• bir şekilde, ergenlik yılları birikiminin tam olarak dışa vurulabildiği ender müzik yapıtlarından bir albüm. büyük ihtimalle kendi yaratıcılarının bile geriye baktığında korku ile karışık "ne yapmışız be" dediği bir eser.

    hit the lights , "hacı bu şarkı biziz, bu ilk şarkı" denerek kimbilir kaç konserde sayısız cover öncesi ya da arasında çalındı.

    the four horsemen, mötley crüe ile bile eğlendikleri bir klasik haline geldi.

    motorbreath ise muhtemelen bu entryi okuyan herkesin en az bir ay favori şarkısı oldu.

    jump in the fire, mükemmel bir single olmakla beraber, metallica'nın müziğine hakimiyetini göz önüne serdi.

    anesthesia ise hepimiz için, harika, ama sanki bitmemiş, buruk bir bas gitar şovu olarak kaldı.*

    whiplash ile biten kasedin ilk yüzü, yetişen yeni davulcuların aklını alsa da, b yüzünü gölgesinde bırakamadı.

    phantom lord isimli şarkıyı ilk olarak 1996da bir uçak simülasyonu oynarken dinledim. bir daha uçak simülasyonu oynarken guns'n roses dinlemememe neden oldu.

    no remorse ise anlayana savaşın kötü olduğunu anlatırken, anlamayana da davulun süper bir enstrüman olduğunu, trampetin ise ilahi olduğunu anlatıyordu. kalanlar paralı asker oldular.

    (bkz: seek and destroy)

    metal militia ile ileride metal'in kitlesel bir müzik olması ile ortaya çıkacak kitle başarı ile ve tabiri caiz ise, açıkçası çatır çatır yansıtıldı.

    ne zaman düşünsem dizlerimi titreten bir metallica albümü.
  • isim babasi cliff burton olan metallica albümü. o zamanki menejerleri johnny zazula "distributorler albüm icin metal up your ass ismine sicak bakmiyor" diyince, cliff "kill'em all" diye cevap vermis. cevap veris o veris...
  • metallica elemanlarının albümü yaptıkları yaşın ruhunu sonuna kadar taşıyan, kanımca metallica'nın içinde en çok ruh barındıran albümü.
  • bu güzide albüm, thrash metal'in ilk resmi eseri, metallica'nın çıkarttığı ilk albüm olaraktan kalbimizde her zaman ayrı yerdedir. metallica'nın en iyi albümü bence değildir, o şeref iki albüm sonrasına* aittir.

    yine de kill'em all, grubun diskografisinde eşi benzeri olmayan bir albümdür. fazlasıyla saf ve çiğ prodüksiyon vardır. hepsi birer tıfıl olan üyeler, içlerinde ne varsa bu albümde dışarı kusmuşlardır. ilk dönem thrash metal gruplarının hepsinde olduğu gibi bu albümde de yoğun bir new wave of british heavy metal etkisi görülmektedir. bahsedilen konular, sonraki albümler kadar eleştiri içermeyen, daha çok metal müzik ve savaş gibi klasik konular üzerinedir. ama müzikteki agresiflik bambaşkadır. sonraki albümlerde gelişen müzisyenlik ve bestecilik, bu agresifliği biraz seyrelttiğinden, kill'em all en saf albümleri olarak kalmıştır. bu albüm, iron maiden,diamond head,venom,mercyful fate,motörhead ve black sabbath gibi metal devlerinin müziklerinden alınan etkileri punk tarzıyla tepkimeye sokmuş ve metal müziği daha agresif ve hızlı bir icraya kavuşturmuştur. tiz prodüksiyonun verdiği kaotik hava ve grup üyelerinin toyluğu, albümdeki ruha ayrı katkı sağlamıştır.

    albümde şarkılar master of puppets ve and justice for all kadar progresif olmamakla birlikte, şarkı süreleri açısından da bu iki albümdekilerden daha kısa şarkılar içermektedir. bestelerde temel öğeler hızlık ve sertlik olduğundan bu albümde yarı ballad özelliği taşıyan hiçbir şarkı bulunmamaktadır. the four horsemen ve phantom lord'un ortalarında tempoyu düşüren kısımlar dışında olduğu gibi fazlasıyla yüksek tempoda giden bir yapı vardır. hit the lights ile kafaları yemeye başlar, metal militia'nın bitişiyle uygun adım marş pozisyonuna geçer, askerlik hissiyatına girersiniz, öyle bir kontrolsüz enerji fışkırması vardır. ardından gelen albümlerde progresifliğin işin içine girmesi, agresifliği ve hızı bir nebze kontrol altında tuttuğundan bu albümdeki hissiyat farklı kalmıştır. ha, metallica bir kez daha kendi içinde birikenleri kontrolsüzce kusmuştur ama o albüm st.anger olmuştur, kill'em all'un yanında adı anılamaz zaten...

    the four horsemen, dave mustaine yadigarı the mechanix'ten koparılmak için söz ve beste değişikliğine uğramış, ortasına melodik ve daha ağır bir kısım eklemesi yapılmış, dolayısıyla yedi dakikalık süresiyle albümün en uzun ve progresif öğe içeren şarkısı olmuştur. şarkıyı konserlerde,orijinali haliyle uzun süredir çalmamaktadırlar. jump in the fire'ın bitişindeki yardıring solo ve agresif bateri partisyonları formülünü thrash metal döneminde bir daha tekrarlamamışlar, wherever i may roam'u bestelerken anca hatırlamışlardır. lars ulrich, şaka gibi ama bu albümde ride kullanmıştır, sonra ride'ına küsmüştür. no remorse'da, hit the lights'ta, phantom lord'da ride kullanımı duymanız mümkündür. lars ulrich demişken, albümdeki bateriler büyük eksidir aslında, çok basit ve tekdüzedirler, pedal kullanımı da sınırlıdır. prodüksiyon sebebiyle, bateriler ses duvarının dibine gömülmüştür. albümdeki şarkıların canlı icraları, bateri partisyonları açısından her zaman daha iyi olmuştur. kirk hammett'ın soloları kalıp olarak benzerdir ama delişmenlik açısından tatmin edicidir. james hetfield'ın en tiz ve çığlık çığlığa halleri de bu albümdedir ve ilerleyen zamanlarda görülmeyecektir. cliff burton yine kendisinden ayrıca bahsedilmeyi haketmektedir, metallica'nın prodüksiyon işini her zaman sakat yaptığı gerçeğinden dolayı bas gitarı ön planda değildir ama dikkatli dinlediğinizde şarkılara nasıl yön verdiğini anlayacaksınızdır. anesthesia (pulling teeth) ise zaten ayrı hayvanlıktır.

    thrash metal'in doğumunu müjdeleyen ilk albümdür, canımızdır, cananımızdır. ondan daha hızlıları (bkz: bonded by blood)(bkz: reign in blood) gelmiştir, metallica zaten bu albümün üstüne kat artı kat çıkmıştır ama kill'em all her zaman candır. seek and destroy'u barda, restoranda, sokakta duydu mu içinde birşeyler uyanmayan bizden değildir.
  • heavy the story of metal isimli belegeselde sebastian bach bu albümle ilgili olarak soyle bir beyanda bulunmustur:

    - plagi ilk gördügümde arkasini cevirdim ve "aman tanrim, bunlar hayatimda gördügüm en cirkin 4 insan evladi *, bu plagi kesinlikle almaliyim" dedim.

    mevzubahis olan resim de budur:

    https://www.auralexploits.com/…bb8a2980108ee7b8f624
  • müziğin, özellikle rock müziğini bana kapılarını açan albüm. öyle çiğ romantizm yapmıyorum beyler. hikayeye bak şimdi:

    sene 1997. kaportaci taşradaki ilkokulundan mezun olmuş, eğitimi için annesiyle beraber ankara'ya gelmiş, babasıysa işi taşrada olduğundan dolayı yok, hafta sonları geliyor. 11 yaşında evimi, babamı geride bırakmışım. yanımda sadece anam var. ilk ay ev bile bulamadık; akrabada, öğretmen evinde filan kalıyoruz. bir de başladığım okul da uluslararası özel okul. öğretmenlerin, öğrencilerin ezici çoğunluğu yabancı, türkler de zengin büyük şehir bebeleri. hazırlığa başlamışım; ingilizce "i" demeyi bile bilmiyorum olum! televizyondan filan "my name is kaportaci" demeyi öğrenmişim, o derece acınacak haldeyim.

    liseliler bilmez; eskiden kaset doldurma diye bir iş kolu vardı. kasetçiye gider dönemin hit parçalarının kaydedildiği kasetleri alırdın ya da kendi playlist'ini hazırlayıp onu kaydettirirdin. benim de böyle bir kasetim var. tek kasedim. içinde coco jamboo mu dersin, children mı dersin tüm televole parçaları var. 2 yıldır hayatımın soundtrack'i olmuş. ama yok ağa, artık büyük şehre geldim ben! bıktım lan yayaye koko cambo'dan! herkesin dinlediği şeyi dinleyemem lan! (bu da babadan geçme genetik bir şey. herkes gibi olma. farklı bir şey yap. popüler şeylerin dışında çık. adam taşradaki steve jobs anasını satayım)

    karar süreci de şöyle işledi: "klasik müzik olmaz. pop olmaz. ulan şu trt'de rock market diye bir program var. kliplerde sarışın kızlar adamların etrafında pervane oluyor. heralde rock müzik güzel lan. havalı böyle. ışıklar, dumanlar. tamam lan! rock! ama türkçe rock dinlemem lan. o kadar yabancının arasında haluk levent mi dinleyecez. yabancı olacak. yabancı rock'çı kim var lan?"

    ben bu soruların arasında kaybolmuşken bir gün maltepe migros'a annemle alışverişe çıktık. (uzun zamandır gitmiyorum o tarafa da o migros süperdi lan. yanında yıkık bir fabrika vardı. ankara'nın battersea power station'ı gibi bir yer) o zamanlar migros'un müzik reyonu da eşek gibi büyüktü. her bir şey var. ben de raflar arasında hayatımın müziğini bulmaya çabalarken aklıma ilk okuldan arkadaşım doğukan geldi. doğukan'ın abisi rock'çıydı. hatta elektro gitarı vardı. evine gittiğimizde bir kaset takar, şarkıyla beraber gitar çalardı süper adam. sonra aklıma adamın kasetlerinin arasında gördüğüm o grup geldi: "lan metallica diye bir grup var, onlar rock'çıydı." hemen m harfine koştur. "aha burada var lan! ama hangisini alacaz? yok bunun kapağı çok korkunç* bununki de öyle* heh! şununki* güzel bak, çok korkunçlu değil. bunu alayım." (grubun ilk albümünü seçmeme sebep olan kozmik güçlere teşekkür etmem lazım.)

    buraya kadar normal de geçmem gereken son aşama var: malum, annem stalin'in reenkarnasyonu. gittim elimde kill 'em all kasediyle marul seçen kadına "anne, ben bunu alacam" dedim. sonradan anladım ki o dönem iplerimi biraz gevşetmiş, geçiş dönemindeyim ya, ne yapmak istersem yapıyor. "tamam al" dedi. bende bir heyecan var, görecen. eve gelene kadar zaman geçmedi.

    geldik eve. ben hemen odaya koştur, kasedi teybe tak. play'e bas. "yalnız ses gelmiyo lan?! aha başladı.* oha bu ne gürültü! boşver ama kızlar sever. sonra o jilet gibi keskin riff... james'in "whoa" çığlığı.. oha adam* ne kadar hızlı çalıyor lan!..."

    ilk 4 dakikada hissettiklerim mi? korku, şaşkınlık, ama mutluyum lan! müziği buldum. müziğimi buldum. 1983'te plağı plakçalara takan mayk ne hissettiyse aynısını ben 14 sene sonra ankara'nın buz gibi bir akşamında, içinde doğru düzgün eşya olmayan göt kadar odamda hissediyorum! the rest is history dediklerinden. 30 yaşına geldim ve 19 yıl önceki o akşam hayatımın mihenk taşlarındandır.

    not: o gün bana hayır demeyen, hatta daha sonra aynı migros'ta ikinci alacağım albümü seçmeye çalışırken anaç duygularıyla albüm kapağı hoşuna gittiği için youthanasia'yı gösterip "bak bunun kapağı güzelmiş; bunu al istersen" diyen ve seneler boyu odamda heavy metal'le çılgın attığım zamanlarda bir kere bile gelip "bu ne gürültü, kıs şunun sesini!!" demeyen canım anneme binlerce teşekkür ederim \m/
  • albüm boyunca ellerinde çekiçlerle züccaciyede koşturur gibi müzik yapmalarına,
    hetfield'ın o yırtılır gibi hafif daha tiz sesiyle "pestilence", "acting like a maniac", "attaaaaaaack", "dying one thousand deaths" diyişlerine,
    anestezi'deki gitar gıcırdatışlarına,
    whiplash'e girişlerine kurban
  • asıl adı ''metal up your ass'' olup da son dakkada tepkilerden çekinilerek nolsun nolsun denmiş, kill em all olmuş, trash metalin annesi kabul edilen album...
  • tarihte yayımlanmış ilk thrash metal albümü, yani thrash için milat olarak kabul edilir. judas priest, iron maiden, diamond head ve motorhead gibi gruplardan esinti taşırken punk akımının enerjisine sahiptir. metallica ne kadar james hetfield ve lars ulrich'in grubu olsa da, bestelerin bazıları dave mustaine'e aittir. ardından çıkan erken dönem (1983-1986) thrash şaheserleri için;
    (bkz: show no mercy) (bkz: slayer)
    (bkz: bonded by blood) (bkz: exodus)
    (bkz: killing is my business) (bkz: megadeth)
    (bkz: legacy) (bkz: testament)

    diğer thrash metal camiasının "kurucu üyeleri"

    (bkz: anthrax)
    (bkz: overkill)
    (bkz: sepultura)
    (bkz: sodom)
    (bkz: kreator)
    (bkz: destruction)
  • 88 falandı galiba yaş da 10 falan, işte o zaman görmüş, duymuş merak etmeye başlamış idim bu albümü.. sonra sene 90 oldu, küçük hayatımda geçen koca iki sene sonrası ben de arı kolejine başlamış idim, serviste orta2 ve üstü bazı abiler ablalar haldır huldur metal dinler idi.. paso metal sabotaj yapıp baskınlığı sağlayarak kaset koydururlardı servisçi amcaya.

    bu albüm de o ortamın içinde iken sorunca bana almam ilk tavsiye edilen albüm idi. zaten merak da var, sonra hemen koştum kasetçiye aldım. (o zaman kasetler ne kadar ucuzdu lan...)

    neyse.. dinledim de dinledim jump in the fire başta olmak üzere seek and destroy, the four horsemen ve tabii ki göz açan bir şarkı olan anasthesia sayesinde hastası oldum ben metallica'nın o yaşta.

    kasette jump in the fire'a sararken yerini bulabileyim diye orayı plastik 0,9'umla tırtıklayıp işaretlemiştim.

    işte bir nevi başlangıçtır bu albüm benim için... böyle de manevi bir özelliği vardır. sonradan metallica ne kadar biraz şey olmuş olsa da bu şekilde aklımda yer edecektir herdaim... (bkz: ekşi sözlük anı defteri)

    * muhtemelen yıllar içinde bu entry'yi yazdığımı unutup şuraya bir başka versiyonunu da yazdım bu entry'nin:
    (bkz: jump in the fire/@aernath)
    buna oy gelince hatırladım onu da.
hesabın var mı? giriş yap