• bana altıncı sınıftayken bir tane alınmıştı. 13 sene olmuş, hala yaşıyor it.

    hayır ölmesin, yaşasın sonsuza dek de; herkesin süs kaplumbağası en fazla 1-2 sene sonra ölürken bu niye yaşadı anlamadım. büyümez dedikleri kaplumbağa eşşek kadar oldu!

    8 sene bizzet her şeyiyle ben ilgilendim, o zamanlar o kadar şişmanlamıştı ki kabuğuna çekilemiyordu. çekilmeye çalışınca, etleri fışkırıyordu asdfghjklş. sonra, kendi evime çıkınca kedi aldım. kedi aldıktan sonra baktım, kediler yiyecek benim albert'ı (arkadaşları ona einstein diyor), anneme götürdüm. annem bir aylık tatile giderken evde unutup gidince(evet, böyle bir ortamda yaşadı), şans eseri eve gelen ablam tarafından alındı. 2 sene ablam baktıktan sonra, doğaya salmaya karar verdiler. tabi saldırmadım, hayvanı öldürmeye çalıştırdılar resmen! sonra albert'ı alıp evime götürdüm, iki kere bizim kedilerin ağzından aldıktan sonra, ablama geri yolladım.

    sonra bir çocuk çok beğenmiş albert'ı, ona vermişler. dünden razılar zaten... neyse bu çocuk ablama fotoğraflarını maille atıyor ayda bir. ablam da bana gönderiyor, öküz kadar olmuş resmen, ismi de yeşil olmuş. beni gömecek yakında diye korkuyorum.
  • 5 yillik ev arkadasligimiz boyunca aptal oldugunu dusundugum, dun gece yanildigimi suratima vuran hayvan.

    2 senedir neredeyse her sabah bir tanesini disarida buluyorum bunlardan yillardir. oyle cok buyukte degiller. buyugu insan karisiyla bir karistan az daha ufak, kucugu iki kibrit kutusu. her zaman kaplarini cikamayacaklari kadar yuksek tutmaya calistim, yinede kactilar. barikatlar kurdum kenara koseye, sabah parkeye dusme sesleriyle uyandim. kabuklarini cikarmakla tehdit ettim, yine engel tanimadilar. oturdum kafayi yedim dusunmekten, tuneller aradim.

    dun uykusuz geceme denk geldiler. takir tukur tas sesleriyle kalktim yatagimdan. odalarina gidip kapiyi araladim karanlikta. bariz bir hareketlenme vardi kaplumbaga yuvasinda. biliyorum isigi acsam hicbirsey yokmus gibi aval aval suratima bakacaklar. usenmeyip ustun japon teknolojisi kamerami cikardim dolaptan. gece gorusu modunda uzattim kapidan iceri. efendiler sudaki butun cakillari kenara iteklemisler, buyugu taslarin uzerine cikmis, kollari kabin kenarinda kendini yukari cekmeye calisan kucugu kafasiyla alttan yukari kaldiriyor. ne boyun kasi varmis ibnetorda, kaldirdi birakti kabin kenarina ufakligi. sonra hoopp yere atlamaca. gum diye dustu sirt ustu yere, "lan kirdin kirdin" diye daldim odaya. baktim sapasaglam, kaldirdim ufledim tozunu topragini koydum yerine. bir daha boyle birsey yaparlarsa onlardan kultablasi yapmakla tehdit ettim. aval aval baktilar. iki avuc yem doktum sularina, yumuldular.
  • kaplumbağaların kış uykusuna yatması basit ve her yerden öğrenilebilecek bir bilgidir. bu gibi basit bir bilgiyi bilmiyorsanız almamanız gereken hayvan.

    çok afedersiniz de mal mısınız siz? kış uykusuna yattığını söylesinlermiş... bir hayvan almadan önce hakkında ne bileyim internette falan ufacık bir araştırma yapsan nasıl olur peki? belki bir canlı bugün hayatta olurdu.

    yıllardır kaplumbağa beslerim. ömrümün hatrı sayılır bır kısmını da caretta kamplarına vakfettim. ve sizin gibi kaplumbağaları bir canlı değil de oyuncak gibi gören, "ay çok tatlııı" deyip pet shoptan 3-5 tl karşılığında alıp bakımı hakkında hiçbir şey bilmediği için hayvanı öldüren öküzler yüzünden kesinlikle satışının yasaklanması gerektiğini düşünüyorum.

    kaplumbağa bakımı zor, pis ve zahmetli bir iştir sayın amına koduklarım. akvaryumda balık beslemeye benzemez. zahmete gelemiyorsanız ve hayvanın bakımı hakkında bir fikriniz yoksa almayın. sonra böyle ekşiye gelip "ya canlı canlı gömdüm kış uykusundaymış meğerse ühhhüüü" gibi spastik entryler yazınca ananızın kulağı bol bol çınlıyor haberiniz olsun.

    edit: imlâ
  • dün tarihi yarımadada turda iken, sanırım hayatımda görebileceğim en bebek kaplumbağaya denk geldim:
    görsel
    görsel

    o kadar minikti ki elime alıp sevecekken bile çok hassas davrandım, kabuğunda henüz hafif bi yumuşaklık vardı, çok sert değildi. ama aşırı tatlıydı. yaşadığı coğrafi örtü onun için güzel bir nokta idi, fakat yine de onu sevdikten sonra daha güvenli olması için alıp biraz daha iç noktaya doğru koydum, umarım bebek kaplumbağanın upuzun ömrü olur.

    geçenlerde de yetişkin bir kaplumbağaya asfaltta denk geldik. otobüste en öndeydim, otobüs şoförü hayvanı ezmemek için karşıdan gelen araçlara selektör atarak yolun ortasından sürdü aracı (tek şeritli yoldu). kaplumbağanın tam yanından geçmeye yakın, ağır aksak ilerleyen ve yolun karşısına geçmeye çalışan hayvancağız hızlıca kabuğunun içine saklandı. bu son derece masumane davranış karşısında otobüs içinde gülüştük, zavallı hayvancağız kabuğunun en korunaklı yer olduğu hissiyatıyla yaşayıp ömrünü tamamlamaya çalışıyor. doğada kaplumbağanın saflığına ve güzelliğine yaklaşabilen başka bir hayvan yoktur sanırım.
  • aşırı hisli hayvanlar,ilgilenmezseniz küserler..uyuşuk,müziğe duyarlı,bezginn,gıdılı..sahibine çeker bunlar.
  • tufan suları çekildiğinde oaxaca vadisi bir bataklık halindeydi.bir avuç çamur canlanıp yürümeye başladı. kaplumbağa çok, çok yavaş yürüyordu. başı ileri doğru uzanmış, gözleri kocaman açılmış halde gidiyor,güneşin yeniden canlandırdığı dünyayı gezip görüyordu.
    çok pis kokan bir yerde kaplumbağa ceset yiyen bir akbabayı gördü. "beni göğe götür,"dedi. "tanrı ile tanışmak istiyorum. "akbaba onu bu isteğini pekçok kez yinelemek zorunda bıraktı. cesetler pek tatlıydı.kaplumbağa yakarmak için kafasını çıkardı, sonra kokuya dayanamayarak kabuğunun içine çekti. "senin kanatların var, götür beni." diye yalvardı.onun ısrarından sıkılan akbaba koca kara kanatlarını açıp, sırtında kaplumbağayla havalandı. bulutların içinden uçtular, kafası içeri çekik kaplumbağa yakındı:"ne kadar iğrenç kokuyorsun!" akbaba duymamış gibi yaptı. "tam bir çürüme kokusu!" diye yineledi kaplumbağa.bunu yinleyip duruyordu ki, sonunda sabrı tükenen o çirkin kuş birden eğildi, onu yere attı.
    tanrı gökyüzünden gelerek parçaları birleştirdi. ek yerleri kabukta görülür.
    eduardo galeano, yaratılış-ateş anıları
  • kucukleri ev icinde anne babanin sevgisini kazandiginda komik diyaloglar yasanabilmektedir.

    - kizim getir de nesrin teyzenler gorsun kaplumbagayi.
    - ??!!
    - bak nesrin bak, suraya cikip oyle duruyor, basini uzatip etrafa bakiyor.
    - ??!!
    - hanim kabini biraz buyutsek mi?

    misafirin saskin bakislari ve kaplumbaganin bos bakislari, anne babanin sevgi dolu bakislarinin yaninda onemsizdir.

    (bkz: bir kaplumbagani cok sevdim o beni hic sevmiyor.)
  • her gece marulunu üzerine örtüp yorgan yapıp uyuyan dünya güzeli canlı.
    bazen yanımda gezerken gelip elbisemin altına giriyor uyumak için. samimi.
    ilk vakitler benden kaçarken şimdi dibimden ayrılmıyor, üzerime çıkmaya falan çalışıyor.

    biraz fazla mama yiyor ama olsun. günde 40 karides yediği oluyor ama n'apayım arandığını görünce dayanamıyorum. (tam bir türk annesiyim)
  • hafif rüzgarlı bir havada, tatlı esintilerden nasibini alan bedenimi huzura kavuşturmak isterken yemyeşil otların arasından bir çift göz başını kaldırdı güneye doğru. ürkütmemek için kıpırdamıyor, tarihin canlı bedeni ile yüzleşmek istiyor ve doğayı bütün güzelliğiyle izlemesini istiyordum. ağır olan hareketini biraz daha ağırlaştırarak başını benim olduğum yöne doğru çevirdi. bir yerlerden çıkarmaya çalışıyor gibi bakıyordu. bir süre daha baktıktan sonra evine giriş yaptı. misafiri varsa çay, kahve ikram etti ve bulaşıklarını da yıkadı. usul usul çıkardı başını, bulutlara baktı, beni izledi kısa bir süre, ellerini havluyla siler gibi yaptı, ıslaktı elleri. ıslaktı tarihi.

    biraz daha yakınlaşınca üzerindeki hafif çatlak ve kırıklar daha belirgin oluyordu. muhtemelen dili olan ve konuşan bir canlı kim bilir nerelerde, kaç zaman önce masum bir kaplumbağanın üzerine ikinci bir ev inşa etmek istemişti. yorgun bedeni ve ağırlaşan yalnızlığı ile yemyeşil otların çizgi oluşturduğu bir yörede adımlarını olabildiğince hızlandırdı. birkaç defa durdu ve arkasına baktı. sanki kovalayan vardı, uzak diyarlardan onu korkutanlar vardı. seyirlik gözlerini de alarak yolunu çizdi, tepede bir evi ve üşüşen yalnızlığıyla birlikte...
  • türk mitolojisinde önemi büyük olan sürüngendir.

    dünya'nın kaplumbağanın sırtında olarak kabullenildiği dönemlerde türk mitolojisine yansıması şöyledir; kubbeyi andıran sırtı göğü, alt kısmı ise yeryüzünü işaret etmektedir. oluşan görüntü; su üzerinde bulunan yeryüzü ile onun üstünde bulunan göğü temsil eden bir sembol olmuştur. uğurlu bir canlı olmasının yanında astrolojik bir özelliği barındırır.

    dört ayağının birbirini izleyişi, art arda gelen mevsimlerin tezahürüdür. kabuğunun üzerindeki desenler kuzey gök yarım küresindeki bir yıldız sistemini işaret eder. sağ gözü ay, sol gözü ise güneştir. dönemin kabuklu olarak kabul edilen canlılarının içinde en kudretlisi ve reisi sayılan kaplumbağa, kışın hareketsiz olduğu ve yazın kabuk değiştirdiği için ömrün ve sabrın simgesi olarak kabul görmüştür. uzun ömrü sebebi ile sabrından dolayı gücün, medeniyetin ve mutluluğun bir işareti olarak görülmüştür.

    bende güzel bir anısı vardır. hiç unutmam küçüklüğümde ailem ile beraber bursa'daki anneannemin köyüne gitmiştik. yaşım 5, bilemediniz 6. gittiğim köy yeşillik, cennet gibi bir yer hani. misafir olmamız sebebi ile bizi piknik yapmaya götürmeye karar verdi anneannemler. köyün uzak sayılabilecek bir yerine gideceğimiz söylendi. traktörün arkasına römork bağlandı ve biz o küçük römorka çoluk çombak doluştuk. bildiğiniz salonmuş gibi de döşemişler, sanırsın limuzinin arka koltuğundayız. şu yaşıma geldim o dağ tepe demeden çıktığımız bol yeşillikli yolculuğu unutamam. en zevk aldığım seyahatimdi diyebilirim.

    neyse efendim biz pikniğimizi yaptık geri dönüyoruz. dönüş yolunda, traktörü dayı dediğim annemin kuzeni kullanıyor. patika bir yola döndük ve tam dönüş esnasında bir kaplumbağa gördüm. dayım fark etmedi ve üstünden geçti. ben dayıma var gücümle '' dayıııı kaplumbağayı ezdin! '' diye bağırdığımı hatırlarım. dayım aracı hemen durdurmuştu. çoğu köy insanı doğaya saygılı oluyor, şehir insanı gibi değil. istanbul'da bir dolmuş şöförü gözümün önünde bir köpeği ezip geçmiş ve durmadan yoluna devam etmişti. o köpeğin çarpma esnasında çıkardığı sesi unutamam. neyse traktörden indik, yanına gittik ne mutlu ki ezilmemiş, traktörün birbirine karşılıklı , paralel tekerlekleri arasında kalmış, biz de zarar vermeden geçmişiz üstünden. baktık sırtüstü debeleniyordu. hem de daha küçücük bir yavru. hemen yerden aldık. babam şirin kaplumbağayı yüzüstü çevirdi ve doğaya tekrar bırakacak oldu. ben ise çocuk bencilliğim ile yanıma almak istediğimi söyledim, kimse de karşı çıkmadı. böylelikle yanımıza alıp köy evine geri döndük.

    anneannemlerin evinde 5 gün daha kaldık ve ben o süreçte her gün yanımda taşıdım onu. eskişehir'e dönme vaktimiz gelmişti. arabaya binene kadar benimle geleceğini kazımıştım aklıma. kesindi kararım. vedalaşma seramonisinden sonra dayım tam arabaya bineceğim an yanıma gelip ''onu doğal hayatından ayırmamalısın'' dedi. normalde inatçı herifin biriyimdir ama o anda nedense karşı çıkmak gelmedi içimden. demek ki ağaç yaşken eğilmiyormuş. dayılar eğilttirmiyorlarmış. *''tamam o zaman'' demiştim. hatta babam inat etmeden kabullenmiş olmama karşın ufak çaplı bir şok yaşamıştı. - ee ortamda temiz hava olunca, beyine oksijen gitmeye başlıyor tabi, sağlıklı kararlar verebiliyorsun. - ben de kaplumbağayı anneannemlerin evinin arkasındaki bol ağaçlı yerin girişine bıraktım. garip bir gizemi vardı oranın, kapalı, kutu gibi bir yer, hep korkardım buradan nedense. dayımları da hiç görmedim oraya girerken. neyse arabaya geri döndüm ve memlekete doğru yol almaya başladık.

    en son 5 yaşımda gittiğim köye, 23 yaşımdayken bir daha gittim. sonbahardı mevsim. o çocukken korktuğum ağaçlık yere bakarken hissettiğim o garip korkuyu hatırladım. o esnada, kurumuş yaprakların hışırtısı geldi kulağıma. kafamı hafif sağa doğru çevirmem ile bir kaplumbağa gördüm. o anda jeton düştü tabi. hemen yanına gittim. ''vay kardeşim benim'' demedim tabi.* bu hemen kabuğuna girip savunma pozisyonuna geçti. len artiz, len çemçük seni ben getirdim buraya, kime bu tripler. görmeniz lazım ama koskocaman bir şey olmuş. o zaman dedim ki iyi ki doğal yaşamından ayırmamışım, yoksa nereye sığdırırdım. ulan bir garip hissettim o an. senelerdir görmediğim bir insan ile karşılaşsam emin olun bu kadar mutlu olmazdım. dayıma gidip sordum daha sonra ''arkadaki kaplumbağa benim küçükken buraya getirdiğim kaplumbağa dimi dedim?'' dayım''evet o'' dedi. farkında olmadan çok güzel bir yaşam alanına getirmişim arkadaşımı. o süre zarfında ben ilkokulu, liseyi bitirip üniversiteye gittim, bir yerlerde iş bulup çalıştım, o işten ayrıldım, büyük kocaeli ve düzce depremini yaşadım, sevgilimle ilk defa el ele tutuştum, yakın bir arkadaşımı trafik kazasında kaybettim, ameliyat oldum, sokakta top oynadığım arkadaşlarımdan bazıları evlendi, platonik olduğum kız beni reddetti ve ben günlerce ruh gibi gezdim. buna benzer bir sürü olay. bunlar olurken o hep oradaydı. çok garip değil mi lan. ben mi abartıyorum yoksa.

    bazen bu olayı hatırlarım ve ''vay be!'' derim. şu zaman dediğimiz ne kadar enteresan bir ilüzyon. ben bunu düşünürken ve yazarken eminim o hala aynı yerindedir ve muhtemelen mışıl mışıl uyuyordur şu an.

    tarihtir kaplumbağa, hatıralardır, özlemdir, doğallıktır, yabaniliğin çekiciliğidir.

    ha bir de o küçük arkadaşım, köy evinin arkasındaki o gizemli yere 23 yaşımdayken ilk defa girmemi sağlamıştır.
hesabın var mı? giriş yap