• "zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana - sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece 'daha' sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi." (meram arvas'ın çevirisiyle)
  • az önce bitirdiğim kitap. bir kaç kere başlayıp yarım bırakmıştım ama şu an son sayfayı okuduğumda resmen gözüm doldu.
    kitap ilk başta biraz agır başlıyor ama sonrasında doktor un iyileşmesi bay lorry nin yaptıkları ile hareketleniyor. tüm karakterler çok iyi anlatılmış ama sydney carton un bu fedarlığı lucie yi sevdiği için yapması çok etkileyici.
  • öncelikle biraz yazardan bahsedelim.

    charles dıckens, 1812 yılında portsmouth’da doğar, babasının borçları nedeni ile hapse girmesinden sonra 15 yaşından itibaren çalışmaya başlar. boyacılık yaparak başladığı hayatına avukatların yanından sekretarya olarak devam ederken; kağıt kalemle tanışır ve çok sever. hikâye böyle devam eder. bay pikvik'in maceraları kitabı 1837 yılında yayınlanır ve beğeni toplar. bunun üzerinde ingiliz edebiyatının en büyük klasiklerinden biri olacak oliver twist’i yayınlanır. başta tolstoy, ve george orwell olmak üzere birçok saygın yazardan övgüler alır. haftalık çıkan gazetelerde arkası yarın hikâyeler yazar. bu hikâyelere victoria devrinin (o an ki güncel olayları) arka planda serpiştirerek yapar. 10 çocuk doğuran eşini bırakıp; genç bir kızla evlendiği; daha sonrasın da onu da terk ederek, tek başına 1870 yılında kariyerin zirvesinde iken londra’da ölür.

    iki şehrin hikâyesi, 1775 yılından başlayarak tahminen birinci fransız cumhuriyetinin sonuna kadar geçen sürede (1792-1804) paris başta olmak üzere londra ve fransa taşralarındaki olayları, dönemin ekonomik, sınıfsal ve ahlaki yapılarını; bir ailenin başından geçen olayları silsilesi ile anlatan güzel bir romandır.
    romanda bastille hapishane baskınından; carmagnole dansının o dönemki önemine; giyotin denen idam mekanizmasına tapılan sevgiye birçok detay bulunmaktadır.
    naçizane düşüncem bir ingiliz’in fransız ihtilalini üçüncü bir göz olarak gözlemlemesi ve kâğıtta dökmesi ile gene o dönemi anlatan victor hugo’nun sefiller kitabından anlatılan fransız ithalinin arasında çok fark olduğudur. dickens otoriterinin bir anda halkın eline geçmesi ile kontrolsüzlük yarattığını; bu durumu kullanan kötü niyetli insanların, özgürlük adı altında zamanında kendilerine uygulanan vahşeti, şimdi kendilerinin uyguladığına dikkat çekmiştir. bu benim aklıma mademe roland’ın bir sözünü getirdi. zaten kitap da ismi geçmemekle birlikte mademe roland’ın idamından da bahsedilmekte; madem roland giyotin ile idam edilmeden önce son arzu olarak bir kağıt ve kalem ister. kâğıda şunları yazar “o liberté, que de crimes on commet en ton nom” yani “oh özgürlük, senin adına ne suçlar işlendi!”

    --- spoiler ---

    ünlü bir doktor olan alexandre manette, marki ailesi tarafından adeta kaçırılarak zorla bir eve getirilir. burada marki ailesi tarafından tecavüz uğrayan sonrasında da krize giren fakir bir ailenin kızı yatak döşek yatmaktadır. dr. manette kadını kurtaramaz ve evine geri döner. bu durumu yetkili makamlara söyleyip söylememek konusunda gidip gelen manette’nin kapısı çalar ve marki ailesinin gelini, küçük çocukları ile birlikte doktorun yanına gelmiştir. kadın ölen kızın bir ablasının olduğunu elinde avucunda ne varsa ona vermek istediklerini, ailesi adına çok utandıklarını, kendi çocuğunun o aile üyeleri gibi zalim olmayacağından dem vurur. o çocuk romanımızın başkarakteri marquis st. evrémonde yani nam-ı değer charles darnay’dir. doktor yetkili makamlara aileyi şikâyet etme kararı almıştır ki, kapısı çalar polisler gelip kendisini hapisse atar. marki ailesinin erkekleri ona tuzak kurup bu şekilde ondan kurtulmuştur.
    doktor 15 sene tecritte tek başına kalır. o sırada bulduğu bir kağıt kalemle bu olayı yazar ve hücresinde bir yere saklar. daha sonrasında cezası birmiş halde hapisten çıkar ancak aklı melekelerini kaybetmiştir. zaman kavramı olmaksızın ayakkabı tamir ile uğraşıyordur. ona eski uşağı, şimdilerde meyhane sahibi ernest defarge sahip çıkar ve oda verir.
    doktorun başından bunlar geçerken fransa ekonomik olarak bitmiş ve tükenmiştir. soylular, krallar ,kraliçeler ve mösyönerler hepsi halktan vergiler alıp rahat ve huzur içinde yaşar, onları hiç yerine öldürüp, tecavüz edip bir hayvan gibi davranırken herhangi bir ceza almamaktadırlar. halk fakirdir. çocuklar açıktan ölmekte, sokaklar pislikten geçilmemektedir.
    bu sırada defarge ve eşi gizliden gizliye bir halk isyanı için örgütlenmekte, planlar yapmaktadır. meyhaneleri ise bu örgütlenmenin istihbarat merkezi olmuştur. defarge çifti soylulara adeta savaş açmıştır.
    ernest defarge, tellson bank’da çalışan mr. lorry’e ulaşarak, doktorun hapisten çıktığını haber verir. mr. lorry, doktor hapisse girince ailesinin de başına bir şey gelmesin diye onları londra’ya götürmüştür. doktor hapiste iken karısı ölmüş ancak kızı lucie manette hayattadır. mr. lorry, doktorun kızını alarak paris’e götürür. kız ve babası tanışır ve ingiltere’ye dönerler. dönüş yolunda charles darnay ile tanışır ve ahbaplık ederler. doktor, kızı ile geçirdiği zamanlar sayesinde düzelir. aklı melekeleri yerine gelmiştir. doktorluk yapmaya ve londra halkının sevgisini kazanmaya başlamıştır. o sıra charles darnay’ın fransız bağlantısı yüzünden londra’da idam cezası ile yargılanır. doktor ve kızın şahitliği sayesinde kurtulur ve tanışıklıkları bu şekilde artar. artık ailenin bir üyesi gibi olmuştur. mahkemede charles’ın avukatı sydney carton’ı göstererek; “charles darnay’in bu adama ne kadar benzediğine bakar mısınız? “ der. insanların birine benzer diye bir önermede bulunur. kitap burada carton ile darnay’in fiziksel benzerliğin bizlerin gözüne sokar adeta.
    mr. carton’da charles darnay gibi doktor ve kızı ile yakın arkadaş olmuş onların güvenini kazanmıştır. ancak ikisi arasında büyük bir fark vardır. darnay düzgün diksiyonlu, saygı gören ve hedefleri olan bir iken carton alkolik, kendisine bile saygısı olmayan kimse tarafından önemsenmemiş bir kaybedendir. ve ikisi de lucie manette’ye aşık olmuşlardır.
    mr. carton, lucie açılmış onu çok ama çok sevdiğini; ancak kendisinin onun gibi biri ile olmayacağını ona yakışmadığını bildiği ondan tek istediğinin onunla arkadaşlık yapmaya devam etmesi olduğunu böylece onu görebileceğini bu sayede de hayata tutuna bileceğini söylemiştir. lucie ağlayarak ve carton’u canı gönülden saygı duyarak bu teklifi kabul eder.
    c.darnay lucie’e evlenme teklif etmeden önce babası doktor alexandre manette ile konuşur ve fransa’daki eski kökeninden bahseder. doktor, marki ailesinden küçük charles’i hatırlar ve sarsılır. 9 gün boyunca kızını, londra’da olduğunu falan unutur ve ayakkabı tamir etmeye fransa’da olduğu gibi yaşamaya devam eder. krizden çıktığında kızının darnay ile evlenmelerini kabul ederi. lucie’nin bir kızı olur ve kız 4 yaşına gelene kadar güzel de bir hayatı.
    bu sırada fransa’da olaylar akıl almaz bir hale gelmiştir. kraliyet çökmüş; isyancılar 1.fransa cumhuriyetini kurmuştur. isyancılar bastille hapishanesini ateşe vermiş ve mahkûmları dışarı çıkarmışlardır. o sırada defarge, doktorun 15 yıl hapis yatığı odaya girer ve doktorun marki ailesinin neler yaptığını itiraf eden kağıtı tuğlalar arasında bulurlar. marki ailesinin tamamı yok edilmiş olsa da londra’da bulunan charles darnay hala hayatta olması ailesini kaybeden madam defarge’nin ateşini sönmemesine neden olmaktadır. madam defarge charles darnay hakkında suç duyursunda bulunur.
    charles darnay bir çalışanın hayatını kurtarmak için fransya gelir ve o sıra tutuklanır. idam edileceği kararı çıkar. ailesi çökmüştür. bu sırada mr.carton devreye girer. c.darnay ile hapishanede yer değiştirir. onun yerine idam edilir. darnay’in idam edileceği gün madam daferge; doktorun ailesine uğrar. amaç onları çektiği acıları görmektir. madam daferge oraya vardığında, carton ile darnay yer değiştirmiş, doktor ailesini de alıp fransa’dan kaçmak için evden çıkmışlartır. evde sadece birazdan evi terk edecek miss pross kalmaktadır. madam daferge evin boşaldığını doktorun ailesinin kaçtığı anlar ama miss pross, daferge evden çıkartmamaya kararlıdır. çünkü doktor ve ailesi daha çok uzaklaşamamışlardır. aralarında bir arbede çıkar ve miss pross daferge’yi vurarak, öldürür.
    --- spoiler ---

    hikâyede beni en çok etkileyen kısım aslında mr. carton’un kendisini platonik aşkının mutluluğu için darnay ile yer değişip idama yürümesi değil de; miss pross’un lucie’nin dadısı olmasına rağmen öz kızıymış gibi ona bağlı olması, onu babasından ve kocasından bile kıskanması ve kitabın sonunda kendi karakterine hiç ait olmayan bir kimlik ile ölümüne daferge ile kapışması ve onu öldürmesidir.
    evet. mr. carton’un yapmış olduğu fedakârlık, saf aşkın kanıtıdır belki ama aşk zaten insan kimyasını bozan bir durumdur. insana anormal davranışlar yaptırabilir. ancak miss pross’un davranışının temeli lucie olan sevgidir. sevgi her zaman daha mantıklı ve oturaklıdır. miss pross kendisini adeta lucie adamıştır. bu adama aşktan çok daha yücedir.
  • ezel'i youtube'dan izlerken okumaya karar verdiğim ve okuyup oldukça sevdiğim kitap. kitapta en sevdiğim kısım, en sevdiğim karakter olan sydney carton'u anlatan "güneş hüzünlü hüzünlü yükseldi; güneşin üzerine vurduğu hiçbir şey, sahip olduğu yetenekleri ve güzel duyguları kullanma becerisinden yoksun, kendi yararı ve mutluluğu için bir şeyler yapmayı beceremeyen, dahası bu feci halinin farkında olan ve bu feci halin onu tüketmesi pahasına kendinden vazgeçen bu adamdan daha hüzünlü değildi." kısım. altını çizdim tekrar tekrar okuyorum.
  • giriş cümlesi "tüm zamanların en iyisi, tüm zamanların en kötüsüydü." olan ve bu sözle fransız devrimini kasteden eser.

    charles dickens'ın fransız devrimine farklı bir yönden baktığı roman.
  • “zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana - sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece 'daha' sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.”

    iz bırakan kitap cümleleri
  • lisedeyken kitapta yere dökülen şarabın yoksul köylülerce kafalarını daldırıp köpek gibi içme bölümü dickens tarafından öylesine betimlenmişti ki hayatımda içmemiş olduğum şarabı adeta yerdeki çamurla karışık ağzımda hissediyodum, öyle yıllar boyunca da şarap tadını merak etmiştim

    ve tabii ki (bkz: sydney carton)

    ruhu şad olsun
  • okuyacaklara kum saati yayınlarınından çıkan baskısını tavsiye etmediğim kitap. soğursunuz kitaptan, fellik fellik imdbde filmi var mı diye ararsınız o derece.
  • fransız ihtilali sırasında yaşanan bir platonik aşk hikayesinin anlatıldığı kitap.

    --- spoiler ---

    finalde yalnız ama zeki avukatın sırf sevdiği kadın mutlu olsun diye yaptığı kahramanlık ön plana çıkıyor. bu karakter aslında sevilmeyen, yalnız ama son derece zeki. bu özelliklere sahip bir insanı şahsen sevmemem mümkün değil.

    ayrıca baş roldeki adamı kimlerin dava ettiği sorusunun cevabı, okuyucuları ters köşeye yatırmıştır.
    --- spoiler ---
  • devrimi gerektiren olguları, devrim öncesi yaşanan vahşeti, adaletsizliği, o zaman kadar aç,eğitimsiz bırakılmış, insan yerine dahi konmamış insanların,yönetimi ele geçirdikten sonra intikam duygusuyla nasıl canavarlaştıklarını, devrim sürecinin getirdiği sancıları, yıkımı tüm ince detaylarına kadar zihninize işleyen, bunun yanında içinde “gerçek aşk” hikayesi barındıran muhteşem bir romandır.

    bitirdiğinizde romanın silik karakterine hayran olacak ve aklınızdan çıkaramayacaksınız.
hesabın var mı? giriş yap