• 7 temmuz 2002
    bir eksi sozluk zirvesi...
    kerrigan'la letissier'nin ilk karsilasmasi. bir sekilde sohbet kurulur.. sonra..
    kerrigan: bugun benim dogum gunum.
    letissier: aa, e benim de dogum gunum..
    kerrigan: aa, ne guzel...

    sonrasinda birlikte sohbet eglence falan...

    7 temmuz 2003
    letissier (telefonda): dogum gunun kutlu olsun.
    kerrigan: e nerden hatirliyorsun ki.
    letissier: e benim de dogum gunum ya..
    kerrigan: aa, dogru, unutmusum.. seninki de kutlu olsun..

    sonra iste sohbet muhabbet.

    7 temmuz 2004
    letissier cep telefonundan mesaj atar:
    "dogumgunun kutlu olsun"
    buna yanit geldi mi hatirlamiyorum. herhalde gelmistir.

    7 temmuz 2005
    letissier (telefonda): dogum gunun kutlu olsun.
    kerrigan: senin de. neler yapiyorsun?
    letissier: ne olsun, dogum gunum ya, yemege falan cikacagim arkadaslarla, oyle...

    sonrasinda klasik sohbet, lakirdi..

    7 temmuz 2006:
    letissier o aksam bodrum'a inmistir, dogum gununu kutlamaktadir, kerrigan'a da mesaj atar, dogum gununu kutlar. buna da yanit gelip gelmedigini hatirlayamiyorum ama...

    7 temmuz 2007
    letissier (istiklal caddesi'nde yurumektedir): dogum gunun kutlu olsun...
    kerrigan: senin de dogum gunun kutlu olsun. ne yapiyorsun?
    letissier: ne yapayim, istiklal'deyim.
    kerrigan: e ben de geleyim...
    letissier: olur, gel...

    sonrasinda kerrigan bir sekilde gelmekten vazgecer, olsun, dusunmesi yeter...

    7 temmuz 2008
    letissier..
    kim bilir nerede olacak..
    ama nerede olursa olsun, kendininkiyle birlikte bir denizkizinin da dogumgununu kutluyor olacak..

    belki de o denizkiziyla birlikte kutluyor olacaklar... hayat bu, belli mi olur...

    ne diyeyim...

    -dogum gunun kutlu olsun...
    -senin de...
  • ichi bebebiyle tanıdım ben kerrigan'ı, bu sözlükte. "benim de babam yok" demiştim. ve hiç bilmediğim bir sebeple kızmıştı bana. sonra bir zirvede yüzyüze geldik. bir yanlış anlama olduğunu söyledi, uzlaştık. sonrası sözlükte denk geldikçe küçük sohbetler.. babasızlığımız ortaktı, annesizlikte bir adım önümde durdu. her gördüğümde nasılsın diye sormaktan ve aldığım "iyiyim" cevabına inanıp, kendi hayatıma bakmaktan başka bir ilişkim olmadı, olması da gerekmiyordu. hayat böyle bir kavram işte...

    annem önce 1978 yılında, sonra da 2000 yılında intihara teşebbüs ettiğinde de, bu sözlüğün derininde sığında yazdığım her satırda da açıkça ve her ortamda, her fırsatta dile getirdim: ölümü seçmeyi hasta bir ruhun tercihi olarak değerlendiririm. tedavi ve profesyonel destek alınması gerektiğine inanırım. etrafımda olan, halen duran ya da çekip gitmiş herkes bilir ki; gitmeyi kolaycılık ve hastalık olarak değerlendirir, asıl anlamlı olanın yaşamaya devam etmek olduğuna inanırım, inandım. bugüne kadar. kerrigan gidene kadar.

    babasız, annesiz, kimsesiz küçük bir çocuk ne kadar dayanabilir ve inanabilir, adına hayat dediğin ve senden bağımsız akan giden bir döngünün içinde debelenip durmaya ve getirdiği dertlere göğüs germesi gerektiğine? düşe kalka büyüyeceksin masallarına, acıyan ruhunu sebepsiz kaldığı halde taşıması gerektiği iddialarına, karşısına çıkan kimi zaman kendinde de yaralı insanların açabileceği istemsiz yeni yaralara? ne kadar? güçlüydü elbette, çok badireler atlattı. ama dün akşama kadar yetti gücü işte.

    böyle..

    güle güle..
  • ve montunu ve ayakkabılarını... çıkardı. oysa çıkarmak istediği acılarıydı. yıllarca "babasız"lığına yakındı. beyoğlu'nda bira içtikleri gunleri hep yadetti. biraya vurdu kendini sonra. babası ayrıydı... babası gidince dünyası babasızlığı sindiremedi bir türlü. annesini vurdu sonra azrail. babası kadar acıtmadı belki ama artık ölümler vardı yaşamında, dilinde. kimse onu anlamadı, zaten hep öyle demez miyiz beni kimse anlamadı diye. eğleniyor görünüyordu, neşeliydi ama uzaktı, ama içindekileri kimseler bilmiyordu. insanlar da üzerine geliyordu. çağrı merkezindeki salak telefonlar dahi batıyordu çoğu zaman. öldürmeyen acı güçlendirir beni diye düşünüyordu belki de ama nereye kadar dayanacaktı. babasız bir ömür müydü istediği? çıkardı montunu. şişip de yukarı çıkmayayım diye. sigarasından son nefesleri çekerken yolculara göz gezdirdi, değer miydi yaşamaya? bir yanda babası, annesi çağırırken? ayakkabılara geldi sıra. boğaz manzarasına baktı, sevmişti boğazı. öyle spontandı ölüm. bir veda bırakmadı yıllarını verdiği sözlüğe, facebooka. sene 98'de tanımıştım ben onu, internetin en genç dönemlerinde, bir chat odasında. en jiletçiydi, depresyon entrylerini yok etti çoğu zaman. göz gezdirdi diğer yolculara. ne yaparlar şimdi atlasam diye düşündü belki. geride bırakacağı sevdiklerini acıtacağını biliyordu ama yaşam acımasızdı, hep o mu incinecekti? suya baktı, bulanık, denizanalı... babam dedi ve çıkardı ruhunu. su soğuktu, bir el uzanıp çekmedi onu geldiği yere, yolculardan esame yoktu. yahya kemal'i değiştirdi beyni: boğazdaki dalgın suya bir bak, göreceksin, geçmiş gecelerden biri durmakta derinde, annem, babam, velhasıl o rüya gerçek oluyor birden bire. sıcak vücudunu, soğuk su felce uğratmıştı, debelenmek istese de yapamadı, su onu yutuyordu ve nihayet çıkardı ruhunu da. ve babası... kavuştular artık, bizler üzüldük, sevdiğimiz birini (bazıları tanımasalar da bir suseri) kaybettiğimiz için ama o mutluydu artık. hayalimizde hep 27 yaşında kalacak ayça. ve çıkardı acılarını... ve bizler...
  • ilk önce kendimi, daha sonra da kendisini affettirmeyecek...

    çekirge bir sıçrar iki sıçrar demiştin... "üçüncüsünü sıçramaya kalkarsa kırarım bacaklarını" diye cevap vermiştim ben de hatırlarsan. keşke kırsaymışım.

    olan biten her şeyin bilincindeyken neden daha fazla yanında olamadığımı, neden 2 günde bir değil de her gün konuşmadığımızı, neden olacakları anlatmışken 2 hafta önceki gibi her sabah kahvaltı götürmediğimi, tüm akşam konuşup planını programını kurmuşken hepsini bir çırpıda nasıl çöpe atabildiğini, sigarasını yakıp yüzüme bakıp neden o sabah hayatta olduğunu anlatırken neden okkalı bir tokat atmadığımı, gösterdiğim onca çabanın havaya nasıl kum gibi uçup gittiğini, gelecek namına onla ilgili değerli her ne varsa suratımda nasıl parçalandığına inanamıyorum.

    sabah evinden bakkala sigara almaya çıkarken bile endişelenmiştim, 10 dakika yokluğumda ne olacak diye. geri döndüğümde ayakta göstermişti kendini, ve giderken inanmıştım kalacağına. inandırdı beni, kandırdı güya hayatta en güvendiklerinden, en sevdiklerinden birisini. aklına her fikri geleceğinde arayacağına söz verdi. inandım, ne yapayım, kolayına mı kaçtım, yoksa inanmak mı istedim bilmiyorum ama inandım.

    "
    hani "kafama tukureyim be!" diyorum bazen. cok gec kalmisiz tanismak icin..

    herkesin herkese yapistirmaya calistigi bir ucube zamanin icinde, kara sislerin arasindan cikagelir. cocuk masmumiyetiyle, icine hicbir sey karistirmadan, saf arkadaslik duygusuyla yaklasir, kalbimi calar..

    se vi yo rum. size ne be?
    "

    ne anlamı kaldı şimdi bunu yazmış olmanın?
    hepimiz ..ştuz evet ayça,
    ama sen bunu yapabildiğin için belki daha da fazla.
  • yedi seneden fazla süredir tanısam da öyle çok samimi olduğum, sırlarımı paylaştığım bir insan olmadın asla. ama az çok tanırdım seni. kesinlikle sözlük üzerinden tanıştığım her 100 kişinin 95'inden daha iyi tanırdım.
    aklıma kopuk kopuk hatıralar geliyor.

    sene 2000. her gün bilmemkaç saatimi irc.sourtimes.org'da #coders ve #sozluk kanallarında geçiyorum. sen de evil nickiyle giriyorsun arada, selamlaşıyor, tanışıyor, az biraz muhabbet ediyoruz.
    2002-2003. kendimi zirvelere veriyor, ota boka zirve düzenlemeye başlıyorum. izmir'de olduğun halde bunlardan bazılarına, ama sadece alkol içerenlerine geliyorsun. iyilik sever, kültürlü, keskin zekalı bir insan olduğun izlenimi oluşuyor bende.
    sonra uzun süre ortalıkta görünmüyorsun.
    2004 sonları. bizi şaşırtıp çat kapı bir acıbadem zirvesine geliyorsun. öğreniyorum ki istanbul'a taşınmışsın artık. seviniyorum. orada bize yaşadığın sorunları, zamanında ne zorluklar yaşadığını dobra dobra anlatıyorsun. ama artık hepsi geride kalmış. kendini olduğun gibi kabul etmiş ve o dönemi geride bırakmışsın, ardına da bakmıyorsun. sana olan saygım müthiş artıyor.
    o zamandan sonra kâh yaş günü zirveleri, kâh semi gigantik zirvelerde karşılaşıyor, ayak üstü muhabbet ediyoruz. hep elinde kolan, hep güçlüsün.
    2005 ağustosu. babandan sonra anneni de yitirmişsin. ölü evine gidiyorum. bütün yaşadığın acıya rağmen aile fertlerinden en metin olanı sensin sanki.
    arada zirvelere gelmeye devam ediyor, yeri gelince* organizasyona yardımcı oluyorsun. ama bir yandan da hiçbirinin eski tadının kalmadığından, ilk birkaç seneki zieve ekibinden kimsenin gelmediğinden yakınıyorsun.
    2007 mayısı. sadece eski zirve katılımcılarının bulunacağı bir zirve fikrinden bahsediyorsun. beraber yapmamızı teklif ediyorum. ay sonunda ekibi yeniden topluyoruz zirvesini yapıyor, 2002-2003 döneminde görüşüp sonra dağılıp gitmiş zirve insanlarını birkaç saatliğine de olsa bir araya getiriyoruz.
    akabinde netten eksiklerin giderildiği 2.sini yapmayı konuşuyoruz. ama hep başka işler çıkıyor, bir türlü el atamıyoruz. yine de fırsatımız olunca yapacağımıza dair güvenim tam.

    sonra bugün bu haberi alıyorum.
    ah be ayçacım, yapılacak iş miydi bu şimdi? hayatta çözülemeyecek ne sorun var ki? sen nelerin üstesinden gelmiştin. güçlüydün. cesurdun. mücadeleciydin.

    olur da bundan sağ çıkarsan ünvanın birinci nesil dokuz canlı yazar olsun.
  • hikayesine ana hatlariyla bile bakildiğinda bazı insanlarin gerçekten hayata yenik başladığını düşündüren merhum.

    tıpkı,
    ilkokul 1. sınıfta annesini yüksek tansiyon, 5. sınıfta babasını kanserden kaybeden;

    12-13 yaşlarında 9 kardeşin en küçüğü olmasına rağmen -dönem dönem ev arkadaşı olan abi/ablaları değişirken- yalnız yaşamak durumunda kalmış;

    o kadar ki, karanlıktan korktuğundan akşamları evde yalnız kalamadığı için birileri gelene kadar arkadaşlarında/komşularda bekleyen;

    tüm zorluklara rağmen oldukça yüksek bir puanla istanbul üniversitesini kazanmayı başarmış;

    7 sene birlikte olduğu sevgilisinin ailesi, özellikle annesi tarafından çok sevilen, fakat malesef müstakbel kayinvalidesinin rahatsizliği nedeniyle önce düğünü ertelenen sonra vefati nedeniyle büyük üzüntü/burukluk yaşayan;

    müstakbel eşi ile hazırladıkları, yerleştirdikleri evlerinde yalnızca 1 geceyi birlikte geçirmiş olan ve annesinin cenazesinden dönerken, düğünlerine 1 aydan daha az bir zaman kala müstakbel eşini kaybeden karakter gibi.

    (bkz: http://www.kenthaber.com/…emmuz/13/haber_72957.aspx)

    üzerinden 3 yıl geçti. arkadaşım kimseyle görüşmek istemiyordu.arayamadım.cesaret edemedim. "nişanlandık!" diye yüzüğünü gösterdiği zamanki sevinci, yüzü hala gözlerimin önünde; evlilik hazırlıkları nasıl gidiyor diye aradığımda "düğün olmayacak" demesi ve olay sonrası ziyaretimde gördüğüm bakışları... "o evde sadece 1 gece geçirdik" deyişi...

    cocukluktan tanıdığı, 17 yaşındayken, çıkmaya başladıkları dönemde aşklarının ilk kıvılcımlarına şahit bir figür olarak varlığımla acısını hatırlatmak istemedim. birkac defa evine gittim, yoktu kimse.. not bırakamadım.. ama o rüyalarıma girmeye devam ediyor.

    ayca da benim hayatımda böyle bir figür...

    keşkeler çok ama faydasız.
  • arşivimde olduğunu biliyordum. bir tanidigim kerrigan'a olumsuz bir entry yazmisti, o da bana neden boyle yazdi, derdi ne gibisinden bir mesaj yollamisti. ne yazik ki sadece alttaki satirlarini arsive atmisim.

    "28.07.2004 10:34 -kerrigan- (...)sana mesaj atiyorsam merakimdandir.. kime ne yaptim acaba diye.. $u son 1.5 yili problemsiz normal bir insan olmaya cali$makla gecirdim, ki bundan sonrakileri de ayni $ekilde surdurmek niyetindeyim.. kimin halledemedigi nesi kaldiysa, dilenecek ozur filan varsa halletmek derdindeyim.. hepsi bu.. "

    aradan 3,5 yil gecmis. basaramamisti ayca. tutunamamis, gitmis. gun boyu dusunup durdum, suyla ilk temasini. aklindan o an ne gectigini, yuzmek ile yuzmemek arasinda kalisini, sonrasinda neler oldugunu. geriye uzduklerine bir ozur borcun kalsa da yasamin da sana ozur borcu var sanirim.

    (sessizligimi olumlerin bozmasi ne aci...)
  • abisinin kulağıma geren "vefat etti" bilgisini teyid ettiği asla unutamayacağım, unutmak istemediğim. "lan ben burdayım amına koyim ne tırsaksınız be" demesini beklediğim dostum. o siktiğimin istanbul'una boğazına küfretme sebebim. ne oldu ayça? lan göt hani kordonda rakı balık yapıcaktılk? ben kalamar bira yapacaktım? ağlıyor lan o balıklar şimdi
  • kayitli okurken sag tarafta sari renkle "olay" yazan kutucugun aktive olmasini gordugum zamanlarda "bakayim kim kimle evlenmis, kim hangi tvde cikacakmis, kim hangi kitabi yazmis" diye merak ederdim. arada bir olan olum ilanlari benim icin cok da fazla birsey ifade etmezdi. gun icerisinde sol framede yazan basliklara goz gezdirirken gordum kerrigani. hic duymuslugum yok. konusmuslugum da... okudugum entrysini bile hatirlamiyorum. sol tarafta ozellikle yazar ismine benzer bir baslikta 20'den 30'dan fazla bir entry sayisi gormek beni hep korkutur. oyle de oldu. kerrigan (ya da ayca) ölmüş. gencecik bedeni belki de elimizi, ayagimizi dokunmaya imtina ettigimiz topragin altina girecek, bundan sonra bize oradan yazacak. bense biraz sonra isyerinden cikip, biricik defnemin kresine gidip, kapidan beni gorunce kosmasina daha fazla bir anlam verecegim, onu her zamankinden biraz daha fazla sarip, annesinin tum "bakkala goturup, seker vs alma" diye tembihlemelerine ragmen "bakkala ugrayalim mi, belki kendine birseyler almak istersin" diye soracagim. aksam yemek sonrasi "baba odamda oyun oynayalim" diye yanima gelmesine "bi dakka kizim, 90 dakika var o bitsin geleyim" demek icimden gelmeyecek. cunku bir anne, baba kuzusu bizlere taa yukarilardan bakiyor. yanimizdakilere soylemek istediklerimizi vakit gecirmeden soyleyelim, yapmak istediklerimizi ertelemeyelim diye senin olmen gerekmezdi be ayca. bize hep cennetten bak olur mu?
  • tanımıyordum, bir mesajla ölümünü öğrendim.
    sözlükte pek çok kişi arkadaş olarak çok üzülüyordur kesinlikle. ancak ben anne yüreği ile ölümleri gördüğüm için acı çok daha fazla dayanılmaz oluyor. ne yazık ki gidenler arkada kalanların yaşadığı cehennemi hiç bilemiyorlar. bir anne için evladın ölümü sonsuzlukta kaybolmaktır. artık ölmeden ölmektir. hiç olmaktır hatta hiç bile olamamaktır.
    nefes alan ve ruhu olmayan bir beden olmaktır. gidenin ölümü değil, kalanın ölememesi kötüdür. annesine, babasına ve ailesine sonsuz sabır ve dayanma gücü dilerim.

    edit: anne ve babasının daha önce öldüğünü öğrendim. umarım annesinin sımsıkı kollarında, sıcacık göğsünde dinleniyordur.
hesabın var mı? giriş yap