• güzide bir saz sanatçısıdır. ayrıyetten düzenlemeleri dinlemeye değerdir. ibrahim tatlıses ile eskilerden çalışmış bir arkadaştır. arabesk altyapılı enstrumantel bir kasette düzenleme ve bağlamasıyla eğlendirir ve kişiyi kendinden geçirir.

    edit ki zamanın ötesinden gelmekte ; şimdi arkadaşlarım siz bu entry i niye kötülersiniz. kaç zaman geçmiş üzerinden. kötü bir şey yazmamışım, küfür yok, hakaret yok (ki olsa bu entry hala burda duruyo olmazdı). anladığım kadarıyla ismail beyi sevmeyen arkadaşlar var, da ulan adam pek güzel bağlama çalıyor demişiz bunun neresi kötü orasını anlayamadım.
  • dün geceki ankara hayal kahvesi konserinde, eskort kızlarla en ön sırada bulunan ve bir metre önlerindeki doğa üstü olayla ilgisi alakası olmayan kalantor orospu çocuklarından oluşan grubu "gidin pavyonda edin muhabbetinizi" diyerek mekandan siktir etmiş ve gönüllerdeki yerini perçinleştirmiş adam.
  • bağlama konusunda dünyanın sayılı isimlerinden biridir. teknik olarak üst düzey bir isim olan bu arkadaşımızın bağlamayı, bağlama olmayan herşeye benzeterek çalma yeteneği vardır ki hala anlayabilmiş değilim. türkiye dar gelince gidip mısır'a yerleşmiştir. burada üstad
    mısırlı ahmet ve levent yıldırım ile beraber sınai band isimli grupla çalışmaları vardır
  • müzik piyasasındaki birinin sahip olması gereken, ama bir beyefendinin kesinlikle sahip olmaması gereken bir kişiliğe sahip olduğunu düşünüyorum. hele bir de orta bir öğrencisinden hallice anlatımıyla felsefe parçalamalar, hayatı çözmüş havaları, tevazuyu da kibri de becerememeler... etme ismail, kaçırma çevrendeki herkesi.

    bir dost
  • erdal erzincan bağlamanın sınırlarını zorladıkça, bu güzel entstrümandan daha fazla yenilik beklememek gerek, diye düşünmeye başlamıştım. ismail tunçbilek yanıldığımın ispatıdır...

    (bkz: taksim trio)
  • defalarca canlı dinledim, bütün çaldığı albümleri dinledim, netteki neredeyse bütün videolarını izledim, bununla yetinmedim enstrüman çalmayıp sadece düzenleme yaptığı parçaları da dinledim. yeteneğine diyecek laf yok. bağlamayla bütünleşiyor çalarken. bunun dışında odasına kapanıp saatlerce bağlama çalıştığını, beste yaparken inzivaya çekildiğini de biliyorum. müzisyenliği tam. ama arkadaş bi eksiklik var. şimdi bi laf diycem "aha faşist" diyecekler. ama dayanamıyorum diyorum "çingene beylik vermişler önce babasını kesmiş". ismail işte böyle bi adam. karakter olarak sevilecek bi adam değil. gg olmasın diye kasıyorum entry'e bu yüzden de rahat rahat yazamıyorum. neyse işte ismail iyi müzisyen, kötü adam. ha bu arada hemşerimle evlidir. o yüzden çok detay bilirim hakkında. do.
  • ot dergisinde enstrüman hikayelerinin konuğu kıymetli müzisyen ismail tunçbilek'ti. kendi ağzından;

    -hikayenin en başına dönelim. çocuğum o zamanlar. bursa'da, kamberler roman mahallesinde oturuyoruz. babam müzisyen. sabahlara kadar gazinolarda çalışıyor. eve ne zaman geleceği belli olmuyor. alışmışım beklemeye, her gece uyumayıp yolunu gözlüyorum. babamın gazinoda birlikte çalıştığı bir arkadaşı var; bağlama çalıyor ve koca bursa'da üstüne bağlama çalan kimse yok, en iyi o yani. bu abi yeteneğinin verdiği özgüvenle olsa gerek, çevresindeki herkesi ezmeye çalışıyor. ne yapsa, hangi lafa girse hep "ben" diyor, sürekli kendinden bahsediyor. babam da en sonunda dayanamayıp karşısına çıkıyor ve diyor ki, "ulan öyle bir bağlamacı yetiştireceğim ki karşısında saz çalamayacaksın!" artık kader mi dersiniz inat mı bilmem, babam bir gece işten eve elinde bir cura ile geldi. oyuncak arabalarla oynamam gereken yaşta, tek oyuncağım o cura oldu ve başladım çalmaya. oyun oynar gibi çaldım, ben çalarken bir yandan babam işin tekniğini de göstermeye başlamıştı: "bak oğlum, burası re'dir, şurası do'dur" diye. çocuk kafası ile müzik kafasının arasında, girdik yeni bir yola.

    on yaşıma geldiğimde ise iyi kötü saz çalar olmuştum. kendi başıma türk halk müziğinden zor eserler çalmaya çalışıyordum. babam durumu görünce de iş ciddiye bindi tabii... eve müzisyen arkadaşlarıyla geldiğinde, sazımı elime alıp çalmaya başlıyor ve boyuna övgü alıyordum. kimse bana küçükken "ne olacaksın?" diye sormamıştı. bir tek astronot olma hayalim vardı, belki f16 pilotluğu falan; o da gökyüzüne olan merakımdan. aldığım övgüler hoşuma gidince, yaptığım işi ciddiye almaya başladım.

    on iki yaşıma geldiğimde bursa uludağ üniversitesi türk halk müziği korosunda bağlama çalıyordum. on dört yaşında sınava girip, belediye konservatuarında hoca oldum. babam başladı tabi gururlanmaya. ama hiç de çaktırmıyor, hep cool takılıyor. her şey normalmiş gibi davranıyor. normal dediğim de neredeyse her gün dayağını yiyorum. "oğlum git iki saat takıl arkadaşlarınla, sonra gel saz çalışalım" diyor, ben evden bir çıkıyorum, saatlerce geri dönmüyorum. haliyle kafayı yiyor adamcağız. ilk öğrenimimi tamamladıktan sonra itü devlet konservatuarı sınavlarını, 600 kişi arasından birincilikle kazandım. kazandım ama biz bursa'da yaşıyoruz, okul istanbul'da. istanbul'a yerleşmemiz lazım ama olacak gibi değil, üstelik zaman da kısa. babam halamı arayıp "ismail birkaç ay sizde kalsın, o arada biz de geliriz" dedi. neyse bir şeyler oldu, ailesel mevzular falan, bizim iş güme gitti. okulu aradık. okuldaki yetkililer bize "gelin kaydınızı donduralım, seneye başlarsınız" dediler. "oh" dedik.

    bir sene sonra geldik kayıt yenilemeye, güya okula başlayacağız. "ismail tunçbilek diye biri okulda kayıtlı değil" dediler. nasıl olur? arıyoruz tarıyoruz yok. adam bana "sen kimsin?" diye soruyor, ben anlatıyorum, "efendim ben geçen sene kazandım, durum şöyle şöyle" diye. adam yine bana burada öyle birinin kaydının olmadığını söylüyor. sonradan öğreniyoruz ki listelerde adımın olmaması normal. temel birimlerde kayıt dondurma diye bir olay yok çünkü. bir sene önce bizi bir güzel kandırmışlar ve yerime torpilli öğrencileri almışlar. okul birincisi olarak kazandığım konservatuarın kapısından bile geçemiyorum. derken kabak gibi kaldım mı istanbul'un ortasında? bu olaydan sonra benim okuma hevesi de patates oldu. dedim, "böyle düzenin içine sıçayım!"

    derken bir gün ibrahim abinin (tatlıses) bağlamacısına bir şey oluyor ve bağlamacısız kalıyorlar. kara kara düşünüyorlar, çünkü o orkestrada ana saz bağlama. o gün ibrahim abiyle çalmaya başladım ve askere gidene kadar da sürekli çaldım. gitmeden önce ibrahim abi "gideceksin, geleceksin, kaldığımız yerden devam edeceğiz" demişti. ibrahim tatlıses demek bu ülkenin en güçlü sesi demekti. türkiye'de bir müzisyenin "ben oldum" diyeceği noktadaydım, ama içimde eksikliğini hissettiğim bir şeyler vardı. doğrusu müzikal anlamda bir türlü tatmin olamıyordum ve artık başka şeyler yapmak istiyordum.

    mısırlı ahmet bazı zamanlar türkiye'ye geliyordu. aytaç'la (doğan) ikimizin çok sevdiği bir adamdı. kayıtlarımızı da aldı ve mısır'a gitti. mısırlılar bizim aytaç'ın kanununu dinleyince mest olmuşlar. hadi bağlamayı tanımamaları normal ama aytaç gibi bir kanuncuyu hayatları boyunca dinlemedikleri için kayıtları duyunca çok şaşırmışlar. ahmet abi heyecanla aradı bizi, "atlayın gelin mısır'a, gelin yerleşin, ne işiniz var türkiye'de?" dedi. neyse kalktık gittik aytaç'la mısır'a. dil yok, tek ortak nokta herkesin müslüman olması. aldık ahmet abiyi yanımıza; sonuçta her şeyi bilen adam o. tanıştırdı bizi tanışmamız gereken adamlarla. bizi çalarken gören deliriyor. mısır'da her gün en az on stüdyo dolaşıyoruz kayıt işleri için, herkes bizimle çallışmak istiyor...

    en sonunda mısırlı müzisyenler kendi aralarında imza topladılar, "bu adamlar geldiler, bizim ekmeğimizi aldılar" diye. hadi aytaç'ı anladık hepiniz kanun çalıyorsunuz, peki benden ne istediniz ibneler! aranızda bağlama çalabilen biri mi var? herkes gibi köfte satsam tamam, ama benden ne istiyorsunuz, ben pirzola satıyorum. neyse bizi emniyete şikayet ettiler "bunlar kaçak çalışıyorlar" diye. vergi levhamız yok ki. yalnızca içimizden geldiğinde çalıp söyleyen admalarız. velhasılıkelam ahmet abi "yeter!" dedi, "kalkın gidelim" "nereye gidelim abi?" "çöle gidelim" dedi. "yeter kopalım buralardan, bu düzenden, başımızı alıp çekip gidelim" dedi. her şeyi ardımızda bırakarak yola koyulduk, vardık sina'ya. önümüz kızıldeniz, arkamız çöl. en yakın kasaba iki saat uzaklıkta, sekiz ay yaşadık. elektrik yok, telefon yok, fatura yok, toplantı yok; bir sen varsın bir de sazın. 24 saat çalıyorsun; çöldesin çünkü yapacak başka hiçbir şey yok. oradan israil'e ve ispanya'ya geçtik; iki yıl sonra da herkesten habersiz döndük türkiye'ye.

    aradan geçen yıllara ve yaşadıklarıma baktığımda görüyorum ki bağlama benim bir organım gibi olmuş. seninle var olan, senin de onunla var olduğun bir şey. düşünüyorum da belki de "ben bağlamacı olacağım" deseydim böyle olmazdı. belki de oyun oynayarak başladığım için bu işe, hayatım boyunca da aşkla devam ettim. çünkü felsefe olarak yaş geçtikçe gelişsen de çalarken hala daha çocuksun, hala daha bir tatmin olma hissi yok. aksine hep aşk, hep istek var. ne diyelim? allah sonumuzu hayır etsin...
  • oceanvs orientalis ile akustikhane'deki performansı şahane olan bağlama virtüozü.

    ismail tunçbilek x oceanvs orientalis | across
  • dünya için önemli bir müzisyen olduğunu düşündüğüm fakat henüz dünyanın haberdar olmadığı önemli müzisyen.
    7 temmuz 2008 tarihinde, aya irini'de gerçekleşen taksim trio konserinde zakir hussain'in tabla çalmış olması mühim bir hadisedir kanımca...
    buraya yazma sebebim de önemiyle paraleldir.
  • kendisinin vakti zamanında çok hakkı yenmiştir. o da aleme küsüp mısırlı ahmet ile beraber mısır'a gitmiş ve orada sazına odaklanarak pikachu dan raichu moduna geçmiştir
hesabın var mı? giriş yap