• ursula k. le guin, bilimkurgudan bahsederken, okuyucuyu teknik detaylara boğan yazarlardan - bence haklı olarak- şikayet ediyor. (bkz: #46489017) warp motorunun nasıl çalıştığından çok, içinde bulunduğu kurgu evreni nasıl etkilediğini merak edenlerdenim ben de.

    dün akşam, içeriğinden habersiz olarak, sadece adı hoşuma gittiği için okumaya başladım son şeyler ülkesinde'yi. o da bir distopya çıktı şansıma ve kitabı bırakamayıp, bir gün içinde bitirdim. sonra sözlükte neler yazıldığına bakayım dediğimde, bilimkurgu yazarlarının insana kazandırdığı, türk insanı olarak merak etmeden duramadığımız "hacı bu insanlar ne yer ne içer?" geyiklerine girildiğini gördüm.

    merak elbette her okuyucunun hakkı. romandaki en küçük aletin çalışmasındaki mantıksızlığı eleştirmek de. ama böyle yaptığımızda, okuduğumuz kitapların barındırdığı sembolleri göremiyoruz. roman, okunmalı. fizik sınavının ders notları muamelesi haksızlık.
  • "ayrıntıları sorma bana. anlattıklarım yeter. yeter de artar bile. senin ne düşündüğünü bilmiyorum, ama gerçek sorun acımasızlık değil asla. burada en kolay parçalanan şey insanın yüreğidir."

    ayrıca, giriş bölümü için: http://sessiziz.wordpress.com/…aninin-girisinden-2/
  • "bunlar son seyler diye yaziyordu. birer birer yok oluyor, bir daha da geri gelmiyorlar. gormus oldugum, artik olmayan seyleri sana anlatabilirim, ama buna zaman bulacagimi sanmiyorum. simdi her sey oyle hizli olup bitiyor ki ayak uyduramiyorum.senin anlamani beklemiyorum. sen bunlari gormedin, istesen de dusleyemezsin. son seyler bunlar. bir gun bir ev goruyorsun, ertesi gun bir bakiyorsun o ev yok olmus. bir gun once gectigin sokak da yok oluyor bir gun sonra. hava bile surekli degisiklik gosteriyor. gunluk guneslik bir gunun ardindan yagmur bastiriyor, karli bir gunun arkasindan sisli bir gun yasaniyor, bir sicak, bir soguk, bir gun ruzgarli bir gun sakin, derken birkac gun korkun ayaz oluyor, sonra bugun, kis ortasinda piril piril mis gibi bir hava, kazakla cikilacak kadar ilik bir gun. kentte oturunca hicbirsey icin bu boyledir, o elde bir diyemeyecegini ogreniyorsun. bir an icin gozunu yumsan, arkana donup baska bir yana baksan, onunde duran seyin ansizin kayboldugunu goruyorsun. hic birsey kalici degil; kafalardaki dusunceler bile. kaybolani aramaya kalkisarak bosuna zaman harcamamak gerek. herhangi bir sey bir kere kayboldu mu, gitti gider. "

    (bkz: ankara)
    (bkz: ankarada kar)
    (bkz: kis kitaplari)
  • bir paul auster romanı. duygu dolu bir kabus olduğunu düşündüğüm distopya.
    "hiçbirşey istememek, diyordum kendi kendime, hiçbirşeye sahip olmamak, hiçliğe kavuşabilmek.bundan daha iyi bir çözüm düşünemiyordum.sonunda benim yaşamamla bir taşın varoluşu arasında hiç fark kalmadı." (son şeyler ülkesinde)
  • paul auster'ın diğer romanlarına hem biçim, hem de içerik açısından pek de benzemeyen romanı. abisini bulmak amacıyla adı bile olmayan ve içindeki herkesin kayıp birisini ya da bir şeyi durmaksızın aradığı bir kente gelen baş kahraman anna blume, roman boyunca umutsuzluk, iyimserlik, sevinç, acı ve elbette bitmek tükenmek bilmeyen rastlantılar dizisi içinde gider gelir. romanın en dikkat çekici temalarından birisi açlıktır*
  • paul auster çöken bir ülkede her şeyin nasıl ve ne kadar çökebildiğini anlattığı ütopik kitabında kafkavari bir dil tercih etmiş. kahramanımız anne blume çıktığı yolculukta abisini bir kitap boyunca arar. arkadaşına yazdığı satırlar aracılığıyla biz de bu hikayeye ortak oluruz. ama soru şudur harap olan ülke bir gerçekliğe mi yoksa soyut bir kavrama mı atıftır?

    --- spoiler ---

    somut anlamda ülkeyi nedense ben rusya olarak tahayyül ettim. içine kapanan ve düşman saldırısı beklentisiyle gitgide dünyadan izole edilmiş, acımasızlığın, haksızlığın, vahşiliğin ve kural tanımamazlığın şehrinde yönetim değişse de değişmeyen tek şey kendini ifade edememek. çünkü yanlış anlaşılabilir ve bu çok tehlikelidir devlet için.

    diğer taraftan kitabın bir modern zaman eleştirisi üzerinde de durulabileceğini düşünüyorum.
    yani temel eleştiri tüketim ve doymak bilmeyen açlığımız.
    kendimizin oluşturduğu bu dünyada, takılı kalıyor, bir tutsak gibi günden güne bu köleliğe razı olurken değerlerimizi de yitirmeye başlıyoruz. oluşturduğumuz bu dünyaya diktiğimiz duvarlar ile dışarıdan her an gelecek saldırılara karşı bir önlem değil de kendimizi diğerleriyle muhatap etmemek için bir set çekiyoruz.
    yemek, kıyafet, evler, arabalar, entelektüel açlığımız peşimizi bırakmıyor.
    bu dünyaya adım atarken iyi bir niyetle adım atıyoruz, bahanemiz hazır, belki kaybolan abimizi arıyoruz anne blum gibi ama hiç bir zaman da abimizle karşılaşmıyor haber dahi alamıyoruz.
    gün geliyor ölümüne savaşıyor, ölüme atlıyor, ölümüne seviyor ve öldürüyoruz da. ama sefalet hiç bitmiyor. mevsimler geçtikçe şehirle beraber daha da perişan olmaya mahkumuz.

    paul auster bunu mu anlatmak istemiştir bilmiyorum. romanın mesafeli dili gibi hikaye oldukça ütopik ve sonu belirsiz.
    anne blum yazdığı mektubu ulaştırabilmiş midir, şehirden çıkabilmiş midir, arkadaşı o satırları okumuş mudur bilmiyoruz. belki kütüphanede yangında öldü belki pencereden atladığında belki konağa götürüldüğünde belki de sınırdan geçerken. kim bilir?

    --- spoiler ---
  • paul auster'ın 1987 yılında çıkmış olan kitabıdır. yazarın okuduğum ilk kitabıdır ve okurken sık sık türkiyenin şu an içinde bulunduğu durumu düşüdürmüştür bana. ayrıca kullanılan dil de çok etkileyici ve çekici gelmiş olmalı ki yazarın diğer kitaplarını alıp okuma gereği duydum. kitapta beni en çok etkileyen kısmın bir çevirisi :

    "insanlar burda herşey hakkında konuşurlar, özellikle de hakkında hiçbirşey bilmedikleri şeyler hakkında. beni en çok etkileyen herşeyin yok olması değil, var olmaya devam eden bu kadar fazla şey. bir dünyanın yok olması uzun zaman alıyor, sandığından çok daha fazla. yaşamlar yaşanmaya devam ediyor ve herbirimiz kendi küçük acıklı hikayemizin tanığı olarak kalıyoruz. artık okulların olmadığı doğru; en son sinemanın 5 sene önce gösterildiği doğru; şarap o kadar azaldı ki artık sadece zenginlerin ulaşabildiği de doğru. fakat bizim yaşamdan kastımız bu mudur? herşeyin birer birer yok olmasına izin vermek, sonra da ne olacak diye bakmak. belki de bu soruların en ilginci: hiçbirşey olmadığı zaman ne olacağını görmek ve bu durumda hayatta kalıp kalamayacağımızı..."
  • film izlerken verdiğim tepkileri verdiren roman. kafamı başka yere çevirdim birkaç kez sayfadan. gerçek kadar karamsar aslında. öyle doğru yerlere dayalı ki, yarın böyle olabilir işte diyorsun. kitapta bahsi geçen mavi kaplı defteri arıyorum her yerde. sanki bir anda karşıma çıkacak gibi. etkisi sürüyor.
  • alejandro chomski yonetiminde filmi cekilecek kutsal kitap..
  • son derece akıcı bir dille yazılmış, içinde geçen olayların katlanılmazlığı dışında okuru sıkmayan müthiş bir bir paul auster distopyası. olaylar ve dünya orwell' in 1984 ündeki kadar açık ve net olmasa da distopik romanın mottosunu yeterince sağlayacak kadar karanlık. bir nevi beterin beteri. roman karakteri anna'nın acı çekmekten kurtulmak için güçlü ve yüce bir kayıtsızlığa ulaşma, çevreden soyutlanarak ve acı çekmeyeceği bir yerde yaşama çaba ve düşünceleri son derece güzel ve düşündürücü. bu noktada acılardan kurtulmak için günümüz dünyası insanına bir tavsiye niteliği taşıyor. olay mekan ve zamandaki boşluk romanın bir rüya olduğu izlenimini veriyor. ya da romanı bir rüya olarak görmek tüm boşlukları kapatıyor.
    özeti:
    en kötüsüyle karşılaşmak, imkansızı yaşamak ve direnmek için güçlü yüce bir kayıtsızlığa ulaşmak.
hesabın var mı? giriş yap