• the new york times'tan nate chinen ile yaptığı telefon görüşmesinde artık sahnelere geri dönebileceğini sanmadığını açıkladı ve daha ölmeden sanki ölüm haberini almışım denli bir hüzne kapılmama sebep oldu. üstelik durumuna dair son derece trajik detayları son derece komik biçimde anlatarak. üstelik gary peacock öleli daha iki ay bile olmamışken.

    haberi okurken kendimi çatık kaşlarla yaşadığı bir hayatın sonunda şakacılığı tutuvermiş olan bir amcamın hastane odasında son sözlerini söylerken ellerini tutuyormuşum gibi hissettim. üstelik benim öz amcalarımdan biri de kalp krizi sonucu hayatını kaybetmişti ama sevmezdim o hıyarı. ama keith jarrett öyle değil. hiç değil.

    ilkini şubat 2018'de, diğerini aynı senenin mayıs ayında geçirdiği iki kalp krizi nedeniyle felç olup vücudunun sol tarafının eli de dahil bir kısmını kullanamamaya başlayan jarrett, yine de sazını bir süre sadece sağ eliyle çalmayı sürdürmüş. bununla ilgili olarak "sanki tek elli bir bach'mış gibi davranmaya çalışıyordum ama bu sadece kendimi kandırmaktı," diyor. sonra da "ben artık kendimi bir piyanist gibi hissetmiyorum," diyor. 24 ocak 1975'te köln'ü fetheden*, 17 ekim 1990'da paris'i topraklarına katan* ve tüm bunları sadece sol elinin inşa ettiği steve reich-vari ses duvarlarını sağ elinin çizdiği doğaçlama fresklerle donatarak gerçekleştiren keith jarrett, artık kendini bir piyanist gibi hissetmediğini söylüyor. ölmeden öldüğünü açıklıyor bir nevi. gözlerim yaşarıyor benim.

    "iki elle çalınan bir piyano eseri duyduğumda," diyor sonra, "bu benim için fiziksel anlamda çok moral bozucu oluyor. duyduğum şey schubert ya da sakin sakin çalınan başka bir şey bile olsa bu benim tadımı kaçırmaya yetiyor. çünkü işittiğim o eserleri bile çalamayacağımı biliyorum. bu hastalıktan kurtulabileceğimi de sanmıyorum. sol eliminse artık sadece bir fincanı tutabilecek kadar iyileşmesini umuyorum. yani artık 'şu beceriksiz piyanisti vurun' gibi bir durum kalmadı ortada. zaten çoktan vuruldum. ha-ha-ha!"

    evet, gülüyor bir de. cazın avrupa'daki tavizsiz, gaddar, kudretli sefiri, piyanonun --kendi deyimiyle-- john coltrane'i sanat yaşamının iflasını açıklarken gülebiliyor. artık rüyalarında bile kendisini piyano çalamazken gördüğünü anlatırken kahkaha atabiliyor. benim kendi canıma kıymaya karar vermem için yetip artabilecek türden şartlar içinde olmasına rağmen gülümsemekten çok daha fazlasını yapabiliyor bu adam.

    düşünüyorum. keith jarrett piyano çalarkenki "gevezeliğiyle" meşhurdur. rahmetli gary peacock ve jack dejohnette'le birlikte 1977'de kaydettikleri tales of another mesela. kimileri içinde vignette, major major ve trilogy gibi şahanelikler olan bu muhteşem albümün yegane olumsuz yanının keith jarrett'ın piyano çalarken çıkardığı ah'lar, vah'lar olduğunu söyler. siktirsinler oradan! adam parmaklarıyla değil, nefesiyle, canıyla çalıyor bu piyano denen meredi. ruhu taşıyor çalarken. omuzlarıyla, sırtıyla, dizleriyle çalıyor. mesela tokyo 1984... hele vignette... ağıt sayılır.

    düşünüyorum. bence jarrett istese sol elinin çaldıklarını, yani artık çalamadıklarını kendi organik ses sistemiyle de kotarabilirdi. ah'lar, vah'lar, dı-dı-dı'lar. istese yapabilirdi ama istemiyor. bence.

    bir kez daha turgut uyar'ın ekinoks (equinox?) şiirinde hissediyorum kendimi. "tren birden hızlanmalı" dediği kıtasında.

    "akasya birden çürümeli tren birden hızlanmalı," demişti.

    evet, tren birden hızlanmalı, akasya hemen çürümeli.
  • çok sağlam klasik temelinin üzerine charles lloyd dörtlüsü'ne girdikten sonra bop/post bop konusunda birçok şey öğrenmiş, kısa süre içinde lloyd'un da kendisindeki ışığı görüp "kendi müziğini de icra etmelisin" ifadesinin ardından frontman olarak çaldığı ilk albümü life between the exit signs'ı 67'de çıkarmıştır. ilk dönem albümleri ilginç denebilecek bir şekilde ornette coleman'a yakın, bugün bildiğimiz jarrett müziğinin örgüsüne oranla çok daha farklıdır. eh, o dönem çok da ilgi çekmeyen ilk birkaç albüm günümüzde "az bilinen pek iyi albümler" arasında yerini almıştır.

    jarrett'ın -bana kalırsa- kendini fark etmesi yetmişlerin hemen başında, manfred eicher'ın yanında, ecm stüdyolarında gerçekleşmiştir. yetmişler jarrett için üç farklı koldan gelişmiş, büyük ustanın gençlik dönemindeki üretkenliği ve çokyönlülüğü günümüz piyanistlerinin hemen hepsini etkilemiştir. bunlardan birincisi european quartet dönemi ve contemporary improvisation dolu albümlerdir. o dönem avrupa cazının öncüleri saksofoncu jan garbarek, romantik kontrbasçı palle danielsson ve her duyuya hitap eden davulcu jon christensen'le birlikte kaydettikleri belonging, sadece yanında garbarek'in bulunduğu luminessence ve charlie haden'lı arbour zena dönemin en iyi örneklerindendir.

    yetmişlerdeki ikinci yolu -benim en en çok sevdiğim- american quartet dönemidir diyebiliriz. genel olarak impulse recordings stüdyolarında kayıt yapan dörtlüde tenor saksofonu belki de en tutkulu çalan ustalardan dewey redman, bill evans trio'dan sonra hemen her tür band'de çalarak vizyonunu kırk katına çıkarmış paul motian ve ornette coleman'ın silah arkadaşı charlie haden olduğu için seviyorum, ya da özgür cazın her açıdan anlatıldığı çok başarılı post-bop kayıtları olduğundan.
    birth, expectations, shades, mysteries, treasure island ve fort yawuh gibi çok farklı, herhangi bir açıdan benzerinin hala bulunmadığı albümler arasında bana kalırsa en iyi albümü olan kesintisiz kırk beş dakikalık bir session'ın bir plağa aktarıldığı the survivor's suite'tir. albüm önce sadece etnik temellidir, bir anda cool-post-bop'a akar, özgür doğaçlamadan özgür caza ilerler, etnik dizgenin son reveransının ardından neo-klasik bir şekilde sonlanır.

    üçüncü kısım ise solo piano/improvisation/klasiklerin yeniden yorumlandığı dönem. facing you ile 71'de başlayan bu yol; staircase, invocations/the moth and the flame, the melody at night, with you ile devam etmiş, jarrett'ın belki de en iyi bilinen/en çok sevilen albümlerinden özgür doğaçlamanın çok farklı bir açıdan ele alındığı the köln concert da bu dönemde kaydedilmiştir. peşine kaydettiği on lp'lik sun bear concerts da dönemi yansıtan kayıtlardandır. aynı zamanda yine üçüncü kısımdaki bach*, handel, shostakovich, ve arvo pärt yorumlarının başarısı için söylenecek söz yok pek tabi. [ve unutmadan, bakınız: paris concert!]

    seksen üçten itibaren çoğunlukla standartları yorumladığı üçlüsü* ile sayısız kaydı olan jarrett'ın özellikle at the blue note, whisper not ve tokyo '96'adlı albümlerine dikkat çekerim. belki de fazlasıyla dinlemekten sıkıldığınız standartları saatlerce dinleyebileceğiniz bir tohum eker algı merkezinize. tamam, eskisi gibi soprano saksofon çalmıyor belki ancak jarrett halen çok-çok yaratıcı improvizasyonlarla cazın "tutkusu".
  • piyanoyu sevişircesine çalan kimse. çok büyük adam, özellikle "köln concert" en vurucu albümlerinden.
  • “the problem is not that one [song] is easier or harder. to enter the door is the problem... when a standard tune is well written it provides the door, but you don't just enter and sit there. you have to keep making the space vital.”
    jarret (ecm biography)
  • october 17, 1988'in paris konseri kaydini dinleyenlerin dunyadan mutlu ayrilacagi rivayet olunan piyano. *
  • büyük jazz piyanisti..calarken dayanamayıp bıyandan yaaayaa yeeeyee diye sooleyenlerden. tam muzısyen adam yanı. double cd bach prelud ve fugleri her evde olmali.
  • the köln concert çalışması hala ecm firmasının en çok sattığı albümdür.
  • ellerinden hayat akıyor bu adamın
  • meshur köln konserinde insani orgazmdan orgazma suruklerken adeta lizst'e selam cakan ustad.
  • kendisini bu kadar çok sevmemin nedenlerinden biri, yıllardır elektronik enstrümanlara kâti surette karşı olmasıdır. gary peacock ve jack dejohnette ile oluşturduğu triosuyla* yapamayacağı müzik yok evren üzerinde.

    edit: soprano saksofon ve alto flütle yarattığı harikalar için the survivor's suite'i dinleyiniz, dinletiniz.
hesabın var mı? giriş yap