• nasrettin hoca’ya sorarlar bir gün:
    “hocam evliya mısınız siz?”
    “evet...” der hoca ve ekler:
    “inanmıyorsanız şu karşıdaki koca ağacı çağırayım da gelsin buraya.”
    herkes pür dikkat, merak içinde hocayı izler.
    hoca üç kere ağacı “buraya gel” diyerek çağırır, ama nafile tabii.
    “gelmedi hocam” der kalabalık.
    hoca hiç istifini bozmadan cevap verir:
    “o gelmezse ben giderim, evliyada kibir olmaz.”
  • lise yıllarım. çok eski zamanlar yani. çok yoksulduk ama sefalet içerisinde değil. sınırı nasıl çizilir bilmiyorum ama dostoyevski yazmıştı: yoksulların gururu olur, sefaletin gururu olmaz. biz gururluyduk.

    5 çocuk, anne-baba, 2 oda bir salon daire. gölcük'te dere kenarında çelimsiz bir laz mütahit apartmanı.
    sonra döneriz konuya, evi anlatayım. deprem sonrası gittiğimde gölcük'e, kesin yıkılmıştır diye gidip baktım dim dik mağrur ve gururla ayaktaydı bizim köhne apartman. allah razı olsun mütahidinden.

    ev sahibi uzak bir yerlerde, evin kirasıyla filan mütahid ilgileniyor, ahbaplıkları varmış. babamda para olursa ödüyor 1-2 aylık kirayı, sonrası allah kerim. bir ara 12 aylık kira birikmişti sanırım. o denli. gene allah razı olsun.

    mütahit ofisine çağırdı bizi, konuşmak için. anam aldı beni, gittik. anam yoksul bir köylü kadını, başını eğmesini, mırıldanmasını bilir. zaten durumumuzun savunulacak bir yanı yok ki. tamamen insaflarına kalmışız.
    adam ezmeden durumu anlattı, ki biz de biliyoruz, inkar etmedik, annem sadece haklısınız diyor ezik bir sesle.
    adam alacağın bir kısmından feragat ettiklerini, kalanını nasıl ödeyebileceğimizi sordu.

    o zaman ben küstah bir şekilde çıkıp "tamam, borcumuz borç, ödeyeceğiz elbette, hepsini. gerek yok yarısını bırakmanıza" filan gibi salakça bir iki laf ettim. tam hatırlamıyorum cümlemi.
    ve ilk hayat derslerimden birini aldım o adamdan. orada.

    bak oğlum dedi, yoksulsunuz. bu suç değil. borcunuz çok, ödeyemiyorsunuz; bu da suç değil. ben de yardım etmeye çalışıyorum bu iyi bir şey.
    kibirli olma, işte o suç. dardayken sana allah rızası için el uzatanın elini itme. ona kibir denir.
  • şimdiki müslümanlar baştan sona kadar kibirle dolu. bugün din, çatık kaş demekle özdeşleşti. takva sahibi olduğunu sanıp ötekini küçümseyen, islamı savunduğunu zannedip aslında kibirli insan dolu etraf. herkes kendi işlemediği günahın evliyası, kimse kendisinden haberdar değil.

    ben tesettürsüz fakat beş vakit namazımı yerine getirmeye çalışan bir fâniyim. geçenlerde muhafazakar diyebileceğim bir arkadaş grubumla iftardayız. bir arkadaş var, kendisi tesettürlü lakin namaz görevini yerine getiremiyor. iftar sofrasında bana “namaz kılıyorsun, bir de bizim gibi kapansan ne güzel olacak” dedi. hüsnü zân ettim, sustum fakat dediği sözlerde o gizli kibri hissettim.

    “bana kafama tesettürü koydurtmayan, seninkini de secdeye koydurtmuyor, günün sonunda günahlarımızı teraziye koysak seninkisi daha ağır gelirse ne olacak?” sözlerini içimden geçirdim, bu sözleri söylesem çarşı pazar karışacak. “susan kurtuldu” dedim içimden. bu sözü de söylemek kibirdir zira. “sükut et.. kırıl ama kırma…”

    cüneyd bağdadi hazretleri yolda müritleriyle yürüyor. yolda iki adamın içki içtiğini görüyor. hemen müritler cüneyd bağdadi'ye dönüp "efendim dua etseniz, onlar da doğru yola gelse" der. (kibirdir) hazret "allah'ım bu kullarını bu dünyada eğlendirdiğin gibi ahirette de eğlendir" diyor. bir zaman sonra adamlar tövbe ediyor ve cüneyd-i bağdadi'ye mürit oluyor.

    duanın inceliğine bakın, kimde var bu incelik şimdi? islam olmak için ince ruh gerekir yahu, islam, kırıp dökmez. islam incitmez..

    hazreti ali "ben yürüyen kur'anım" demişti. sen, kuran olursan zaten tesir edersin. resullulah bir nazarıyla, bir sözüyle insanı irşad edebilirdi. sen kimsin? sabaha kadar vâaz et, hatim et, yoksa bu feraset sende anca kuru gürültü yaparsın, duyan da kaçar. kaçıyorlar da. bakın şimdiki hocalara. anlayın oradan işte.

    karşındaki dinsiz de olsa, günaha da batsa, onlar böyle ben şöyleyim demeyeceksin yahu. zira ben en takva sahibiyim, en iyi namazı ben kılarım, en iyi ben müslümanım demek kibrin en aşağılıdır. unutmamak lazımdır ki kibrin velisi şeytan, düşmanı da allahtır.

    debe editi: allah razı olsun, ne güzel mesajlar aldım. ruhu güzel, kalbi güzel insanlar iyi ki var…
  • şeytan'ın en sevdiği günah olduğundan emin değilim. ben şeytan olsam öfkeyi ya da tembelliği severdim. hoş öfkede de kibire benzeyen bir yan var. büyük ölçüde çocukluğa ait hasarlarla yakından ilgili, ama tembellik en temiz en kişisel günah. şeytan bile dişaridan bakınca tembelliği çiçek gibi görür. şeytanın "dokunmayayım ben buna kendi kendine çürür" diyeceği türden zarif ve kişisel bir yanı, "bana dokunmayan şeytan bin yaşasın" diyen neşeli tarafları var tembelliğin. nihayetinde geçen vapurda oturanlara bakarken düşündüm de herkes kendine özgü bir şekilde durduğu yerde zarifçe çürüyor. nitekim şeytanın kendisine gerek olmadığını düşünmesi şeytanlığın zaferidir. pornografinin internetin kralı olması, insan güdülerinin teknoloji karşısında nasıl galebe çaldığını gösteriyorsa, tembellik de hayaller mezarlığı haline getirdiği insanlar aracılığıyla şeytanlığı zafere kavuşturur. ama baştan söyleyeyim kibir şeytanı bile uğraştırır.

    kibir kızkardeşi öfke gibi hareketli, hoyrat, yıkıcı ve enerjiktir. nerede ne yapacağı belli olmaz ve çoğu kez de sanıldığı gibi bir kişilik defosu ya da kişiliğin bir özelliği değil, aksine çoğu zaman bir kişiliksizlik belirtisidir. modern psikiyatri her ne kadar kibri bir defans olarak düşünürse ve özgüveni, kişisel varlık duygusu aşağılanmış bireyin dış dünyayı aşağılayarak değersizlik hissini aşmaya çalışması olarak tanımlasa da kibir basit bir defans değildir. kibir karmaşıktır. bir kibir gösterisi olan her eylemde çoğu kez kişinin kibrini kendisine maskeleyen karmaşık bir mekanizma çalışır. ama kibiri bir sanat eseri haline getiren şey toplumsal olarak yaşanma şeklidir. kibir kişinin kendisini, kendi varlığını unutarak, başka bir insan olarak sahneye koyması, soyut, teatral bir tip haline getirmesi, kişiliğin çözülmesidir. çözülen kişilik şeytanın yumurtasıni bile doldurmaz. buradan tüm ergenlere sesleniyorum, ilgi çekeceğim diye kişiliğinizi kaybetmeyin, kişiliğinize sahip çıkın, kibrinize mukayyet olun.
    30 yaşını geçmiş olanlar için aile salonumuz yedinci kattadır..
  • geçenlerde kadim dostum leopold adler'in oğlu geldi yanıma. alfred'miş adı. hatırlıyorum ben bunu, küçükken pek bi cılız, hafiften kekeme bi çocuktu. şimdi koca adam olmuş da hekimlik okurmuş. dedi "üstad, babamın selamını getirdim. sizden feyz almak isterim."
    dedim "evlat, bana üstad dedin ve hak ettiğini alacaksın, çek bi tabure de sana hayat üniversitesinde öğrendiklerimi anlatayım."

    gençlerdeki bu şuursuzluk beni mahvediyor. oturup iki saat öğüt dinleyerek hayatı öğrenmeye çalışıyorlar. olmaz! bizim yaşadıklarımızın yarısını yaşasa isyan eder bunlar, bizim zamanımızda biz 100 gr çay için sıraya girerdik. bunların ellerinde bilgisayar gibi telefonlar var. evet biz, bizler kitap okumadık ama hayatı okuduk. hiçbir yeri gezmedik ama trt programları seyrede seyrede ezberledik biz. bi kere yaşımın ondan büyük olması bile benim bilgeliğimi ispatlar. bunu herkes bilir ki yaş-bilgelik arasındaki korelasyon doğrusal yönde ilerlemektedir.

    e tabi uzun uzun konuşunca konu kibre geldi.
    dedim "alfroş*", "sen" dedim " görünür kibirden korkmayacaksın, kibrin gizlisinden korkacaksın!"
    gece uykulu uykulu tuvalete gittiğin an göz göze geldiğin hamam böceğinden korktuğun gibi korkacaksın bundan. yooo hayır! hamam böceği kadar görünür de değildir bu. mütevazılık olduğuna, iyi-niyetten beslendiğine ve tamamen kalpten geldiğine yemin bile edersin ancak kibirdir bu. bağırmaz evet. çok sinsidir.

    "efendim" dedi. "aşikar ki, çok değerli şeyler söyleyeceksiniz, not alabilir miyim ben?" dedi. dedim "notunu alırken söylediklerimi kaçırma bak, herkes söylemez bunları, şurada kaç yıllık ömrümüz var bilinmez, kullan beni"
    ona çay, kendime de kivili oralet söyledim hemen. çay içemiyorum artık, çarpıntı yapmaya başladı bana.

    "heyecanla bekliyorum, söyleyecekleriniz beni çok heyecanlandırdı." dedi.
    "olmaz" dedim. "bi büyüğün konuşurken sözünü kesmeyeceksin. uslu uslu dinlemen lazım, saygısızlıktır bu." dedim. özür diledi. başladık.

    "bak" dedim." diyelim ki baban "ben bir kere bile bu çocuğu bana sesini yükseltirken görmedim" dedi, sana iltifat eder sanırsın değil mi? hayır! kendini anlatıyor.

    kendi dertleriyle mücadele edemeyen arkadaşın, sana uzun uzun çilesini anlattıktan sonra "allah sevdiği kuluna sıkıntı verirmiş" diye mi bitiriyor? evet, kendini parlatıyor.

    sendeki bu irade/güzellik/imkan/göt/zeka bende olsaydı, dünyayı yerinden oynatırdım, bu şirketi üstüme yapardım diye iltifat aldın mı arkadaşından? hayır, kendini övüyor.

    yeni bir girişime niyet ettiğinde kendi imkansızlıklarını ve engellerini senin önüne süren arkadaşın seni temkinli davranmaya mı davet ediyor?

    "ya senin çocuklar mis gibi. uyu diyosun, uyuyolar; yemek veriyorsun, yiyiyolar. bana çocuk büyüttüm deme hiç!" diyen yenge peki? kendi kutsal anneliğini anlatıyor.

    ihtiyacın olmamasına rağmen notlarını seninle paylaşan, elindeki işi alıp senin yerine kendisi yapan kişi çok mu iyi niyetli?

    "boşanmalar hep boşluktan olur, elinize bi kitap alın, bi hobi edinin, işiniz olmazsa birbirinize sararsınız tabi" tavsiyesi veren karısıyla akşamları iki dakika muhabbet bile edemeyen 2321 yıldır evli olan erkek birey peki?

    "bak ben kötü niyetli olsam, gelir evi kontrol eder, seni komşulara sordururum" deyip kiraya %50 zam çakan ev sahibi senin de sahibinmiş gibi davranmıyor mu?"

    "yazdın mı genç!" dedim. "affferim azimli çocuksun bak, ben de doktor olmak istemiştim ama çok fakirdik. hem altı kardeştik biz. hangimizi okutacaktı canım anam. sizdeki imkanlar bizde yoktu ki!"

    "efendim" dedi " ilerde yazacağım kitaplarda bu bilgileri kullanabilir miyim?"
    "ya" dedim. " sen mi kitap yazacaksın, yaz tabi. biz de yazacaktık da nasip olmadı, yayın evleri hevesini kırıyor insanın."

    "peki" dedi. "atıf yapmasam olur mu?"

    arşa uzanan bir kahkaha attım. "yapma ulan köftehor" dedim. "sen o kitabı yaz da söylediklerim benden hediye olsun. hatta son bi laf edeyim, bunu da yaz kesinlikle:
    bugünkü toplumsal düzende insanın kendini beğenmişlikten tümüyle yakayı sıyırması gerçekleşecek gibi değildir.
    nasıl? yazdın mı?

    kibre bakar mısın ya? atıf yapmasam olur muymuş! söylediklerimi anla da bi!
  • kibir herşeyi renkli ve ışıltılı gösteren, ama takan kişiyi alay konusu olacak kadar madara eden bir gözlük gibidir.

    sinsidir, kibir sahibi kibrini bilmez, sadece onun tutsağı olur. doğurgandır, giderek büyür ve tüm hücrelerinizi ele geçirip sizi paçavraya döndürmeden önce ondan kurtulmanız çok zordur. acımasızdır, kurbanını en tepeye çıkartıp, yere öyle fırlatır. merhametsizdir, sizi terkettiğinde isteseniz de onu geri kazanamazsınız. kibir ruhun katilidir.

    kibir kurdu kocayınca köpeklerin maskarası yapar. soytarıyı tahta oturtup, kralı şaklaban kılar. öyle akıllı, öyle hilekardır ki, en ahmağından en dahisine kadar herkesi gözünün yaşına bakmadan donunda sallar.

    kibir kurbanı, kukla ustası olduğunu sanan bir kukladır. kullandığı için övünürken kullanılır, hükmettiğini düşünürken hükmolunur. hiç beklemediği anda sihirli değnek sandığı kazığı kıçında bulur.

    kibir bir dev aynasıdır. ona bakan kişi onu görmez, ama o herşeyi görür. sabırlıdır, sessizdir, hazzını paylaşmaz. sadece içinden güler ve o muhteşem düşüş anını bekler…
  • nasrettin hoca'ya sormuşlar:
    - hocam sen evliya mısın?
    - evet ben evliyayım. istersen şu karşıdaki ağacı çağırayım yanıma gelsin...
    - tamam hoca çağır görelim.
    hoca üç kere ağacı yanına çağırmış. fakat ağaç gelmemiş ..
    hoca demiş ki:
    - o gelmezse biz gideriz, evliyada kibir olmaaaaz...
  • yedi ölümcül günahtan biri kibirdir. kibir sadece kendinle övünme şeklinde görülmez. genel olarak yakınmalarımızın tümünün altında gizli saklı kendini gösterir. insanların kendine acıması, anlaşılamadığını düşünmesi, kendinden nefret etmesi, devamlı yakınması aslında gizli kibir göstergeleridir.

    kibir, kendiyle fazlaca övünme şeklinde algılanır ama bir çok davranışın altında gizli gizli kendini gösterir. çok yakınmak, devamlı şikayet halinde olmak da bir kibir belirtisidir. kibir kendine değer verme duygusunun -ki bu sağlıklı birşeydir- habisleşmiş şeklidir. kendine değer veriş diğer başka insani arazlarla birleşerek birçok arızalı davranışa sebep verebilir. yaşadığı ülkeden, çalıştığı işten, patronundan, ilişkisinden, evliliğinden, komşularından, okulundan, arkadaşlarından devamlı yakınan kişi aslında bir kibir öbeğidir. hiçbir şeyi kendisine yakıştıramamakta, yeterli görmemektedir.

    kendine acıyan insan aslında ne kadar değerli birisi olduğunu düşünmektedir. insanların onu anlamadığı, yanlış anladığı, aslında ne kadar övgüye layık birisi olduğunu düşünen insan başkalarından devamlı övgü göremeyince kendine acımaya başlar. bu kibirdir. kibirdir, çünkü kendini öyle değerli görüyordur ki devamlı başkalarının övgüsünü bekliyordur. bunu bulamayınca kendine acımaya başlar. bu acımanın altında yüksek oranda kibir vardır. (bkz: kendine acımak) kibir duygusu insanı intihara bile sürükleyebilir. kendi ölümüyle başkalarına ders verme mantığı birçok intiharın altında yatan gizli nedendir. kendine zarar vererek başkalarını cezalandırma düşüncesi de aslında kibrin ta kendisidir.

    kibir bilginin yanında durandır. bildikçe farkında olmadan kibir sahibi olunur. kibirden uzak durabilen bilgili kişi bilge olurken, duramayan maydonoz olur. herşeye burnunu sokar, her işe karışır, her demden dem vurur. insanın sıtkını sıyrıltır. bilginin içinden özünü alıp hayata yorum katan kişi bilgeleşirken, bilgiyi kalıp olarak alıp depolayan kişi her daim ortaya salata niyetine bilgi saçar hale gelir. bu da insanı söylediğini bilenden çok bildiğini söyleyen hale getirir. aradaki ince fark kibirden gelir.

    kibir cahilliğin yanında durandır. cahil insan bilmediğini kabul etmek yerine öğrenmekten duyduğu tembellik yüzünden bilmediğine bok atmayı seçer. algılayamadığı, anlayamadığı şeylere karşı duruş geliştirir. bu kendine duyduğu güvenden çok kibrinden kaynaklanan bir "ben bilirim"ciliktir. statükoculuğun altında kibir yatar. töre, anane, gelenek gibi kavramlar da kibirden beslenir. öğrenmiyorum, öğrenmek de istemiyorum gibi bir duruşu kibirden başkası ayakta tutamaz.

    kibir tüm fanatizm çeşitlerini besleyendir. benim takımım, benim siyasi görüşüm, benim şehrim, benim ülkem, ırkım hep kibirle gelişir. kendini şiddetle başkalarından farklı görmek, farklı kamplara bölünmek, ait olmak kavramlar hep kibir içerir. bana layık, ben tutuyorsam mükemmeldir, ben seviyorsam kimse bok atamaz, benim sevdiğimi kimse eleştiremezcilik kibirle beslenir, büyür. bir futbol takımını seven, galibiyetleriyle mutlu olan insan "sporsever" ya da "taraftar" iken, her yere, dağa taşa tuttuğu takımı yazmak isteyen, karşı takımdan olanı boğmak isteyen kişi de "fanatik" olur çıkar. kibri dağları aşar. kibir bir şeyleri aşırı derecede övmenin de, aşırı derecede eleştirmenin de altında yatar.

    kibir sevginin yanında sinsice durandır. sevgi çoğu zaman kibirle kirlenir. sevdiğinin herşeyine karışmaya, onu sahiplenmeye götüren şey kibirdir. sevdiğini adam etmeye çalışmak, değiştirmeye çalışmak, yemesine içmesine karışmak, devamlı sevdiğini söyletmeye çalışmak, sevdim mi tam severimcilik, dünya alem duysunculuk, başkasına yar etmemcilik, kıskançlık kibrle kirlenmiş sevgi gösterilerine dönüşür. sevdiği kişiyi olduğu gibi kabullenemeyip değiştirmeye çalışan, çoluğuna çocuğuna başkası ne der diye kısıtlama getiren kişi kibir deryasında yüzendir.

    kibir ruhu kemirendir. ruhu huzurdan alıkoyandır. kibir öfke doğurandır. kendine devamlı öfke duyacak bir kaynak bulup, kana kana içirendir. kibir her daim kendini haklı gösterendir. hukuka saygıyı yok edendir. kibir, etik bozarken bile kendine saygı duymanı sağlayan şeydir. kibir, başkalarının hakkını yerken içini rahat tutan şeydir. vicdanın sesini duyulmaz kılandır. kibir kin gütmeni sağlayan şeydir, affetmeyi yok sayandır.

    kibir, biz onu bulana kadar sessiz ve derinde yatandır. iyi, başarılı bir şeyler yapmaya veya yapamamaya başladığımızda bizi ilk karşılayandır. onunla karşılaştığımızda ne kadar çok seversek o kadar kuvvetlenir. ama kibir hain bir arkadaştır. günü gelir sizi mutlaka yere çalar. bu hiç değişmez. dünya kupasının son dakikalarında rakibe attığınız kafa darbesinin ardından size gülümseyerek el sallayan odur, başka sebep arama...
  • 7 ölümcül günahtan bir tanesi...egosu fazla semirmiş kişilerde görülür.ayrıca çoğu insanın kendi güvensizliklerini ve korkularını kapatmak için kullandıkları sağlam fondöten,güçlü bir maskedir.
  • ''kemikleri, eti, bağırsağı ve kan
    damarlarını toplayan deri nasıl insanın görünümünü
    katlanılır hale getiriyorsa, ruhun ajitasyonu ve
    ihtirası da kibirle kaplanmıştır. kibir, ruhu kaplayan
    deridir.."

    (bkz: nietzsche agladiginda)
hesabın var mı? giriş yap