• dünyanın başına gelmiş en kötü şey...

    varlığından beri dünyaya ve doğaya hiç bir şey katmadan sürekli onu sömüren, içinden sıvısını metalini çıkaran, üstünden bitkisini, toprağını alan ve bunlarla ona daha sonra zarar verecek bir çok şey üreten, birbiriyle sürekli kavga halinde yaşayan gezegen asalakları.

    üzerinden atmak için elinden geleni yapsa da (depremler, fırtınalar, seller) dünya hala kurtalamadı bu bin yıllar boyu süren acımasız işkenceden.

    insanlık... en ölümcül ve en önemli silahı aklı... ve onu bu silahı en kalleşçe kullanmaya götüren duygusu egoları.

    bu yüzyıllar boyu böyle gidecek. taa ki ya o bizi, ya da biz onu yok edene kadar.

    bir nehrin akışını keserek yüzbinlerce varlığı öldürebilecek, bir ormanı yakarak koskoca bir toprak parçasını mahvedebilecek, herşeyi bırakın deprem yıkıntıları arasında can çekişen insanların organlarını kesip çıkarıp satabilecek kadar vahşi, gözü dönmüş ve soysuz olabilecek yegane varlık topluluğu.

    ne kadar yersek yiyelim doymayacağız değil mi aşağılık herifler...
  • insanoğlu'nun inşa ettiği en büyük yalan tabi ki kendisi üzerine olacaktı. tarihini kan ile yazan ve bunu gururla çocuğuna öğreten insan, iş kendini tanımlamaya geldiğinde hedefi temelinden şaşırtmayı becerebildi. tüm o vahşetin doğasında bulunmadığı, barışın ve sevginin kendisini tanımladığını utanmadan söyleyebildi. tarihindeki en büyük becerisi de zaten budur.

    "insanlık dışı" deyimini kullanma sıklığı ile "işte insanlık bu" kelimelerini hayatta kaç defa kullandığımızı karşılaştırırsak sonuca daha kolay gidebileceğimize inanıyorum. bugün gazeteyi açtığımızda insanlığın öldüğüne ilişkin onlarca haberin arasında "insanlık" olarak tanımladığımız bir tane bulmak büyük şans ise, artık bu kavramı sorgulamanın vakti geçmiştir.

    aslen biz hiçbir zaman kendimizi tanımladığımız şey olmadık. onu olma ihtimalini sevdik. bir bebekten bir katil yaratan karanlık belki de hiçbir zaman "insanlık dışı" birşey değildi. insanı var edendi. bugün geri ve vahşice sayılan ırkçılık belki hala bizi tanımlıyordu. o katliamları-soykırımları yapanlar belki de manyak değillerdi...

    cevabı bulmak o kadar zor ki. çünkü içimizdeki karanlığı bize kanıtlayan sosyal deneyleri bir takım regülasyonlarla önemsizleştirdik (bkz: milgram deneyi), (bkz: zimbardo deneyi).

    yakın zamanın en büyük soykırımını eğlence aracı yaptık. kendinden önceki soykırımları da hafızamızdan attık. nazi'leri psikopat olarak beyaz perdeye yansıttık. kimse nasıl olur da 500 bin kişi aynı anda delirir? diye sormadı. ayrıksı bir çıldırma hali olduğunu düşünmek "insanlık" tanımı açısından bir sorun çıkartmayacaktı çünkü*. sorulması gereken soru belki de - the nazis a warning from history'de dediği gibi- "böyle bir şey nasıl oldu?" değil, "böyle bir şey neden daha sık olmuyor?" idi.

    ırkçılığı, faşizmle bitiştirdik. kavramların altını oyduk ki kendi ırkçı tarfımızı görmeyelim. (bkz: ırkçılık/@kontra)

    insan doğası üzerine yapılmış ilk samimi analizin müsebbibini espri konusu yaptık. (bkz: sigmund freud)

    ve tüm sanatları bunu örtmek üzerine manipule ettik. (bkz: romantizm/@kontra)

    sonunda kusurlardan kurtulunca ulaştığımız şey mükemmel yalan'dı. insanlığın ürettiği en mükemmel yalan: insanlık..
  • bize bir hikâye anlatıldı. o hikayedeki normlar, değerler, duygular, semboller, ritüeller, örfler, pratikler üzerinden dünyayı anlamlandırdık. içine hapsedildiğimiz subjektif anlam dünyasında kimi zaman isa'yı çarmıha gerdik, ibni rüşd'ün tüm kitaplarını eşeklere yükleyip köy meydanında yaktık, bruno'yu diri diri ateşin içine attık. gün oldu insanları renklerine göre tasnif edip köleleştirdik, kadını insan yerine komadık, gün oldu iki dünya savaşında 100 milyon insanı katlettik, şekillendirildiğimiz dünyanın dışında kalanları soykırım uğrattık...
  • şair nazım hikmetin deyimiyle yedisinde işe gider,yirmisinde evlenir kırkında ölür.
  • antalya adliyesi ceza mahkemeleri girişinde en alt mertebesi şöyle tanımlanıyor;
    'başkasına zarar vermemek insanlığın asgari gereği ve en alt mertebesidir.''
  • şirinyer'de bir markete gitmiştim. market bayagı kalabalıktı. alış veriş işlerimi tamamlayıp sıra dolu kuyruga geçtim ve beklemeye başladım.
    görünüşünden ve aldıkları için ellindeki bozuk paralarla hesap yapmaya çalışmasıyla maddi durumunun iyi olmadığını rahatlıkla söylenebilecek bir bayan ve yanında da sanırım ortaokula giden bir kızı. onların hemen arkasında da kokoş diye tabir edilebilecek bir bayan ve yine ortaokula gidebilecek bir kızıyla, 4-5 yaşlarındaki oğlu ile sırada beklemekte bense hemen arkalarında sıramı beklemekteyim.
    maddi durmunun iyi olmadığını düşündüğüm bayan bir çok makarna ve ekmek almış ve bir paket de pirinç. lakin hesabın 10 kusur lira tutmasıyla istediklerini alamadı. elinde 8 lira civarı parası oldugunu söyledi kasayere. pirinci de çıkarmak istemiyordu. makarnanın birini çıkarttı parası yetmedi ikincisini çıkarttı yine yetmedi. mecburen pirici çıkartmak zorunda kaldı. üzüldü belli onaama kızına dönerek zorla da olsa gülümsedi. ve hesabı ödeyerek marketten çıktı.
    sıra kokoş olan bayana geldiğinde ise bir çok şey almış ve tuttugu alışveriş sepetini doldurmuş gerim gerim gerilmekte. ve aldıklarını ödedikten sonra kızıyla birlikte aldıklarını poşete doldurmaya başladı. daha sonra, ondan önceki bayanın kendi aldığı eşyalarını doldururken onunkilerini de almış olabilceğini düşünerek " sakız yok! kadın aldı!" diye bagırdı. arkasında da ekledi "evet evet kesin o almıştır!" benim şaşkınlık içinde bakmama rağmen kasayer gayet sakin bir şekilde bayanın kendi oğlunu gösterek "ufaklığın elindeki mi acaba" dedi. kadın hiç de mahçup olmayan tavırlarla "hah o!" dedi. o an o kadının ümüğünü sıkasım geldi. nasıl olur da başlarını hatta hiç tanımadığı bir kişiyi sadece fakir oldugunu düşündüğü için hırsızlıklaa suçlayabilmişti. evet. o an ben de bunu düşündüm. ve insanlığın o kokoş kadında olmayan bir şey olduguna karar verdim.
  • bir ayağı ayda diğeri ise çıplak.
  • elf'lerin, goblin'lerin, gnome'ların, undead'lerin, uzaylıların olamayacağını anladığı anda, kendisinden biraz daha sarışın olanı ayrı bir ırk, biraz daha esmer olanı başka bir ırk olarak niteleyerek o kendi boktan, sıkıcı varoluşuna bir nebze olsun renk katmaya çalışmış; bir, birlik ve var olmak için bir ötekiye ihtiyaç duyan her zayıf karakterli toplumlar gibi kendisine mis gibi, brand new düşmanlar yaratarak role-playing hayatına hızlı bir giriş yapmıştır. ırkını siktiklerim. -mış gibi.
  • the matrix filminde ajan smithin morpheusu sorgusundan alıntı.

    "sizinle, bir süredir kafamı meşgul eden bir düşüncemi paylaşmak istiyorum. bu düşünce aklıma sizin türünüzü sınıflandırmaya çalışırken geldi ve anladım ki sizler aslında memeliler sınıfına dahil değilsiniz.

    bu gezegendeki her memeli içgüdüsel olarak kendini kuşatan çevre ile uyum sağlayıp doğal bir denge oluşturuyor, ama siz insanlar bunu yapmıyorsunuz.

    siz belirli bir alana yerleşip çoğalıyorsunuz ve çoğalıyorsunuz. sonunda doğal kaynaklar tükeninceye kadar çoğalmaya devam ediyorsunuz. ve hayatta kalmak için yapabileceğiniz tek şey oradan ayrılıp başka bir alana yerleşmek.

    bu gezegende aynı şekilde yaşamını sürdüren bir organizma daha var. ne olduğunu biliyormusunuz?

    virüsler.

    dünyaya gelmiş en büyük hastalık insanlar. siz bu gezenin kanserisiniz."
  • sözlükte öylesine geziniyorum. ekranın sağında günün videosunun başlığı ''sokak köpeğinden insanlık dersi''. videoyu bilen bilir, muhtemelen aracın altında kalmış bir köpek hareketsiz halde yatıyor, bir diğer köpek havlamaları eşliğinde uyandırmaya çalışıyor arkadaşını. tabi çabaları beyhude, bir sonuç alamıyor. iş işten geçmiş ne yazık ki!

    videoya verilen başlığa bakıyorum; ''sokak köpeğinden insanlık dersi''. şaşırıyorum. üzücü bir olaydan ibret alırken bile kendimizi tepe noktasına koymayı ihmal etmiyoruz. neden insanlık dersi ki ? o insanlık dediğimiz şey; inançları uğruna kafalar kesip ifşa eden, bilimum top, tank, mermi, bomba üretip birbirini öldüren, tecavüz gasp ve darp eden, azgınlığından ötürü ceza hukuku icat edip, türdeşine bunun için eğitim veren de bizler, yani insanlık değil mi ? ne yazıktır! hala saf bir içgüdü ile yaşayan canlı için, ''sokak köpeğinden insanlık dersi'' diyebilecek kadar hadsizlik ve burnu havadalık tavrına bürünebiliyoruz.

    albert camus, ı’homme revolte’de ''hümanizmi yararlı değil, güdük buluyorum. o kadar'' demiş. ne kadar da doğru söylemiş. hatta bir adım ileri gidiyorum ve reddediyorum humanizmi, olgunlaşmamış değil, hiç olmamış addediyorum.

    ne var ki, çok mu aşağılanmış oluruz yoksa ''sokak köpeğinden köpeklik dersi'' dersek. nedir bizi köpekten üstün kılıp, köpeği alçaltan? ne olduğundan bihaber olduğumuz, yanılsama olma ihtimali de olan bilincimiz mi yoksa...
hesabın var mı? giriş yap