• burada oturan bir arkadaşım silah taşıma oranı ile ilgili bir sorum üzerine verdiği cevap;

    "when you pass customs they ask you if you have a gun. if you answer "no", they give you one."

    türkçe meali;
    "gümrükten geçerken silahın olup olmadığını sorarlar. hayır dersen, sana silah temin ederler."
  • transit güney afrika ülkeleri uçuşlarının aktarma merkezi konumunda bir havaalanına sahiptir ve ülkeye girişte vize yoktur.

    transit geçerken 4 saatliğine uğradığımız şehirde, önümüzdeki 10 saatlik uçuşu sarhoş geçirmek amacı ile rivonia bölgesinde "news cafe" diye bi yer keşfettik. hasbelkader bu şehre uğrayacak herkese tavsiye ederim. öküz gibi bira içen ve kokteyl meraklısı bir insan olmamakla beraber inanılmaz güzel ve daha da inanılmaz ucuzluktaki kokteylleri bira gibi içebilirsiniz. ne içtiğimi tam olarak hatırlamamakla beraber koca bardakta rengarenk, şemsiyeli falan bişeyler olduğunu ve bardağın üst katmanındaki şeftali püresinin tepesinde bir adet kiraz şekerlemesi bulunduğunu hatırlıyorum. ben hayatımda böyle güzel bişey içmedim arkadaş.. hah, bir de servis yapan kızımız "shooter"larımızı denemek istermisiniz diye sordu. biz de cila olsun diye getir dedik kafana göre.. zannediyoruz ki böyle ufak tekilla bardağında getirecek birer tane shot, biz de içip kalkacağız. aman allahım kız bir geldi, elindeki tepside 3 kişiye 12 tane shot birer tane de şampanya bardağı. biz mal mal bakarken kız şampanya bardağı içindeki bişeyi ateşe verip içine de bir pipet koydu ve "suck!" dedi. ben çekerken kız başladı diğer dört tane shot'ı boşaltmaya. ben çekiyorum o veriyor, ben çekiyorum o boşaltıyor. yarabbim sen nelere kadirsin, bu ne güzel içkidir, yeryüzünde cenneti gösterdin bana allahım dedik ve kalkmayı düşünürken ismi "flaming lamborghini" olan bu içkiden üç tane daha söyledik. bütün bunlar olurken saatin öğlen 12 olduğunu da belirtmeden edemeyeceğim ki bu konsantre muhabbet esnasında yan masalarla baya içli dışlı olduk. bi ara yan masadaki irlandalı kızları emirates pilotları olmadığımıza ikna etmeye çalıştığımızı, başka bir abinin gelip: "çocuklar sizin derdiniz nedir?"* diye bize katılması ve güler yüzlü servis elemanları dumanlı kafa ile hatırladıklarım..

    hep kötü şeyler yazmışlar, ama biz şansımıza çok güzel vakit geçirdik.. şehir de çok düzgün bir şehir bu arada..
  • eğer olur da yolunuz düşerse sizden rica ediyorum mandela square imiş ya da ne bileyim monte casino imiş böyle salak saçma yerlere gitmeyiniz, afrika'ya gitmişsiniz ve avm ya da kumarhane mi göreceksiniz? maboneng'e gidin, soweto'ya gidin, braamfontein'e gidin ve şehri yaşayın, o ruhu hissedin. ama tabi bunları yaparken yanınızda şehri bilen biri olmasına dikkat edin, sonra başınız belaya girebilir. bunun dışında cape town ya da ne bileyim durban gibi pek turistik olmasa da çok tarz bir şehirdir aslında. gizli saklı yerleri çoktur, keşfetmesi zordur, çünkü şehir aşırı derecede yayımış ve güvenlik açısından sıkıntılıdır, o yüzden nokta atışı yapmanız lazım. bir yılımı geçirdiğim afrika'nın berlin'i, yebo baba.
  • http://www.cnnturk.com/…a.acil.inis.yapti/564397.0/

    bu olaydan sonra benim icin adi resmi olarak ohannesburg olan sehir.
    nasil bir havalimaniysa ucagin icinden demirbas malzemelerini araklamislar. unit ve trolley calinir mi ucaktan? calinmis. cop trolleyini degersiz bulmuslar, cok sukur! havalimaninin yer ekibi saglam cal(!)isiyor anlasilan.

    edit: bu ucusta gorevli kabin memurlarindan biriydim.
  • eddie grant'in, gimme hope joanna adlı şarkısında bahsettiği şehir. bu şarkıda joanna, johannesburg'u temsil etmektedir.
  • her yerini gezemeyeceginiz her istediginiz zaman gezemeyeceginiz bir sehir burasi, ama afrikanin yasanabilecek en guzel yerlerinden biri. cape town dan sonra.

    oncelikle buraya kisa bir sureligine geliyorsaniz yada gecip gidecekseniz pek birsey anlamaniz mumkun degil. araba kiralamadan seyahat etmek istiyorsaniz uber iyi bir alternatif ve guvenli, havaalanindaki dukkanlardan bir hat satin alin. kendi hattinizi kullanmaktan cok daha ucuza gelecektir. araba kiralamak da bir opsiyon, trafigin bize gore ters aktigini dusunup ona gore karar verin, alismak biraz zaman alabilir. ama kurallara son derece uyan ve nazik suruculer gorunce sasirabilirsiniz. sakinmaniz gereken bizdeki ortalama surucu profili sergileyen beyaz minibusler burada taksi olarak geciyorlar, nerede durup nerede donecekleri belli degil, ama dedigim gibi bizdeki ortalama bir surucu profili o yuzden yadirgamayacaksiniz.

    fiyatlar turkiyeye gore %60 daha ucuz hemen herseyde, (edit: artık değil kur artışından sonra arada pek fark kalmadı)

    yemekler guzel ozellikle et yemek icin buraya gelebilirsiniz, grillhouse nusret'e secde ettirecek kadar guzel et yapiyor hemde 4 te 1 fiyatina, bunun haricinde local grill de tercih edilebilir. ama nerede yerseniz yiyin belli bir standartin uzerinde et bulacaginiz kesin, bunun haricinde avm lerin icinde yer alan pek cok isletmede de dunya mutfagindan bir suru secenek bulabilirsiniz.

    gezilecek yerler, yine zamanlamaniza bagli olarak degismekle beraber yapmaniz gereken bir kac sey var.

    g.afrika'ya geldiniz ve 5 buyuk hayvani gormeden giderseniz sulalenize soverler o yuzden ilk adres pilanesberg national park gunu birlik gidilebilecek bir mesafede ama en iyisi 1 veya 2 gece game lodge'larda konaklamak, game drive'lara katilmak.

    lion and safari park burasi turist turlarindan en populer olanlarindan biri ama gitmeyin. hem hayvanlar iyi kosullarda degiller, farki anlamak icin dogal alanlarinda gorerek karar verebilirsiniz, hem de siradan bir hayvanat bahcesinden pek farkli degil etrafta sadece aslan var' iki tane de zurafa, otcullari saymiyorum. ayrica artik yavru aslan da sevdirmiyorlar, amaciniz buysa eger. (edit: yavru sevdirmişler, demek ki değişti, gitmeden once sormakta fayda var)

    sterkfontein caves & maropeng burasi iki ayri lokasyon, once magralar sonra maropeng'i gezebilirsiniz, magaralar cok farkli bir sey degil, turkiye'de daha once magara gezdiyseniz eger. ama maropeng kesinlikle gorulmesi gereken bir sergi alani.

    hartbeesport, teleferikle hartbeespoort barajini gorebilir yukarida biraz zaman gecirebilir, ve paragliding yapabilirsiniz.

    motecasino diyip durmuslar ama sorun su ki burasi siradan bir casino ve restoranlar, merakiniz kumar ise mantikli ama gezmek icin iyi bir alternatif degil, ama madem buraya kadar geldiniz eger gunlerden pazar ise farmers market e gidebilirsiniz. erken gidin yoksa iceri giremezsiniz, canli muzik lokal yemek cesitleri ve dinlenmek icin guzel bir alternatif.

    ayrica montecasino'da teatro da gosterilere bakabilirsiniz.

    1 gunu johannesburg turuna ayrirabilirsiniz, hemen hemen butun turistik mekanlari gorme sansini yakalarsiniz

    daha bir cok alternatif ve secenek var aklima ilk gelenleri yazdim, gidecek olanlara faydalı bilgiler vermek isterim

    son olarak burasi cok guzel bir sehir her sehirde oldugu gibi burada da bazi tehlikeler var kurallara gore davranirsaniz sorun yasamadan keyfini cikarabilirsiniz.
  • şimdiye kadar gördüğüm en iğrenç metropol.

    sokaklarda biriken çöp yığınları, çöp yığınlarının arasında cirit atan kol kadar fareler, elektrik panosu, trafik levhası direği ve benzer şeyleri işenebilecek lokasyon olarak gören tipler, idrar kokusundan geçilmeyen köşe başları, mesai çıkış saatlerinde yol almak için yayaların üzerine doğru süren araçlar ve sayamadığım niceleri... içinde bu kadar kısıtlı zaman geçirmiş olmama rağmen bende bu kadar kötü izlenim bırakan başka bir şehir olmamıştı. sırf çocukluğumdan kalan safari tutkusu yüzünden bu şehre katlandım. (yalnızca hayvan fotoğraflarını merak edenler entarinin en altına atlayabilir.)

    güvenlik sorunu, pisliği ve nitelendiremediğim birçok diğer kaos unsuruna rağmen bu şehirde geçirdiğim vakitten gerçekten keyif aldım. çünkü burada kendi başına tura çıkma imkanı veren pilanesberg gibi bir safari parkı vardı.

    bu giride johannesburg'a yolu düşüp de kısıtlı zamanını yüksek tempo/maksimum verim üçgeninde geçirmek isteyenlere yönelik gözlem ve tecrübelerimi aktaracağım. daha uzun vakti olanlarlar için verebileceğim tek öneri ise bu şehirde uzun vakit bir vakte sahip olmamaları yönünde.

    johannesburg güney afrika'nın en büyük şehri. cape town'un aksine (cape town hakkındaki izlenimlerimi şurada aktarmıştım: (bkz: #154153535) buradaki beyazların toplam nüfusa oranı çok daha az. dolayısıyla, beyaz nüfus burada, cape town'da olduğundan daha çok göze batıyor. sırf ten rengim nedeniyle kaybolduğumu düşünüp yardım etmek isteyenler bile olmuştu. insanların profilleri de tahmin edilenden pek farklı değil; azınlıkta kalan yüksek gelirli beyaz kesim ve yüksek suç oranlı düşük gelir ve eğitim seviyeli siyahi kesim. şehirde alt geçit ve köprü altlarını mesken bellemiş evsiz kesimin de hepsi siyahi. turistik yerler dışındaki bölgelerde yürümek ve hava karardıktan sonra dışarıda dolaşmak pek önerilmiyor. mümkünse merkezde bile yürünmemeli. johannesburg'a ayak bastığım ilk gün çağırdığım uber taksisinin konumunu telefondan takip ederken yanıma yaklaşan ingiliz kadın burasının johannesburg olduğunu, telefonu gizli tutmam gerektiğini; kapkaç olayların çok sık yaşandığı konusunda beni uyarmıştı. yaşadığım bu ani şok karşısında temkini elden bırakmamıştım. fakat bu durum da şehrin merkezi sayılabilecek bir konumda yürüyüş yapmamı engellemedi. girdiğim binalarda ters bir şeyin gidip gitmediğini teyit etmek için "are you okay" diyen güvenlik görevlileri bile olmuştu.

    bu şehre yolu düşüp de kısıtlı bir zamana sahip olanların görmesi gereken yerleri şu şekilde özetleyebilirim: apartheid müzesi, vilakazi caddesi, nelson mandela'nın yaşadığı ev, soweto kuleleri, constitution hill, gandi meydanı ve pilanesberg veya kruger parkında tüm günü alacak bir safari turu. cradle of humankind da önerilen atraksiyonlar arasında, fakat ben burada geçirilecek zamandan feragat edip safariye daha çok vakit ayırmayı tercih etmiştim.

    şehirde toplu taşımaya kesinlikle bulaşmamak lazım. en ideal ulaşım aracı her zamanki gibi uber olacak. safari için de günübirlik tur şirketleri kullanılabilir. fakat şahsi kullanılan bir araba içinde safari yapmak gibi ömürlük bir tecrübe sebebiyle safari ulaşımı için araç kiralanmasını şiddetle öneririm. dikkat edilmesi gereken en önemli nokta ise güney afrika'da trafiğin sol şeritten aktığı.

    şehir turunda apartheid müzesi atlanmamalı. apartheid, güney afrikada yaklaşık 50 yıl boyunca hüküm süren ten ayrımcılığına dayalı rejimin adı. apartheid boyunca siyahilerin bazı hakları kısıtlanıyor. şehrin yalnızca belirli bölgelerinde yaşamaya zorlanıyorlar. beyazların kullandığı kamusal fasilitelerin bazılarından mahrum bırakılıyorlar. market ve toplu taşımada ayrımcılığa maruz kalıyorlar. apartheid müzesi de bu ayrımcılığı konu alan bir müze. rejim boyunca siyahi kesimin çektiği zorluklar, rejimin devrilmesi ve nelson mandela'nın başkan seçilmesine kadar geçen süreç anlatılıyor. görsel
    görsel
    görsel
    görsel
    nelson mandela'nın hayatını anlatan ayrı bir bölümü de mevcut müzenin. hayatının 27 senesini esaret altında geçiren mandela'nın davası uğruna ömrünü adayış hikayesi resimli bilgilendirme tabelalarıyla anlatılmış. nelson mandela bu ülkenin milli kahramanı, ilk siyahi başkanı, nobel ödülü sahibi ve akranlarına ilham veren bir lider olarak lanse edilmiş. kendi perspektifimizden baktığımızda atatürk'le kıyas bile edilemeyeceğini rahatlıkla söylerim; fakat davası uğruna 27 senesini hapiste geçirmesi bile tek başına saygıyı hakediyor.

    müzenin girişi ise şimdiye kadar gördüğüm en ikonik tasarıma sahip. beyaz ve beyaz olmayanlar için sembolik olarak iki farklı giriş kapısı tasarlanmış: görsel
    . giriş biletleri de sembolik olarak siyah ten ve beyaz tenlilere özel olacak şekilde rastgele veriliyor. bir beyaz olarak bana siyah ten bileti gelmişti. beyaz olmayanların kapısından müzeye giriş yapmıştım. gönlümüz zenci bizim:)

    müzeden çıktıktan konum dolayısıyla uğranılacak mekan nelson mandela'nın yaşadığı ve vilakazi caddesi. nelson mandela'nın yaşadığı ev bu: görsel
    görsel
    görsel
    düşük sosyo-ekonomik düzeyli bir mekan olduğu izlenimi veren şu görsel
    görsel caddenin çıkardığı nobel ödüllü insan sayısıyla koskoca türkiye'nin çıkardığı nobel ödülü sayısı birbirine eşit! nelson mandela ve desmond tutu bu sokakta yaşamış. sokakta gezilecek çok bir şey yok. vakit kaybetmeden soweto içlerinde kalan soweto kulelerine gitmek çok daha mantıklı bir hamle olur. zaten yol boyunca onlarca yapışık sokak satıcı musallat olup bir şeyler satmak isteyecek.

    asıl adı south western town olan soweto, şehrin en problemli bölgesi. solo yürüyüş yapıp orada yaşayan insanların hayatını gözlemleme gibi hayallerimin ütopik olduğunu beni götüren taksicinin "ben bile giremiyorum" demesinden anladım. soweto slum'larında yerel halkın yaşayış stilini gözlemlemeyi çok isterdim; fakat maalesef ki bu hareket ile böbreği gazete kağıdına sarıp teslim etmenin teorik olarak birbirinde hiçbir farkı yok. grafitiyle süslenmiş eski bir enerji santralinin kulelerini görüp ayrılmak yeterli. kulelerin ortasındaki asma köprüde bungee jumping de yapılıyormuş. görsel
    görsel
    görsel
    soweto çıkışındaki rota bir diğer yakın tarih temalı bir müze olan constitution hill. burası uzun yıllar boyunca hapishane olarak kullanılmış bir kompleks. mahkumları arasında nelson mandela ve mahatma gandi de var. güney afrika'nın demokrasiye doğru giden yolculuğunu kademe kademe anlatmış bu müze. apartheid rejimi boyunca mahkumlar arasında bile eşitlik yok. beyaz mahkumlara verilen erzak bile siyah mahkumlara verilenlerden fazla. gandhi'nin kaldığı koğuş:görsel hücre cezaları:görsel
    görsel mandela'nın kaldığı oda:görsel beyaz mahkumların kaldığı hücreler: görsel
    görsel

    johannesburg'un kaosunu yükseklerden izleme gibi hayallerimi gerçekleştirmek için carlton centre'a da gitmiştim; fakat ne yazık ki gittiğim gün olan çarşamba gününde binanın terası kapalıymış. peak saatlerde şehir merkezinde turlamayı seçmiştim ben de alternatif olarak. kaosun ve karmaşanın bininin bir para olduğunu söyleyebilirim. koca merkezde neredeyse bir tane bile beyaz görmedim. bu nedenle her yerde göze battım. çok tavsiye ettiğim bir aktivite olmayacak bu merkez turu. görsel
    görsel

    johannesburg gibi bir iğrenç bir şehre katlanmaya değecek bir sebep varsa o da safaridir. kruger ve pilanesberg parklarında the big five olarak adlandırılan fil, aslan, leopar, gergedan ve bufaloyu görmek mümkün. aslan ve leoparu görme şerefine ben erişememiştim maalesef. fakat büyük beşlinin dışında zebra, ceylan, antilop, zürafa ve birçok çeşit kuşu görecek kadar şanslıydım.

    merkeze daha yakın olması ve şahsi arabayla kendi başına safari yapma imkanı vermesi nedeniyle pilanesberg'i seçmiştim. şehir merkezinden yaklaşık olarak 3 saat süren bir araç yolculuğu mesafesi var. kruger için bu mesafe ortalama 4,5 saat. aradaki kalan vakti safariye ayırma fikri çok cazip gelmişti. bu safari parklarına giden günübirlik turlar da mevcut; fakat ilginç şekilde talep ettikleri ücret oldukça fazla. araç kiralamak için başka bir neden daha. safariye turla gitmenin avantajı yolcuların oturdukları yerin yerden oldukça yüksek olması. daha yüksekte oldukları için uzun çalıların arkasından daha geniş bir açıyı görme imkanları oluyor. şoförlerin, hangi hayvanın nerede çıkacağı konusundaki tecrübesi de safarinin daha verimli olmasını sağlayacaktır. ama tüm bunlara rağmen 40 km/s ile sürülen bir aracından dikiz aynasından fil sürüsünü görmenin keyfini ne kadar uğraşsam da burada tarif edemem. tavsiyem, en azından yerden yüksek suv tarzı bir araçla gidilmesi yönünde. birkaç santim yüksekliği küçümsememek gerek; safari boyunca araçtan çıkmanın yasak olduğu düşünüldüğünde bir fil sürüsünü görmekten görüş açısını birkaç santim ile kapatan uzun çalılar sebebiyle mahrum kalmayı kimse istemez.

    self-drive safari olarak adlandırılan safari için pek korkmaya gerek yok. hayvanlar zaten araç görmeye alışmışlar. arabanın üzerine yürüyen bir hayvan olma ihtimali çok düşük. iki adet gergedanın yaklaşık 20 metre mesafeden arabaya doğru iki adım attığını gördüğümde nabzım aniden 180'e çıkmıştı; fakat üçüncü adımda geri vites yaptılar. şu 5-10 saniyede yaşadığım tecrübe bile çektiğim bütün çileye değerdi. görsel

    park girişinde bir izin kağıdı imzalanması gerekiyor. cüzi bir giriş ücreti var. a4 kağıdına basılmış basit bir harita girişte veriliyor. parkın çok büyük olması nedeniyle orta noktalarda telefonun çekmediğini düşündüğümüzde bu basit harita çok işe yarayacak. çevrimdışı harita indirmemiş olmam nedeniyle parktan çıkarken çıkış kapısını bulmakta zorlanmıştım. parkın kapanma saatlerine kesinlikle özen göstermek gerek; çünkü araç kapıları kapanıyor ve güvenlik görevlileri kulübelerini terkediyor. 5-10 dakikalık gecikmem nedeniyle ben de kapanmış kapılara denk geldim. parkın çağrı hizmetlerini arayıp durumumu anlattım. 20 dakika sonra bir ekip gelip kapıyı açtı. bir sürü tantananın çıkması da cabası; geç kalma nedenimi belirtmem istenip yazılı ifadem alındı. hayvan kaçırdığım düşüncesiyle arabam da arandı. zamanında çıkış yapıp bu gibi talihsiz olayları elimine etmek en mantıklısı.

    park boyunca asfalt ana yol ve asfalt yoldan dallanıp budaklanan toprak tali yollar var. fil ve zürafayı ana yollarda görme şansı yüksek. zaten parkın ortasındaki gölde en az 15 kişilik fil sürüsü bulunuyor. diğer hayvanların hepsini toprak yollarda görmüştüm. tamamı ile içgüdüsel hareket edip hayvan kovaladım. hangi hayvanın nerede çıkacağını tahmin edebilecek herhangi bir tecrübem ve öngörüm yoktu. şansımın yaver gittiğini söyleyebilirim; çünkü fil, bufalo, gerdegan, zebra, zürafa, antilop, ceylan, road runner'a benzeyen kuş/tavuk arası hayvan ve birçok kuş türü gördüm. gerçekten ömrüm boyunca unutamacayağım bir tecrübeydi; kocaman fillerle aramda yalnızca 50 metre vardı. bana poz veren zürafa bile olmuştu.

    fil sürüsü: görsel
    zebra: görselgörsel
    gergedan: görsel
    bana poz veren zürafa: görsel
    görsel
    bufalo: görsel
    antilop: görsel
    bu da hayvanların izlerini sürerken ne yollardan geçtiğimi anlatan bir görsel: görsel bu kumun her bir zerresinde emek var.

    özetle, zor bir şehirdi fakat bana ömürlük bir anı yaşattı.
  • kimse bahsetmemiş ben bahsedeyim;
    yeme-içmenin, şarabın, eğlencenin inanılmaz ucuz olduğu şehir.

    monte casino diye bir yerleşkesi var bu şehrin, indoor bi mekan ancak gökyüzü gibi bir tavan yapmıslar ve gece girdiğinizde bi anda gündüzmüş gibi algılayabiliyorsunuz. devasa bir kumarhane ve yeme içme mekanı.
    içerisinde donatellas isimli bir restoran var, mutlaka uğrayıp t-bone steak gömün, 500gr geliyor ve 145 rand. komik ama 30tl'den daha az bi miktara geliyor. türkiye'de bu lezzette bir et bulmanız çok zor. aynı zamanda lamb shank i da cok basarılı.

    deniz ürünleri sevenler için mandela square'da ocean basket isimli mekanı önerebilirim. gelen ürünler çok lezzetli ve fresh ve yine beklenileceği üzere sudan ucuz. tüm ürünlerin bulunduğu hayvani bir wok tavada gelen yemeğe 115 rant yani yaklaşık 25tl ye yiyebiliyorsunuz.

    şarap sudan ucuz diyebilirim ve gerçekten kaliteliler.

    daha detaylı bilgi isteyen yeşillendirebilir.
  • dünyanın ortalama ağaç miktarının en yüksek olduğu şehir. şöyleki rehber şuraya gidiyoruz die size ileride bi yer gösteriyor ve siz hadi len orsası orman diyorsunuz ve yaklaşınca bakıyorsunuz ki hakkaten orda koca bir mahalle varmış.

    şehirde koca koca doğal olmayan tepecik (tepe ama dağ gibi) var ve onlar altın madenlerinden gelen harfiyatlarmış. 1 ton toprakdan 2 gr altın çıkıyormuş ve şu ana kadar afrikadan 1200 ton altın çıkartılmış yani harfiyatın boyutlarını varın siz hesap edin. (1200000000*1000000/2=x)
  • aksamlari yeterince korkutucu gorunmeyi basarabilirseniz sag salim eve donebileceginiz gergin belde.
hesabın var mı? giriş yap