandim. eh, saat gec olunca da ayrildik.

    bugun sunumlari dinlerken bilimi ne kadar sevdigimi, arastirmaktan ve uretmekten ne kadar buyuk bir keyif duydugumu, ogretmeyi cok istedigimi bir kere daha anladim. bir diger tutkum da bilim. bunu cok acik bicimde gorebiliyorum. bir gun hem iyi bir arastirmaci, hem de iyi bir hoca olabilmeyi cok istiyorum.

    dunyanin bu kosesinde, tek basima, anadilim olmayan bir dilde, yuruttugum bilimsel bir calismayi baska akademisyenlere aktarmaya calisirken kendime soyle bir baktim. yaptigim seye kendim de inanamiyorum bazen. nasil cesaret etmisim, nasil cesaret ediyorum ben buna diyorum. inanamiyorum. insan kendisini boyle boyle taniyor.

    yazi guzel olmadi bence; ama aklimdaki onca seyi unutmadan yazmak istedim. konferans notlarimi da paylasirim belki. artik uyuyayim.
  • gecen hafta tez arastirmamin bir bolumunu sunmak icin bir konferansa katildim. bu surecte yasadiklarimi, edindigim deneyimleri, gozlem ve izlenimlerimi aktarmak istiyorum. ileride animsayabilmek icin yaziyorum.

    gecen yil ekim ayinda katildigim konferanstan icerik ve katilimci sayisi bakimindan farkliydi. her seyden onemlisi de ben farkliydim. onceki konferans egitim bilimleri uzerineyken bu konferans psikoloji ve davranis bilimleri uzerineydi. katilimci sayisi daha azdi; ama bana cok daha ilginc gelen konulara iliskin sunumlar dinleme firsati buldum. sunumlarda almis oldugum notlari kisa kisa paylasmadan once kendime iliskin bir degerlendirme yapmak, konferansta tanismis oldugum arastirmacilardan soz etmek istiyorum.

    sunum sabahi gecen yilkinden daha az gergindim; ama sunumu yapacagim salona girdigimde gerginligim artti. neden oldugunu anlamadigim bicimde beni en buyuk salona verdiklerini gordum. oyle denk gelmis olabilir. ayni oturumda abd’li bir arastirmaciyla birlikte yer alacagimi zaten biliyordum da bu kisinin benim gibi doktora ogrencisi cikmasini istiyordum. bayagi bildiginiz profesor cikti. cok guleryuzluydu. gerci konferanslarda herkes guleryuzlu oluyor gordugum kadariyla. salon dolmaya baslarken benim elim ayagim karismaya basladi. yerimi aldim. oturum baskani da olan abd’li hoca ozgecmisimi olduktan sonra sunumu yapmaya gectim. gecen yil yapmis oldugum sunum, ilk sunumum degildi ama, ilk uzun sunumumdu (25 dakika sunum ve 5 dakika soru/yorum). o konferansla ilgili degerlendirmelerimi suradan (#82307543) okuyabilirsiniz. bu seferki sunumda gecen seferkinden cok daha iyiydim ama, istedigim kadar iyi degildim. gecen sefer her seyi son ana birakmis oldugum halde sunuma kadar yetistirmistim; ama sunumu calisacak kadar zamanim kalmamis oldugu icin sunabilecegimden fazla bulguya yer vermis oldugumu fark etmeyip sure yetmeyince bir bolumu atlamak zorunda kalmistim. cok heyecanlanip ne soyleyecegimi unutmus ve onumdeki kagitlardan ya da slaytlardan okumustum cokca. bu sefer oyle olmadi. bu sefer 25 dakikalik toplam suremin 20 dakikasinda sunumumu rahatca bitirdim. okudugum yerler olduysa da genel olarak calismis oldugumdan daha basarili bir sunum oldu diyebilirim. olmasi gerektigi kadar bulgu vardi ve sunumun kurgulamasini daha iyi yapip anlatacaklarimi daha iyi aktarabildigimi saniyorum. bitirdikten sonra biri kanadali, biri alman, biri de isvecli olmak uzere 3 arastirmacidan sorular geldi. umarim iyi yanitlayabilmisimdir; ama ben bitirdikten sonra yerime gecerken (daha sonra aslen yunan ve makedon asilli oldugunu ogrendigim) kanadali arastirmaci yanima gelip bana kartini verdi ve “ileride seninle arastirma yapmaliyiz. yaz bana mutlaka.” dedigi zaman ciglik atmamak icin zor tuttum kendimi. sonradan ogrendigim ki onun arastirmasiyla benimkisi epey ortusuyormus! neyse. ardindan abd’li hocanin arastirmasini dinledim ve kendisine iki soru bile sordum. sunumlardan sonra da biraz konusma firsatimiz oldu. cok ilginc bir calisma yurutuyordu. sunumlarla ilgili notlarda deginecegim.

    bitirdigimde ellerim buz kesmisti. kalbim yerinden cikacak gibi atiyordu. gulumsuyordum ama. iyi hissediyordum. sonucta yaptim, yapabildim, oyle degil mi? boylece bir sunumu da bitirmis oldum.

    gelelim konferans boyunca edinmis oldugum izlenimlere ve gozlemlere.

    *iskandinavlarin cok farkli bir havasi var. cevrelerinde bir hale var sanki. belki de sapsari ve beyaz-pembe olduklari icin bana oyle geliyordur ama, diger beyaz avrupalilardan ve abd’lilerden ayriliyorlar. bu dunyadan degil gibiler. japonlara alisik olmasam, hatta bundan 4 yil once olsa ve ben zibilyon cesit kulture ve insana bu kadar temas etmemis olsam soguk durduklarini bile dusunurdum; ama oyle degiller. ingilizce’yi anadil seviyesinde konusabiliyor olmalari da hayranlik verici. sunumda bana soru soran isvecli arastirmaciyla sunumdan sonra biraz konustum. onun sunumu da dinlemeye gittim. nils adinda bir finlandiyali aratirmaciyla da onun poster sunumu sirasinda ve ertesi gun de ogle arasinda sohbet etme firsati buldum. nils’in arastirmasi ergenlerde uyku kalitesi ile uyku oncesi teknolojik cihaz kullanimiyla ilgiliydi. ogle yemegi sirasinda yanima gelip oturunca karsilikli bir sure sessizlikten sonra ona “dun gece yataktayken, cok uykulu olmama karsin telefonuma bakiyor ve youtube’tan video izliyordum ve aklima senin arastirman geldi.” deyiverdim. bazen cok gerizekali olabiliyorum; ama sonucta karsilikli gulustuk ve onemli olan da buydu. ayrica bence komikti. sonra arastirmasi uzerine biraz sohbet ettik. ben de kendi arastirmamdan soz ettim. ardindan japonya’da nerelere gidilebilecegini sordu. birkac yer onerdim. sonra bir gun finlandiya’ya gitmek istedigimden soz ettim. bana kartini verip benden de iletisim bilgilerimi aldi ve eger bir konferans duyarsa bana haber verecegini ve boylece finlandiya’ya gelebilecegim onerecek kadar da inceydi. tesekkur ederim nils. bir gun mutlaka.

    *italyanlar kadar guleryuzlu ve insani iliskiler arasinda kendime yakin buldugum bir millet var mi bilmiyorum. evet, gittigim her yerde bir italyan buluyorum; cunku oylesine guleryuzluler ki onlarin gulumsedigini gordukce ben de daha cok gulumsuyorum ve boylece sozlere gerek olmadan bir bag kurabiliyoruz. bu sefer tanistigim arastirmaci bir klinik psikolog idi. roberto amca o kadar guleryuzlu o kadar sevimliydi ki tek basina oturdugu masada yaninda oturup oturamayacagimi sordugumda beni hemen buyur etti. ogleden sonra sunum yapacagini ogrendim ve katilmaya calisacagimi soyledim. aslinda biraz rastlanti eseri katildigim oturumda onun da sunum yapacagini gordum. sunumundan once bana kendisinin fotograflarini cekip cekemeyecegimi sordu. elbette, elbette ki cekebilirdim. hic sorun olmazdi. bircok acidan bir suru fotografini cektim. onun da arastirmasindan soz edecegim; cunku turkiye ile iliskilendirilebilecek cok onemli bir arastirma yapiyor. onu sahsen tanimiyorum ama, arastirmasini gordukten sonra onun cok iyi bir insan oldugu izlenimini edindim. sunumundan sonra konusma firsatimiz olmasa da arada denk geldigimizde fotograflar icin bir kez daha tesekkur edip “bu yaptiginin karsiligini nasil odeyeyim sana?” derken basimi oksadi. yani nasil desem, nasil anlatsam bilmiyorum o an nasil hissettigimi. bir babanin evladini sevmesi gibiydi. bana kartini verdi ve ona yazmami istedi. bu dunyada cok guzel insanlar var. kendimi birkac yil icinde italya’da bir yerlerde gormek istiyorum sanirim. zaman ne getirecek bilinmez.

    *filipinli gay bir arastirmaci tarafindan cisgender bireylerin gay ve lezbiyen bireylere yonelik tutumlarina iliskin yaptigi bir arastirmanin sunumunu dinleme firsati buldum ve sonrasinda da kendisine birkac soru sordum. arastirmayi dinlerken aklima yatmayan birkac sey oldu. soz gelimi, birinin cinsel yonelimine iliskin notr olmanin da aslinda olumsuz duyguya isaret ettigini soyledi arastirmaci. ben bunu sacma buldum acikcasi; cunku birinin cinsel yonelimine iliskin olumlu ya da olumsuz duygu hissetmeyi sacma buluyorum. umrumda degil ki. bunu dile getirdigimde yuzu biraz dustu. oysa ben birine baktigimda onun cinsel yonelimini, dini inanislarini, etnik kimligini gormuyorum ve umursamiyorum. umursamadigim bir konuda da notr kalmam kadar dogal bir durum olamaz. sonra fark ettim ki icinde buyudugumuz toplumsal yapinin bize her seye iliskin olumlu ya da olumsuz bir tutum benimsememiz, olumlu ya da olumsuz bir duygu beslememiz yonunde bir vurgusu var. heteroseksuellige ne olumlu ne de olumsuz bir duygu hissetmiyorum. escinsellige de hissetmiyorum. bu durum benim cinsel yonelimimle ya da cinselligimle de ilgili degil. notr olmak olumsuz olmak demek degildir bence. ayrica dogusla gelen, secme olanagimizin olmadigi ozelliklere olumlu ya da olumsuz duygu beslemek de bence sacma. evet, bu ozelliklerimiz varlar. farkliliklar. hepsi bu kadar.

    *batililarin uzunca bir zaman somurmus oldugu singapur, filipinler, hong kong, tayvan gibi ulkelerin ingilizce duzeyleri yuksek ve buralardan iyi arastirmalar cikiyor. batililar somurmekle kalmamislar. ayni zamanda bilimsel kulturu de ihrac etmisler ve bu durum uzun vadede bu bolgelerin (en azindan belirli alanlarda ve belirli bir noktaya kadar) gelismesine katkida bulunmuslar gibi gorunuyor. buradan somuruyu onayladigim ya da olumlu buldugum gibi bir sonuc cikmasin. bana oldukca ilginc gelen bir izlenimimi paylasiyorum yalnizca. oteki asya ulkeleri icin aynisini soyleyemem. arastirmanin duzeyi universiteden universiteye, arastirmacidan arastirmaciya degisiyor oteki ulkelerde.

    *sosyal bilimler gelenegi gittikce degisiyor. her ne kadar batililarin sosyal bilimler gelenegini daha saglam bulsam da daha tutucu olduklarini dusunuyorum. belirli bilim dallari belirli konular disina hic cikmiyorlar. dogululari ya da dunyanin geri kalanini metodoloji acisindan daha zayif buluyorum ama, sosyal bilimlere yaklasimlari daha esnek ve yenilikci bence. disiplinlerarasi calismalar daha yaygin bu yuzden. kuresellesmenin artmasinin tek guzel tarafi degisim yaratarak bakis acilarini esnetmesi ve yenilik getirmesi olsa gerek. batinin tekelinden cikiyor ki buna muthis seviniyorum. yalniz herkes duzenin icinde kalarak yaklasiyor konulara. soyle saglam bir elestiri getiren ya da dusunmeye zorlayan herhangi bir calismaya rastlayamadim. sunumlardan sonra gelen sorular da insanlarin duzenin disina cikmadan dusunduklerini kanitlar nitelikteydi gordugum kadariyla. bu durum hayal kirikligina ugratti beni.

    *sunum yapmak oldukca zor. hocalar icin bile zor. bir once katilmis oldugum konferanstaki sunumlari daha basarili buldugumu soyleyebilirim. o konferans egitim bilimleri uzerine oldugundan, katilan arastirmacilarin buyuk cogunlugunu egitim fakultesi mezunlari olusturuyordu ve akademisyen kimliklerinden once ogretmenlerdi. doktora duzeylerindekiler bile oldukca basariliydilar bence. bu konferansta ise sunumlarin niteligi yasla artmakla birlikte bazi profesorler bile bildiklerini aktarmakta pek iyi sayilmazlardi. sunabileceginden cok daha fazla bulguya yer vermis irlandali bir yardimci docentin son 4-5 slayti gecip sonuca atlamak zorunda kaldigini, bir kanadali profesorun hicbir sunum gorseli hazirlamamis oldugunu, benim gibi doktora duzeyinde olanlarin da akillarindakileri toparlamak istercesine ara ara dusunerek ve bazen de karistirarak sunduklarini gordum soz gelimi. bir alanda ne kadar uzun sure calisirsaniz o kadar iyi bilmeye basliyorsunuz. bildikleriniz sizin icin dogal hale geliyor ve sizden baskalarinin o konuda sizin kadar bilmedigini, anlatsaniz da hemen kavrayamayacaklarini fark edemez hale geliyorsunuz bir sure sonra. bu yuzden de bazi sunumlari anlasilmasi oldukca zor buldum; cunku kavramlari netlestirerek aktarmadiklarini, hatta bazi kavramlari aciklamadiklarinin bile farkinda degildiler bence. buna ben de dikkat etmeliyim. bunun disinda ise konferanslar kendime su evrende yer buldugum cok guzel etkinlikler. egitim seviyesi alabildigine yuksek. katilimcilar cok nazik, guleryuzlu ve alcak gonulluler. bilmediklerini rahatca dile getiriyorlar. her seyden de onemlisi ogrenmeye istekliler; cunku isleri, yasama amaclari bu. ogrenmek. herkes ilgili ve anlattiginizda konuyu bilmeseler bile anlamaz gozlerle degil, anlamak isteyen bir ifadeyle, ilgiyle dinliyorlar. hatta konunuza iliskin bilgisi olmayanlardan nokta atisi geribildirimler alabiliyorsunuz. sizin goremediklerinizi soyleyebiliyorlar ve bunu nezaketle, yardim etmek isteyerek yapiyorlar. herkes yapici yaklasiyor. sabahtan aksama bir suru sunum dinledikten sonra gercekten gordum ki yapilan her calisma buyuk ya da kucuk fark etmeksizin bilimin bir suru farkli noktasina ya da bir noktasina farkli acilardan katki yapiliyor. o entelektuel insanlarla bir arada bulunurken ve sunumlarini dinlerken evrende kendime bir yer bulmusum gibi hissettim. “evet” dedim, “yerim burasi.” cok mutlu hissettim. daha cok calismaliyim.

    *cagin degismesiyle ve teknolojinin yasamimiza daha fazla girmesiyle yapilan calismalarin icerigi de degisiyor. internet bagimliligi, sosyal media kullanimi ve mutluluk, teknolojik cihaz kullanimina bagli uyku kalitesi, insan-robot etkilesimi, bilince sahip yapay zekanin ahlaki acidan nasil degerlendirilmesi gerektigi gibi calismalarin yayginlastigini goruyorum. tam bir gecis donemindeyiz su an. teknoloji yasantilarimiza entegre oluyorsa da tam olarak uyum saglayabilmis oldugumuzu dusunmuyorum. bundan 100 yil sonra dunyanin nasil bir yere donusmus olacagini cok merak ediyorum; ama daha cok merak ettigim, bilince sahip bir yapay zeka ortaya ciktiginda neler olacagi.

    gelelim konferansta aldigim notlara. cok hosuma giden calismalar olsa da aldigim notlari tek tek yazmaya erindim acikcasi. merak ettiginiz bir seyler olursa -ki buraya kadar okuduysaniz cok tesekkur ederim- sorabilirsiniz. esen kalin.

    bilgiyle kalalim.
  • akademisyen ve araştırmacılar için hazır tatil imkanıdır.
    bunu akademi dünyasını karalamak için söylemiyorum fakat bilimsel kaygıları bir yana bırakırsak konferans tatil ve dinlenmek için bulunmaz bir fırsattır. düşünsenize; tatile çıkmak isteseniz nereye gidilecek, nasıl gidilecek düşünecek onlarca parametre var. zaten bu yüzden bir çok tatil planı daha başlamadan biter. hem evliyseniz 'ben üç beş gün tatile gideceğim' demek yüzüğü çıkarıp atmaktan farksızdır. hadi eşinizi ikna ettiniz, akademik dönem devam ederken izin almak mümkün değil. fakat konferans sözcüğü devreye girdiğinde tüm engeller bir anda ortadan kalkıyor.
    konferansta ise yer ve tarih belli. nereye gideyım diye dert etmeye gerek yok. daha ne olsun? hem işini yaptığın için kendini kötü hissetmene gerek yok hem de seminerlerden kalan vakitte bulunduğun şehirde iki tur atıp, bir kaç fotoğraf çekip 'ne de güzel gezdim' diye hava atabiliyorsun.
    zaten insanoğlu böyle bir varlık; tüm ipleri eline verirsen ipleri birbirine dolayıp kendini kendine hapseder. fakat önüne bir kaç sabit değer verirsen zeka denen gizemli dünya bilgisayar programı gibi fıldır fıldır çalışmaya başlar.
    eşimle kavga sonrası edit*: bundan sonra konferanslara eşimle gidiyorum*.
  • sevmiyorum, sevemiyorum.

    öğlene doğru okuldan telefon gelmeden önce; günümü sözlükte geçirmek, bu gri fona fazla bakmaktan midem bulandığında, uzun süredir izleyemediğim transformers 3'ü izlemek vardı aklımda. evdeki hesap çarşıya uymadığı gibi, eve de uymadı. gelen telefon, öğleden sonra okulda tübitak'ın düzenlediği bir konferans olduğunu ve rektörlükten katılımımın istendiğini söylüyordu.

    isteksizce gittim konferansa. salona girer girmez, ders boyunca dersle ilgisiz her şeyi yapmaya niyetli bir öğrenci gibi geçtim en arkaya. ortalık öğretim üyesi, idareci kaynıyordu. saçı sakalı birbirine kontrolsüzce karışmış biri olarak ortamda bir ben öğrenci gibiydim. tübitak'tan gelen konuşmacılar projeden, proje oluşturmanın önemi ve aşamalarından bahsettiler. uzun süren konferanstan anladığım, ben de dahil pek çok hocanın bu çetrefilli süreç ve aşamalar yüzünden yeni bir proje ortaya koymakla uğraşmayacağıydı. dünyaya faydalı olmak için farklı kulvarlara geçiş yapmaya karar verdim.

    power point sunusunda yazanlardan farklı bir şey konuşulmayıp ruhum daraldığımda etrafıma baktım. benden başka herkes can kulağıyla konuşmacıları dinliyordu. ben ise yarım saattir tüm dikkatimi çekim yapan fotoğrafçı ve kameramana vermiştim. çünkü zırt pırt yanıma gelip görüntü alarak gına getirmişlerdi. evet, onlar da işlerini yapıyorlardı ama yarım basket sahası ebadında bir salonda 30 dakika boyunca onlarca fotoğraf çekmek, fotoğraf çekim sesini kapatmayarak ben fotoğrafçıyım imajı vermek, kesintisiz kayıt yapan koca bir kamera varken, kendini tarantino gibi hissedip 2. bir kamera ile farklı açılardan bol bol görüntü almak neyin nesiydi. allah'tan yanımda rpg getirmemişim. gözüm dönebilirdi.

    az önce herkes sunumu can kulağıyla dinledi diyordum ya. hikayeymiş. sunumu kimsenin dikkatle dinlemediği konferans sonrasında soru-cevap kısmında ortaya çıktı. içimden kıs kıs güldüm. zaten bende şans olsa çağrıldığım konferans chesea'de, dubai'de ya da moskova'da olurdu.
  • (bkz: bildiri) konferanslar iyidir, zevklidir... danismanin kesesinden tatil yapmanizi saglar. bilim adamlari ottur, kildir, yundur ama konferans yapmak icin genelde guzel yerler secerler. ya plaj kenarinda sukela bi 'resort otel', ya da super eglenceli bi mekan (ornegin (bkz: new orleans)) secebilirler. bu gibi durumlarda, gunduz, uslu bilim adami rolune burunulur; takim elbise, tayyor, jartiyer, etajer vs. giyilir, yakaya isim karti takilir ve sanki konusulan seyleri anliyomus numarasi yapilir. aksam olunca ise, kurt adam olunur, bilimum yavsak kiyafet giyilir, sokaklara dokulunur, barlara gidilir, kizlarla tanisilir, konusulan seyleri anliyomus gibi davranilir. bazen, sabah kasik kasik sunum yapan yasli profesor amcalardan biri, aksam kizlara goguslerini acsin diye incik- boncuk verirken gorulur (bkz: new orleans), eglenilir... evet, ben new orleans'a konferans'a gittim... (bkz: new orleans)
  • istanbul'dakiler genelde sahnedekinin türkçe hazırladığı power point sunumu türkçe bilen insanlara türkçe olarak okuması şeklinde geçer.
    sıkılmamak için anlatılanlar sunumdan takip edilir. "dur bakalım bir yerde takılacak mı? ahaa yanlış yerde vurgu yaptı" filan diye öyle boş boş izlenir. eskaza basından iseniz bir de üstüne sunumu size verirler. kahve ve çay aralarında iki kanka görüp iş dışında muhabbet etme imkanı tanıdığı için gidilir konferansa. yoksa adam okuyor sonra okuduğunu sana veriyor.

    basın camiasından herhangi bir konferansı kaçıran kişi sunumu evde bilgisayarda açar. kardeşini çağırır, sunumu okutturur. kendisi de koltuğuna oturur ve izler. aynı şey. dolayısıyla basın hiçbir konferansı kaçırmamış olur.
  • uzun ve sikici konusmalarda insanlarin kendilerine hakim olamayip uyuduklari yer.
  • tıpçıların (!) düzenledikleri makbuldür. 5 yıldızlı otel, güzel yemekler, muhtemelen gece latin dans eğlencesi, bol bol eşantiyon demektir.
  • nba'de iki adet** bulunur. yeni takimlar kuruldukca, ya da takimlar tasindikca degismekle birlikte, an itibari ile 89. boylam tarafindan birbirinden ayrilirlar.
  • her geçen yıl katılım ücretleri giderek artmaktadır.

    az önce bir uluslararası konferansa katılım için 1600tl konferans ücreti ödedim, okuldan alacağım parasını ama alamasaydım içime otururdu.
hesabın var mı? giriş yap