• memleketimizde, sıklıkla, "şımarık" sıfatıyla anılan insanlar. "şımarık ingiliz götünü açtı" şeklinde gazete başlıkları ve "şımarık ibneler" diye başlayan geyik seanslarına rast gelirsiniz. nasıl şımarıyor peki bu ingiliz insanı?

    ingiltere denilen ülke, evet, bizden daha large, bireysel tercihlere daha az karışılan bir ülke. gençler zaten erken yaşlarda "böğürmek" ve saat gece 10 olmadan ayakta duramayacak kadar sarhoş olmak üzerine talimliler. işin içinde başka faktörler var lakin.

    sıradan bir ingiliz, bayık bir ingiliz şehrinde (londra değil her taraf tabii), hayatını sıkıcı ve monoton bir biçimde sürdürüp gider. her yerleşim bölgesinde bulunan market street e çıkıp, dandik primark dan bir şeyler alırken, thomas cook da bir ilana rastlar: "7 gece, her şey dahil türkiye 299 pound". hadi ya der para değil. "ucuz ve dandik ülke türkiye" imajı zaten, rezil tabloid basını aracılığıyla kafasına kazınmıştır.

    gelir; havaalanına iner. güya karşılıklılık ilkesi çerçevesinde ingilizler' den vize istenir. bizim vatandaş ingiltere vizesi için bir tarafını yırtarken, bu paşalardan 10-15 pound vize parası toplanır ve türk vizesi, havaalanında satın alınır.

    ülkeye girer bu vatandaş. bir bakar ki, pound türk lirası karşısında çok kuvvetli. ingiltere' de rüyasında göremeyeceği fiyatlara şahane yiyip içiyor, üstünü başını düzüyor, tarih görüyor, doğa görüyor. evet ingiltere' de de doğa kendince güzeldir; ancak türkiye bir başka güzeldir kardeşim. ingiltere' de yazın dahi güneş yoktur. ingiliz mutfağından* sonra, türk mutfağı adamı kendini cennete düşmüş gibi hissettirir. stonehenge i en önemli arkeolojik bulgu sanınca, medeniyet beşiği anadolu coğrafyası, efes mefes adamı çarpıyor haliyle.

    bir de türk insanı bu forklift operatörü ingiliz' e, bir isaac newton, bir charles darwin muamelesi yapar. karşısında anlamsızca ezilir. iki kelime ingilizce konuşup, hata yapınca utanır. ülkesine yüzüne bakılmayan adam, kadın, özel ilgi toplamaya başlar. bodrum boy lar, memleketinde bu derece bir ilgiye mazhar olamamış ingiliz teyzelerinin etrafında, acaba kapağı ingiltere' ye atabilir miyiz, biraz yüklüce bir bahşiş veya hediye koparabilir miyiz planları içinde, pervanedir. forklift operatörü de sabahtan akşama kadar kendince ucuz bira* içip, burundan başlamak üzere ıstakoz gibi kızarabileceği, yerel halkla taşak geçebileceği bir havuz kenarı bulmuştur.

    ondan sonra vay ingiliz götünü açtı.
  • iş vesilesiyle 2 senedir muhattap oluyorum bu milletle. 2 şey öğrendim haklarında; espri anlayışları bizimkine çok benziyor, hayvan içiyorlar.

    ertesi günü toplantımız olduğu bir gün ingiliz bir kaç elemanla bi yere gittim. üniversitedeyken içkinin dağıttığı elemanları toplayan elemandım ben, o yüzden ingilizlere türkün gücünü göstereceğime emindim. yanlış anlama aga, öyle iktisat fakültesinde sarhoş olmuş kızları değil mühendislik fakültesinde dağılmış sakıllı bıyıklı adamlara mukayet oluyordum, öyle sağlam içiyorum. ya da öyle sanıyordum. bu ibnelerle oturduk bir yere. muhabbet, gırgır biralar geliyor gidiyor. içlerinden biri 'aferin lan, sizin kültüre yabancı ama içiyorsun epey' dedi. sevgili okur, nasıl kıl oldum puşta anlatamam. 'lan yarrak ilk bira anadolu'da yapıldı. sen ne cehennemden basediyorsun ha?' dedim buna. birleşik krallık olarak siktir çektiler, idyıt dediler bana, güldüler. yalnız kaldım, sahipsiz kaldım, kimsesiz kaldım... olaydı bir anadolu çocuğu yanımda anlatırdım medeniyetlerin beşiğini, kızılderililerin, mayaların türk olduğunu ama yalnızdım işte. 15 dakika filan taşak geçtiler. gerçi sonradan viki'den baktım, ilk bira harbiden mezopotamya'da yapılmış. anadolu sayılır aga. ben ola ki yerler diye yemlediydim. yemediler. kısmet.

    zaten gazla çalışan adamım, elemanlar böyle beni taşşağa sarınca kıl oldum. bunlarla aşık atabileceğime, 6 yaşımdan beri içki içtiğimi kendime telkin ederek çılgın içmeye başladım. elemanlar da uyandılar mevzuya, kaç yaşında bi sürü adam çocuk gibi sidik yarıştırmaya başladık. lan bu arada içki harbiden kültürümüzde yokmuş. ya da en azından benim kültürümde yokmuş, ben sonradan almışım. zira bu orospu çocukları kaç yaşında başlıyorlarsa zıkkımlanmaya bi bok olmuyor götverenlere. dışarı çıktığımda ayakta duramayacak haldeydim. eve gittim saat sabaha karşı 5. toplantım saat 9:30'da. toplantı katılımcılarıyla sabahlamışsın, toplantı mı kalır sabaha? kafam rahat olarak sızdım ben de. saat 9'da aradı içlerinden biri toplantı yeri değişti haberin olsun diye. olum toplantı düşmedi mi dedim, anlamadı. o kafayla elin ingilizine ders düşmesini, hocanın derse gelmeyişini, dersin düştüğünü resmen ilan eden o 15. dakikayı beklemenin heycanını anlatamadım. benim kıçım başıma dönmüş, herifler gitmiş toplantı yerini değiştirmişler amına koyim. güç bela kalktım, giyindim, koşa koşa gittim toplantıya. ama gözümü açamıyorum, böyle dünden kalma olmuş değilim hayatımda. bir girdim ki toplantıya heriflerin hepsi tıraş olmuş, sabah şakası yapıyorlar birbirlerine, neşeleri yerinde, zihinleri açık. buna karşın benim saçlar elektriğe tutulmuş, sakallar kırçıllanmış, gözler kan çanağı. toplantının sonuna kadar gözlerim açık uyudum. sonra elemanların saat 7:45'te ofise geldiklerini öğrendim. dudağımı büktüm lan, hırsımdan ağladım kenarda. bu arada kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım o gece eve nasıl gittiğimi hatırlamıyorum. taksiye mi bindim lan acaba? inşallah başıma bi şey gelmemiştir.

    ha bak bi de ne geldi aklıma; bir spor kulubu reklamı için hazırlanmış bir afişte güzel bir kız var, öyle mal gibi bakıyorum afişe. arkadan ingiliz bi oğlan gelip 'ben bu kıza 4 posta giderim' dedi. 'all people must live in peace and harmony. we are all same regardless of colour or race. once we did achieve that but everything changed when the fire nation attacked. when the people needed him the most where was the fucking avatar?' dedim buna. o da bilmiyormuş. neyse, kızla ilgili yorumu nedeniyle ertesi gün konsoloslukta ufak bir resepsiyonla takdim ettim elemanın türk pasaportunu. adam 4 posta giderim diyor, bizden olmamasına imkan veremiyorum.
  • sabah öğle akşam patates cipsiyle besleniyorlar. ben anlayamadım gitti 5 aydır, niçin evlerde yemek pişirilmiyor. varsa yoksa mikrodalgada ısıtmalık uyduruk yemekler. umut sarıkaya'nın "kadın anam"ı geliyor aklıma. vitamini nerden alacaksın güzel ingilizim? bana bunu söyle.
    londra'da gezerken, tüm bu ingiliz yemek düzenine, hatta dünyanın tamamına gönderme niteliği taşıyan bir yazıya rastladım:

    "heaven is where the police are british, the cooks french, the mechanics german, the lovers italian and it is all organised by the swiss. hell is where the cooks are british, the mechanics french, the lovers swiss, the police german and it is all organised by the italian. "
  • "orda bir köy var uzakta o köy bizim köyümüzdür gitmesekte görmesekte o köy bizim köyümüzdür" şarkısını yazan kişinin menşei.
    inanıyorum ki hiçbir kültür ingiliz kültürü kadar herşeyden kendine pay çıkarmak, her yeri sahiplenmek motifine sahip değildir.
    her gittiği yer ingiliz in evi, her girdiği dükkan ingiliz in hizmetçisi, olan biten herşey ingiliz in menfaatine olmalıdır çekirdek düşüncesi ile yaşayan insanlardır.
    size, sizin nasıl yaşamanız gerektiğini öğretmek, öğretemez ise ısrar etmek, başarısız olursa mahvetmek üzere programlanmışlardır.
  • hayatta en guldukleri sey iclerinden birinin kicini acmasidir.
    bunu her gittikleri ulkede tekne turlarinda, maclarda yaparlar ki diger ulkelerdekiler de gulsun.
    ama komik degildir kic gormek, bayat bir espiridir, ergen bir espiridir, kiclari da hep pembisli beyazli sivilcelidir bunlarin, insana oeh dedirtirler.
  • dedemin bu millet hakkinda cok guzel bir lafi vardi: "sigaralarini yakmak icin gozlerini kirpmadan dunyayi yakarlar."
  • "small talk" denilen seyden cok hoslanirlar. mutlaka bir sey soylemek zorundadirlar eger basbasa kaldiysaniz. sessiz kalmayi bilmezler. diyelim ki isinizde gucunuzdesiniz, ya da mutfaktan kahve/cay aliyorsunuz...birisi gelir yaniniza, samimi filan degilsinizdir. "haftasonu icin bir planin var mi" diye baslar sinir bozucu derecede sen sakrak bir sesle. biseyler soylersiniz, o da soyler, ama iki tarafin da nezaketen dinledigi, verdikleri tepkilerden bellidir "hmmm cok ilginc, oyle miii, hmmmm"...madem konusmak zul geliyor, neden soruyorsun guzel kardesim...bas git...
  • anne baba çoluk çocuk aynı anda küvete girip yıkanan (yıkanmak derken pek yıkanmak değil),
    numaradan teşekkür edip, uyduruktan özür dileyen,
    bi kere ufacık tefecik bir iyilik yaptıklarında burnunuzdan getiren,
    kendilerinden başka hiçbir şeyi önemsemeyen (çocukları dahil),
    saçları kirlendiğinde yıkamak yerine mikrop falan öldüren abidik bi sprey sıkan,
    hala habire bitlenen, (hepsinin evinde bit şampuanı var),
    ne kadar zengin olsalar da çocuklarının okul kıyafetlerini okullardaki 2. el satışlarından alan,
    saçını kızıla/kırmızıya boyatan bizim gibi esmer ülke vatandaşlarına "ingiltere de kırmızı saça iyi gözle bakılmaz" deyip "türkiyede de sarı saça" cevabı alan,
    fiziksel teması pek kullanmayan, (kendi çocuklarına karşı bile)
    marmara birlik zeytin den bir adet yiyip üzerine 4 bardak su içen,
    amerika'nın orospusu*bir ülkenin vatandaşlarıdır.

    zamanının ötesinden gelen edit:
    işbu edit reyting amaçlı yapılmıştır.
    madem bu kadar gıcık olundu entrye tamam ulan 1-2 tane de iyi özelliklerinden yazayım şu bayıldığınız ingilizlerin:
    çok planlı programlıdırlar. öyleki diary'leri vardır. bütün bir ay yapılacak olan önemli önemsiz herşeyi saat saat deftere işlerler. uysalar da uymasalar da bunu yapmaya üşenmezler. zaten dillerinde üşenmek gibi bir kelime de yoktur.
    su israfı yapmazlar. (ki buna banyo yapma konusunda değinmiş idim). recycle su kullanırlar.
    10 yaşına kadar tüm çocuklar saat 7.30 gibi yataklarına gönderilir. televizyon çok izletmezler çocuklara.
    evlerinde sigara içirmezler. bahçelerinde ve çocuklarından gizli içerler.
    çocuklarını öyle bir yetiştirirler ki hem yetişkin gibi davranır çocuklar (ki bu iyi birşey midir bilemem) hem de zart zurt mızıldanmaz bu çocuklar.
    özgürlükçüdürler. istediğin herşeyi istediğin her yerde söylersin, yaparsın. bundan dolayı ekstra bi gıcıklık yapmazlar.
    arkandan iş çevirmezler, sana yapacakları bütün kıllıkları kibar kibar yüzüne gülerek söylerler.
    müzikleri iyidir. erkekleri güzeldir.
  • dünyanın annesi, ebesi, ve bilimum sülalesiyle haşır neşir olmuş, çatır çatır birliktelikler yaşamış olup da hala bu kadar saygı gören başka bir millet var mıdır? "türk'üm" deyince, "ama osmanlı şöyle kötü böyle kötü" diyen hem de mısır'lı adamda, karşısındaki "ingiliz" olunca bi yavşamalar, bi saygı gösterileri. vay arkadaş ya..
  • amerikalıların tabiriyle "ağızlarında sıcak patates varmış gibi konuşan" bir toplumdur.
hesabın var mı? giriş yap