• uyarıyorum, sandalyeden bakmayın zira kesin düşersiniz.

    görsel
    puahahahhahahhha

    ekleme: kaynak antudan wesley nickli bir taraftar.
  • bu adamın türkiye'de herhangi bir kulübe imza atacağını düşünenleri gördükçe, insan akp gibi bir partinin iktidarda kalmasına şaşırmıyor haliyle.

    city, madrid, bayern, united ya da arsenal'den birine gidecek reyizdir.
  • liverpool'dan ayrilik konusmasinda hayati kacirdigini, artik daha fazla gec kalmak istemedigini belirtti. ustune basa basa takimda bir sorun olmadigini, sezon sonuna kadar her seyi kazanmak icin ellerinden geleni yapacaklarini, saglikli oldugunu soyledi.

    adam 56 yasinda ve bu zamana kadar "normal" bir hayati olmadigini dusunuyor. bir yil bu normal hayati tattiktan sonra yine en iyi yaptigi ise, teknik direktorluge, geri donecektir. bu yasta isi birakirsa cok sasiririm.

    teknik direktorluk kariyerinde 23 yilda 3 takim calistirip hicbirinden kovulmadan ayrilmis olacak. 3 takimin da talihini degistirdi. kaybeden takimlardan kazanan bir takim yaratti. takima bir karakter, bir futbol kulturu kazandirdi. o gittikten sonra da liverpool bu kulturu bir sekilde devam ettirip basarili olmaya devam edecektir.

    klopp'un ayrilmasiyla premier ligin kendisi bile bir derece deger kaybedecek. liverpool vs. man city cekismesi sadece iki guclu takimin rekabeti degil, klopp vs. pep rekabetiydi ayni zamanda.
  • zeit'a verdiği röportaj aşağıdadır: (sizler için çevirdim efendim)

    soru: sayın klopp, borussia müthiş bir şampiyonlar ligi sezonu oynadı, fakat bundesliga şampiyonluk yarışında bayern'in 12 puan gerisinde üçüncü sırada. ligin ikinci yarısında nelerin daha iyi olması gerekiyor?

    jürgen klopp: aslında ilk yarıda takımın performansı iyiydi. ama sonunda bundan yalnızca 30 puan çıkarabildik. bence biraz daha fazla puan almayı hak ediyorduk. bunun sebebi topsuz oyunda eskisi kadar konsantre olmamamızdı. bu durumu değiştirmek istiyoruz. en iyi örnekler şampiyonlar ligindeki maçlarımızdı. bu maçlarda topsuz oyunumuz olağanüstüydü.

    soru: takım kendi liginde neden ivmesini kaybetti?

    klopp: zaman zaman bu şekilde iniş çıkışların gerçekleşmesini anlaşılabilir buluyorum. sonuçta oyuncularım da insan. insanlar bazen gereklilikleri unutabilir. bundan dolayı birkaç kere cezalandırıldığımız oldu. diğer yandan birçok maçta da neyi başarabilecek kapasitede olduğumuzu da gösterdik. şimdi bunu her maçta sergileyecek duruma gelmemiz gerekiyor. bunu başardığımız zaman başarılı bir ikinci yarı oynayabiliriz.

    soru: sezonun ikinci yarısında saldırmak istediğinizi açıklamıştınız. bayern'liler bu durumdan korkmalı mı?

    klopp: hayır. bayern'e karşı on iki puanlık farkı kapatabileceğimizi sanmıyoruz. bu saçmalığın daniskası olurdu. saldırmak istiyoruz derken kastettiğimiz başkaydı: her maçta, her hafta sonu ve her kulvarda saldıracağız. elimizden gelen en iyi ikinci yarıyı oynayacağız. şampiyonlar liginin sekizde bir finalinde donetsk'e karşı turu geçen taraf olmak ve kupada bayern'i eleyip tur atlamak. bunlara şeker gibi kuralar diyemeyiz ama hepsini başarmamız mümkün.

    soru: bu noktadan sonra bayern'den şampiyonluk alınamaz mı?

    klopp: tabii ki alınamaz. bayern'den şampiyonluğu sizin almanız mümkün değil. yalnızca onlar şampiyonluğu başkasına hediye edebilir. ve korkarım böyle bir şey yapmayacaklar. şimdi kafamızı bununla yormamamız lazım. birinci hedefimiz onlar için ikinci yarıyı mümkün olduğunca zor hale getirmek. zaten 'sadece ve sadece şampiyon olmak amacıyla bundesliga'da mücadele edersek kendimizi tatmin olmuş hissederiz' gibi bir şey deseydik bu çok trajik olurdu.

    soru: borussia'nın hedeflediği belli bir hedef, puan tablosunda istediğiniz belli bir sıra var mı?

    klopp: ikinci sıra süper olurdu. üçüncü sıra da vasatın üstünde olurdu. bundan daha düşük sıralarda ise kendimizi pek iyi hissetmeyiz. bu sezonda en azından 'ikinci güç' olarak hedefimize ilerlemek istiyoruz. fc bayern'in şu anda elinde olan imkanlara bakıldığında bunu kabul etmemiz lazım. leverkusen de çok zorlu bir rakip. frankfurt da bu sezon çok ses getiren futbol oynuyor. bunların yanı sıra başka bazı kulüpler de zirveyi zorlayabilir. o yüzden ikinci yarıya hemen ağırlığımızı koyarak başlamak istiyoruz, yavaş yavaş formumuzu bulmak istemiyoruz.

    soru: borussia'nın son yıllardaki başarısı, bayern'in politikalarını ne ölçüde etkilemiş olabilir?

    klopp: ilk yarı gösterdi ki biz -matthias sammer'in yaptığı etkiden de fazla- münih'lilerin gemi azıya almalarına yol açtık. başarılı olmamız bayern'lileri silkeleyip bilinçlerini açtı. eskiden olduklarından daha da iyi olmalarına sebep oldu.

    soru: bayern'inkine benzer bir kulüp politikasına geçmek bvb için nelere yol açar? yani genç yeteneklerdense olgunlaşmış yıldızları oynatmak?

    klopp: geçende bir yerlerde okudum. bayern'e cevap vermek için 40 milyon euro'luk bir transfer harekatı planladığımızı yazmışlar. ama biz öyle bir şey yapmayacağız. kendimizi geliştirmeye devam edecek miyiz? tabii ki. ama fc bayern'in yaptığı gibi değil. bu bizim kulüp için yanlış yola girmek olurdu. çünkü bayern'in her zaman daha iyi imkanları var. onlar için eskiden olduğumuzdan daha da zorlayıcı ve rahatsız edici bir rakip olmak istiyoruz. sportif açıdan bunu başardık, finansal açıdan da bu kulüp gayet mükemmel bir yolda. fakat bir teknik direktör yönetimden fantastik transferler isteyip de bu gidişatı tehlikeye atmamalı.

    soru: fakat transferlerde daha fazla harcama yapabiliyor olsanız bu mevkidaşınız heynckes gibi sizi de şevke getirmez mi?

    klopp: ben de tabii ki bir falcao bize gelsin isterim, ama böyle oyuncuların ücretini ödemek mümkün değil. kadromuzu mükemmele yaklaştırmaya her zaman varız. ama genel yaklaşımımızda daha uzun yıllar boyunca hiçbir şey değişmeyecek. çünkü bizim için 19 yaşında gençlerin aynı anda bundesliga'yı ve almanya kupasını kazandıklarını görmek hem çok daha akılcı, hem de o zaman yaşadığımız sevinç çok daha fazla oluyor. günümüz dünyasında böyle bir şeyle pek sık karşılaşmıyorsunuz.

    soru: her şeye rağmen bvb iki çok önemli oyuncusuyla sözleşme uzatmayı başardı. sven bender ve neven subotic'in bvb için önemi ne kadar büyük?

    klopp: her ikisi de muazzam önemli. böyle gençler gelecekte de kendilerini bu kulüpte göstermek istiyor ve ben bu kadar cazip bir kulüp olduğumuza çok seviniyorum. götze, reus, hummels, blaszczykowski, gündoğan, subotic ve bender gibi oyuncular tüm dünyanın ilgisini çekiyor olmalarına rağmen bilinçli bir şekilde bizi tercih ediyorlar. yabancı kulüplerin bu oyuncuları alabilmek için masaya koydukları meblağları düşünürsek oyuncuların kulüpten gitmeleri kaçınılmaz son diye düşünülebilir ama öyle olmuyor. bu keratalardan biri ne zaman bizimle sözleşmesini uzatsa, benim için adeta ikinci bir doğum günü kutlaması oluyor.

    soru: bazı teknik direktörler kadrolarında daha fazla gelen-giden oyuncu olmasını tercih eder. bu kadar çok sözleşme uzatan oyuncunuz olması sevindirici, fakat bir yandan gelecek için de bir tehlike görmüyor musunuz? uzun süreler aynı oyuncularla beraber çalışırsanız o eski büyünün bozulabileceğine dair?

    klopp: futbolda bazen bu şekilde düşünenler de olur. fakat ayrıntıya dikkat ettiğinizde göreceksiniz ki büyük avrupa takımlarının -biz bunların arasında henüz yokuz- ezici çoğunluğu kadrolarını muhafaza ediyor. bunun yanı sıra gençlerimizin aklını çelebilecek bir sürü farklı alternatif de mevcut değil. 'bu civardaki her kulüp onlara westfalen gibi bir stadyumu sunabilir' diye bir durum yok. ya da 'bu kulüpte bundesliga şampiyonu olabilirsin, almanya kupasını kazanabilirsin' diyebilecek yirmi-otuz tane kulüp yok. uzun vadede belki bir gün uluslararası bir kupa kazandırabilecek bir kulüp de yok. ya da bu kadar güvenilir bir kulüp. temeliniz böyle sağlam olunca oyuncu olarak sizin büyümeniz de daha rahat olur.

    soru: fakat dediğiniz şey robert lewandowski'de işe yarayacak gibi görünmüyor. yazın kulüpten ayrılacağından endişeli misiniz?

    klopp: bunu şimdiden öngöremem. robert fantastik bir oyuncu. bugün dünya çapında en büyük kulüpler arasında bir anket yapsak, hangi futbolcuyu kadronda görmek isterdin diye, en çok lewandowski'nin adı geçerdi. elinde böyle mükemmel oyuncular olanların, başkalarının da onu fark edebileceği ve teklifler sunabileceği gerçeğiyle yaşamayı öğrenmesi gerekir.

    soru: bvb böyle bir durumda onu elinde tutabilmek için tüm imkanlarını zorlamak zorunda mı kalır?

    klopp: biz de ona fındık fıstık vermeyeceğiz tabii ki, hak ettiği ücreti vermeye hazırız. fakat bu durumda mevzu sadece para değil. biraz da oyuncunun nerede yaşamak, kendini göstermek istediğine bağlı. buna saygı duymak gerekir. bazen tarafların vedalaşıp ayrılması gerekir. bir arada daha fazla yürütemeyeceğimize dair işaretler gördüğüm günler gelirse, bununla yoğun bir şekilde ilgileniriz. şu anda böyle bir durum yok.
  • player's tribune dergisine yazmış olduğu yazı, sadece futbola dair değil, hayata dair de çok şey içeren üstün alman harikası.

    (yazıyı ingilizce bilmeyenler ve/veya ingilizce okumak istemeyenler için elimden geldiğince çevirdim, aşağıda bulabilirsiniz. bir hatam olmuşsa affola.)

    * * *

    - belki de hayal kuruyorum -

    hafif utanç verici bir hikayeyle başlamak zorundayım. çünkü korkarım, bazen dışardaki dünya futbolculara ve teknik direktörlere tanrı’ymışçasına ya da benzer şekilde bakıyor. bir hıristiyan olarak sadece tek tanrı’ya inanırım ve sizi temin ederim ki, tanrı’nın futbolla işi olmaz. gerçek şu ki, hepimiz hata yaparız, sürekli. ve ben genç bir teknik direktörken çok hata yaptım.

    bu, o hikayelerden biri.

    2011 yılına geri gitmemiz gerek. borussia dortmund takımımla bayern münih’le oynuyorduk. ligdeki dev bir maçtı. münih’te 20 küsur yıldır kazanamamıştık. filmlerden oldukça çok ilham alırım, o yüzden ne zaman çocuklarımı motive etmem gerekse rocky balboa’yı düşünürüm. bence rocky 1, 2, 3 ve 4’ü tüm dünyada devlet okullarında göstermeliler. alfabeyi öğrenmek gibi olmalı. eğer bu filmleri izler ve bir dağın zirvesine tırmanmak istemezseniz, o zaman sizde bir sorun olduğunu düşünürüm.

    neyse, bayern’le oynayacağımız maçtan önceki gece tüm oyuncularımı takım konuşması için otelde topladım. çocukların hepsi oturuyordu. bütün ışıklar sönmüştü. onlara durumu söyledim: “dortmund münih’te son kazandığında çoğunuzun altında hala çocuk bezi vardı.”

    sonra videodan rocky 4’ten bazı sahneler göstermeye başladım. ivan drago’nun olduğu hani. bence tam bir klasik!

    drago koşu bandında koşuyor, büyük bilgisayar ekranlarına bağlı ve bilim insanları onu inceliyor. hatırlıyor musunuz? çocuklara dedim ki: “gördünüz mü? bayern münih, ivan drago. her şeyin en iyisi! en iyi teknoloji! en iyi makinalar! durdurulamaz!”

    ardından rocky’i sibirya’da küçük ahşap kulübesinde çalışırken görürsünüz. çam ağacı kesiyor, karda kütük taşıyor ve dağın zirvesine koşuyor.

    ve dedim ki çocuklara: “gördünüz mü? bu biziz. biz rocky’iz. evet, daha küçüğüz. ama tutkumuz var! bir şampiyonun yüreğine sahibiz! imkansızı başarabiliriz!!!!!”

    devm ettim de ettim, sonra bir noktada tepkilerini görmek için çocuklarıma baktım. sandalyelerinin üzerinde, sibirya’da bir dağa koşmaya hazır, tamamıyla çılgına dönmüş olmalarını bekliyordum.

    ama herkes öylece oturmuş, ölü gözlerle bana bakıyordu.

    tamamiyle bomboş.

    cırcır böceklerini duyabilirdiniz.

    bana “bu manyak neden bahsediyor?” gibisinden bakıyorlardı.

    sonra farkına vardım: “dur bir dakika. rocky 4 ne zaman gösterime girmişti? 1980’ler miydi? bu çocuklar ne zaman doğdular ki?”

    sonunda dedim ki: ”bir dakika, çocuklar. lütfen rocky balboa’nın kim olduğunu biliyorsanız elinizi kaldırın.”

    sadece 2 el havaya kalktı. sebastian kehl ve patrick omowoyela.

    geri kalan herkes, “ı-ıh. kusura bakma patron.”

    bütün konuşmam – saçmalıktı! bu, sezonun en önemli maçıydı. belki de bazı oyuncuların hayatlarındaki en önemli maçtı. ve teknik direktör son 10 dakikadır sovyet teknolojisi ve sibirya hakkında bağırıp çağırıyordu! hahahaha! inanabiliyor musunuz?

    bütün konuşmama baştan başlamam gerekti.

    görüyorsunuz ya, bu gerçek hikaye. hayatta da gerçekte olan budur. bizler insanız. bazen kendimizi küçük düşürürüz. bu böyledir. futbol tarihindeki en muhteşem konuşmayı gerçekleştirdiğimizi düşünürüz ama aslında konuştuğumuz saçmalıktan ibarettir. ama ertesi gün kalkarve devam ederiz.

    bu hikayenin en garip yanı ne, biliyor musunuz?

    maçı kazandık mı, kayıp mı ettik, gerçekten emin değilim. bu konuşmayı 2011’de, 3-1 kazandığımız maçın öncesinde yaptığımdan oldukça eminim, böyleyse bu hikayeyi daha da iyi hale getirir! ama yüzde 100 emin olamıyorum.

    insanların futbolla ilgili hiçbir zaman anlamadığı bir şey bu.

    skorları unutursunuz. onları hep karıştırırsınız.

    ama o çocuklar, hayatımın o dönemi ve bu küçük hikayeler… onları asla unutmayacağım.

    dün gece fifa en iyi erkek teknik direktör ödülünü kazanmaktan onur duydum ama aslında sahnede bir ödülle tek başıma durmaktan hoşlanmıyorum. bu oyunda başardığım her şey, çevremdeki insanlar sayesinde. sadece oyuncularım değil, ailem, oğullarım ve en başından, ben çok, çok ortalama biri olduğum zamanlardan beri benimle olan herkes.

    dürüst olmam gerekirse, ben 20 yaşındayken gelecekten biri gelip hayatımda olacak her şeyi söyleseydi inanmazdım. michael j. fox’un kendisi uçan kaykayıyla uçarak gelip bana neler olacağını söyleseydi, bunun imkansız olduğunu söylerdim.

    20 yaşımda hayatımı tamamen değiştiren bir anı tecrübe ettim. ben kendim daha bir çocuktum ama aynı zamanda yeni baba olmuştum. mükemmel zamanlama değildi, açık konuşalım. amatör olarak futbol oynuyor ve gündüzleri de üniversiteye gidiyordum. okul masraflarını karşılayabilmek için sinema salonları için filmleri saklayan bir depoda çalışıyordum. ve dışardaki genç insanlar için söylüyorum, dvd’lerden bahsetmiyoruz. 80’lerin sonuydu, her şeyin daha bobinlerde olduğu zamanlar. kamyonlar yeni filmleri almak için sabahın 6’sında gelir, biz de o devasa metal film kutularını yükler ve indirirdik. ben-hur, vs. gibi 4 bobinli bir şey göstermedikleri için dua ederdiniz. bu, sizin için kötü bir gün olurdu.

    her gece 5 saat uyurdum, sabah depoya giderdim, sonra da gündüz derse giderdim. gece de antrenmana gider, sonra eve gelir ve oğlumla biraz zaman geçirmeye çalışırdım. zor zamanlardı. ama bana gerçek hayatı öğretti.

    genç yaşta çok ciddi birine dönüşmek zorunda kaldım. bütün arkadaşlarım gece bara gitmek için ararlardı ve vücudumdaki bütün kemikler “evet! evet! gitmek istiyorum!” demek isterdi. fakat elbette gidemezdim çünkü artık sadece kendim için yaşamıyordum. yorgun olup öğlene kadar uyumak istemeniz bebeklerin umurunda olmaz.

    dünyaya sizin getirdiğiniz başka bir küçük insanın geleceği hakkında endişelenmektir asıl endişe. asıl zorluk budur. futbol sahasında olan hiçbir şey bununla karşılaştırılamaz.

    bazen insanlar bana niye sürekli gülümsediğimi soruyorlar. hatta kaybettiğimiz bir maçtan sonra bile bazen hala gülümsüyor oluyorum. çünkü oğlum doğduğunda futbolun ölüm-kalım meselesi olmadığını anladım. hayat falan kurtarmıyoruz. futbol, sefalet ve nefret saçması gereken bir şey değil. futbol ilham ve mutluluk anlamına gelmeli, özellikle de çocuklar için.

    küçük yuvarlak bir topun birçok oyuncumun hayatı için neler yapabileceğini gördüm. mo salah, sadio mane, roberto firmino gibi oyuncuların, çocuklarımın çoğunun kişisel yolculukları kesinlikle inanılmaz. almanya’da genç bir erkekken karşılaştığım sorunlar, onların üstesinden gelmek zorunda kaldıklarının yanında hiç kalır. kolayca pes edebilecekleri o kadar an oldu ama onlar bırakmayı kabul etmediler.

    onlar tanrı değiller. sadece hayallerinden asla vazgeçmediler.

    bence futbolun yüzde 98’i hatalarla başa çıkmak ve ertesi gün hala gülümseyebilmek ve oyundaki mutluluğu bulabilmekle alakalı.

    en başından beri hatalarımdan ders alıyorum. ilkini hiç unutmayacağım. 10 yıl boyunca oyuncusu olduğum mainz’da 2001’de teknik direktörlük görevini devralmıştım. sorun, çocukların hepsinin hala arkadaşım olmalarıydı. bir gecede patronları olmuştum. bana hala “kloppo” diyorlardı.

    ilk maçın kadrosunu açıklayacağım zaman, yapılacak en doğru şeyin bunu gidip her oyuncunun yüzüne söylemek olduğunu düşünmüştüm.

    eh, bu çok kötü bir plandı çünkü otel odalarımız çift kişilikti.

    şimdi hayal edin. ilk odaya giriyorum, iki oyuncuyu da yatağa oturtuyorum ve birine dönüp diyorum ki “yarınki maçta ilk 11’desin.”

    diğerine dönüp “maalesef sen yarınki maçta ilk 11 değilsin.” diyorum.

    planımın ne kadar aptalca olduğunu ikinci oyuncu gözlerimin içine bakıp da “ama… kloppo… niye?” diye sorduğunda anladım.

    çoğu zaman bir cevap yoktur. tek gerçek cevap “sadece 11 oyuncuyla başlayabiliriz”dir.

    maalesef bunu 8 kere daha yapmak zorunda kaldım. çift kişilik 9 odada kalan 18 oyuncu. iki adam yatakta oturuyor, “sen sahadasın, sen değilsin.”

    her defasında: “ama… kloppo… niye?”

    hahahah! acı vericiydi!

    bu, teknik direktör olarak boka bastığım birçok seferin ilkiydi. ne yapabilirsiniz? sadece bir peçete kapar, boku temizler ve ondan ders almaya çalışırsınız.

    eğer hala bana inanmıyorsanız, şunu düşünün: bir teknik direktör olarak en büyük zaferim bile bir felaketten doğdu.

    geçen sezon şampiyonlar ligi’nde barcelona’ya 3-0 kaybetmek akla gelebilecek en kötü sonuçtu. rövanş maçına hazırlanırken takım konuşmam oldukça netti. bu kez rocky yoktu. çoğunlukla taktiksel konuştum. ama ayrıca onlara gerçeği de söyledim. dedim ki, “dünyadaki en iyi golcülerden ikisi olmaksızın oynamak zorundayız. tüm dünya mümkün olmadığını söylüyor. dürüst olalım, büyük ihtimalle imkansız da. peki bu, siz olduğunuz için mi? siz olduğunuz için bir şansımız var.”

    buna gerçekten inanıyordum. konu, onların futbolcu olarak teknik becerileri değildi, insan olarak kim oldukları ve hayatta üstesinden gelmek zorunda kaldıkları her şeydi.

    eklediğim tek şey “başarısız olacaksak da olabilecek en güzel şekilde başarısız olalım”dı.

    tabii ki benim için bunları söylemesi kolay. ben sadece taç çizgisi kenarından bağıran adamım. futbolcuların bunu gerçekten yapması çok daha zor. ama bu çocuklar ve anfield’daki 54.000 kişi sayesinde imkansızı başardık.

    futbolun güzelliği şu ki, hiçbir şeyi tek başına yapamazsınız. hiçbir şeyi, inanın bana.

    ne yazık ki, şampiyonlar ligi tarihindeki en inanılmaz anı… aslında görmedim. belki de bir teknik direktörün hayatı için bu iyi bir metafor. bilmiyorum. ama trent alexander-arnold’un saf dehasını tamamen kaçırdım.

    topun kornere çıktığını gördüm.

    trent’in korneri kullanmak üzere yürüdüğünü gördüm. shaqiri’nin onun peşinden gittiğini gördüm.

    ama sonra arkamı döndüm çünkü oyuncu değişikliğine hazırlanıyorduk. yardımcımla konuşuyordum ve… biliyor musunuz, her aklıma geldiğinde tüylerim diken diken oluyor… sadece sesi duydum.

    sahaya döndüm ve topun kaleye girdiğini gördüm.

    tekrar yedek kulübesine döndüm ve ben woodburn’a baktım. “demin ne oldu öyle?!” dedi.

    ben de dedim ki “hiçbir fikrim yok!”

    anfield – pof – tam anlamıyla çılgına dönmüştü. yardımcımı zar zor duyuyordum. bağırıyordu “ee?... değişikliği yine de yapıyor muyuz?”

    hahahaha! böyle dediğini asla unutmayacağım. bu hep benimle birlikte olacak.

    düşünebiliyor musunuz? 18 yıl teknik direktörlük yaptıktan, milyonlarca saat maç izledikten sonra bir futbol sahasında olmuş en ucuz şeyi kaçırıyorum. o geceden beri, divock’un golünün videosunu herhalde 500.000 kez izlemişimdir. ama şahsen, sadece topun ağlarla buluştuğunu gördüm.

    maç sonrası kendi küçük odama gittiğimde bir yudum bile bira içmedim. ihtiyacım yoktu. orada, bir şişe suyla sessizlik içinde oturdum, sadece gülümsüyordum. kelimelerle tarif edebileceğim bir duygu değildi. eve döndüğümde ailem, arkadaşlarım, hepsi evimizde kalıyordu ve herkes büyük bir parti modundaydı. ama ben duygusal olarak o kadar yorulmuştum ki tek başıma yatağa gittim. vücudum ve zihnim tamamen boştu.

    hayatımın en güzel uykusunu çektim.

    en güzel an, ertesi sabah uyanmak ve şunun farkına varmaktı: “bu hala gerçek. bu sahiden de oldu.”

    benim için futbol, sinemadan daha ilham verici tek şey. sabah uyanıyorsunuz ve sihir tamamen gerçekmiş. sahiden de drago’yu yere sermişsiniz. bu gerçekten olmuş.

    bunun hakkında, haziran’dan, şampiyonlar ligi kupasını liverpool sokaklarında dolaştırdığımızdan beri düşünüyorum. o günkü duyguları tarif edebilecek kelimelerim yok. otobüsle gidiyorduk ve geçit töreninin artık bitmiş olduğunu – liverpool şehrinde artık daha fazla insanın olmadığını – her düşündüğümüzde bir köşeyi dönüyorduk ve geçit töreni devam ediyordu. tam anlamıyla gerçek dışıydı. o gün havadaki tüm duyguları, tüm heyecanı, tüm sevgiyi şişeleyebilseydiniz, dünya daha iyi bir yer olurdu.

    o günün duygusunu kafamdan atamıyorum. futbol bana hayatımdaki her şeyi verdi. ama ben dünyaya geri verebilmek için gerçekten de daha fazlasını yapmak istiyorum. benim için söylemesi kolay, ok, elbette. ama gerçekte nasıl bir fark yaratabilirsiniz?

    geçtiğimiz yıl boyunca, juan mata, mats hummels, megan rapinoe ve daha bir çok futbolcunun common goal hareketine katıldığını görmek beni çok etkiledi. eğer onların yaptığı işi bilmiyorsanız, bu inanılmaz bir şey. 120’den fazla oyuncu kazançlarının yüzde 1’lerini dünya çapındaki futbol sivil toplum örgütlerini güçlendirmek için bağışladı. şimdiden güney afrika, zimbabve, kamboçya, hindistan, kolombiya, birleşik krallık, almanya ve daha bir çok ülkedeki altyapı programlarını desteklemeye yardımcı oldular.

    bu sadece dünyadaki en zengin futbolcular için bir şey değil. kanada kadın milli takımı’nın ilk 11’inin tamamı bu davaya katıldı. japonya’dan, avustralya’dan, iskoçya’dan, kenya’dan, portekiz’den, ingiltere’den, gana’dan futbolcular katıldı… bundan nasıl olur da etkilenmezsiniz? futbol işte tam da bu.

    ben bunun bir parçası olmak istiyorum. o yüzden yıllık maaşımın yüzde 1’ini common goal’e bağışlıyorum ve futbol dünyasından çok daha fazla kişinin bana katılacağını umuyorum.

    kendimizi kandırmayalım, millet. bizler aşırı şanslıyız. yeryüzünün her tarafındaki, hayatta sadece bir şansa ihtiyaç duyan çocuklara bir şeyleri geri vermek, biz ayrıcalıklı insanların sorumluluğunda.

    gerçek sorunlarımız olduğunda nasıldı, bunu asla unutmamalıyız. içinde yaşadığımız bu balon gerçek dünya değil. kusura bakmayın ama futbol sahasında olan hiçbir şey gerçek bir sorun değil. bu oyunun gelirlerden ve kupalardan daha büyük bir amacı olmalı, değil mi?

    sadece hepimizin bir araya geldiğini ve dünyada pozitif bir fark yaratmak için kazandığımızın yüzde 1’ini verdiğini düşünün. belki naifim, belki de deli, yaşlı bir hayalperestim.

    iyi de, bu oyun kimin için ki zaten?

    hepimiz gayet de iyi biliyoruz ki bu oyun hayal kuranlar için.

    jürgen klopp
    24 eylül 2019

    edit: common goal'le ilgili bir kısmı çevirmeyi atlamışım onu ekledim. ayrıca yazı goal.com'da da çevrilmiş.

    edit 2: goccu'nun tavsiyesiyle muhteşem geçit töreninin videosunu da şuraya bırakıyorum. kendisine teşekkür ederim.
  • fenerbahçe'ye gelse bile başarılı olamayacak teknik adamdır. canım fenerbahçem'de işler alamanya'daki gibi yürümez. şimdi bu adam geldi diyelim. ne yapacak ?! takıma bir felsefe getircek, alt yapıdan üst yapıya planlama yapacak, (planlama, uzun dönem yatırımları filan bizi bozar) üç kuruşluk yıldızları eleyip bir takım yaratmaya çalışıcak. hem mental hem teknik anlamda futbolcuların kişisel gelişimleri vs. vs. bişiler... anladınız işte konuyu uzatmaya gerek yok. hah işte tam bu anda aziz başgan içeri dalacak ve "caner sen şimdi sağa geç , selçuk bak sen az koşuyorsun daha çok koş, emre sen de üçlük at üçlük atınca kazanıyorsunuz !!" filan diyecek.

    baştaki değişmeden takımın başına klopp gelse ne yazar, bizim bakkal efendi geçse ne yazar.
  • 7 yıl üzerinde çalıştığı, elinde büyüttüğü, kimini 10'lu yaşların sonunda alıp üst düzey futbolu öğrettiği takıma karşı kendi kurmadığı, 1-2 kişi dışında transferlerini kendinin yapmadığı, birlikte yaz kampı geçirmediği ve daha 5-6 aydır başında olduğu takım oynayan adam. müdahale etmekten acizmiş, balonmuş. siz futboldan anca stevie wonder'ın gözcülükten anladığı kadar anlarsınız.
  • garry neville:
    "liverpool'a gidip, onları oldukları pozisyondan manchester city ile mücadele edecek konuma getirmek, hem de böyle bir transfer bütçesiyle... bence bu, pep guardiola'nın manchester city'de yaptığından çok daha zor bir iş. jürgen klopp, bu dünyandan değil."
  • doğuştan kolları olmayan ve yine bacağındaki kemik sorunları nedeniyle tekerlekli sandalyeye mahkum olan 12 yaşındaki irlandalı bir liverpool fc taraftarını kulüp tesislerinde ağırlamış teknik direktör.

    https://youtu.be/x_k4exm_jca?si=mkzeifzq_95ssaab

    videoyu izlerken ağlamamak zor tabii. çocuğun tüm hayatı bu takım olmuş, onunla yatıp kalkıyor. sonra babası geçen eylül ayında anfield road'ta maç izlemeye getiriyor, çocuk da you will never walk alone şarkısını maç öncesinde dinlerken gözyaşlarına boğuluyor ve bu video internette milyonlarca izleme alıyor. ardından da kloppo reis boş durur mu? hemen özel bir video çekip çocuğu ve ailesini tesisleri gezmeye, futbolcularla tanışmaya davet ediyor.

    çocuğa sarılması, yaptığı yerinde ve dozunda espriler, tekerlekli sandalyesini bizzat kendisi sürerek tesisleri gezdirmesi... böyle hassas bir çocuk kırmadan incitmeden nasıl sevindirilir dersi vermiş resmen. büyük adamsın reis.
  • türk basınının vizyonunu yansıtan "bir gün galatasaray'ı çalıştırır mısınız?" soruna maruz kalmış teknik adam.

    dipten aldığı kulübü bayern münih gibi bir baronun yer aldığı ligde iki defa şampiyon yapan, lig kupalarını gazoz kapağı gibi sıralayan, gerek altyapıdan yetiştirdiği gerekse scoutlarının oldukça ucuza mal ettiği genç oyuncuları takımı adapte ederek günümüz sermaye futboluna karşı en büyük başkaldırıyı yapan, bu genç yıldızlarla şampiyonlar ligi finali oynatan bir adama bir gün galatasaray'ı çalıştırıp çalıştırmayacağını sormak vizyonsuzluk dalında "tsubasa'yı transfer etsek nasıl olur?" sorusunun vizyonuyla kafa kafaya yarışır.

    neyse ki klopp efendiliğinden ödün vermedi ve "şehriniz çok güzel." cevabıyla konuyu kapattı. kendisinin yerinde egoist teknik direktörü olsaydı "aha aha güldürmeyin beni, siz kim ben kim amk?" cevabını vermesi kaçınılmaz olacaktı. noel baba kıyafetiyle hasta çocukları ziyaret edecek mütevazilikte bir teknik direktörden de böyle bir cevap beklenirdi zaten.

    ufku geniş(!) türk basınına da letonya gibi küçük ülkelerin gazetecilerini azarlayan insanlar müstehak zaten. mümkünse klopp tatile bile gelmesin istanbul'a.
hesabın var mı? giriş yap