• kendi yeteneğine haksızlık yapıp, içinde bulunduğu meslek dalını fena halde küçümsediğini düşündüğüm burak aksak'ın yeni filmi.

    "yerli dizi, yersiz uzun" diyerek, sektördeki özensizliğe zamanında en güzel tepkilerden birini vermesine rağmen, bugün hiçbir zorunluluğu yokken üstelik, aynı şeyi kendisi yapıyor. sekiz ay arayla film vizyona sokuyor. dünya üzerinde woody allen hariç, her yıl bir film yazıp/çeken yönetmen yokken, burak aksak bu süreyi sekiz aya indirmiş.

    bir filmin senaryo hazırlık, senaryo yazım, çekim hazırlık, casting, mekan tespiti, çekim ve vizyon hazırlık kısımlarını 1 yılda tamamlamanıza imkan yok. gerçekten yok. imkan olmayınca da, ortaya işte böyle pek çok noktası elde kalan bir film çıkıyor.

    yapmayın arkadaş. lütfen. ülkede yetenekli az sayıda insanlardansınız, sizin için belki sorun değil ama, bize hakikaten ayıp oluyor.

    bir ikinci nokta şu "yazan & yöneten" ünvanı. bak bunu da çok küçümsüyoruz ülke olarak. önüne gelen "yazan & yöneten" oldu. sanırsın ki, yazdığı filmi çekmeyeni dövüyorlar. halbuki "yazan & yöneten"in hakkını layıkıyla vermek için, eni konu bir sinema dehası olmak gerekir.
  • burak aksak sana laflar hazırladım olum. dizi bölümümü lan bu? ne yaptın sen?

    karakter derinliği vardı bi tane leyla ile mecnun'da 30 bölümde oturttuğun. film de öyle olmuyormuş değil mi?

    devamı yer yer spoiler içerir.--- spoiler ---

    bu kudret'i çocuklar niye sevmiyor? o araba brandalı yatarken nasıl böyle bağlanmış, hatta isim takmış? neden "kara bela"'yı seçmiş?

    burcu muydu neydi meyhaneden kaçan kız, he işte o nasıl kötü adamların yanına düşmüş? asıl hayali neymiş de ne olmuş falan? kaçıp ne yapmak istiyor?

    bizim işportacı sadece zabıtadan kaçmak için mi antep'e gitti? onu geçtim ne kadar pislik bir adam ki o kadar lakayt tavırla banka soydu? kim ulan bu bebe? "he o mu? depremzede o, normal" deyip geçecek miyiz bu soruları?

    intihar etmek isteyen bebeye niye kız verilmiyor? belki kızı kandırıyor o.ç., ne malum? kızın anası babası nerede?

    --- spoiler ---

    (bkz: kafamda deli sorular) sen anlat bunları ben dinlerim. baştan sona komedi beklemiyoruz senden be abicim. böyle içi boş olmuş gibi geldi bana.

    neyse kredin var bende daha. sen yap ben izlerim yine. eskiyi biz bırakmasakta sen burak aksak. yeni şeyler söylemek lazım.
  • leyla ile mecnun'a hürmeten gidilen ve -üzülerek söylüyorum- olmamış maalesef dedim...

    burak aksak'ın, "kişisel olarak hoşuna giden ve aşık olduğu sahneler için, o sahne ortamını nasıl yaratırım da o komikli efsane sahneyi yazarım diye düşünüp düşünüp beceremediği, beceremediği için de gereksiz onlarca diyalog ve olay döngüsü izlediğimiz film.

    sırf o aşık olduğu komikli sahneleri izletmek içinmiş onca gereksiz sahne.

    ekşi sözlük karalama timi gibi olmasın dediğim için de gerekçelerimi sıralayayım.

    --- spoiler ---

    pek çok kasış sahneye rağmen, akan ve güldüren bir şekilde gitti ilk bölüm. absürt komedi izlediğimizi bilen bireyler olarak ilk yarıda, "ikinci yarı da böyle olursa iyi lan," dedik.

    ilk bölümdeki kasıştan kastım şudur.
    efkan karakteri neden yolun ortasında intihar etmektedir? açıklanmadı (neden evinde değil, neden tarla da değil, neden bir ağaç dibi değil de yol ortasında)
    efkan karakteri neden sihirbaz/damat gibi giyinmiştir? açıklanmadı
    efkan'ı yol ortasında bırakan kimlerdir, nasıl kalmıştır? açıklanmadı.
    tek bildiğimiz, efkan bir kızı sever, ailesi kızı kaçırır ve efkan ortada kalır.
    yani, efkan kızla evlenmek üzere yoldayken mi ailesi önleri kesip kızı alıp götürmüşlerdir de efkan yol ortasındadır?
    efkan'ın hikayesi bu açıklanmama hali yüzünden "arabaya nasıl bindiririz" sorunu yüzünden yol ortasına konmuş ve arabaya dahil edilmiştir ki bu kasıştır. film akarken, sorunu nasıl çözeceğini bilemeyen senarist burak aksak'ın izleyiciyi aptal yerine koymasıdır.

    ikinci yarının başlamasıyla "bu ne lan böyle" dedim.
    kaçış sahnesi ve ardından lunaparka giriş ve palyaçonun silahla bunları esir alması olayı filmden kopmama neden oldu.

    o palyaço bunlara neden silah çekti, neden esir alıp onca sahneyi izledik?
    (burada açıklamak isterim ki, senaryonun birinci kuralı, bir sahneyi/karakteri/diyaloğu senaryodan çıkarttığında akış bozulmuyorsa o sahne/karakter/diyalog çıkartılmalıdır. senaryoda gereksiz hiçbir şey olmaz)
    bu açıklama dahilinde palyaço klişelere bir övgü müydü? hayır.
    klişeleri yeriyor muydu? yine hayır

    palyaço sahnesi, efkan karakterine "nefes alıyorsan bir umut vardır" cümlesini eden ve güya aklını başına gelmesi için işlenmiş. tamam, efkan'ın aklı başına gelsin de, bu sahneyle mi, bu cümleyle mi olmalıydı?
    kudret karakterini güçlendirmek adına bu cümleleri kudret edemez miydi?
    güven karakterini, "eemaaan diyen, şarj cihazı satıp güvenilmez/hafif şapşal bir karakter yapmak yerine, bu cümleler ettirilse ve burcu karakterinin aşık olması için eline bir done verilse olmaz mıydı? (o tatlı şapşallığının altında zeka görseydik yani)

    filmden palyaço sahnelerini çıkart. filmi rahatlıkla izlersin.

    ayrıca filmde palyaço niye ölüyor? cinayet işlenmiş, palyaçocunun öldüğü bir filme nasıl gülünür? palyaço basit bir absürtlükle yaşatılamaz mıydı? (ör: meğer göbeği için taktığı yastıkta kurşun yumuşamış ve orada takılı kalmış gibi -aklıma ilk gelen-)

    kudret'in şarjör boşaltıp kimseyi vuramadığı sahnede insanlar gülmüş. iyi de, o sahne öncesinde bir sürü kasış sahne varken insanlar nasıl güler peki? senarist bu sahneye aşık olmuş, bunu nasıl yaparım demiş ve öncesine bir sürü gereksiz ipe sapa gelmez sahneyi bezemiş ve bizlere "bu sahneye gülün hadi," demişken, ben nasıl gülerim? ve sonraki sahnelere...
    burak aksak, hoşuna giden bir sürü sahnenin ortamı nasıl yaratılır diye öncesinde gereksiz onlarca diyalog ve olay döngüsü izledik.

    peki ya her olaydan koşarak kaçmak nedir?
    absürtlük içinde eli silahlı adamlardan koşarak rahatlıkla kaçabilirsin, bunu öyle sunarsın, çekersin, oynatırsın ki, izleyici güler. ama arkadaş, bunu bir yaparsın iki yaparsın ama üç olmaz. artık alternatif bir şey yapman gerekir. yemek yerken ormana koş, düğünden koşarak kaç, iki çatışma arasında kal, koş. öeh be. (daha çok koştular da neyse) bir karaktere bir şey yaptır da, "vaay bu karakter sandığımız kadar da şapşik değilmiş" diyelim. karakterlere iki gram derinlik veriver.

    --- spoiler ---

    hadi sahne sahne incelemeyi geçelim. filmin geneline bakalım... yoksa çoğu sahneyle ilgili bir derdim var ya neyse...
    özellikle yol filmleri, ilginç olay döngüleri barındırır. film bunu kasa kasa da olsa yapmış. olmamış ama yapmış.
    yine, özellikle yol filmleri kişilerin dönüşümünü de anlatır.
    bu minvalde bir iki spoiler vererek soru sorayım...

    --- spoiler ---
    kudret için soru...
    kudret karakteri filmin başından beri hangi değişime uğramıştır?
    çocuklarını geri alabilecek, kararlı bir baba olabilmiş midir? istanbul'a döndüğünde hayatında neleri değiştirecektir sizce?
    arabayla tümsekten uçma sahnesindeki kararlılık, alternatif karar alabilme ve uygulama gücünü başkaca nerede görebildik? şapşik adam profilinden çıkabildi mi tam olarak?

    güven için soru
    güven karakteri, kudret'e anlattığı "agabey/çekyat" hikayesindeki nispeten ulaştığı derinliği ve "ulan bu adam sandığımız kadar mal değil" hissiyatını başka nerede yakaladık? (kızın önüne atlayıp, "beni vurun" dediği sahnede mi? hadi canım. o sahne bizler gülelim diye, senaristin aşık olduğu vazgeçemediği bir sahne, önceden öyle bir derinlik katarsın ki karaktere, inanalım)
    güven filmin sonunda, hangi değişime ve farkındalık düzeyine ulaşmıştır? ağabey/çekyat hikayesini bilmesek izleyenin güven'e bakış açısı gerçekten değişecek mi? biz bu hikayeyi neden öğrendik karaktere ne kattı?
    güven istanbul'a döndüğünde nasıl bir adam olarak hayatına devam edecek? yine "emaaan diye dünya s.kinde bir adam mı yoksa, sevdiği kadını söküp alan kararlı bir adam mı olacak sizce?

    burcu için soru
    burcu, güven'e neden aşık oluyor? hangi cümlesi ya da hareketi üzerine şarj cihazı satıp, hafif aptalvari olan çocuktan hoşlanıyor? (silahın önüne atılması yeterli midir?)
    burcu'nun hikayesi atılgan da çalışmak dışında nedir? tüm karakterlerin cılızda olsa bir geçmiş hikayesi varken, burcu'nun neden hikayesi yoktur? alternatif bir geçmiş yazılıp, güven karakterine "haa bu sebeple aşık oldu bu çocuğa," dedirtilemez miydi?

    efkan için sorular
    efkan neden yol ortasında intihar etmek istemektedir? neden bir başka yer değil de orası? onu yol ortasında intihara sürükleyen olay nedir?
    neden grand tuvalet giyinmiştir?
    hiçlikten bahseden, arabadakiler içinde en felsefi karakter zannedip alternatif bir karakter olacak diye düşünürken neden normal aptal bir karaktere evrilmiştir?

    butün bu soruların cevabı havada ve afaki.

    --- spoiler ---

    bunun üzerine daha çok yazılır. sahne sahne "neden" diye sorabilirim.
    absürt komedi tamam; sabun köpüğü filmi tamam; eğlendirsin, güldürsün çıkınca umurumuzda olmasın tamam.
    karakterlere iki gram derinlik verme, isteyen karakter istediğini yapsın, sonra bunun adına "ama abi absürt komedi bu, anlamıyorsun" diye bunu bir de bize yedirmeye çalış, iyi iş yaptığını savun. hadi canım sende, hadi canım...

    siz çekenler buna emek, bizler de para ve zamanımızı veriyoruz buna. bu kadar da kötü iş yapılmaz ki arkadaş.

    burak aksak'ın klişesiyle cevap vereyim...
    "at olsa, daha iyi yazardı"
  • bir sinema tv öğrencisini rahatlıkla sınıfta bırakabilecek kalitede bir film.

    burak aksak ve tayfasını sonuna kadar destekleyelim tamam ama olmamışa da olmamış diyelim
    ki bir sonraki yapımda daha iyi işler çıksın, aynı hatalar yapılmasın.
    eminim filmi bu kadar kısa sürede izlemiş olan kitlenin büyük bir bölümü
    baştan yüksek kredi ve sempati ile bu filme gitmiştir.
    bu sebeple eleştirileri taraftarlık boyutunda, sığ ele almak yapılacak büyük yanlışlardan biridir.

    bana masal anlatma'yı destek olma düşüncesi ile önyargısız izleyip
    olan bir kaç hatayı görmezden gelip başarılı bulmuş, ilerde çok daha güzel filmler çekecek demiştim burak aksak için.

    fakat sanıyorum aşırı özgüvenden ve toplum olarak üzerimize yapışan şu iğrenç goygoycu tavırdan olsa gerek,
    bu kadar yetenekli ve kaliteli insanlar bile yaptıkları işi,
    öncesinde bağımsız ve acımasız gözlere eleştirilmek üzere sunmadıkları,
    yapıtlarından sıyrılıp objektif bakamadıkları için
    çok basit ve temel hataları, eğreti duran, aksayan, akla yatmayan tarafları göremiyorlar.

    senaryonun öğeleri, karakter derinliği, olay örgüsü, mantıksal bağlantı konularında ciddi hatalar barındıran bir film karabela.
    hele diyaloglar.. yerlerde... sonu bir yere bağlanmayan, hiçbir şeye hizmet etmeyen uzun uzadıya giden replikler..

    --- spoiler ---

    ona gönderme buna selam iyi de, aga senin film olmamış ki sen bunlara girebiliyorsun.

    filmin başlangıcı çoğu kimsenin de dediği gibi umut vaadediyor.
    çünkü filmin başında kudret karakterini işliyor, merakımızı çeken karakterle ilgili derinleşen her bilgi ve buna yedirilmiş komik durumlar izleyici olarak hoşumuza gidiyor. hikayesini anlamaya ve mantığımızda bir yerlere oturtmaya başlıyoruz.

    burada ilk açığını veriyor film.
    kudret'in, yüzünü bile görmemek için çalışıyormuş numarası yaptığı eşinin,
    ve borç takmak dışında bi halta yaramamış olduğu anlaşılan babasının ölümü
    ve akabinde zaten onu pek takmadıkları başından belli olan çocuklarının evden ayrılmasından sonra
    intihara kalkışması hikayenin ilk tökezlediği yer.

    rüyasında annesi ile konuştuğu bölüm yersiz uzun, sahnenin tüm esprisinin canına okuyor.
    devamında diğer karakterlerin yol hikayesine dahil olmaları eksik bağlantılarla, mantık hataları ile dolu.

    karakterler derinleşmediği için seyircinin empati kurması, inandırıcı bulması
    ve dolayısı ile hüzünlü olarak kurgulanmış sahnelerde üzülmesi gerçekten zor.

    işportacıyı tanımıyoruz! şarkıcıyı tanımıyoruz!
    en oturmamış ne idüğü belirsiz karakter ise cihan ercan'ın oynadığı karakter.
    bu karakter ilk göründüğü sahnede gayet cool bir şekilde (lüzumsuz bir tarantinovarilikle!) yolun ortasında kendini öldürmek üzere iken devamında amaçsız ve ezik bir tipten, efemine çağrışımlar yapan bir tipe dönüşüp gelgitler yaşıyor.

    filme kaçak, yama bir ek gibi duran zorlama palyaçolu sahnelere söyleyecek laf bile bulamıyorum.

    kaçma kovalamalı yol hikayelerinde kovalayan kişilerin mantıklı, inandırıcı sebepleri olmalıdır.
    gereksiz hırslı ve amerikan polisi özentisi bir zabıta amiri, pekala işportacı ile yaşadığı bir durumu kişiselleştirerek,
    diğerlerini de peşinden sürükleyerek bir işportacının peşine düşebilir. komedi için gereken malzemeyi de oluşturur.
    fakat kişisel bir husumeti yokken üstelik "ona ceza makbuzu vereceğim" argümanı ile yollara düşmesi,
    zorlama kelimesine güzel bir örnek oluşturuyor.

    bozuk paralarla birlikte saçma sapan bir meblağı durduk yere bankadan çalmak komik olabilir de,
    soyguncunun peşine kelalaka bir komiser ve bankanın güvenlik görevlisinin düşmesi için
    en azından mantıklı bir sebep olması gerekir.
    (ki genelde filmlerde kişisel çıkar çatışmaları vb sebepler sunulur izleyiciye, eksik bağlantı olmaktan kurtarılır)

    kovalayan en akla yatkın grup mafyaydı.

    film sürekli sıkıcı tekrarlara düşüyor kendi içinde. yemek için yine tesadüfen gece klübünden bozma bir yere gittiklerinde resmen içine sıkıntı basıyor insanın.
    dans sahnesi elbette komik ama, hikayenin içinde taşeron durmuyor mu?
    bıyıklı, kıllı, kısa boylu bir adama o kıyafetleri giydirip striptiz dansı yaptırırsanız her zaman komik olur.
    (elbette cengiz bozkurt'un yeteneğine şapka çıkararak)

    düğün sahnesi, sonrasındaki meydan savaşı, kahramanların bütün bu olaylardan paçayı sıyırması filan ayrı ayrı tez konusu olabilecek kadar kötü sahneler.

    tam da burada, burak aksak ve tayfasının başarılı örneklerini sergilediği absürd komedi kavramına da değinmezsem okuyanların yanlış anlayabileceğini düşünüyorum.

    bu film bir absürd komedi mi? bence değil ama bu niyetle yapılmış ise de olmamış, olamamış.
    absürd komedinin kendi içinde tutarlı bir mantık örgüsü, tam bağlantısı ve elbette derinleştirilmiş karakterleri olmak zorunda.
    ki bunu yapmak normal bir komedi yapmaktan çok daha zordur.
    kuralları bildiğini ama isteyerek bozduğunu izleyiciye aktarmak gerçekten her babayiğidin harcı olmayan bir uğraş.
    iyi kurgulanmamış, hikayeleri, sebep sonuçları tam oturtulmamış bir filmi
    absürd komedi yaptım diye ortaya koyan herhangi bir yönetmen, altın ahududu ödülü için bile ciddiye alınmaz.

    --- spoiler ---

    burada eleştirdiğimiz filmin iz bırakan bir başyapıt olmaması filan değil.
    basit, sıradan, gülmecelik, klişe diyebileceğiniz filmlerde bile bulunması gereken temel unsurlardan yoksun olması.
    burak aksak ne kadar sıklıkta kaç tane film çekerse yine gider izlerim o ayrı... ama özensin arkadaş..
  • karşılaştırma yaptığım sanılmasın, fakat şunu söylemek isterim ki, beş kardeş'in herhangi bir bölümü bu filmden daha güzeldir.
    (bkz: derinliği olmayan gişe filmleri)
  • burak aksak'ın "eh işte" filmi. başarılı olduğu absürdlük yerine abartılarla genele hitap ederek diğer komedi senaristlerinin seviyesine inmiştir. sonraki sahnede geçecek tüm esprileri tahmin edebiliyorsunuz, gereksiz duygusallık ve çıkartılınca filmi güzelleştirecek tonla sahne. bir komedi filminde olabilecek tüm klişe konuları bir araya getirmeye çalışıp çorba yapmış. tabi böyle bir film sayesinde ayakta kalıp ileride daha iyi işler yapacağı için sorun etmiyorum. zaten leyla ile mecnundan sonra türkçe komedilerden ümidi keseli çok oldu.

    imza: ekşi sözlük beklenti düşürme timi. hadi yine iyisiniz sayemde filmde bol bol gülersiniz.
  • kılıbık filminde kemal sunal'ın tesadüf sonucu tahtına oturduğu suç makinesi tipleme.
    sırrı elitaş tarafından canlandırılmıştır.
    edit: link düzeltme
  • bana masal anlatma'yı beğenmiş biri olarak diyebilirim ki bu film olmamış. filmde birçok şey eklektik, zorlama. evet absürt güzel bir alan olabilir ancak onun da kendi içinde bir tutarlılığa sahip olması gerekir. aksine "ben yaptım oldu" muamelesi çekmek seyirciyi saftorik yerine koymak anlamına gelebilir.

    --- spoiler ---

    en basitinden zabıtalar, lunapark sekansı hayli gereksiz. bunu ve daha birçok şeyi filmden çıkarsanız hiçbir şey kaybetmezsiniz. filmin en başındaki rakı sahnesi, mutfak, buzdolabı sahnesi de mesela. işportacının deprem anısı da öte yandan öylesine bir anı olarak kalıyor. bunun gibi başkarakterin karısına dair hatırladıkları, flashback'ler, leyla ile mecnun refleksiyle ortaya konulmuş. havada kalıyor, filme katkısı yok. bu tarz sahneler dizi içinde karakterlere dair bilgi veren gag'ler olarak yer bulurken sinema filminde aynı numaraya başvurmak 90 dakkayı doldurmaya çalışan bir takımın şevksizliğine eş değer olmuş.

    filmin en büyük sorunlarından biri de vardığı yer ve tutarsızlığı. hep başkaları -eş, baba, çocuklar- için yaşamış bir baş karakter ilk defa kendi için bir yolculuğa çıkıyor. fakat sonunda yine yan karakterlerden birisinin hikayesine hizmet ediyor, yan karakteri kavuşamadığı sevgilisine kavuşturuyor. bu da filmin zayıf bir dille söylemeye çalıştığı cümleyi baltalıyor. daha fenası baş karakterin kendine ait gördüğü tek alan olan aracın yanmasıyla son buluyor film. bu durum da tüm bunların üzerine tuz biber ekiyor.
    --- spoiler ---

    üzerine fazla düşünülmemiş bir film izlenimi uyandırıyor kara bela. ben şahsen burak aksak'ın bir potansiyeli olduğunu düşünüyorum ama bu, onun potansiyelinin çok çok altında bir film olmuş.
  • izlemediğim film. muhtemelen de izlemeyeceğim film.

    burada sinematografik olarak şöyle, hikaye olarak böyle falan gibi çok bilmiş ahkamlar kesmeyeceğim. o kadar anlamam zaten sinema işinin teknik taraflarından. yönetmeni beğenirim, konuyu beğenirim, zaman geçirmek için izlerim, gülmek için izlerim vs. ama bu filmi izlememek için tek önemli sebebim var. o da filmde yine "o gemi bir gün gelecek" göndermesi yapılması.

    leyla ile mecnun pek çok insan için "yıllar sonra takip ettiğim tek dizi abi yaaa"dır. her bölümü sonsuz beğeni ile mi izledik, hayır. ama genel olarak orada mükemmel bir ekip vardı, mükemmel bir enerji vardı ve mükemmel kaleme alınmış karakterler vardı. ismail abi vardı yahu. ismail abi. hala adını duyunca ayy dediğimiz. işte bu yüzden "o gemi bir gün gelecek" ismail abi demektir.

    sonra leyla ile mecnun dağıldı. herkes başka tarafa dağıldı falan derken birileri dedi ki, "dağılmayın lan". tam dağılmadılar yaşasın diyecektik ki yapılanın "arkamızda sağlam izleyici kitlesi var abi, ne yapsak tutar"dan ibaret olduğu ortaya çıktı.

    sonrası denemeler denemeler. en iyi denemeler şüphesiz mutlu ol yeter ve beş kardeş idi. ikisi de tutunamadı.

    dağıldılar gittiler derken sinema imdada yetişti hemen. bana masal anlatma doğum günü hediyemdi benim. eksiklik falan görmedim o yüzden. hele duvarda yazmıyor muydu "o gemi bir gün gelecek" diye, içimin yağları eriyordu o yazıyı görünce. akmasa da, hikayede kopukluklar olsa da gideri vardı filmin. leyla ile mecnun kokuyordu çünkü.

    sonra limonata geldi. bana masal anlatma'yı gereğinden fazla beğendiğimi gösterdi bana. yol hikayesi seven beni alıp götürdü balkanların o tozlu topraklarına. bana masal anlatma'nın eksiklikleri göze batmaya başladı onunla beraber.

    sonra burak aksak'ın yeni film çektiği haberleri, fragmanlar vs. hiç cazip gelmedi önce. ama leyla ile mecnun'un sonsuz hatrı hürmetine elbette gidilecek izlenecekti vizyonda. ta ki giden birinden "o gemi bir gün gelecek"in yine göründüğünü duyana kadar. ilk filmde leyla ile mecnun'a saygı duruşu dediğim o hareket bu filmde tamamen "leyla ile mecnun'un ekmeğini nasıl yersem kardır, ben yazdım lan onu. onun ekmeğini de ben yiycem tabi" hareketi idi. ve bitti. film silindi gitti bende.

    burak aksak müthiş bir yazar mı, evet. potansiyeli var mı, evet. ama burak aksak ile ilgili bu evetlerin kafamda devam edebilmesi için leyla ile mecnun'u cv'sinin en parlak yerine bırakması gerekiyor. yoksa her filmde göndere göndere leyla ile mecnun'u da bitirecek haberi yok. belki de var. aman işte ne bileyim.

    bazen diyorum ki ne sihirdi ne keramet ali atay, serkan keskin ve bittabi onur ünlü'deydi marifet. bazen de diyorum ki saçmalama. öyle garip bi haller bunlar.

    kıssadan hisse izlemeyeceğim, izletmeyeceğim filmdir. yeni şeyler yapın lan azcık. leyla ile mecnun'dan artık size daha fazla ekmek çıkmaz. çıkmasın. n'olur.
  • leyla ile mecnun'a bir gönderme de gelin arabasının arkasına yapışan gelin ile damat isimlerinin "l ve m" şeklinde olmasıydı.
hesabın var mı? giriş yap