• efenim, işin eksperi sayılmam ama güzel sanatlardan atılmış bir kişi olarak diyebilirim ki kavramsal sanat, arka plandaki kavramsallığın bilgisine nail olmayı gerektirdiğinden, üstelik kavram dediğimiz nane dille fazlasıyla iç içeliğinden dolayı demagojiye gayet müsait olduğundan, her laf cambazının her hangi bir nesneye uydurmasyonel bir sanatsallık iddiası yakıştırmasıyla oluşturulabilir bir sanattır. oysa ki kanaatimce sanatsallık "anlaşılan" değil "algılanan" bir etkidir. bir resme bakarsınız, o an beğenirsiniz yahut beğenmezsiniz. bir müziği duyarsınız, o an hoşunuza gider ya da gitmez. gördüğünüz yahut duyduğunuzun ötesinde bir bilgi gerektirmez. tıpkı tat gibi. (boşuna "bir tat, bir doku" dememişler). rembrand'ın resimleri güzeldir, beyoğlu sinemasının duvarlarındaki resimler kötüdür. bunu söyleyebilmek için ışıktı, perspektifti, kompozisyondu, boyanın kıvamıydı, açımlamak gerekmez. annemin yaptığı pilavın güzel, benim yaptığım pilavın kötü olduğunu söyleyebilmek için sadece tatmanın yeterli olması, tariflerimizin tetkik edilmesinin gerekmemesi gibi. evet, eminim ki sanat tarihini bilenler için adamın birinin yaptığı "taburenin üzerindeki tekerlek" ile ilk kez karşılaşmak, usta bir aşçının bakın çok acayip bişey yaptıcam diyerek yoğurtla kemalpaşa tatlısı yemesi kadar acayip, ilginç, cesurca ve keyif vericidir. ama eğer ki avrupa uygarlığı bir gün unutulur, on bin yıl sonraki bambaşka bir uygarlık toprağın altından bir avrupa sanat tarihi kitabı bulup çıkarır, eminim ki ilgilenecekleri eser tekerlekli tabure olmayacaktır, daha insana dair, duygulara, yaşantılara dair eserler olacaktır. peki o uygarlık da batarsa, uzaylılar bişeyler bulurlarsa? ve hatta dünyaya meteor çarparsa, güneş patlarsa, her şey yokolursa nolacaktır? o vakit sanata da koyayım kavrama da sevgili sözlük okuyucuları, size bişey olmasın.
  • efendim, 1965'lerden sonra dellenen birçok sanatçı, yapıtla uğraşmayı bırakmış ve sanatın kendisiyle, yani amacı, anlamı gibi spekülatif hadiselerle tebelleş olmaya meyletmiştir.. nitekim kavramsal san'at, aynı yıllarda yan etkili olan antiform, land art, postminimalizm gibi, sanatı anlam ve amaç açısından sorgulayarak, geleneksel sanatın sınırlarını zorlayan ve genişleten avant-garde bir akımdır.. çok avant-garde'dır ama, yani belirteyim dedim..

    1691'de henry flynt bey, "malzemesi kavram olan sanat"tan söz ederek, "kavramsal san'at" terimini ilk kullanan olmuş, elaleme caka satmıştır.. kavramsal sanatın uygulayıcıları tuval, fırça gibi bildik gereçlerden yararlandıkları gibi, sanat dışı alanlara özgü aygıtlar da kullanmaya çalışmışlardır; misal adını vermek istemeyen bir sanatçımız yapıtlarında zımba, erişte, pandispanya, böcek gibi aygıtlardan faydalanmaya kalkmış, ezmiştir garipleri, yazık..

    kavramatik sanatçılar arasındaki ortak yön, asla seyredilmek içün bir yapıt oluşturmak istememeleridir; ront hadisesine kökten karşıdırlar yani.. yapıtlarıyla kavramlar ve analizler öneren bu sanatçılar, angut buldukları seyirciyi bunları anlamaya, çözmeye, kendi düşüncesiyle tamamlamaya çağırırlar; seyirci de bir halt anlamaz, sevinir bizimkiler bittabii..

    akımın kuramsal eğilim gösteren ve diğerlerinden ayrılan başlıca grubu ingiltere ve new york'ta etkin olan "art+language (sanat+dil)"dir.. 1696'dan itibaren joseph kosuth abd'de; terry atkinson, michael baldwin, david bainbridge ve harold hurrell beyler de ingiltere'de paralellik gösteren çalışmalar gerçekleştirmişlerdir.. lakin sonra bu beşerler, eserlerinden de sıkılıp, narenciye işinde muvaffak olmaya çalışmışlardır efendiciğim..
  • homer simpson in bir bölümde marketten mangal alip,kurmayi becerememesi ve bu kabiliyet düsmanieserini arabanin arkasina takip çöplüge dogru yöneldigi sirada,entel bir kadinin arabasina çarpmasiyla,kadinin bu kavramsal sanat saheseri olarak niteledigi seyi alip sergilemesi ve sacmasapan bir fiyata satmasiyla,homer i tesvik ettigi sanat türü.
  • yirminci yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan bir sanat akımı. avant-garde yani öncü sanat akımların temelleri üzerine kurulan bu anlayış, yetmişli yıllarda epey bi etkinlik göstermeye başlar. baktığımız zaman dadacılık, gerçeküstücülük ve minimalist sanat anlayışı, kavramsal sanatın oluşmasında etkili olur. altmışdokuzda yayıma başlayan, sanatın en iyi aktarma biçiminin sözel dil olduğunu savunan art and language dergisi, analitik felsefenin yöntemlerini kullanarak, görsel dilin gerçekte kaçınılmaz olarak sözel dilden yararlanılıp anlam bulduğunu ileri sürerek, soyut düşünceye yönelen çalışmalarda bulunur. bu anlamda sanatçılar amaçlarına resim, heykel gibi sanat eserleriyle değil, kitaplar, yazılar, eski belgeler vb. simgesel anlatımları olan malzemelerle ulaşırlar. mesela bunlardan joseph kosuth, bilgi odası adı verilen çalışmasında, bir masada çeşitli belgeler ve yazılar sergiler, izleyici sandalyeye oturarak masanın üzerindekileri izleyebilmektedir. neyse efendime söyleyeyim john steraker, june paik, laurie anderson, joseph beuys bu kavramsal sanatın bilinen öbür temsilcilerindendir.
  • kavramsal sanat, nam-i diger conceptual art kendine cikis noktasi olarak kavram i, ya da edim olarak kavramayi alir. sanatcinin urunu, yani sanat eseri aslinda fiziksel, alinir- satilir, muzeye konulur, babadan ogula gecer bir obje degil, sanatci ile izleyici arasinda gelisen basi sonu acik bir diyalogtur.
  • az önce elimdeki kahve fincanına sıgara külü dökmekle oluşturmuş olduğum sanat. derin manayı sanatseverlerle paylaşmak için ofisimde bekliyorum, evet.
  • sictim sanat oldu turevinde kar$ilaniyor. cogunluk tarafindan.

    bunu kabul etmeyenlere $u kitabi okumalarini oneriyorum;
    (bkz: serbest vezin sembolik $izofreni)
  • picasso sergisine gitmiştim. bir salonda resim yaparken yapılmış bir söyleşinin videosu vardı. picasso birtakım şekillerle bir resim yapmaya başlıyor, devam ediyor, herkes "bitti" dediğinde o resimdeki bir yerden tutarak tamamen başka bir resim çıkarıyor, o da bitti derken çok alakasız başka bir resme noktayı koyuyor. o zaman da düşünmüştüm, "vay be! rastlantı da bir kavram olarak bu resmin bir unsuru galiba." diye...
  • örneğiyle ilk defa akmerkez'de karşılaştığım sanat türüdür bu. "sanat akmerkez'de ii" adlı bir sergi turu varmış. merak ettik nedir gidelim görelim öğrenelim dedik. önce gözüme çarpan bakır borulara takılmış beyaz tüyden kaz kanatları oldu. acaip bir ritm ve kafası koparılmış bir hayvanın ölüm refleksini andırır bir hareket ile açılıp kapanan belki de yüz çift kanat...tamam dedim sanattır , mutlaka vardır bir mesajı.. arkamı döndüm değişik bir manzara. dört kasa elma vardı bir kenara dayanmış..önce işportacının biri kaçak tezgah açmış galiba diye düşündüm.ama şimdi zabıtalar gelip garibanın tezgahını toplar götürür diye biraz da tedirgin olmadım değil. bari zabıtalar gelmeden şurdan iki kilo elma alalım da adamcağız ekmek parası kazansın diye yanına gittim... .fakat yaklaşınca elmaların buruşmuş ve çoğunun da çürümüş olduğunu görünce bunun sanat olduğunu anladım, zaten elmaların üzerinde fotoğraf vardı.tamam dedim verilen mesaj açık.. elmaya fotoğraf yapışık ise yemeyin ,çürümüş olabilir.. daha sonra gözler apayrı bir manzaraya takıldı.. şeffaf plexiglass levhalara mavinin tonları ile yapılmış resimler misinalar ile boşluğa sallandırılmıştı. tam emin değilim ama belki yirmiye yakın levha vardı boşlukta sallanan. bunun verdiği mesaj nedir acaba diye kafa yorarken serginin en nadide parçasını gördüm. evet bu nadide parça gerçekten göz kamaştırıyordu. gıcır gıcır 0 km lacivert renkli 4x4 ww tuareg ..yere serilen yassı taş parçalarının üzerinde azamet ve gururla izleyicilerini selamlıyordu. saygıyla yanına gidildi, etrafında dolaşıldı,cilalı kaportası sevgi ile okşandı,camından içeri bakıldı ve bu performansı sergileyen sanatçıdan saygı ile sözedildi. evet. artık kavramsal sanat nedir ve verdiği mesaj nedir çözmüş insanların rahatlığı ile oradan ayrılma vakti gelmişti. kavramsal sanatın en nadide örneği olan ww tuareg'e son bir bakış atılarak sanat alanı terkedildi..
  • kavramsal ve aynı zamanda postmodern sanatın aldatıcı tarafını bana göre çok iyi ortaya koyan illustrator simon bailly'nin bu eserini çok beğendim. hırsız, postmodern sanat ürününü aslında çalıp götürüyor ancak izleyiciler ürünün kalıntısını ciddiye alarak muhtemelen kendi içlerinde büyük büyük laflar ediyor. ortada marcel duchamp'ın sanatsal paradigmada kırılma yaratan meşhur pisuvar'ının da olması simon'ın niyetini biraz daha açık etmiş gibi.

    ortadaki amca harika. muhtemelen öyle çözümlemeler sallıyor ki hırsızın da dikkatini çekmiş ona bakıyor gibi. kekw. "öle mi?" der gibi. sesi inceltip detone bi şekilde "öle mi olmuş?" ya da "öle mi?" diyerek karşıdakini tiye almak bu aralar ağzıma takıldı. o yüzden hırsızın da öyle bakmasına acayip güldüm. hatta muhtemelen hırsız, izleyicilerin gözlerinin önünden eseri alıp gitti ama onlar bunu sözde postmodern sanatın bir parçası filan sanmış olabilirler. süper olay.
hesabın var mı? giriş yap