• béla tarr'ın 1988 yılında çektiği siyah beyaz ve muhteşem filmi. hayatın sıradanlığını teleferiklerin gidiş gelişleriyle anlatıldığı, yağmura, çamura, kire dur durak demeden yoluna devam eden bir macar başyapıtı. bela tarr'ın zor filmlerinden birisi. ritmi, şiirselliği hoştur. yağmurda hüzünle ıslanan adam, karrer.

    "pencerenin kenarında, boş boş dışarı bakıyorum. nice seneler orada oturdum, bir şeyler bana hep sonraki anda delireceğimi söyledi. ama öyle olmadı. üstelik delirmekten korkmuyorum. delilik korkusu bir şeylere sadık kalma anlamına gelebilir. henüz bir şeye bağlı değilim. her şeyin bana sadık olmasına rağmen, sadık olduğum bir şey yok. onlara bakmamı istiyorlar. nesnelerin, olguların çaresizliğine, penceremin dışındaki pis köpeğin kurşunî gökyüzünün altında, delicesine yağan yağmurda su içişine bakmamı istiyorlar. acıklı çabalarını izlememi istiyorlar. herkes, mezara girmeden önce konuşmaya çalışıyor. zaten düştüler, konuşacak zaman kalmadı. beni delirtmek için nesnelerin bu geri dönülmezliğini istiyorlar. ama bir sonraki anda ise delirmemi istiyorlar."
  • çok şey anlatan suskunlardan... stalker'ı hatırlatan bir başyapıt. yağmura alkol, öpüşe müzik karıştıralım. ah ulan bu nasıl film? bu film nasıl ah ulan?

    "dün bana baktığında bir şeyin farkına vardım. seninle dünya arasında ulaşılmaz, garip, boş bir tünelin olduğunu fark ettim." (işte böyle kadınlara aşık olunur. aşık ölünür ya da.)
    ...

    "kaderimin daha iyi olduğunu umut edecek cesaretim bile yok. tek yaptığım tiksinerek, korkaklığıma özürler bulmak."
  • hayatın ayrıksı olgularından bihaberler için sıradan, "sanat filmi" olduğu için sıkıcı bulabileceği, bela tarr'ın başyapıtı. sanıyoruz ki hayatımız zamanın buyurganlığının dışında o kadar hızlı, o kadar sıradışı.. hayır, gerçek sizin reddettiğiniz kadar sıradan ve durağandır aslında. bu gerçek sinemaya yansıyınca, "sanat filmi" olur, sıkıcı olur.
  • (bkz: bela tarr)
    (bkz: damnation)
  • titanik bar'a girmeden önce yağmur karışır kana sonra içerde yağmurun geri kalanı içilir ve sonra filmdeki her şey yağmurla değiş tokuş edilerek yer değiştirir.

    ıslanan köpeğin kadının ıslak saçlarını yalayarak kuruttuğu sahneyi, uydurduğumda yağmuru dindirip adamın ayılmasına neden bulabilirim ancak.

    geçen yüzyılın son zamanları, 87, gri duygulanımlar, yağmur sonrası.
  • --- spoiler ---

    karrer köpekler gibi pis. oradan oraya koşturuyor, günde 5 bar değiştirip ucuz brendi içiyor ama zevk alamıyor. kaçmak istiyor ama ne bu hayat ne de yeni bir hayat onun ilgisini çekiyor.

    sürü halinde veyahut tek gezen köpekler var. hepsi bir av izinde, etrafta koşuşturup duruyorlar… o köpekler filmin ana karakterleri: kadının peşindeki adam, borçlarından kaçan bir çift…

    sürü halinde gezseler de yalnızlar. dinmek bilmeyen o sisli, yağmurlu hava, onların acı çeken ruhu.
    pis köşelerde pusuya yatıyor, avını bekliyor. ona sahip olmak için yapmayacağı şey yok, gurursuzun teki çünkü kaybedecek bir gururu bile yok.

    "lütfen reddetme beni. seni görmeme izin ver ve senin için her şeyi yapayım. vur bana, üzerime tükür, yine de ben tekrar, tekrar döneceğim senin bana vurman ve tükürmen için. çünkü sen haklısın, acımasızca haklısın. ve seni gerçekten seviyorum."

    dört ayak üzerinde duruyor, yağmurun ve pisliğin içinde yuvarlanıyor; köpekle kavga ediyor, köpek oluyor… artık o sadece iki ayak üzerinde yürüyen bir hayvan, herkes gibi.

    uygarlık, lanettir.
    --- spoiler ---
  • ön ek: bela tarr'in bir söyleşide ısrarla 1987 yapımı olduğunun altını çizdiği filmi. ek olarak imdb'nin boktan ibaret olup kimsenin kulak asmaması gerektiğini söylüyor. film izleme sitelerinde lanet başlığıyla türkçeleştirilmiş, ingilizcesi damnation olduğuna göre lanetlenme de denebilir, en iyisi karhozat'ta ısrar etmek.

    "dün bana baktığında bir şeyin farkına vardım. çirkin olduğum," diyesi geldi bir an. öyle bekledim. böyle bir diyalog filmin bütün ciddiyeti piç olabilirdi yalnız. öte yandan karrer karakterinin ciddi başka sözü var: "bir şeyler bir an sonra delireceğimi haber veriyor ama bir an sonra delirmiyorum, ve delirmeye hakkım yok, çünkü delilik korkusu bir şeylere tutunmamı gerektirirdi. hala bir şeye tutunmuyorum, hiçbir şeye tutunmuyorum ama her şey şeylerin umutsuzluğunu fark etmemi isteyerek, bana tutunuyor görünüyor."

    müzik ve mekanlar konuşuyor. bir de köpekler konuşuyor. filmdeki adamı akla davet eden beyaz saçlı yaşlı kadın galiba bir hayal, bir anne, anaç ruh temsili. demek ki karrer'in kendi kendiyle konuşması o. bir de o yaşlı ak saçlı kadın ve gidip gelen teleferikler gelecekten veya hayattan mesaj getiren, ama şifreli olduğundan anlaşılmaz kalan kehanet eşdeğerleri. insan hem çaresizlikten bekleyip duruyor, hem anlamazlıktan, anlaşılmazlıktan.

    sonunda karrer ilahi komedya'da yerin/cehennemin yedinci katına da iner, ölmezden ölmeyi, ölmüş olmayı, normal görünen bir deliliği başarır. köpeklerle ürüşmesi onun görselleşmesi. filmde eksik olmayan yağmur ağır duygu yükünün filmin sonunu beklemeden sürekli yeni çabalarla ve ıslatmalarla yıkanıp arındırılması. bu kadarı kolay taşınmazdı. bir gerilim filmi gibi her an kan çıkmasını, şiddet patlamasını bekliyor insan. bela tarr sonunda soğuk yemek biçiminde bir şiddette karar kılıyor.

    karrer: "bir şeyler bir an sonra delireceğimi haber veriyor ama bir an sonra delirmiyorum, ve delirmeye* hakkım yok, çünkü delilik korkusu bir şeylere tutunmamı gerektirirdi. hala bir şeye tutunmuyorum*, hiçbir şeye tutunmuyorum ama her şey şeylerin umutsuzluğunu* fark etmemi isteyerek, bana tutunuyor* görünüyor."

    "artık tekrar bile edememe ihtimali. beklentilerin kesiştiği ve pazarlıkların yapıldığı kafeler* yoktur artık. rüzgarlı bir kırda yitmiş bir ev vardır sadece*. hiçbir yanılgı, hiçbir pazarlık, hiçbir yalan yoktur artık: yalnızca bir hayatta kalma meselesi - ertesi güne çıkmak, haşlanmış patatesten ibaret bir öğünle mümkündür ancak. bu mesele, üçüncü bir karaktere, ata bağlıdır." jacques ranciere - bela tarr le temps d'apres

    (bkz: mihaly vig/@ibisile)
    (bkz: the cinema of bela tarr the circle closes)
    (bkz: ölü zaman)
    (bkz: a londoni ferfi/@ibisile)
  • yağmur filmi olduğunu bilmeden, üniversitenin ilk yıllarında, yağmurlu bir günde, açık camdan içeri giren çok hafif rüzgar esintisinden korunmak için üstüme aldığım yorgan ve süre boyunca herhalde yarıladığım davidoff bordo paket eşliğinde izlemiştim ben bunu. o yüzden yağmur'un filmi olmasının haricinde benim için aynı zamanda bir davidoff tokluğunda, yoğunluğunda geziyor.

    ara ara açıp yine izliyorum aynı atmosferi yakalayınca. sonbahardı.

    derecenin 15'ten düşük, 17'den de yukarıda olmaması gerekiyor.
  • başrolde yağmur olan, diyalogların şiirsel bungunlukla yürüdüğü gayet yorucu filmdir. bünyeye alkol etkisi yarattığı için sonu uykuyla bitebilir, sızarsınız yani...
  • macaristan yapımı dram/romantik türde sinema filmidir..

    yönetmen koltuğunda béla tarr oturmaktadır..

    başrollerde, miklós székely b. ve vali kerekes rol almıştır. diğer önemli rollerde, hédi temessy, gyula pauer, györgy cserhalmi oynamıştır..

    filmde, karrer karakterinin yaşamı, varoluşu(daha doğrusu varolamayışını), hiçliği sorgulamasını izliyoruz..

    film, siyah beyaz olarak çekilmiş. renkli olarak çekilseydi kesinlikle bu etkiyi veremezdi diye düşünüyorum. siyah beyaz olması estetik ve nostaljik bir hava katmış filme..

    oyunculuklar son derece başarılıydı. diyaloglar kusursuza yakındı. özellikle ikili diyalogların tamamı mükemmeldi..

    müzikleri harikulâdeydi. bu zarif müziklerin sahibi, béla tarr'ın tıpkı theodoros angelopoulos ile eleni karaindrou ikilisi gibi birlikte çalıştığı müzisyen mihály víg'dan başkası değildir. nostalji rüzgârları esiyordu dinlerken. macar şarkıları pek güzeldi. özellikle akordiyon müzikleri ve dans sahneleri büyüleyiciydi..

    kárhozat, macaristan'ın ve avrupa sinemasının en önemli filmlerindendir..

    sinematografik açıdan izlediğim en iyi filmlerdendir. kamera açıları, plan sekansları harikaydı..

    filmi çok beğendiğimi belirtmek istiyorum. bu tarz filmleri seven bir izleyici olarak film beni kesinlikle tatmin etti. eğer dram türü ve festival filmleri tarzını sevmiyorsanız izlerken sıkılmanız kuvvetle muhtemeldir..

    film, oldukça kasvetli bir havada çekilmiş. sürekli yağmurlu ve kapalı bir atmosfer var filmde. bu atmosfer de başrolün içinde bulunduğu ruhsal durumla gayet uyumlu olmuş..

    kárhozat'ı izlerken zeki demirkubuz ile nuri bilge ceylan filmlerinin birleşimine benzettim. ikisinden de biraz var. ancak yönetmenin bu filmi çektiği tarihte iki yönetmenin de henüz film çekmeye başlamadığını da göz önünden bulundurursak bizim yönetmenlerin bu filmden etkilenme ihtimalleri mevcut..

    filmde birbirinden derin aforizmalar bulunmaktadır..

    filmde zeki demirkubuz'un masumiyet'indeki bekir'in kırsaldaki sahnesi gibi güçlü birden fazla uzun planlı sahne mevcut. sinemada en zor olan şeylerden biri de uzun planlı çekimlerdir. üst seviye bir oyuncu ile üst seviye bir yönetmen gerekir. gözümde bu film, bu konuda dünya çapında bir başarı sağlamıştır..

    filmin açılış sahnesi beni oldukça etkilemişti. yönetmen böyle bir açılışa nasıl bir kapanış hazırlamış diye film boyunca merak içindeydim..

    izlerken çabuk bitmesini istemediğim filmlerdendir..

    filmi izlerken titanik bar'a gitmek istemedim değil..

    béla tarr bir röportajında film hakkında aşağıda yazılanları söylemiştir.
    “…85’te akademi’deki bazı arkadaşlarım bana laszlo krasznahorkai’den bahsetmişlerdi. daha sonra onunla tanıştık ve çok iyi dost olduk. elbette ilk olarak aklımızda satantango vardı, laszlo’nun ilk kitabı… hikâyeye kesinlikle bayılmıştım ve çekmek istemiştim ama bu derece girift ve büyük bir hikâyeye girişmek için yeterli bütçeyi bulamayacağımı biliyordum. biz de bunun üzerine çok daha basit ve ucuza mal edebileceğimiz bir senaryo yazmaya karar verdik; karhozat işte böyle doğdu. fakat film berlin film festivali’nde gösterildiğinde macaristan’daki hemen herkes nefret etti. özellikle de politikacılar. bana gayet net bir şekilde şunu söyleyen dâhi oldu: bir daha burada asla film çekemeyeceksin!”

    tekrar tekrar izlenebilecek ender filmlerdendir..

    kárhozat, ülkemizde pek bilinmeyen bir başyapıttır..

    filmi, tüm sinemaseverlere ve felsefeye meraklı kişilere öneriyorum..

    aşağıda filmden ayrıntılar paylaşacağım. izlemeden önce detayları öğrenmekten haz etmiyorsanız aşağıdaki yazılanları okumamanızı öneririm..

    --- spoiler ---

    vali kerekes'in sahnesinden.

    — kimse sevgisiz ve erdemsiz yaşayamaz.

    vali kerekes'in karrer ile olan sahnesinden.

    — yağmuru seviyorum. pencereden düşen damlaları seyretmeyi seviyorum. beni hep sakinleştirir. zihnim boşalır, sadece yağan yağmuru izlerim. artık hiçbir şeye bağlı değilim. kimseye bağlı değilim.

    hayat tecrübesi yüksek olan hanımefendinin görece genç adam ile diyaloğu.

    — ne renkli, ne kalabalık, ne neşeli bir parti. ahh dans. kollar ve bacaklar, beller ve omuzlar. mükemmel bir armonide işliyor. konuşma şekilleri, hareketleri, dansa kaldırdıklarının bakışları tüm dünyevi sorunların üstünde. gençler çok sevimli. inan bana kalbini ısıtan müzik varken başkasını bulmak gibisi yoktur. eller birlikte kenetlendi mi bir ayak diğer ayağı hisseder, onu takip eder. gideceği yerin önemi yoktur. çünkü o andan sonra her sallanma ve dönüşte uçacaklarına inanırlar. kim bilir? belki de uçarlar.

    yukarıdaki sözlerin sahibi hanımefendinin gençlere tavsiyeler verirken hayıflanması oldukça hüzünlüydü.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap