• iki türlü ki vardır
    bağlaç olan ki ve ek olan -ki

    bağlaca örnek:
    sorduğun soru o kadar zordu ki .

    ek olan -ki için örnek;
    sözlükteki başlıkların hepsi bir değil ..

    örnekler arzunuz dahilinde çoğaltılabilir
  • deveye, neden bağlaç olan "ki" leri ayrı yazmıyorsun diye sormuşlar
    "nerem dogruki" demiş
  • sonrasında geldiği sözcükle ayrı yazılıp yazılmama konusunda en çok hata yapılan ektir, halbuki kullanımı pek basittir. öncelikle kuralı söyleyeyim, ardından örneklere geçeriz: ki eki, bitişik yazılacağı zaten aşikar olan sıfat ve zamir kullanımlarının dışında, aşağıda sayacağım birkaç istisnai birkaç sözcük dışında her zaman ayrı yazılır.

    sıfat olarak: evdeki hesap
    çarşıdaki dükkan
    masadaki telefon

    zamir olarak: senin defterin => seninki
    ahmet’in kitabı => ahmet’inki
    onun fikri => onunki

    yani sıfat ve zamir olarak kullanılıyorsa bitişik yazılır. bunun dışında ise kalıplaşmış birkaç sözcük dışında ki eki hep ayrı yazılır. bu kalıplaşmış sözcükler ise: belki ve değişime uğramış çünnün yazımını haliyle biliyoruz. bunların dışında kalan bu birkaç sözcük için ise akılda kalıcı bir sözcüğü kullanıyoruz. ingilizcede “evler” anlamına gelen “homes”.

    h halbuki
    o oysaki
    m mademki, meğerki
    e eğerki
    s sanki

    işte bu kadar. özetlemek gerekirse ki eki sıfat, zamir ve “homes” sözcüğünden hatırlayacağımız birkaç istisnai kelime dışında her zaman ayrı yazılır. örneğin:

    atatürk diyor ki

    gel gör ki

    olayı anladınız sanıyorum ki

    edit: şu anda öğrendim ki illaki de istisnalar arasına katıldı. bunu nereye koysak bilemedim.
  • turk insaninin bitisik yazilmasi gereken yerde ayri, ayri yazilmasi gereken yerde de bitisik yazdigi baglac.

    karsilastirma icin (bkz: de)
  • "ki" nin nerede ayrı nerede bitişik yazılacağını kolayca anlayabilmek için çoğul eki (-ler -lar) kullanılabilir.
    örneğin;
    -.. evdeki (evle ilgili bir şeyi belirtiyor)
    bu kelimeye çoğul eki ekleyelim;
    -.. evdekiler
    bu haliyle "ki" ilgi zamiri olan kidir. bu noktada kelimenin şöyle yazılması yanlıştır;
    -.. evde ki
    -.. evde kiler
    haliyle anlamsız oldu.
    bağlaç olan ki ile kullanarak bir örnek vermek gerekirse;
    -.. yapmaz ki
    burada çoğul eki, bağlacın bağladığı kelimeye eklendiği için "ki" tek başına kalarak yine ayrı yazılmaktadır
    -.. yapmazlar ki (ek olarak kullanılan kelimeyi bir başka kelimeye bağlıyor)
    şöyle yazılınca yanlış oluyor tabi;
    -.. yapmazlarki
    yani buradan çoğul eki taşıyan kelimelerde, çoğul eki kelimeyle tümleşikse ve "ki" çoğul ekinden sonra geliyorsa anlıyoruz ki bağlaç olan kidir.
    eğer "ki" eki çoğul ekinden önce geliyorsa kelimeyle bitişik yazılarak çoğul ekinin vurgusunu bozmaz.
    bazı durumlarda kelime çoğul eki almayabilir;
    örneğin
    -.. eğer ki
    -.. oysa ki
    (şimdilik "eğer" ve "oysa" dışında aklıma gelen bir kelime olmadı)
    bununla beraber bahsettiğim durum "dahi anlamina gelen de" eki için de geçerlidir.*
  • koftiden bağlar.
  • varlığını bir anda fark edip ilgiyle okuduğum, okudukça kim olduğunu anladığım, anlayınca da sözlük adına umutlandığım yazar. ne iyi etmiş de gelmiş, şeref vermiş sözlüğe. sözlük artık başka bir yer benim gözümde.
  • 4. sınıfa giden yeğenimle ödev yapıyoruz. soruya baktım: "birleşik ve ayrı yazılan ki". istedim ki bir sonraki neslin saygı duyulan erkeklerinden biri olsun güzelciğim. düşündüm bir kaç dakika, bir çocuğa nasıl anlatılır diye ki yetişkinlere anlatamamışız daha. hah dedim. "karşıdaki çocuk, evdeki kurabiye, damdaki kemancı... dedim ki, baktım ki, gördüm ki...

    ben: şimdi mertciğim, sor bakalım "hangi kurabiye, hangi kemancı, hangi çocuk...?" cevap veriyor mu sana?
    mert: bunlar veriyor, bunlar vermiyor hala.
    ben: hah işte, cevap veriyorsa bitişik, vermiyorsa ayrı. anlaştık mı?
    mert: anladım hala.

    dört beş soru sordum, gerçekten anlamış mı diye; anlamış.

    valla bak! o kadar zor değil yani :)
  • devin townsend pırocesi'nin (bkz: devin townsend project) pırocesi.. daha doğrusu pıroce kapsamındaki dört albümün ilki.. söylendiğine göre diğer 3 kardeşi de bu yıl içinde yayınlanacakmış.. ki'cik mayıs sonundan beri piyasada.. albümü azıcık irdeleyesim var durduk yere:

    genel olarak bakıldığında townsend'in şöyle bir durulup, silkelenip, sağına soluna daha bir bakar olduğunu hissettiriyor öncelikle.. dörtlemenin bu ilk albümünün özellikle sakin olmasını istediğini söylemiş townsend.. ayrıca bu albüm uzun yıllar druglarla yatıp kalkan ve nihayetinde temizlenmeye karar veren kahramanımızın bu "temizlik" dönemin ilk ürünü imiş.. temiz kafayla önce sakin bir giriş yapmak istemiş herhalde yeni dünyasına.. ama aslını, ruhunu da kaybettiğini kimse söyleyemez bence.. sükunet içinde, baştan sona akıp giden harika ritimlerle dolu, keyifli, insanı mutlu eden, çabucak sarıp sarmalayabilen, öyle cayır cayır gitar sololarıyla filan dolup taşmayan ama o sadeliğiyle bazan çok daha vurucu olabilen bir albüm ki.. önceleri devin townsend'le haşır neşir olmayan bir kitleye de hitap edeceği açık.. sanki eskilere, özellikle yetmişli yıllara yoğun bir saygı hissediyorum her dinleyişte.. yer yer `america` kokusu bile duyuyorum, daha ne olsun ?

    türkü türkü gidersek; albüm 4 basit notadan müteşekkil basit, vurucu, soru işareti kıvamında "a monday"le açılıyor.. tekrarlayıp duran ve son notası havada kalan, "neler göreceğinizi biliyor musunuz bakalım bu yeni ürünümde ?" sorusu benim için.. cevap kısa sürede gelmeye başlıyor "coast"la.. yumuşaklığı göz alıcı ve sonlarına doğru tipik devin haykırışları ufaktan kendini belli etmeye başlıyor..

    albüm yumuşak, sakin, townsend'in kafa da kıyak değil diyorsak da, adamın ruhunun da değişecek hali yok ya.. hemen coast'ın ardından gelen "disruptr" ve "gato"da o canım sert ruhunu birden ortaya çıkarıveriyor, aslına çok da ihanet etmediğini (kimileri böyle değerlendirecektir bu albümü illa) ele güne gösteriyor.. hem de gayet iyi gösteriyor bu 2 ağır topuyla..

    arkasından birden o büyüleyici "terminal" geliyor.. benim için albümün en can alıcı parçalarından biri.. dinlerken insanda kendini ığıl ığıl akan bir nehir üstünde, tepede güneş ışıldarken ve yumuşak bir deniz yatağına yayılmışken tasasızca kendini akıntıya bırakıp gidiyormuş hissi uyandıran bir güzellik.. bitişi de zaten o deniz yatağının üzerinde uyuyakalıp, kıyıya hafifçe, sarsılmadan savrulmamızla bir benim için..

    kıyıya çıktıktan sonra "heaven send" şöyle bir silkeleyip kendine getiriyor insanı.. bu da bana göre ağır toplardan.. hele kim olduğunu bir türlü öğrenemediğim, müthiş derecede p.j. harvey'mtırak bir kadın vokali de eklenmiş ki şarkıya, cuk oturmuş.. bu parçadaki sade, neredeyse 3-5 mezurlukmuş gibi gelen, bir kaç notalık gitar geçişleri muhteşem ve gitarın en ince seslerinde hoyratça gezinen o kısacık solo kısmı uzun zamandır duyduğum en etkileyici solo sanırsam.. ve parça aynı etkileyicilikte, devin'in tipik böğürtüleri arasında, o kaosun ortasında bıçakla kesilir gibi bitiveriyor..

    sonra zaten şarkı çalarken ortasında bir yerlerde olaya dahil olmuşuzcasına "ain't never gonna win..." başlıyor ismine çok uyan bir ifadeyle, umutsuzca, tekdüze ama vurucu, kısa bir geçiş parçası.. başladığı derece umutsuzlukla biterken, sanki onun devamıymışçasına "winter" başlıyor.. kışın tüm sükunetiyle, heybetiyle.. terminal'den arta kalan mayışık ve sıcak (ve tabii muhteşem) atmosferden tamamen çıkarıveriyor insanı.. ve o sakiiiiince bitiş huzura sürüklüyor insanı iyice derkennn: şu dünya yüzünde müziğe az biraz bulaşık tüm insan evlatlarının duyar duymaz "elvisss!" diye haykırabileceği "train fire" başlıyor ki, içindeki gene "çaktırmadan ve fakat etkileyici, sade" gitar geçişlerine rağmen nedense benim belki de bu albümde en az ısınabildiğim şarkı kendisi.. ben mi subjektifim, şarkı gene de güzel mi, onu anlayamadım gerçi.. lazım da değil zaten, dinliyorum işte neticede bir güzel.. öyle ya da böyle..

    aaa,sıradaki "lady helen" başlayınca aslında herhalde "en az ısındığım" payesini vermem gerekenin bu olduğunu düşünüyorum birden.. biraz '70'leri andırıyor ama çok da ayılıp bayıltmıyor açıkçası.. evet, evet.. trainfire ve lady helen bu albümün nispeten vasat parçaları ama asla dinlenemez değiller..

    art arda iki vasatımsı şarkı sonrası enfes bir "ki" ortalığa birden çekidüzen veriyor.. kesinlikle dinlenmeli, kesinlikle hissedilmeli.. lady helen'e öyle güzel bağlanmış ki, ne olduğunu bile anlayamadan birden havaya giriveriyorsunuz.. şarkının başından sonuna bir merak hissi ayakta tutuluyor, bir sonraki notalar ne olacak diye.. ve sonuç kesinlikle hayal kırıklığı değil, notalar da gayet devin devin deviniyor.. şarkının sonlarına doğru yineleyen seslerle muhteşem bir yükseliş var ki, takdire şayan..

    "ki"nin yarattığı tüm o yükselme anlarını nötralize etmek işi de "quiet riot"a düşüyor.. işte tam da burada ben hep america kokusu alıyorum.. gayet akustik, gayet şirin, gayet etkili..

    nihayet kapanış: "demon league".. aynen albüm başlangıcı gibi, gene bir soru işareti, gelecek (daha) güzel albümlerin merak uyandıran habercisi, müjdecisi.. bir havada kalmışlık, bir "devam et devin" arzusu.. kesinlikle bir kapanış şarkısı değil yani.. göreceğiz devam(lar)ını da hayırlısıyla, allah nasip ederse.. (bkz: #15989031)

    allah dörtletsin diyip, burada satırlarıma son veriyorum..

    sonlamış satırlara düzeltme dönüşü: pj'imtırak vokalist hatun kişi ché dorval imiş.. tip de p.j.'in siyahçanası valla : http://viewmorepics.myspace.com/…9&imageid=59921974)..
    dodo the bird'e teşekkürü borç bilirim..
  • attila ilhan’ın böyle bir sevmek adlı şiir kitabının sonunda yer alan muhteşem şiiri.

    o kızlar ki
    göz kapakları yorgun
    nabızları mavi
    dalgın parmaklarıyla bir şarkıyı aranırlar
    alaturka bir piyanonun
    neveser tuşlarında
    kederli bir incelik vardır duruşlarında

    o kızlar ki
    hiç yaşanmamış bir aşkın anısıyla yaşar
    bir rüyadan kaçırılmış
    hayallerdir sanki

    o gözler ki vahşidir
    yangın kızıllıklarıyla korkunç
    kanlı bir sevdayı çoğullaştırır
    karanlık kirpikleri
    göz değildirler
    bir namludan fırlamış
    mermi çekirdekleri

    o gözler ki
    çakmaktaki alev
    zehirli hançerlerdeki uç
    yakut bir avize gibi yalnızlığımızda dururlar
    nereye gitsek gelir bizi bulurlar
    gelir bizi bulurlar
    bulurlar

    o yazlar ki
    yaldızlı bir buğuyla yükselir denizden
    sevdalı şarkılar gibi
    her gün bir nağmesi eksilir
    belleğimizden
    gizli bir rüzgar üfürür plajın
    eflatuna çalan kumlarını

    o yazlar ki
    yıldız alacasında yüzen
    nazlı şamdanlar gibi gezdirir
    terkedilmiş bahçelerin zakkumlarını

    o sözler ki acıdır
    mapusane avlularında
    demirli kırbaçlar gibi şaklar
    o sözler ki sırasında
    çiçek açmış bir nar ağacıdır
    dağ ufkuna vuran deniz aydınlığı
    sırasında gizemli bıçaklar

    o sözler ki
    imgelem sonsuzluğunun
    ateşten gülüdürler
    kelebek çarpıntılarıyla doğarlar ölürler
    o sözler ki kalbimizin üstünde
    dolu bir tabanca gibi
    ölüp ölesiye taşırız
    o sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan
    uğrunda asılırız

    şiirle ilgili olarak kaptan şöyle yazmıştır;

    “temmuz gecesi, yıldızlarını denize döküyordu. akşam yemeklerinden sonra, kalabalığa karışmıyor, denize yakın bir kıyıda volta vuruyorum. koyun çevresinde çamlarla kaplı yüksek dağlar. bütün bunlar gümüldür’de, bir yaz tatilinde yaşanıyor. bu şiirin doğumu da. neden ki? besbelli yalnız “ki” değil, kız, göz, yaz ve söz uyaklarını birbiri ardınca yuğurup, yine doğanın, doğa insan ilişkilerinden gelen içlenme ve duygulanmaların ele alındığı, sonunda taş gibi toplumsala, hatta siyasala varıldığı bir çalışma. hepsi bir şiir gibi de okunabilir, ayrı ayrı şiirler gibi de. doğrusu istenirse “ki” benim insan olarak son birkaç yıl boyunca geliştirdiğim duygusallıkların ve düşünselliklerin büyüme eğrisine daha uygun düşüyor.
    kitabından dolayı devlet güvenlik mahkemesine verilen dr. tanilli (server tanilli), savunmasının sonuna bu şiirlerin sonuncusunu oturtarak, beni onurlandırmıştır, bunu da belirtmek isterim.”
hesabın var mı? giriş yap