• ingiliz edebiyatçı john fowles tarafından kaleme alınmış, insanın kanını donduran gerçekliği en çarpıcı şekilde anlatan romanı. kitapta anlatılan ile gerçek hayatta yaşanılan birçok gerçekliği özdeşleştirmek hiç zor değil. özellikle erkeklerin çoğu zaman kadına bir nesne olarak baktığı, iletişim kurulabilecek insan olarak bakmadığı bu dünyada, neden bir çok birlikteliğin sağlıksız ve acı verici olduğunu en uçlarda yaratılan bir hikaye ile anlatan kitap. miranda karakteri ne yaparsa yapsın, kendini kaçırıp bir mahzene hapseden adama düşünsel olarak yaklaşamamaktadır. hikaye çok hazindir ve bence aslında düşünen insanın kaçamayacağı acıları, çıkmazları, çaresizlikleri anlatır. çünkü, dünyadaki insanların büyük bir çoğunluğu ya düşünmemeyi seçmiş, ya da düşünmenin ne demek olduğunu bile bilmeyen, dayatılana göre yaşadığının bile farkında olmayan insanlardan oluşmaktadır.

    miranda kitabın bir yerinde düşüncelerini aşağıdaki cümlelerle anlatmaya çalışır ki, bence kitaptaki en müstesna paragraftır.

    " sıra sıra kelebekler arasındaki bir örnekten başka birşey değilim. hizayı bozduğum zaman bana karşı kin besliyor. ölü olmam gerekiyor; iğnelenmiş, hiç değişmeyen, sürekli güzel. güzelliğimin kısmen canlı olmamdan kaynaklandığını biliyor, ama ölü beni istiyor. beni canlı ama ölü arzuluyor. bunu fena halde hissediyorum bugün. canlı ve değişken olmam, farklı bir şekilde düşünmem, ne yapacağımın belli olmaması ve geri kalan her şey canını sıkmaya başladı."
  • kopyası çok zor bulunabilecek bir plağın* illa ki birinci baskısını arayan zat.
  • yazari john fowles olan ve bir kelebek koleksiyoncusunun dehsetli oykusunu anlatan kitap. klise bir hikaye gibi gelir ilk basta ama ne olacagi meraki bir solukta bitirtir kendini. bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla sozunun bir roman ornegidir.
  • pelin esmer'in yapimciligini, yonetmenligini ve kameramanligini yaptigi
    belgesel film. son olarak 3. roma bagimsiz film festivali'nde en iyi belgesel film odulunu aldi.
  • filmi de cekilmiş.
    (bkz: the collector)
  • yönetmen pelin esmer’in öz amcası mithat esmer’in koleksiyon merakını konu aldığı 2002 yapımı belgesel. 2000’lerin başındaki istanbul, seyyar satıcılar, esnaf muhabbeti, karaköy, eminönü, adanmış bir tutku, toz ve kibar bir beyefendi temalı.
  • yönetmen ve yapımcı pelin esmer'in ilk filmi. uzun zamandır böyle etkilendiğim bir yapım olmadı, teşekkürler mubi.
    mithat amcam diyeceğim çünkü izlerken o kadar benimsedim ki...
    mithat amca amerikaya okumaya gidiyor, stanford üniversitesinden 16 bavulla dönüyor. ancak kendiyle ilgili o kadar naif o kadar sakin anlatıyor ki keşke tanışabilseydik diye iç geçiriyorsunuz. kendisinin farkında ve koleksiyonculuk onun için vazgeçmek istemediği bir tutku. gönüllü teslimiyet olarak tanımladığı daha sonra nüktedan bir sekilde mecburi teslimiyet diyerek kendi durumunu özetleyen böylesine bir cümle sizin kalbinize dokunuyor.
    en üzüldüğüm noktalardan bir tanesi büyük eşyalar için yeri ve parasının olmaması ve hayallerinden bahsederken "isterdim, ne iyi olurdu" diye iç geçirmesi.
    kesinlikle bilinçli bir şekilde yapılan koleksiyonculuk örneği mithat amcaya ait, hastalık değil bu. hasta insanlar bunu kabul etmez bildiğiniz üzere.
    belgesel filmde dikkatimi çeken diğer detay ise insanların mithat amcaya karşı duyarlı ve saygılı olmasıydı, eski türkiye insanları sabırlı,güleryüzlüymüs. ben o yıllarda ilk okul ikinci sınıfta olduğumdan gözlemleme şansım yapımlardan ve büyüklerden oldu haliyle.
    son olarak metin amcam 10/10 kıyafetleri ile beni fethetmiştir.

    izlenmeli, üzerinde düşünülmeli, empati yapılmalı...
  • zengin bir sanatsever, eşsiz bir yeteneğin kaşifi, bir sanat simsarı, alış veriş bağımlısı veya bir dispozofobi.
    koleksiyon yapmanın pek çok farklı nedeni olabilir ama bir sanat koleksiyoncusu da birçok farklı tipte olabilir:

    1. tip koleksiyoncu: vitrin yapanlar
    bu tip koleksiyoncuların nereye sıvayacaklarını bilemedikleri kadar çok parası vardır. tabii, bok gibi para olunca uluslararası müzayede evlerinin gediklisi olurlar. genellikle çılgınca (bazen saçmalık noktasına kadar) teklifler vererek, eseri ederinden yüksek fiyata satın alıp, sanat piyasasında çıtanın bir hayli yükselmesine neden olurlar. finansal kazanç umurlarında değildir. gelişmiş bir sanat beğenileri yoktur, gösteriş severler.

    2. tip koleksiyoncu: hazine avcıları
    bu tip sanat koleksiyoncusu, zamanını ve parasını, güzel ve sıra dışı olanı 'avlamak' için harcar. mükemmelliği uyum ve güzellik aracılığıyla arar. ama her şeyden önce, koleksiyon yapma nedenleri haz ile iç içedir: bir sanat eserini satın almanın hazzı, sahip olmanın hazzı ya da bir sanat eserini seyretmenin basit hazzı onları cezbeder. ne yazık ki, çoğu zaman peşinde koştukları haz ile bütçeleri paralel gitmez.

    3. tip koleksiyoncu: romantikler
    sanat koleksiyonculuğunun bir başka tipi de sanat ve insani değerlerin birbirine bağlı olduğunu düşünen romantiklerdir. onlar için sanat eserlerini elde etmek, medeniyetin geleceğini sorgulayan manevi bir arayış gibidir. sanatın her zaman kültür ve medeniyetin öncüsü olduğu, kişiyi her bağlamda daha derin anlam aramaya yönlendirdiği düşünülürse, bu grupta olmakta haklılar.

    4. tip koleksiyoncu: tüccarlar
    adından da anlaşılacağı üzere sadece 'yatırım koleksiyonculuğu' yaparlar. ticari kaygı ön plandadır. onlar için, sanat eserinin bitcoinden farkı yoktur. 'al- birkaç sene unut- sat' üçgeninde sanat simsarlığı yaparlar. ytd nedir bilmezler. satın aldıkları eserleri muhafaza edebilmek için özel depoları vardır. fakat, eseri satana kadar niye sefasını sürmezler hiç anlamam. asın duvarınıza da gözünüz gönlünüz şenlensin, değil mi ama?

    5. tip koleksiyoncu: anonimler
    en değişik gruba mensup koleksiyonculardır. müzayedelere isimsiz katılırlar. 1. tipte yer alan 'hazine arayanlar' gibi her esere atlamazlar. genellikle dünyaca ünlü sanatçıların, fiyatı dudak uçuklatan eserlerine talip olurlar. eserin satıldıktan sonra akıbeti bilinmez. kendilerine saklar, varlıklarını sergilemek istemezler. belki de eserin sergilenmesi için müzeler tarafından düzenli olarak talep edilmesinin önüne geçmek isterler. bilinmez. para var, huzur var amk.

    zenginin malı benim çenemi, sizin de gözlerinizi yorduğuna göre seçin, beğenin, alın. hangi tip koleksiyoncu olmak isterdiniz?
  • iksv tiyatro festivali kapsamında ikincikat gösteri sanatlarından izlediğim oyun.
    öncelikle ilyas özçakır’ı oyunculuk dersi tadındaki performansı için takdir ediyorum. beden postürü, konuşması, tikleri her şeyi ile bir karakter yaratmış. frederick clegg gibi rahatsız edici bir karakterin bile komedi unsurlarını ortaya çıkarabilmiş çok tebrik ederim. sahneyi paylaştığı ayfer tokatlı ise ne yazık ki aynı performansı sergileyememiş, bazı hareketleri muhtemelen fox tv dizisi alışkanlığı, tiyatro için çiğ kalıyor, zamanla daha güzelleşeceğini düşünüyorum.

    internette başka hangi sahnelerde ne zamanlarda oynanıyor diye baktığımda hiçbir yerde göremedim (ikincikat gösteri sanatları sitesi dahil). bu da bütün yorumumu değiştirdi. sadece festival kapsamında yapılmış bir oyun olamaz herhalde ama gala gibi bir ifade de yoktu. provaları devam eden bir oyunun ön gösterimi olarak yorumlayabildim. prova aşaması bitmemiş bir oyun olarak öneri mahiyetinde olsun bu dediklerim o zaman. dekorlar minimal olsun diye bez kaplı kutu seçilmiş muhtemelen ama daha az kutuyla daha yaratıcı bir dekor görmek isterdik. miranda karakterinin sahnede üstünü değiştirmesini mahremiyetine saygı duyulmamasından dolayı bu şekilde tercih edildiğini düşünüyorum ancak oyuna girer girmez neden üstünü değiştirdi anlayamadım. bir yerde replik unuttular herhalde olur mühim değil. ancak ışıkçının biraz çalışması gerek. genel ışıkta sağda açık unuttuğu spot, frederick’in tiradının yarısında açtığı spot vs gibi teknik aksaklıklar vardı.

    eğer burayı okuyan ekipten birileri varsa selamlama kısmını neden bu kadar kısa tuttunuz? seyirci olarak çok üzüldük. çok güzel bir oyun izlemiştik ve doya doya alkışlamak istedik. tekli selamlar, referanslar, sahneden çıkıp tekrar girme… çok güzel bir iş ortaya koymuşsunuz tebrikleri de kabul ederseniz memnun oluruz.

    genel olarak çok güzel bir oyundu. metin hem olay örgüsü hem de psikolojik tahlilleri anlamında çok güçlü, oyunculuklar güzel özellikle ilyas özçakır’ın ödül bile alabileceğini düşünüyorum. (ki direklerarası tiyatro ödülleri 2022 "küçük salon erkek oyuncu" ödülünü almış tebrik ederim) umarım sezon boyunca pek çok salonda seyirciyle buluşur.

    iyi seyirler
hesabın var mı? giriş yap