• geçenlerde sosyal medyada esat oktay yıldıran gündem olmuş, "iftiralara maruz kalan şehidimiz" ile "teröristlere anladıkları dilden konuşmuş, az bile yapmış yiğit komutanımız" arasında salınan binlerce yorumla dolmuştu. işin ilginç tarafı, hakkındaki tüm iddiaların tamamen iftira olduğunu, asla kimseye hiçbir işkence yapmadığını iddia eden pek kimse yoktu, yani savunucularının çoğunluğu, hakkındaki işkence iddialarına karşı çıktığı için değil, bilakis tam da o iddialar üzerinden sahiplenerek savunuyordu. yani esat oktay yıldıran'ın gerçekten işkence yapıp yapmadığından bağımsız olarak, ciddi ciddi işkence savunan, bundan haz alan geniş bir kitlenin varlığını masaya yatırmak gerekiyor.

    bahsedilen işkence de öyle sadece dövüp sövme değil, makata cop sokma, bok yedirme, köpeğe ısırtma gibi fiilleri içeriyor. ayrıca, filmlerden filan aşina olduğumuz ve tartışma konusu olabilen, birini konuşturmaya yönelik işkence de söz konusu değil; salt cezalandırma, aşağılama amaçlı bir işkenceden bahsediyoruz, yani bununla elde edilmesi umulan değerli bir bilgi filan da yok. mesela binlerce kişinin hayatının tehlikede olduğu bir senaryoda, bombanın nerede olduğunu söyletmek için işkenceye başvurmak gibi bir ahlaki tartışma konusu filan da yok ortada. baya baya, sadece acı çektirmek için yapılan bir işkenceden haz almak söz konusu.

    buradaki haz sadece kağıt üstünde bir fanteziden mi ibarettir, yoksa kanlı canlı önünde gerçekleştiği zaman da bu işkence savunucusu güruh aynı şekilde haz alır mı, o da ayrı bir tartışma konusu. yani şunları alıp götürsek bir karanlık cezaevine, o işkence odasının içine bilfiil koysak, bir köşeye sandalye çekip otursalar ve yapılan her şey iki metre önlerinde gerçekleşse, eli kolu gözleri bağlı çırılçıplak bir insanın ağzı yüzü kanlar içinde çığlıklar atmasını, makatına cop sokulmasını, bok yedirilmesini bizzat izlemekten haz alırlar mı, emin değilim.

    dexter'ın ilk sezonunda, sezon boyunca peşinde oldukları ice truck killer'ın sahte versiyonu çıkıyordu bir bölümde ortaya, o vahşice cinayetleri kendisinin işlediğini iddia ederek prim toplamaya çalışıyordu. bunun kolpacı olduğunu anlayan komiser kadın, gidip kesilmiş kanlı kafayı sorgu odasına getirip önüne koyunca, o ana kadar gayet kendinden emin bir şekilde sırıtarak konuşan bizim sahtecinin anında yüzü değişiyor, bakamıyordu.

    sosyal medyada işkence savunan, esat oktay yıldıran videoları ile gaza gelen gençlerin bir çoğu için de aynı durumun geçerli olacağını tahmin ediyorum, bizzat kendi duyu organlarıyla şahit olsalar o görüntülere, o seslere, o işkence odalarının kokularına, bundan gerçekten haz alacaklarını düşünmüyorum. bilmiyorum, böyle düşünmek istiyorum ya da, bunun sadece bir sosyal medya mastürbasyonu olduğunu düşünmek istiyorum. aksi takdirde, ciddi ciddi binlerce psikopat ile aynı toplumda yaşıyoruz demektir bu.

    2024 yılında, bu ülkede insanlara işkencenin kötü bir şey olduğunu anlatmaya çalışmak zorunda kalmamalıydık, ama kalıyoruz. ciddi ciddi işkenceyi savunabilen kitleler, bu ülkenin medeniyet vizyonunun önündeki en büyük rezilliklerden biridir. bugün de şebnem korur fincancı linç ediliyor, adnan oktar yargılamasında işkenceye dair rapor verdiği için. geçen gün de aym'nin adliyeye saldıran dhkpc mensubu hakkında yıllar önce verdiği hak ihlali kararı üzerinden aym linçleniyordu.

    bakın bütün bu linçlerde, emin olun linç edilen şey bizzat hukukun ve insan aklının, mantığının kendisidir. çeşitli şahıslar veya kurumlar teferruattır, türkiye şu an devlet millet el ele hukuku ve mantığı döve döve öldürmektedir. ve bunu da, hiç utanmadan, "terörist, hain" filan diyerek yapmaktadır. bu ahmakça, rezilce bir cinnet halidir. suçu her ne olursa olsun, kimseye işkence yapılamaz; birine işkence yapılmasına karşı çıkmak, adil yargılanmasını savunmak, cezaevinde kötü muameleye maruz kalmaması gerektiğini savunmak için o insanın iyi biri olduğunu veya masum olduğunu düşünmek gerekmez. aynı şekilde, anayasa mahkemesi'nin bir tutuklunun cezaevinde kitap okuma hakkının ihlal edildiğine karar vermesi, o kişinin masum olduğu iddiasını içermez, bir daha asla suç işlemeyeceğine dair bir taahhüt vermesi anlamına da gelmez, yani bir terör tutuklusunun veya hükümlüsünün de çiğnenemeyecek hakları vardır, olmalıdır, bunu kabul etmediğiniz sürece siz hukuk denen şeyi kabul etmiyorsunuz, bu kadar basit.

    insan haklarının bir çoğu çeşitli koşullarda askıya alınabilir, uluslararası sözleşmelerde ve anayasalarda incelediğiniz takdirde her türlü temel hak ve özgürlüğün askıya alınabildiği istisnai durumlardan ve koşullardan bahsedildiğini görebilirsiniz. ama istisnası olmayan, hiçbir şart altında çiğnenemeyecek birkaç tane yasak vardır ki, işkence bunların başında gelenlerden biridir. hiç kimseye karşı, hiçbir sebeple işkenceye başvuramazsınız. işkencenin meşru olabileceği herhangi bir zaman, mekan, kişi veya koşul yoktur. bunu ilkesel olarak oturtmadığınız sürece, vahşi hayvanların bile yapmadığı bir şeyi yaptığınız veya yapılmasını onayladığınız, desteklediğiniz sürece, bütün insanlığa hakaret ediyorsunuz.

    bakın kimseye diyorum, hiç kimseye. yani bu dünyada en nefret ettiğiniz, size göre en korkunç kişiyi düşünün, düşündünüz mü? hah işte ona karşı da işkenceyi savunamazsınız, savunmamalısınız. yani teröriste de, darbeciye de, çocuk tecavüzcüsüne de, hitler'e de işkence yapamazsınız, yapılmasını savunmamalı, onaylamamalı, ve hatta açık bir şekilde karşı çıkmalı, ses çıkarmalısınız.

    "yahu bu kişi de savunulur mu?" ben avukatım kardeşim, savunurum. o kişiyi savunmak değil bu, işkenceye karşı durmak. her kim olursa olsun, işkence ile ifade alamazsın, delil elde edemezsin, edersen eğer ben o delili çürütmek için elimden geleni yaparım, bu kişinin hangi suçu işlediğine bakmam, tecavüzcü müdür, darbeci midir, terörist midir beni ilgilendirmez, soruşturmanı kovuşturmanı düzgün yapacaksın, usulüne uygun adil bir yargılama yürüteceksin, hukuka uygun deliller elde edeceksin. devletsen eğer bunu yapacaksın, benim işim sana bunu yaptırmak, bunu yapman gerektiğini sürekli hatırlatmak. işkenceyle delil elde edersen kendi ayağına kurşun sıkarsın, adil bir yargılama yürütmezsen gerçekten müebbet yemesi gereken suçluların bile serbest kalmasına yol açarsın, bunun sorumlusu da tamamen sen olursun, hiç kusura bakma.

    avukat olmaya gerek yok bunun için, yamyamlığa nasıl karşı olmalıysanız, işkenceye de aynı sebepten karşı olmalısınız. yamyamlık da, işkence de midenizi bulandırmalı, tiksinmelisiniz, gerçeğini izlemeye bile tahammül etmemelisiniz. nasıl ki kendi türümüze karşı, en azından birbirimizi yemeyecek kadar bir saygı göstermek hususunda uzlaşmamız gerekiyorsa, işkence yapmamak hususunda da kesinlikle uzlaşmalıyız. yamyamlığın bile yeri geldiğinde istisnası düşünülebilir tartışılabilir, insanlar kimi durumlarda aç kaldığı zaman birbirinin cesedini yiyebilir belki, ama işkencenin istisnası olmaz. bunu herkes kafasına yazacak. dünya üzerindeki her insan bunu duyana ve anlayana kadar tekrarlayacağız, herkesin kafasına yazacağız.
  • insanlık suçu..

    onaltıncı yüzyıl.. kilise'ye daha doğrusu engizisyon'a bağlı olarak çalışıyorum.. işim yeni geliştirilen işkence aletlerinin kalite kontrolü, test edilip onaylanması.. her yeni çıkan işkence aletini önce benim üzerimde deniyorlar.. ben de aletin verdiği acıyı onaylıyorum ya da eksik yönlerini saptayarak geliştirilmesini sağlıyorum.. ayda ikibin altın kazanıyorum.. şu anda mesaideyim.. ellerimden ve ayaklarımdan iplerle bağlanmışım.. iplerin diğer uçlarında ise atlar var.. işkencecinin komutuyla atlar beni ters yönlere doğru çekerek germeye başlıyorlar.. kemiklerimin eklem yerlerinden ayrıldığını hissediyorum.. kılcal damarlarım çatlıyor.. vücudumdan gözenek gözenek kan sızıyor.. dayanılmaz bir acı bu.. derken işkenceci elindeki usturayı karnımda, göğsümde gezdirmeye başlıyor.. derim yüzülmek için bacağındaki bir delikten içine hava üflenerek şişirilmiş koyun derisi gibi gergin olduğundan en küçük ustura dokunuşunda vücudumda büyük yaralar açılıyor.. biri acuç avuç tuz getirip yaralarımın üzerine serpiştiriyor.. o sırada ellerindeki kerpetenlerle birkaç kişi yaklaşıyor.. kimileri el ve ayak tırnaklarımı, dişlerimi sökerken bir tanesi hayalarımı koparıyor.. atlar iplere asılıyorlar... artık dayanamayacağım.. ölmek istiyorum.. ölmek istiyorum.. o sırada annem yaklaşıyor yanıma.. "dayanamıyorum anne" diyorum.. "öyle söyleme oğlum" diyor... "bak ne güzel işin var.. bunu bulamayanlar da var.. bu işi bırakırsan ne yapacaksın? çocuğun var.. onun geleceği var.. sık dişini.. emekliliğine şunun şurasında ne kaldı ki.."
  • orospuluktan sonra dünyanin en eski ikinci meslegi.

    ama orospuluk kadar onurlu degil.
  • marangozlarin 2 tahta parcasini tutkalla yapistirdiktan sonra kuruyana kadar sabit kalmasi icin kullandiklari metal sıkıstırma aleti.
  • işkencenin üniforma ile yapılanı bir devlet geleneğidir ve resmi yazışma evreninde mümkün olduğunca yer almaz (resmi evrende nelerin geçmeyeceğine dair başka bir açıdan örnekler için (bkz: #66167959)). resmiyete mümkün olduğunca aksetmeyen işkenceyi reel hayata daha fazla yedirebilmek için örneğin yargıtay ceza genel kurulu 1987 yılında tck'nın işkenceyi yasaklayan 243. maddesine bir yorum koyar ve yedi günü aşmayan rapor alınırsa bunu sadece onur kırıcı davranış olarak tanımlar, işkence değil. iş yapamaz raporunu yedi günlük alırsanız işkenceden sayılmıyor yani, uf olmuş, öpiyim de geçsin kalibresinde ancak o işkence, sayılmaz (sekiz gün ve daha fazla iş yapamaz raporu alırsa, bu raporu alabilecek doktor bulursa ancak düşünürüz.) 12 eylül sonrası yüz binlerce kişiye işkence yapılırken aralarında kazara tadı kaçtığında işkencede ölen de olabiliyordu. ikbâli açıklamalarıyla parlayarak cezaevi alt komisyonu başkanı da olan mehmet metiner'in işkence altında ölümlerden sonra, "işkenceye inceleme yok" açıklaması yapması gibi yeni rejimin güncel sistematik işkence geleneğini anlatmasa da, taner akçam'ın 1991'de yazdığı işkenceyi durdurun eserinden, yeniden aynası olmaya başladığımız 12 eylül sonrası döneme dair işkence altında ölüm bilançosu vereyim:

    "10 haziran 1988'de uluslararası af örgütü işkencede öldüğü iddia edilen 229 kişilik bir liste yollar ve bilgi ister. ilk önce 32 kişinin işkencede öldüğü resmen kabul edilir. işkencenin resmi olarak olmadığının söylendiği bir ülke açısından bu bile büyük bir olaydır. listede bulunan 110 kişi ise normal nedenlerle ölmüştür. yaşları 20-30 arasında değişen bu genç insanların, gözaltında nasıl "normal biçimde'' öldükleri gibi ciddi bir soruya cevap aramanın fazlaca bir anlamı yok. bu normal ölümlerin 34'ü intihar sonucu olmuş. örneğin, veysel yıldız 1 nisan 1984'te, "sorgu sırasında kendini asarak intihar etmiş", (herhalde intihar sırasında sorgu timi uyuyor olmalıydı). halil yıllık kendi tişörtünü, coşkun altun kendi gömleğini, recep estik bir naylon ipi, sabri çuhadır da parkasının uçkur ipini kullanarak kendilerini asmışlar. bunlar bir mizah dergisi veya kabare tiyatrosunun senaryosundan alınmış alıntılar değil, bir devletin resmi açıklamalarıdır (...) generallerin 1980 sonrası kurdurdukları mdp'nin başkanı eski general turgut sunalp, 1971 darbesi sonrası işkencelere katılmak ve bir kızın cinsel organına cop sokulması olayının sorumlusu olmakla suçlanır. "gözleri bağlı insanların sorgularına katıldığını, bunun son derece doğal olduğunu" söyleyen sunalp, somut suçlamaya ise şöyle cevap veriyordu; "sözü edilen kız, üst dereceden bir komünistti. ifademi mazur görün ama bizim 21-22 yaşlarında aslan gibi delikanlılarımız var. eğer bir kıza bu biçimde işkence edecek olsalar, sopaya niye ihtıyaç duysunlar ki?."

    (akçam, taner, 1991, işkenceyi durdurun insan hakları ve marksizm, iletişim yayınları, istanbul, s:136-139)
  • " halbuki komünist değildi selim
    düşünmemişti komünizmin ne olduğu bile.
    o sadece on sekiz yaşındaydı
    ve yirmi beş kuruş yerine elli kuruş istiyordu
    ve on dört saat yerine on saat.

    polis bu kanaatte değildi fakat.
    yatırdılar selim'i yere.

    selim kalktığı zaman
    basamıyordu döşemelere.

    yatırdılar selim'i yere
    selim kalktığı zaman
    göremiyordu artık önünü.

    yatırdılar selim'i yere,
    selim kalktı ve yığıldı.

    selim'in koltuklarına girip
    karanlık bir odaya götürdüler.

    ve duvarda bir çiviye bağladılar saçlarından,
    o suretle ki
    döşemeye ancak ayak parmaklarının ucu dokunuyordu.

    bir tramvay geçti sokaktan gıcırtılarıyla.
    yakın bir yerde yatsı ezanı okunuyordu.
    çözdüler selim'i çividen,
    yatırdılar selim'i yere.

    ve selim kalktığı zaman
    bir pencere gördü uzaktan
    çok uzaktan ama
    perdesiz karanlık bir pencere.

    atıldı ona doğru.
    camlar kırıldı şangırdayarak.
    ilkönce kayboldu bir insan başı
    sonra kayboldu iki ayak."

    memleketimden insan manzaraları - nazım hikmet.
  • bu 12 eylül'den sonra yapılanı:

    <<“işkencede sıra cemil’e sıra geldiğinde bizi köşeye alıp, üzerimize su döküp bekletiyorlardı ama sesleri duyuyorduk. cemil ‘istifra edeceğim’ dedi, işkenceciler küfürler etti. kustu zannedersem ki, o arada bir sessizlik oluştu, yanımdaki polis ‘ya kan kustu şerefsiz, kan kustu’ dedi ve sessizlik, panik havası oluştu. o arada bizleri daha uzağa götürdüler.”>> *

    bu mayıs 2011'de yapılanı:

    <<ferhat gerçek ve irfan yılmaz, engelli olmalarına rağmen dayak ve kötü muameleye maruz kaldıklarını anlattı. polis, gerçek'in kollarını tekmeleyip, "bacaklarını aldık kollarını da alacağız" dedi. gerçek, 7 ekim 2007'de yenibosna'da dergi satarken polis kurşunuyla vurularak felç olmuştu.>> *

    <<gençlik dernekleri federasyonu'na yapılan baskında içeride bulunan kişilere yönelik ne olduğu bilmeyen, cildi ve yoğun bir biçimde yanma hissi uyandıran bombalar kullanılmıştır. polis daha denemediği bir bomba türünü bu baskında kullanmıştır. müvekkillerimiz bu bomba için "ellerimizi defalarca yıkadık, ağır yanma hissi ellerimizden gitmiyor, ellerimizin yanan kısmı ile vücudumuzun herhangi bir yerine dokunduğumuzda orası da yanmaya başlıyor." ifadesini kullanıyorlar.>> *

    (bkz: 10 mayıs 2011 okmeydanı'nda polis baskınları)
  • bazen iskenceciye de iskencedir.

    http://www.demokrathaber.net/…elal-etsin-h6734.html

    iskence her zaman ve her yerde kotudur, ve iskence uzerine okumak, okuduklarimiz eski bir iskencecinin iskenceyi mahkum eden itiraflari olsa bile, can sikicidir. gene de paylasiyorum cunku eslik'in anlattiklarinin ciddiyetle muhasebesini yapmamiz gerektigini dusunuyorum.
  • avrupa insan hakları sözleşmesindeki hemen hemen her maddede önce bir tanım verilir ve ikinci fıkrada bunun istisnaları...

    iskencenin istisnası yoktur. bu yüzden 3. madde tek bir cümleden olu$ur: "hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz."

    polis tarafından uygulanan kaba kuvvet bir yana kötü muamele, hakaret, baskı bile bir işkencedir. cumhuriyet tarihimiz, ne yazık ki göz altındayken kaybolan insanlar, karakola gidip de dönmeyenler, ya da merdiven dibinde dövülerek öldürülenler ile doludur. peki bu nasıl önlenir? sivil insiyatif bir yana, devlet içi mekanizmaların da bu konuda faal olduğunu görüyoruz. insan hakları komisyonu gibi; daha doğrusu, doğru dürüst türkçe bile konuşamayan eğitimsizlerin komisyonu. (bkz: cok esli aileden sorumlu bakan) ya polis? polise sorduğunuzda durum çok başkadır. hemen geçim sıkıntısından ve mesai saatlerinden dem vurur. bir şekilde savunma yaratır kendine:

    - kardeşim sabahtan akşama kadar çalış, sorhoşun, onun-bunun ağız kokusunu çek... sonra insan kendini kaybetiyo, asabi oluyo. bazen bi-iki tokat atmışlığım vardır.

    herşeyin başı eğitim diye bir lafı bellemişiz, gerisine baktığımız yok. insan hakları dersime giren üç tane öğretmenimin* çeşitli yerlerde savcılara, polis amirlerine hatta hakimlere ders verdiklerini duyuyorum. polis akademisine ve okuluna konulan insan hakları dersi de cabası. bu çalışmaların bir ölçüde işe yaradığı şüphesiz. ama sokak ortasında adam döven ya da hakkında şikayette bulunulan polislere dokunmassak, ibret teşkil edecek bir örnek dahi olmazsa, ne bekleyebiliriz ki?

    son yıllarda avrupa insan hakları mahkemesinde 3. maddeden türkiye'ye açılan dava sayısında büyük bir düşüş olduğu söyleniyor. fakat bugün sokakta eylem yapan birisi tartaklanırsa dövülürse, bu işkenceden sayılmıyor mu? işkence vuku alanı prensip olarak kapalı mekandır; ama ya bize yapılan kitlesel işkence? lise yıllarında -üstelik hafif bir nedenden dolayı- karakola dü$mü$ ve hiç unutamayacağı bir kötü muameleye maruz kalmış olan ben, hergün televizyonda insanların tartaklandığını gören ben, memleketime nasıl bir sevgi besleyebilirim? ya yukarıda linki verilmiş* olaydaki küçük çocuk nasıl unutur da vatansever olup çıkabilir? sizce terörizmi kim yaratıyor? terörizm kendinden besleniyor. terörü terör yaratıyor. devlet terörü veya bireysel terör... iskence terörizmdir.
  • #161471417

    işkencenin tek kurbanı, işkenceye maruz kalan değildir ama aynı zamanda şahit olandır.

    işkenceye şahit olanı arkadan bir de ikinci dalga gelir ve vurur:

    survivor guilt
hesabın var mı? giriş yap